Tıpta Uzmanlık / Specialization in Medicine
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/939
Yasal Uyarı ⚠️ Araştırmacılar, tezlerin tamamı veya bir bölümünü yazarın izni olmadan ticari veya mali kazanç amaçlı kullanamaz, yayınlayamaz, dağıtamaz ve kopyalayamaz. BUU Akademik Açık Erişim Web Sayfasını kullanan araştırmacılar, tezlerden bilimsel etik ve atıf kuralları çerçevesinde yararlanırlar.
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 2552
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akut serebral tromboz'larda tromboelastografik (T.E.G.) inceleme(Uludağ Üniversitesi, 1976) Pehlivan, Nevzat; Tıp Fakültesi; Nöroloji Ana Bilim DalıBu çalışmada akut serebral tromboz geçiren 27 vaka ile 20 normal şahısta tromboelastografi metodu ile koagülasyon mekanizması grafik olarak incelenmiş ve matematiksel olarak değerlendirilmiştir. H. Hartert'in normal değerlerine göre 1. gün 27 vakanın % 76 sı hiper, % 12 si iso, % 12 si hipokoagülahilite hali göstermişlerdir. 7. gün ise 27 vakanın % 91.4 ü hiper, % 8.6 sı isokoagülabilite hali göstermiş olup hipokoagülahilite hali tespit edilmemiştir. Bizim 20 normal kişide elde ettiğimiz normal değerlere göre ise 1. gün 27 vakanın % 56 sı hiper, % 36 sı iso, % 8 i hipokoagülahilite, 7. gün % 56.5 u hiper, % 13 ü iso, fc 30.5 u hipokoagülahilite hali göstermişlerdir. Bizim 20 normal kişide elde ettiğimiz ortalama T.B.G. değerleri ile H. Hartert'in normal değerleri arasında farklılık bulunmuştur. Bu farklılığın toplumun yapısal özellikleri, beslenme, bazı ilaçlara karşı alışkanlık örneğin aspirin alımı gibi faktörlerin etkisine bağlı olabileceği düşünülmüştür. Ancak her iki normaldeğerlere göre yapılan kıyaslamada 1. günkü hiperkoagülabilite oranlarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (Kritik Oran, K.O. =1.47, p > 0.05). 7. günkü hiperkoagülabilite oranlarında ise anlamlı bir fark bulunmuştur (Kritik Oran, K.O. =2.85, p < 0.05).Item Kronik karaciğer, böbrek ve akciğer hastalıklarının tiroid fonksiyonları üzerine etkisinin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1978) Arıman, Bekir; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıÇalışmanızda, 11 kronik karaciğer, 13 böbrek ve 14 akciğer hastasında, total T₄, T₃ yüzde retansiyon ve STİ düzeyleri, 20 kişilik kontrol grubu ile karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır. Kan protein düzeylerinde azalmalar gözlediğimiz, kronik karaciğer ve böbrek hasta gruplarında total T₄ ve T₃ yüzde retansiyon değerlerinde değişiklikler ortaya çıkabileceğini, kan proteinleri kontrol grubu düzeylerinde olan kronik akciğer hastalarında kontrol grubuna oranla anlamlı değişikliklerin görülmediğini, ancak, tiroidin durumunu (Thyroidal status) daha kusursuz yansıttığı ileri sürülen STİ'nin tüm hasta grublarında kontrol grubu düzeylerinde kaldığını tespit ettik.Item Diadinamik akımların sempatik sistem üzerindeki etkilerinin reograf ile incelenmesi(Bursa Üniversitesi, 1978) Heptürk, Cihan; Tıp Fakültesi; Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim DalıPolikliniğimize bel bacak ağrısı, dışında şikayetlerle müracaat eden ve araştırmamıza katılmayı gönüllü olarak kabul eden 40 hastada Diadinamik akımların Difaze fikse ve Mono faze fikse modülasyonlarının sempatik sistem üzerindeki etkileri incelendi. Bu çalışmamızda diadinamik akımlarıın sempatik sistem üzerindeki etkilerini incelerken Difaze filkse'yi 10 mA baz 15 mA doz, Monafaze fikseyi, 10 mA baz 7 mA doz olarak 5' + 5' ardarda kullandık, Sonuçta periferde oluşan kan volümü değişikliklerini Reograf (Pletismografi) ile tesbit ettik. Yaptığımız çalışma sonucu Diadinamik akımların istatistiki değeri olmuyan sempatik bir inhibisyon oluşturduğunu ve perifere gelen kan volümünün arttığını saptadık.Item Alfa₁ - antitripsin düzeylerinin saptanması ve bazı akciğer hastalıklarındaki durumunun incelenmesi(Bursa Üniversitesi, 1978) Atala, M. Gürol; Tıp Fakültesi; Biyokimya ve Klinik Biyokimya Ana Bilim Dalıİnsan serununun bellibaşlı proteaz inhibitörü olan a₁ - AT nin serum düzeyi modifiye LAURELL'in elektroimmünodifüzyon "Roket" yöntemiyle toplacı 146 olguda saptanmıştır. Serum a₁ - AT düzeylerinin ortalama değerleri kontrol grubunda 330 ± 78 mgr/100 ml., KOAH da 315 ± 80 mgr/100 ml., akciğer tüberkülozu grubunda 386 ± 82 mgr/100 ml. ve akciğer kanseri grubunda 472 ± 142 mgr/100 ml. olarak bulunmuştur. Kontrol grubuyla akciğer tüberkülozlu ve akciğer kanserli gruplar arasında anlamlı bir farklılık olmasına karşın, KOAH grubuyla anlamlı farklılık saptanmamıştır. a₁ - AT yetmezliğinde her zaman KOAH oluşmamasına açıklamak için proteaz inhibitörleri yetmezliği dışında diğer etkenlerinde araştırılması gereklidir.Item Konjenital genital bölge anomalileri ve sünnetli-sünnetsiz oranı araştırması(Bursa Üniversitesi, 1978) Kaleli, Adnan; Tıp Fakültesi; Üroloji Ana Bilim DalıBu çalışma 1976 - 1977 öğretiin yılında Bursa İl Merkezindeki bütün ilkokul birinci sınıf erkek çocuklarda konjenital genital bölge anomalileri ve sünnetli-sünnetsiz oranı konularını kapsamaktadır. Elde edilen neticeler literatür ışığı altında tartışılınış ve sonuca varılmıştır.Item Safra taşı oluşumunda enfeksiyonun rolü(Bursa Üniversitesi, 1978) Etker, İzzettin Barbaros; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı46 taşlı kolesistit yakası bakteriyplojik, parazitolojik ve mikolojilc incelemeye tabi tutuldu. Taşların biyokimyasal cins ayrımı, safranın pH değer tayinleri yapıldı. 28 vakada üreme olmadı. Bu vakalarda taşların 7 si saf kolesterol, 16 sı miks kolesterol, 2 si saf bilirübin, 3 ü miks bilirübin taşları idi. 18 üreme olan vakanın hepsi miks bilirlibin taşı idi. 18 vakada E. Coli izole edildi. Bu vakalarda aynı zamanda 17 kombine üreme oldu. 18 vakanın birinde candide albicans, bir diğerinde taş içinde fasciola hepatica yumurtası elde edildi. Üreme olan safraların pH değerleri ortalama 7.7, olmayanlarda ise 6.9 idi. Antibiyogram sonuçlarımıza göre kanamisin , kloramfenikol, kefzol, gentamisin ve streptomisin % 50 den daha fazla vakada etkin bulundu. Miks bilirlibin (Kalsiyum bilirübinat) taşlarında enfeksiyonun rolü olduğu açıktır. Kolesterol taşları ile saf bilirübin taşlarının oluşumunda enfeksiyon dışı sebepler daha gerçekçi kanıtlara sahiptir.Item Ekstrasellüler hacim genişlemesi ve diüretiklerin kompansatuar adaptasyonla etkileşmeleri(Uludağ Üniversitesi, 1978) Arslan, B. Yener; Tıp Fakültesi; Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji Ana Bilim DalıUnilateral nefrektomi (1/2 NEX) ve taklit operasyondan (kontrol) 3-4 saat sonra, i.v. izotonik sodyum klorür solüsyonu ile (0.05 ... 0.75 ml-dak) infüze edilen sıçanlarda i.p. asetazolamid veya i.v. ve i.p, furosemide veya her iki diüretik kombinekullanılarak glomerüler filtrasyon hızı, renal sodyum ve su ekskresyonları ölçüldü. Gözlenen bütün koşullarda bir böbrekli sıçanların G.F.H. kontrol grubun %50'si kadar olmasına karşın, absolü su ve sodyum ekskresyonları aynıdır. Fraksionel su ve sodyum ekskresyonları ünilateral nefrektomili sıçanlarda kontrol gruba göre 1.5-2.2 defa yüksektir. Ekstrasellüler hacim genişlemesinin ve diüretik ilaçların meydana getirdiği diürez ünilateral nefrektomiden sonraki idrar ekskresyonundaki kompansatuar artışa additiftir. i.v. furosemid verilmesini takib eden ilk 15 dakika, içinde idrar furosemide konsantrasyonu ve ekskresyon hızı 1/2 NEX sıçanlarda kontrol sıçanlardan daha düşüktür. Ekstrasellüler hacim genişlemesi, ve ilaçların diüretik etkilerinin kompansatuar adaptasyon diürezine additif olması, bunların etki yerlerinin ve etki mekanizmalarının farklı olmaları ile açıklanabilir.Item Tüberküloz besiyerlerinden Lüwensten-Jensen ile Penicillin'li kanlı agar arasında mukayeseli çalışma(Bursa Üniversitesi, 1978) Yener, Gönül; Tıp Fakültesi; Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları KürsüsüTüberkülozun tedavisi ve kontrolü ancak kesin teşhis ile mümkün olmaktadır. Tüberküloz teşhisinde laboratuvar çalışmasının katkısı büyüktür. Vak'alarda çoğunlukla bakterinin üretilmesi ve tesbit edilmesi bütün şüpheleri ortadan kaldırır. İyi sonuç veren tüberküloz kültür besiyerleri, bilhassa Löwenstein-Jensen besiyeri, kompleks oluşları, kimyasal maddelerin kolay temin edilememesi nedeniyle her yerde kolaylıkla hazırlanamamaktadır. Laboratuvarlara kolaylık getirme açısından yeni bir besiyeri olan Penicillin'li Kanlı Agar ile Löwenstein-Jensen besiyeri arasında yaptığımız mukayeseli çalışmada tatminkâr sonuçlar aldık. Çalışmamızda laboratuvarımıza gelen 109 tane patolojik materyel kullanıldı. Bu materyellerden 21 tane mikobakteri suşu izole edildi. İki besiyeri arasında mukayese yaparken gözönüne alınan özellikler farklı bulunmadı ve, Her iki besiyerinde üreme oranı %19,26, Her iki besiyerinde ilk koloni teşekkülü (üreme hızı) 3,19 hafta, Löwenstein-Jensen besiyerinde kontaminasyon oranı %19.0, Penicillin'li Kanlı Agar besiyerinde kontaminasyon oranı. %14.3 (besiyerleri arasında kontaminasyon oranı anlamlı değil) olarak tesbit edildi. Yaptığımız çalışmada elde ettiğimiz sonuçlara göre, Penicillin1li Kanlı Agar besiyeri; 1. Hazırlanmasının kolay oluşu, 2. Ham maddesinin her yerde kolaylıkla bulunabilmesi, 3. üretme hızı, kontaminasyon gibi üreme, karakterleri bakımından kompleks besiyerleri ile farklı olmaması, 4. Ekonomik bir besiyeri olması nedenleriyle bu konuda kullanılan diğer kompleks hesiyerlerine göre, bilhassa hastane laboratuvarlarında rahatlıkla kullanılabilecek uygun bir besiyeridir.Item Safra kesesi kanseri etyo-patogenezinde safra taşının rolü(Uludağ Üniversitesi, 1978) Doğruyol, Hasan; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim DalıSafra kesesi kanserleri, oldukça sık görülen hastalıklardandır. Çoğunlukla 50 yaşın üstünde görülen bu hastalığa, kadınlarda erkeklerden daha sık olarak rastlanmaktadır. Klinik çalışmalarda, safra kesesi kanserlerinde safra taşına rastlama oranı çok yüksektir. Ayrıca safra kesesi taşı tesbit edilen hastaların ortalama % 10 unda kanser görülmektedir. Eksperimental çalışmalarda, çeşitli surette safra kesesi kanseri oluşturulmuştur. Biz çalışmamızda kanser oluşturamadık, fakat meydana getirdiğimiz adenoid tümörlerin taşla ilgileri olduğunu gösterdik. Safra taşları mekanik irritan maddelerdir. Bunlar safra kesesi mukozasını irrite ederler. Potansiyel karsinojen olarak kabul edilen safraasitleri ve kolesterolden çeşitli şekilde oluşan kanserogenler veya dış ortamdan çeşitli şekilde alınan karsinojen maddelerin irrite olmuş alanlara etki edebilecekleri düşünülebilir.Item Geliştirilmiş yeni bir stripper ile varislerin ameliyatla tedavi yöntemi(Bursa Üniversitesi, 1978) Gürel, Oral; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim DalıAmaca daha uygun olarak veliştirilmiş yeni Stripping aleti, sterilıze edilebilir, ortası delik plastik bir sondadan yapılmıştır. Ortadaki Lumen, sondalama esnasında venanın steril serum fizyolojik ile doldurularak Strip-oerin damar ıçinde kolaylıkla ilerlemesine imkan verir. İnsizyonların az sayıda oluşu infeksiyon olasılığının azalmasına ve daha iyi kozmetik sonuçların alınmasına neden olur. Sondanın ucunda 30 derecelik bir açı ve birçok delikler vardır. Sonunda ise, Stripping esnasında ven'in yırtılmasını veya ters dönmesini önleyecek kaidesinde dikenli çıkıntılar bulunan çeşitli büyüklükte ekstraksiyon başlıkları vardır.Item Mast hücresi ve pterjiyum arasında ilişki hakkında histopatolojik bir araştırma(Bursa Üniversitesi, 1978) Özçetin, Sevil; Tıp Fakültesi; Patoloji Ana Bilim DalıÖzellikle subtropik olan ve halicinin % 70 ı açık havada çalışan memleketimizde sık görülen pterjiyum’un etyoloji ve patogenezinde Mast hücresinin rolünü araştırmak anacı ile histopatolojik bir inceleme yaptık. Mast hücresi ve özellikleri ile pterjiyum konusunda kısaca bilgi verildi. 1975 Haziran 1978 Mart ayları arasında Bursa Üni. Tıp Pak. Göz Hast. Kürsüsünce kürsümüze gönderilen 47 si erkek, 14 ü kadın, ve yaş ortalanası 56 olan 61 pterjiyumlu vakadan ve 7 si erkek 3 ü kadın ve yaş ortalaması 66 olan 10 normal konjonktivalı vakadan elde edilen biyopsi materyel olarak kullanıldı. 61 pterjiyum materyali HE ile boyanarak histolojik yönden vasküler, nikst ve fibröz yapıda sınıflandırılmıştır. Toluidin boyası ile gerek normal konjonktivalı kontrol grubunda ve gerekse pterjiyumlu vakalarda mm² deki mast hücre sayısı ortalaması saptanmış, istatistiki olarak değerlendirilmiştir. Pterjiyumlu ve kontrol grubu arasındaki mm² deki mast hücre sayısı ortalaması farklı anlamlı bulunmuş, pterjiyumun histolojik tiplerindeki, vasküler, nikst ve fibröz tiplerde parabol şeklinde bir gelişin gösterdiği son devrede mast hücrelerinin azaldığı saptanmıştır. Bu bulguların ışığında özellikle ultraviyole gibi fizik etkenler sonucu mast hücresinden açığa çıkan heparin ve histamin gibi vazoaktif maddelerin olayı aktive ettiği ve fibrotik devreye girdiği sonucuna varılmıştır. Pterjiyum tedavisinde mast hücrelerinden salınan vazoaktif maddelerin önlenmesi veya azaltılması bu gelişimde önleyici ve cerrahi müdahalelerde fibrotik devreye girildiğinde girişim yapılmasının nüksleri önleyebileceği düşüncesi ileri sürülmüştür.Item Hipertiroidinin kan insülin ve keton cisimleri seviyelerinin günlük değişimleri üzerine olan etkilerinin araştırılması(Bursa Üniversitesi, 1978-03-01) İmamoğlu, Şazi; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıS.T. İ. ve klinik bulgulara dayanarak hipertiroidi tanısı konulan sekiz vaka araştırıldı. Bu vakalarda kan total keton cisimleri ve kan insülin seviyeleri saat; 06, 12, 18 ve 24 de ölçüldü. Bulgular t testi uygulanarak karşılaştırıldı. Hipertiroidili vakalarda, kan total keton cisimleri ve kan insülin seviyelerinde günlük değişimlerin olduğu sonucuna varıldı. Hipertiroidide kan total keton cisimleri seviyesinin normallere nazaran anlamlı derecede yüksek olması tiroid hormonlarının (T₃, T₄) lipozisi arttırıcı etkilerine bağlanabileceği düşünüldü.Item Antibiyotikler arası sinerjik ve antagonistik etkilerin çeşitli mikroorganizmalarda araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1978-06-07) Soysal, Güher; Tıp Fakültesi; Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim DalıÇalışmamızda Tüp Diliisyon Metodu'nu kullanarak, E.coli, S. aureus, S. typhi, S. flexneri ve P. aeruginosa'nm 4 ve 18 saatlik kültürlerinde, Penicillin G, Ampicillin, Carbenicillin, Streptomycin, Kanamycin, Cefazolin, Oxytetracycline, Erythro-mycin, Lincomycin ve Chloramphenicol'ün her birine ve değişik ikili kombinasyonlarına ait Minimum Inhibitory Concentration (MIC) değerlerini araştırdık. Çalışmamızda, Ampicillin + Chloramphenicol kombinasyonu E. coli'nin 18 saatlik kültürü karşısında, S. aureus' un 4 saatlik kültürü karşısında Antagonistik etkili olmuş, diğer antibiyotik kombinasyonları her mikroorganizma karşısında farklı etki göstermişlerdir. Denediğimiz antibiyotik kombinasyonlarının sinerjik etkileri, sadece S. aureus'ta gözlenmiş, teste tabi tuttuğumuz Gram negatif mikroorganizmalarda sinerjik etkiye rastlanmamıştır. Ancak, bütün suşlarda, farklı antibiyotik kombinasyonları karşısında antagonistik etki görülmüştür. En çok karşılaştığımız etki ise, indifferan olmuştur.Item Diabetik retinopati tipleri ve disk neovaskülarizasyonu üzerine ksenon ark fotokoagülatör ile uygulanan panretinal fotokoagülasyonun değerlendirmesi(Bursa Üniversitesi, 1979) Sarıçoğlu, Ahmet; Bursa Üniversitesi;; Tıp Fakültesi; Göz Hastalıkları Ana Bilim DalıÜç yıl içinde 113 hastanın 155 gözüne ksenon fotokoagülasyonu yapılmıştır. Değişik nedenlerle fokal tip uygulama yapılan 31 göz değerlendirme dışı bırakılarak, panretinal fotokoagülasyon uygulanan 124 diabetik retinopatili gözde alınan sonuçlar incelenmiştir. Olguların maküla ödemi, görme , genel fundus görünümü ve disk neovaskülarizasyonu yönünden değerlendirilmesi sonucunda Fotokoagülasyonun maküla ödeminin, disk neovaskülarizasyonunun, fundus görünümünün ve görmenin korunması veya düzeltilmesi yönünden kısmen etkili olduğu sonucuna varılmıştır. 36 Ay sonunda yaklaşık % 60,2 olguda fotokoagülasyona rağmen görme keskinliğinde azalma meydana gelmiştir. Hiper glisemist ve hipertansiyonu kontrol altına alınamıyan olgularda fotokoagülasyondan olumlu etki beklenemiyeceği kanısına varılmıştır.Item Sıçanlarda hidratasyon durumunun renal konsantrasyon yeteneği üzerindeki etkisi(Bursa Üniversitesi, 1979) Peynircioğlu, Sezgin; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıRenal konsantrasyon testi klinik ve deneysel araştırmalarda tubulus fonksiyonlarının ölçümünde kullanılan en güvenilir böbrek fonksiyon testlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Ancak, testten önce sıvı yüklenen organizmaların renal konsantrasyon yeteneğinde defekt oluşması nedeniyle hiperbidrate organizmalarla yapılan araştırmalarda bu güvenilir testen yararlanılamamaktadır. 105 adet erkek saçanda yürütülen araştırmaınızda, biperbidratasyon ve debidratasyon durumlarında renal konsantrasyon yeteneğinde oluşan değişiklikler ve bu değişiklikleri elimine edebilecek basitbir yöntem araştırılmıştır. Araştırmaınızda birer hafta süre ile hiperhidrate ya da debidrate edilen sıçanların renal konsantrasyon yeteneğinde kontrol verilerine göre % 24 oranında geriye dönüşümlü bir defekt oluştuğu (P < 0.001 ) ve bu defektin "testten önce 2 gün süreyle hayvanlara serbest çeşme suyu verilmesi 11 yöntemiyle elimine edilebileceği saptanmıştır. Sonuç olarak, sıçanların çeşitli hidratasyon durumlarıyla yürütülen araştırmalardaki bulguların değerlendirilmesinde renal konsantrasyon testinin, yukarıda uyguladığımız yöntemle, güvebilir bir şekilde kullanılabileceği kanısına varılmıştır.Item Psoriasis'te serumda kortisol ve idrarda 17-oksijeniksteroid (17-ogs),17-ketosteroid (17-ks) seviyeleri(Uludağ Üniversitesi, 1980) Satılmış, Asri; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıBu çalışma Bursa Üniversitesi, Tıp Fakültesi Dermatoloji Kliniğinden temin edilen (20 si kadın,20 si erkek psoriasis'li) 40 olgu ile, fakültemizin gönüllü normal şahısları arasından seçilen (5 i kadın,10 u erkek) 15 kişi üzerinde yapılmıştır. Araştırmada psoriasis'in oluşumunda esas kortisol'ün aktif mekanizmasının rol oynayabileceği düşüncesinden hareket edilerek, serum kortisol seviyesi ve idrarda 17-OGS,17-KS konsantrasyonu radioimmunassay ve biyokimyasal metodlarla ölçülmüştür. Bu ölçmelerde serumda kortisol ve idrarda da 17-OGS seviyesi kendi normaline göre yüksek, 17-KS seviyesi de kendi normaline göre nispeten düşük bulunmuştur. Yayın taramamızda aynı koşullarda, bu yöntemle herhangi bir araştırmaya rastlanamamıştır. Bu araştırmaile psoriasis'in, psiko-somatik hastalıklar arasında "psiko-kutan" olarak mütaalâ edilmesinin uygunluğu, stress-kortisol zincirinin itme ve tepkimesinden "aktif-inaktif-kortisol oran değişikliğinin bir göstergesi" olduğu düşüncesi, kaynaklara dayanarak simgelenmiştir.Item Sıçanlarda rifampisinin kan kimyasına etkisi ve hepatotoksisitesinin araştırılması(Bursa Üniversitesi, 1980) Halilçolar, Hüseyin; Tıp Fakültesi; Göğüs Hastalıkları Ana Bilim DalıBu çalışmamızda tüberküloz tedavisinde kullanılan majör tüberkülos tatiklerden İsoniazid ve Rifampisin'in kan kolesterol, total lipid düzeyine ve karaciğer fonksionları üzerine etkisi araştırıldı. Çalışmamızda 275-300 Gm. ağırlığında sıçanlar kullanıldı. Olgularımız dört gruba ayrıldı. 1.Gruba sadece Rifampisin 10 mg/kg. 2. Gruba sadece İsoniazid 50 mg/kg. 3. Gruba Rifampisin 10 mg/kg. ve 50 mg/kg. İsoniazid. 4. Gruba ise kontrol grubu olarak hiç bir ilaç verilmedi. Çalışmamızın sonunda Rifampisinin karaciğerde yağlı dejeneresans, İsoniazid'in ise direkt hücre nekrozu yaptığı saptandı. Rifampisin ile İsoniazid'in beraber kullanılmasının her iki ilacın ayrı ayrı kullanılmasında görülen hepatotoksisite riskini daha fazla arttırmadısını saptadık. İlaç alan her üç grupta da Serum Transaminaz düzeylerinin ortalama değerleri yüksek bulunmasına rağmen sonuçlar varyans analizi testine göre anlamlı bulunmadı (P > 0,05). Rifampisin ve İsoniazid1in kan lipid seviyesi ve kolesterol düzeyinde meydana getirdiği artışlar istatistiki yönden anlamlı bulunmadı (P > 0,05). Her iki ilaç ayrı ayrı veya beraber kullanıldığında kontrol grubu ile kıyaslandığında belirgin ağırlık artışları görüldü. Bu artışlar istatistiki yönden de anlamlı bulundu P < 0,001). Ancak; sebebi tarafımızdan izah edilemedi ve araştırmaya değer bulundu. Sonuç olarak her iki ilacı müşterek veya ayrı ayrı kulllandığımızda karaciğer toksisitesi yönünden olguların gözlem altında tutulması, ayrıca sadece transaminaz tetkiklerinin toksisitenin ortaya çıkarılması için yeterli yöntem olmadığının bilinmesi gerektiğini belirledik.Item Bursa dispanserlerinde şifa ve inaktif koduna ayrılan tüberküloz olgularda reaktivasyon ve nüks(Uludağ Üniversitesi, 1980) Bozdemir, Selahattin; Tıp Fakültesi; Göğüs Hastalıkları Ana Bilim DalıBursa Dispanserlerinde 1959 yılından 1978 yılı sonuna kadar tedavide kalan 15.131 olgudan reaktivasyon ve nuks gösteren olgular 14.10.1971 ve 9.4.1979 tarihleri arasında ait oldukları dispanserlere yeniden çeşitli yakınmalarla başvurmuşlardır. Bunlardan toplam 19 reaktivasyon ve 36 nuks olğusu saptanmıştır. Olgular klinik,radyolojik ve bakteriyolojik yönlerden değerlendirilerek sonuçlarının nedenleri tartışılmıştır.Item Lenfödem tedavisinde kemik iliği yoluyla lenfo-venöz drenaj olasılığının deneysel olarak araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1980) Özcan, Mesut; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim DalıLenfödemin tedavisine yönelik çok sayıda cerrahi yöntem geliştirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Hiçbirisi lenfödemin tedavisine kesin bir çözüm getiremiyen bu yöntemlerin en güncel olanları lenfodeno-venöz ve lenfanjio-venöz anastomozlardır. Bu yöntemlerde; torasik duktus yoluyla ve bir takım lenfo-venöz kommünikasyonlarla venöz sisteme dökülen lenfin, bu doğal akış fizyolojisinin yeniden sağlanması amaçlanmıştır. Çalışmamızda da aynı amaçla ve fakat, kemik iliği yoluyla lenfin venöz sisteme akıtılıp akıtılamıyacağının araştırılması tasarlanmıştır. Kemik iliğinden, sıvı ve kan infüzyonu, venografi ve mikrovasküler serbest flepler de venöz dönüşün sağlanması gibi amaçlarla yararlanılabilmesi tasarımızı güçlendirici bulunmuştur. Bu amaçla deney hayvanı olarak seçilen 18 keçi iki gruba ayrılmıştır. Birinci grupta bulunan 8 keçide uyluk 1/3 alt düzeyinde yüzeyel popliteal düzeyde de derin lenfatik blok uygulanmıştır. İkinci grupta bulunan 10 keçide ise aynı yöntemle gerçekleştirilen lenfatik blokla birlikte, efferent kutbu rezeke edilen popliteal ganglion tibia kemiği içine taşınmıştır. Her iki grupta da sol arka bacaklar deney, sağ arka bacaklar kontrol olarak alınmıştır. Girişimden önce her iki grubun sol arka bacakları ile sağ arka bacakları arasında çevre ve hacim yönünden anlamlı bir fark bulunmadığı halde, girişimden sonra haftada bir yapılan bütün ölçümlerde sol(deney) arka bacaklar, sağ (kontrol) arka bacaklara göre belirgin şekilde farklı, yani ödemli bulunmuştur. Bu ödem akut lenfatik ödem olarak değerlendirilmiştir. Daha sonra, birinci grup hayvanların sol arka bacaklarında sağ arka bacaklarına göre saptanan çevre ve hacim artışları ile, ikinci grup hayvanların sol arka bacaklarında sağ arka bacaklarına göre saptanan çevre ve hacim artışları karşılaştırılmıştır. Sonuçta; lenfatik blokla birlikte popliteal ganglionu tibia içine taşman ikinci gruptaki hayvanların sol (deney) arka bacaklarında sağa (kontrol) göre saptanan çevre ve hacim artışlarının, yalnızca lenfatik blok uygulanan birinci grupta saptanandan anlamlı şekilde daha az oluşu, ikinci grupta popliteal ganglion aracılığı ile bir kısım lenfin kemik iliğine oradan da venöz sisteme aktığı kanısını vermiştir. Bu kanımızı lenfografik bulgular da doğrulamıştır. Bu bulgulara ve kaynak verilerine dayanarak; a - Lenfin kemik iliği yoluyla venöz sisteme akıtılabileceği, b - Yöntemin obstrüktif lenfödem olgularının tedavisinde yeni bir seçenek olarak denenebileceği, c - Teknik olarak kolay uygulandığı, fazlaca özel alet ve olanaklar gerektirmediği, daha kısa sürdüğü ve lenfin akış fizyolojisine aynı ölçüde uygun olduğu için lenfadeno-venöz ve lenfanjio-venöz anastomoz yöntemlerine yeğlenebileceği kanısına varılmıştır.Item Akut arteriyel dolanım yetmezliğinde serum kreatin fosfokinaz (CPK) ve laktik dehidrogenaz (LDH) enzimlerinin önemi(Bursa Üniversitesi, 1980) Cengiz, Mete; Özcan, Mesut; Tıp Fakültesi; Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim DalıBu çalışma deneysel olarak ve klinikteki akut arteriyel dolanım yetmezliğinde arteri tıkalı olan ekstremitenin venöz dönüşündeki CPK ve LDH enzim düzeylerindeki değişmeleri saptandı. Akut arter tıkanmalarındaki, klinik, deneysel, metabolik ve biyokimyasal olaylarla ilgili bilgilerle birlikte, değerlendirilerek, klinik uygulamada yararları araştırıldı. Deneysel çalışmada koyunların arteria femoralis communis'leri bağlanarak 72 saat tıkalı tutuldu. Daha sonra revaskülarizasyon yapılarak izleyen 72 saatteki enzim değişiklikleri araştırıldı. Klinik uygulamada ise, akut arter tıkanması nedeni ile ameliyat edilen 8 olgunun klinik özellikleri, iskemik dönemdeki ve revaskülarizasyondan sonraki dönemdeki enzim düzeyleri ile ekstremitenin prognozu arasındaki ilişki araştırıldı. İskemi derecesi arttıkça CPK değerlerinde hücre harabiyetine bağlı olarak artış görüldü. Revaskülarizasyondan sonra CPK değerlerindeki yükselmenin prognozun kötü olabileceğine işaret ettiği sonucuna varıldı. LDH ile iskemi derecesi arasında bir prognostik ilişki bulunmadı. Akut arter tıkanmalarında zaman faktörünün prognozu etkilemede kesin bir rol oynamadığı, ekstremitenin canlılığını kollateral dolanımın yaygınlığı ve dokulardaki harabiyet derecesinin saptayabileceği ve bunu saptamada CPK enzim araştırmasının önemi olduğu saptandı.