Tıpta Uzmanlık / Specialization in Medicine
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/939
Yasal Uyarı ⚠️ Araştırmacılar, tezlerin tamamı veya bir bölümünü yazarın izni olmadan ticari veya mali kazanç amaçlı kullanamaz, yayınlayamaz, dağıtamaz ve kopyalayamaz. BUU Akademik Açık Erişim Web Sayfasını kullanan araştırmacılar, tezlerden bilimsel etik ve atıf kuralları çerçevesinde yararlanırlar.
Browse
Browsing by Department "Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 50
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akıllı telefon ile yapılan diyabetik retinopati muayenesinin geçerlilik ve güvenilirliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Osmanoğlu, Samet Ali; Güldal, Azize Dilek; Ayhan, Ziya; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıAmaç: Diyabetes Mellitusun birinci basamakta yönetimi sürecinde göz komplikasyonlarının saptanması için hastaların göz hekimine sevk edilmesi istenen sonuçları vermemektedir. Gerek hastaların gönülsüzlüğü gerekse göz bölümlerine ulaşmaktaki zorluklar hastaların göz komplikasyonlarının erken dönemde fark edilmesini engellemektedir. Günümüzde tele-tıp özellikle bazı durumlarda önemli bir role sahip olup göz hekimlerine hasta yerine göz dibi görüntülerinin gönderilmesi ile sorunun çözülebileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, 20D mercek ile büyütülen göz dibinin akıllı telefon ile elde edilen görüntülerinin tanısal geçerlilik ve güvenilirliğini belirlemektir. Yöntem: Çalışmamız Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’ne başvuran Tip 2 DM hastaları ile yapılmıştır. Hastaların hem akıllı telefon ile hem de geniş alanlı renkli fundus kamerası ile fundoskopik görüntüleri elde edilmiştir. Akıllı telefon ile elde edilen görüntüler iki uzman tarafından değerlendirilmiştir. Araştırmanın verileri SPSS 22 programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Tanımlayıcı analizlerin yanı sıra; sensitivite, spesifite, pozitif ve negatif prediktif değerler ile accuracy değerleri hesaplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 200 katılımcının 398 gözü dahil edilmiştir. 398 göze DR açısından dilate geniş alan fundus kamerası görüntüleri ile tanı konmuştur. Akıllı telefon muayenesinde değerlendirilebilir bulunmayan görüntü oranı değerlendirici 1 için %6,8 (27 göz), değerlendirici 2 için %7,8 (31 göz)’dir. Herhangi bir seviyedeki DR için sensitivite, spesifite, pozitif prediktif değer, negatif prediktif değer, accuracy değerleri değerlendirici 1 için 0,94, 1,00, 1,00, 0,98, 0,98 değerlendirici 2 için 0,92, 0,99, 0,98, 0,97, 0,97’dır. Kappa değeri 0,96’dır. Proliferatif diyabetik retinopati için sensitivite, spesifite, pozitif prediktif değer, negatif prediktif değer, accuracy değerleri değerlendirici 1 için 0,93, 1,00, 1,00, 0,99, 0,99 değerlendirici 2 için 0,93, 1,00, 1,00, 0,99, 0,99’dur. Kappa değeri 0,96’dır. Sonuçlar: Yüksek sensitivite ve spesifite değerleri ile akıllı telefon DR muayenesi yöntemi DR taramasında ve uzaktan değerlendirilmesinde kullanabilecek maliyet etkin bir alternatif yöntem olarak değerlendirilebilir.Item Birinci basamak akut tonsillofarenjit vakalarında tanı ve tedavi algoritmalarının karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Turgut, Derya Karaçelik; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıAkut tonsillofarenjit, iyi tanınan bir hastalık olmasına rağmen yanlış tanı nedeniyle tedavide gereksiz antibiyotik kullanımı sıktır. Tonsillofarenjitlerin %5-30’undan grup A streptokoklar (GAS) sorumludur. GAS tonsillofarenjiti tanısında klinik skorlamalar (Centor skoru ve Fever-Pain skoru) bakteriyel viral ayırımında yetersiz kalmaktadırlar. Ayrıca GAS tonsillofarenjiti yetersiz tedavi edildiğinde ciddi komplikasyonlar gelişebilmektedir. Bu nedenle akut tonsillofarenjit önemini koruyan bir enfeksiyondur. GAS tonsillofrenjitinde tanıda altın standart boğaz kültürüdür. Ancak 24-48 saatte sonuçlanması dezavantajıdır. Son yıllarda 15 dakikada sonuç veren hızlı antijen testleri (RAT) kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada RAT, Centor skoru ve Fever-Pain klinik skorunun GAS tonsillofarenjiti tanısındaki etkinliğinin, boğaz kültürüyle karşılaştırılarak prospektif olarak araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya Bursa’nın farklı ilçelerinden belirli aile sağlığı merkezlerine 6 ay boyunca akut tonsillofarenjit ön tanısıyla başvuran 7-65 yaş arası, Centor klinik skoru ≥ 1 olan 158 hasta dahil edilmiştir. Tüm hastalardan RAT ve boğaz kültürü için örnek alınmış, Centor skoru ve Fever-Pain skoru kayıt edilmiştir. Çalışmaya katılanların medyan yaşı 30’du. Katılımcıların 106’sı kadın 52’si erkekti. Katılımcıların %20,88’inde boğaz kültürü, %13,29’unda RAT pozitif bulundu. RAT’ın duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif prediktif değer (PPD), negatif prediktif değer (NPD) ve kappa uyum değeri (Ҡ) sırasıyla %48,48; %96, %76,19; %87,59; 0,51 olarak bulundu. Modifiye Centor skoru ≥3 olanların ve Fever-Pain skoru ≥3 olanların sırasıyla duyarlılık %69,70; %81,82; özgüllük %60,80; %44 olarak bulundu. Modifiye Centor skoru ≥4 olanların ve Fever-Pain skoru ≥4 olanların sırasıyla duyarlılık %42,42; %48,48; özgüllük %80; %79,20 olarak bulundu. v Sonuç olarak RAT’ın duyarlılığının düşük, özgüllüğünün yüksek olduğu, negatif hastaların tanılarının boğaz kültürüyle doğrulanması gerektiği, pozitif hastalara ise antibiyotik tedavisi başlanması gerektiği görüldü. Ayrıca her iki klinik skor ≥4 olduğunda GAS tonsillofarenjiti olasılığının yüksek olduğu görülmüştüItem Birinci basamakta yetişkin hastalarda polifarmasi, akılcı ilaç kullanımı ve tedavi uyumunu etkileyen faktörlerin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Ülger, Ersin; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıDünya genelinde giderek artan nüfusla birlikte özellikle kronik hastalıklar ve ilaç kullanımı artmaktadır. İlaç kullanımının artması ile beraber ‘polifarmasi’ dediğimiz çoklu ilaç kullanımı durumu ortaya çıkmaktadır. Akılcı ilaç kullanımı ise, doğru tanı ve tedavi yöntemi ile hastanın uygun ilacı, uygun süre ve dozda, en düşük fiyat ile kolayca sağlayıp kullanabilmesidir. Bu tez çalışması, Bursa ili 36 nolu Ertuğrul Eğitim Aile Sağlığı Merkezinde takibi yapılan ve kronik ilaç kullanımı olan hastalar arasında birinci basamakta yetişkin hastalarda polifarmasi, akılcı ilaç kullanımı ve tedavi uyumunu etkileyen faktörlerin araştırılması amacı ile yapılmıştır. Çalışma grubunu oluşturan 249 hastanın yaş ortalaması 51 yıl olup; %64,7’si (n:161) kadın, %35,3’ü (n:88) erkektir. Hastaların kronik hastalık takiplerini %35,2’sinin düzenli yaptırmadığını, %37,8’inin çok fazla ilaç kullandığını ve azaltılması gerektiğini düşündüğünü, %28,8’inin ilaç yan etkisine maruz kaldığı görülmüştür. Hastaların %44,3’ü kullandığı ilaçların yan etkisini bilmemekte, %43,2’si kronik ilaçları harici ek tedavi kullandığını belirtmektedir. Genel Sağlık Anketi-12 Ölçeği total puan ortalaması 2,24 olup katılımcıların %42,6’sı psikolojik hastalık açısından risklidir. Polifarmasi dediğimiz yani 4 ve üzeri ilaç kullanımı olanların genel sağlık anketi puanı anlamlı olarak daha yüksektir (p=0,039). Genel sağlık anketinden yüksek risk grubunda puan alanların kronik ilaçları harici ek tedavi kullanımları %48,5 ile diğer gruplara oranla yüksek olduğu gösterilmiştir (p=0,014). İlaç yan etkisinin görülenlerin genel sağlık anketi puanı anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,001). İlaç yan etkisi görülmeyen bireylerde 1-3 adet ilaç kullanımı olanlar %76,2 ile 4 ve üzeri ilaç kullanımı olanlara kıyasla anlamlı olarak yüksektir (p=0,005). viii Kadınlarda reçetesiz ağrı kesici kullanımı %58,4 (p=0,01) ve vitamin/mineral kullanımı %35,4 (p<0,001) ile erkeklere göre daha yüksek kullandığı görülmüştür. Bireylerin bitkisel tedavi kullanımları yaş grupları ile kıyaslandığında yaş arttıkça bitkisel tedavi kullanımlarının arttığı görülmüştür (p=0,005). Polifarmasi varlığının istenmeyen ilaç reaksiyonları, ilaç-ilaç etkileşimleri, hastaneye yatış ve mortalite gibi risk faktörlerini beraberinde getirmesi nedeniyle bireylerin yaşam kalitesini olumsuz etkilemesi olasıdır. Birinci basamakta yaşlanma ile beraber polifarmasi oranlarının arttığı, polifarmasi oranlarının artması ile ilaç yan etkilerine maruz kalmanın arttığı yine genel sağlık anketinden alınan puanın artması ile beraber polifarmasi ve ilaç yan etiklerine maruz kalma oranlarının arttığı görülmüştür. Birinci basamakta hasta popülasyonun önemli bir kısmını oluşturan yaşlı ve kronik ilaç kullanımı olan hastalarda polifarmasi ve ilaç yan etkilerine maruz kalma açısından akılcı ilaç kullanım esasları özellikle dikkate alınmalı. Hastalık ve ilaç takipleri açısından hastaların bilgi düzeyi artırılmalıdır.Item Biyopsikososyal yaklaşım konusunda eğitim alan tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin hasta hekim yönelimi ve empati düzeylerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Dönmez, Muzaffer Öncü; Alper, Züleyha; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıTıp fakültesinde eğitim yılları ilerledikçe öğrencilerde, iletişim becerilerinde düşüş eğilimi görülmekte ve zamanla bütüncül hasta bakımı konusundaki bakış açıları kaybolmaktadır. Mezuniyet öncesi tıp eğitiminde biyopsikososyal yaklaşım konusunda eğitim verilmesi, hekimlerden beklenen yeterliliklerin olgunlaşmasını sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin; biyopsikososyal yaklaşım bilgisinin sorgulanması, bu bilgileri hangi ders ve stajlarda kazandığının öğrenilmesi, hasta merkezli yaklaşım ve empati düzeylerinin değerlendirilip arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Çalışma literatür taranarak oluşturulan web tabanlı anket yöntemi kullanılarak yapılandırılmıştır. Anketin, ilk kısmında demografik verilerin yer aldığı genel bilgiler bölümü, ikinci kısmında biyopsikososyal yaklaşımla ilgili sorular, üçüncü kısmında Hasta Hekim Yönelim Ölçeği (HHYÖ) ve son kısmında Jefferson Doktor Empati Ölçeği-Öğrenci Versiyonu (JSPE-S) bulunmaktadır. Araştırma Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim almakta olan, ulaşılan 226 son sınıf tıp öğrencisi (%69) ile yürütülmüştür. Çalışmamıza katılan öğrencilerin %49,6’sı (n=112) kadın, %50,4’ü (n=114) erkektir. Öğrencilerin %94,2’si (n=213) tıpta uzmanlık eğitimi almayı düşündüğünü, %73’ü (n=165) biyopsikososyal yaklaşım konusunda eğitim aldığını, %61’i (n=138) kendini bu konuda yeterli bulduğunu belirtmiştir. HHYÖ toplam puan ortalaması 3,76±0,73 ve JSPE-S toplam puan ortalaması 100,69±16,60 olarak hesaplanmıştır. HHYÖ ve JSPE-S puanları arasında anlamlı düzeyde, pozitif ilişki saptanmıştır. Sonuç olarak, eğitim alan öğrencilerin daha çok hasta merkezli yaklaşım sergilediği ve empati düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Aile hekimliği disiplininde temel bir yaklaşım modeli olan biyopsikososyal yaklaşım, tıp eğitiminin klinik ağırlıklı kısmında da işlenmeli ve öğrencilere bu yaklaşım aşılanmalıdır.Item Biyopsikososyal yaklaşım konusunda eğitim alan tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin hasta hekim yönelimi ve empati düzeylerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Alper, Züleyha; Dönmez, Muzaffer Öncü; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıTıp fakültesinde eğitim yılları ilerledikçe öğrencilerde, iletişim becerilerinde düşüş eğilimi görülmekte ve zamanla bütüncül hasta bakımı konusundaki bakış açıları kaybolmaktadır. Mezuniyet öncesi tıp eğitiminde biyopsikososyal yaklaşım konusunda eğitim verilmesi, hekimlerden beklenen yeterliliklerin olgunlaşmasını sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin; biyopsikososyal yaklaşım bilgisinin sorgulanması, bu bilgileri hangi ders ve stajlarda kazandığının öğrenilmesi, hasta merkezli yaklaşım ve empati düzeylerinin değerlendirilip arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Çalışma literatür taranarak oluşturulan web tabanlı anket yöntemi kullanılarak yapılandırılmıştır. Anketin, ilk kısmında demografik verilerin yer aldığı genel bilgiler bölümü, ikinci kısmında biyopsikososyal yaklaşımla ilgili sorular, üçüncü kısmında Hasta Hekim Yönelim Ölçeği (HHYÖ) ve son kısmında Jefferson Doktor Empati Ölçeği-Öğrenci Versiyonu (JSPE-S) bulunmaktadır. Araştırma Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim almakta olan, ulaşılan 226 son sınıf tıp öğrencisi (%69) ile yürütülmüştür. Çalışmamıza katılan öğrencilerin %49,6’sı (n=112) kadın, %50,4’ü (n=114) erkektir. Öğrencilerin %94,2’si (n=213) tıpta uzmanlık eğitimi almayı düşündüğünü, %73’ü (n=165) biyopsikososyal yaklaşım konusunda eğitim aldığını, %61’i (n=138) kendini bu konuda yeterli bulduğunu belirtmiştir. HHYÖ toplam puan ortalaması 3,76±0,73 ve JSPE-S toplam puan ortalaması 100,69±16,60 olarak hesaplanmıştır. HHYÖ ve JSPE-S puanları arasında anlamlı düzeyde, pozitif ilişki saptanmıştır. Sonuç olarak, eğitim alan öğrencilerin daha çok hasta merkezli yaklaşım sergilediği ve empati düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Aile hekimliği disiplininde temel bir yaklaşım modeli olan biyopsikososyal yaklaşım, tıp eğitiminin klinik ağırlıklı kısmında da işlenmeli ve öğrencilere bu yaklaşım aşılanmalıdır.Item Bursa bölgesinde 7 yaş çocuklarında hışıltı prevalansının saptanması ve erken dönemde hışıltısı olan çocuklarda astım gelişme risklerinin belirlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2000) Alper, Züleyha; Sapan, Nihat; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıÇocukta hışıltı, en sık görülen çocukluk çağı solunum yolu hastalığı semptomudur ve sadece akut morbitidesi nedeniyle değil aynı zamanda erken çocukluk dönemindeki hışıltılı çocukların astım açısından yüksek risk taşımaları nedeniyle de önemlidir. Değişik ülkelerde yapılan epidemiyolojik çalışmalarda 1 yaşın altındaki çocukların %10-15'i, 5 yaşın altındaki çocukların ise %25'i hışıltılı solunum yolu hastalığı geçirdiğini ve bunların da 1/3'ünde daha sonra astım geliştiği gösterilmiştir. Bu çalışmada, Bursa Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde rastgele seçilmiş 7 İlköğretim okulunun 1.sınıflarında okumakta olan 7 yaş grubu 858 çocukta hışıltı semptomu ile doğum öncesi ve sonrası, familyal ve çevresel risk faktörleri arasındaki ilişkiyi araştırdık. Bu çocuklardan 107'sinde erken geçici hışıltı, 61'inde persistan hışıltı, 66'sında geç başlangıçtı hışıltı ve 624'ünde hiç hışıltı semptomu yoktu ve ilk üç yaşta hışıltısı olan grupta %33.3 oranında çocuk bir doktor tarafından astım tanısı almıştı. İlk 3 yaştaki hışıltıyla ilgili olarak erkek cinsiyet, düşük sosyo-ekonomik durum, prematür doğum, gebelikte annenin sigara içimi, iki aydan önce inek sütü ve mamaya başlama, evde rutubet ve nem, herhangi bir solunum yolu hastalığı nedeniyle ilk bir ayda hospitalizasyon, 6 ay -5 yaş arası krup öyküsü, ilk 3 yılda sık üst solunum yolu enfeksiyonu, çocuğun kendisinde doktor tanısı alan astım ve allerjik egzema ve anne veya kardeşlerde herhangi bir allerjik hastalık olması risk faktörleri olarak dikkati çekmekteydi, İlk 3 yaştaki hışıltıya karşı anne sütünün koruyucu etkisi olduğu görüldü. Erken geçici hışıltı ve persistan hışıltı arasında risk faktörleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gözlenmedi, ancak sık üst solunum yolu enfeksiyonu ve krup öyküsü, persistan hışıltıyla daha fazla ilişkiliydi. Geç başlangıçlı hışıltı ile ilgili olarak ise düşük doğum ağırlığı, solunum problemleri nedeniyle yeni doğan döneminde hospitalizasyon, sık üst solunum yolu enfeksiyonları, krup öyküsü, familyal atopi ve ev içi rutubet ve nem risk faktörleri olarak dikkati çekmekteydi. Kişisel ve familyal atopi ile tüm hışıltı türleri arasında pozitif ilişki gözlendi. Bu çalışmada önlenebilir risk faktörleri tanımlamaya çalışılmıştır, ne yazık ki astım için önemli olan risk faktörlerinin uzun zamandır bilinmesine rağmen, primer korunma amacıyla yapılan girişimler yetersizdir.Item Bursa Emek Bölgesinde 10-18 yaş arasındaki okul çocuklarında obezite, kilo fazlalığı ve tip 2 diyabet sıklığını belirlemeye yönelik tarama çalışması(Uludağ Üniversitesi, 2008) Tezgelen, Huriye; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıGiriş: Son yıllarda tüm dünyada çocukluk ve adolesan döneminde kilo fazlalığı, obezite ve Tip 2 Diyabetin görülme oranında artışlar olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur.Amaç: Bu çalışma Bursa'nın Emek Mahallesi'ndeki 3 okulda10-18 yaş grubundaki çocuk ve adolesanlarda obezite, kilo fazlalığı ve Tip 2 diyabet prevalansını ölçmek için yapılan kesitsel bir tarama çalışmasıdır.Metod: Çalışmaya, Şubat 2007 ile Nisan 2007 arasında Bursa'nın Osmangazi İlçesi'ne bağlı Emek Mahallesi'ndeki üç okulda yaşları 10-18 arasındaki öğrenciler alındı. Katılımcılara sosyo-demografik özellikler ve muayene bulgularını da içeren bir anket uygulandı. Vücut kitle indeksine (VKİ) göre kilo fazlası ve obezitesi olanlarda ikinci bir değerlendirme yapıldı. Uluslararası kriterlere göre Tip 2 Diyabet için riskli olanlar belirlendi. Riskli grup OGTT ve lipid düzeyi ölçümü için Emek Aile Hekimliği Polikliniği'ne çağrıldı.Bulgular: Çalışmaya 3 okuldan 2236 öğrenci katıldı. Bunların 1374'ü erkek, 862'si kız öğrenciydi. VKİ'ne göre 241 öğrencide kilo fazlalığı ve 38 öğrencide obezite saptandı. Obezite ve kilo fazlalığıyla ailede hastalık öyküsü, öğrencinin takipte olduğu hastalık, yemek türü alışkanlığı ve kızlarda menarş yaşı arasında anlamlı ilişki vardı. Bu 279 öğrenciden 51'inde kilo fazlalığı, obezite ve ailede diyabet öyküsüne ek olarak Tip 2 Diyabet için en az bir risk faktörü vardı. Bu öğrenciler OGGT ve lipid ölçümü için davet edildiler. On öğrenci başka hastanelerde tedavi ve takipteydi, on öğrencinin de velisi tetkik yaptırmayı kabul etmedi. Bu öğrencilerden 31'ine (25 erkek, 6 kız) OGTT ve lipid düzeyi ölçümü yapıldı. Tetkik yapılan öğrencilerin 15'inde (%48,8) bozulmuş açlık glukozu (IFT), 3'ünde (%9,7) bozulmuş tokluk glukozu (IGT) ve 1'inde (%3,2) hem IFT hem de IGT saptandı. Bu öğrencilerin 8'inde (%25.08) yüksek kolesterol ve akantozis nigrikans vardı. Öğrencilerin 24'ünde (%77,4) yüksek tansiyon, 12'sinde (38,7) obezite ve karın çevresi yüksekliği vardı. Yalnızca 1 (%3,2) kız öğrencide HDL seviyesi düşüktü (?50mg/dl).Sonuç: Araştırmamızda elde ettiğimiz bulgulara göre, obezite yaklaşık %2, kilo fazlalığı ise %11 civarındadır. IFT oranı IGT'den daha yüksek bulunmuştur. Bu araştırmanın sonuçları, çalışma grubumuzdaki adolesanlarda obezite, kilo fazlalığı ve Tip 2 Diyabet oranının, ABD başta olmak üzere pek çok ülkeden yapılan çalışmalardan elde edilen verilerden düşük olduğunu göstermektedir.(Anahtar kelimeler: kilo fazlalığı, obezite, tip 2 diyabet, çocukluk ve adolesan dönemi).TÜRKÇE ÖZETTÜRKÇE ÖZETGiriş: Son yıllarda tüm dünyada çocukluk ve adolesan döneminde kilo fazlalığı, obezite ve Tip 2 Diyabetin görülme oranında artışlar olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur.Amaç: Bu çalışma Bursa'nın Emek Mahallesi'ndeki 3 okulda10-18 yaş grubundaki çocuk ve adolesanlarda obezite, kilo fazlalığı ve Tip 2 diyabet prevalansını ölçmek için yapılan kesitsel bir tarama çalışmasıdır.Metod: Çalışmaya, Şubat 2007 ile Nisan 2007 arasında Bursa'nın Osmangazi İlçesi'ne bağlı Emek Mahallesi'ndeki üç okulda yaşları 10-18 arasındaki öğrenciler alındı. Katılımcılara sosyo-demografik özellikler ve muayene bulgularını da içeren bir anket uygulandı. Vücut kitle indeksine (VKİ) göre kilo fazlası ve obezitesi olanlarda ikinci bir değerlendirme yapıldı. Uluslararası kriterlere göre Tip 2 Diyabet için riskli olanlar belirlendi. Riskli grup OGTT ve lipid düzeyi ölçümü için Emek Aile Hekimliği Polikliniği'ne çağrıldı.Bulgular: Çalışmaya 3 okuldan 2236 öğrenci katıldı. Bunların 1374'ü erkek, 862'si kız öğrenciydi. VKİ'ne göre 241 öğrencide kilo fazlalığı ve 38 öğrencide obezite saptandı. Obezite ve kilo fazlalığıyla ailede hastalık öyküsü, öğrencinin takipte olduğu hastalık, yemek türü alışkanlığı ve kızlarda menarş yaşı arasında anlamlı ilişki vardı. Bu 279 öğrenciden 51'inde kilo fazlalığı, obezite ve ailede diyabet öyküsüne ek olarak Tip 2 Diyabet için en az bir risk faktörü vardı. Bu öğrenciler OGGT ve lipid ölçümü için davet edildiler. On öğrenci başka hastanelerde tedavi ve takipteydi, on öğrencinin de velisi tetkik yaptırmayı kabul etmedi. Bu öğrencilerden 31'ine (25 erkek, 6 kız) OGTT ve lipid düzeyi ölçümü yapıldı. Tetkik yapılan öğrencilerin 15'inde (%48,8) bozulmuş açlık glukozu (IFT), 3'ünde (%9,7) bozulmuş tokluk glukozu (IGT) ve 1'inde (%3,2) hem IFT hem de IGT saptandı. Bu öğrencilerin 8'inde (%25.08) yüksek kolesterol ve akantozis nigrikans vardı. Öğrencilerin 24'ünde (%77,4) yüksek tansiyon, 12'sinde (38,7) obezite ve karın çevresi yüksekliği vardı. Yalnızca 1 (%3,2) kız öğrencide HDL seviyesi düşüktü (?50mg/dl).Sonuç: Araştırmamızda elde ettiğimiz bulgulara göre, obezite yaklaşık %2, kilo fazlalığı ise %11 civarındadır. IFT oranı IGT'den daha yüksek bulunmuştur. Bu araştırmanın sonuçları, çalışma grubumuzdaki adolesanlarda obezite, kilo fazlalığı ve Tip 2 Diyabet oranının, ABD başta olmak üzere pek çok ülkeden yapılan çalışmalardan elde edilen verilerden düşük olduğunu göstermektedir.Item Bursa il merkezinde ilköğretim çağındaki çocuklarda hipertansiyon sıklığının ve risk faktörlerinin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2008) Baran, Doğa; Alper, Züleyha; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıYakın zamanda yapılan çalışmalarda çocukluk çağı hipertansiyonu prevalansında artış olduğu bildirilmektedir ve artan obezite sıklığının bu artıştan sorumlu olabileceği ileri sürülmektedir. Biz bu çalışmada, Bursa ili merkezindeki ilköğretim çağı çocuklarında hipertansiyon prevalansını ve olası risk faktörlerini araştırmayı amaçladık.Çalışmaya 5 farklı ilköğretim okulundan 6-15 yaş arası toplam 3066 çocuk dahil edildi. Çocukların sosyodemografik özellikleri, özgeçmiş ve aile öyküleriyle ilgili veriler toplandı. Çocuklar okullarında ziyaret edilerek tam bir fizik muayene yapıldı ve 20 dakika arayla iki kez ölçülen kan basıncı değerleri kaydedildi. Ortalama kan basınçları ≥90. persantil olan çocuklar 10-15 gün sonra tekrar ziyaret edildi ve aynı yöntemle belirlenen ortalama kan basıncı değerlerine göre hipertansiyon tanısı konuldu.Çalışmamızda hipertansiyon ve prehipertansiyon prevalansı sırasıyla %1,1 ve %1,9 olarak saptandı. Obez ve kilolu çocukların oranı sırasıyla %7,9 ve %12,2 idi ve bu çocuklarda hipertansiyon ve prehipertansiyon sıklığı anlamlı düzeyde daha yüksekti (p<0,001). Birinci derece yakınlarında hipertansiyon öyküsü bulunan çocuklardaki hipertansiyon sıklığı da anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0,01).Bu çalışmada, obezitenin ve birinci derece yakınlarında hipertansiyon öyküsü bulunmasının çocukluk çağı hipertansiyonu gelişmesi için bir risk faktörü olduğunu saptadık. Bu nedenle obezitenin önlenmesi amacıyla, çocuklara düzenli fiziksel aktivitenin ve sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılmasına yönelik eğitimlerin verilmesi, okullardaki beden eğitimi derslerinin daha etkin hale getirilmesine yönelik uyarıların yapılması gerekmektedir. Hipertansiyonun erken dönemde tespit edilerek, altta yatan hastalığın belirlenip tedavisinin düzenlenebilmesi ve hedef organ hasarına yönelik önlemlerin alınabilmesi için, kan basıncı ölçümünün çocukların rutin fizik muayenesinin bir parçası olarak uygulanması gerektiği unutulmamalıdır.Item Bursa ili 36 nolu Ertuğrul Eğitim Aile Sağlığı Merkezine başvuran yetişkin kişilerde ilaç alerjisi sıklığı ve ilaç alerjisi hakkındaki bilgi ve tutumları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Arslan, Mehmet Talha; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıGünümüzde özellikle yetişkin popülasyonda birden fazla ilaç kullanımı giderek artmaktadır. Reçete edilen ilaçların sayısı arttıkça, istenmeyen ilaç reaksiyonlarına daha sık rastlanmaktadır. Çalışmamızda, 36 No‟lu Ertuğrul Eğitim Aile Sağlığı Merkezi‟ne başvuran hastalarımızda ilaç alerjisi öyküsü, ilaç alerjisi hakkındaki bilgi düzeyleri ve bunları etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Çalışmamız tek merkezli, kesitsel ve anket çalışması olarak düzenlenmiştir. Temmuz 2020 - Kasım 2020 tarihleri arasında 36 No'lu Ertuğrul Eğitim Aile Sağlığı Merkezi'ne herhangi bir nedenle poliklinik hizmeti için başvuran kesin kayıtlı, 18 yaş ve üstü 191 kişi katılımcı dahil edildi. Katılımcıların sosyodemografik bilgileri, ilaç alerji öyküsü ve ilaç alerjisi bilgi düzeyini değerlendiren anket çalışması yüz yüze görüşülerek araştırmacı tarafından dolduruldu. İlaç alerjisi hakkındaki bilgi düzeyi puanı verilen doğru yanıtlara göre 100'lük sisteme çevrilerek hesaplandı. Çalışmamızda katılımcıların %60,2'si kadın, %31,9'u orta düzey gelire sahip iken %54,4 „ünün en az bir kronik hastalık öyküsü vardı. İlaç alerjisi öyküsü tanımlayanların oranı %14, ailesinde ilaç alerji öyküsü bulunan katılımcıların oranı %17 olarak bulundu. Katılımcıların ilaç alerji bilgi düzeyi puan ortalaması 45,26±18,82 olarak saptandı. Çalışmamızda katılımcılar içerisinde ilaç alerjisi öyküsü tanımlayan kişilerin sıklığı (%14) tahmin edilenden yüksek olduğu görüldü. Alerjik hastalık öyküsü veya ailesinde ilaç alerjisi olanlarda ilaç alerjisinin daha sık görüldüğü gözlendi. Gelir seviyesinin yüksekliği, kişinin komorbid hastalığının olması, kişinin ailesinde ilaç alerjisi öyküsünün olması ve kişinin ilaç alerjisi öyküsünün olması bilgi seviyesinin artmasına katkı sağlayan faktörlerdir. Tahmin edilenden daha sık olan ilaç alerjisinin, hastaların poliklinik başvurusu esnasında ilaç alerjisi öyküsü hakkında daha ayrıntılı anamnez almak ve olası alerjik reaksiyonlar hakkında kişiyi bilgilendirmeye daha fazla süre ayırmak hem hastanın hem de hekimin ilaç alerjisi hakkındaki farkındalığını arttıracaktır.Item Bursa ili birinci basamak hekimlerinde egzersiz reçete etme ve sağlıklı yaşam danışmanlığı değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019) Kaya, Mustafa Özgür; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıÇalışmamıza 197 birinci basamak hekimi katıldı. Katılımcılara, 25 sorudan oluşan ve yaklaşık 15 dk süren bir anket uygulandı. Anket araştırmacı tarafından katılımcıyla yapılan yüz yüze görüşme sırasında dolduruldu. Çalışmaya katılma kriterleri çalışmaya katılmaya gönüllü olmak ve birinci basmakta çalışıyor olmak iken çalışmadan dışlanma kriteri ise çalışmaya katılmaya gönüllü olmamak olarak belirlendi. Toplamda 197 hekimin katılmıştır, hekimlerin 120„si erkek 77‟si kadın. Katılan hekimlerimizin 160‟ı pratisyen hekim, 21‟i uzman hekim, 16‟sı asistan hekimdir. Çalışmaya katılan hekimlerin 105‟i spor yaparken, 87 kişi ise spor yapmıyor idi. Sigara kullanan hekimler 152 kişi idi. Kadın ve erkek hekimler arasında hastalarına egzersiz reçete etme yaklaşımları açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Genç hekimlerin egzersiz reçete etme bilgi düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Egzersiz reçete etme eğitimi alan hekimlerin egzersiz reçete etme konusunda kendilerine daha fazla güvendiği saptanmıştır. Asistan hekimlerin bu konuda kendilerine daha az güvendikleri diğer yandan spor yapan hekimlerin egzersiz reçete etme konusunda kendilerine daha fazla güvendikleri saptanmıştır. Hekimlerin bilgi düzeyleri ile yazılı egzersiz reçetesi düzenlemeleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmasa da, bu konuda kendine güvenen hekimlerin daha fazla yazılı egzersiz reçetesi düzenlediğini saptanmıştır. Hastalarını ≥10dk muayene eden hekimler ile diğer gruplar arasında (≤5dk, 6-9dk) hastalarına yaklaşımları açısından anlamlı farklılık olduğu görülmüştür. Hastalarına daha uzun süre ayıran, egzersiz reçete etme eğitimi alan ve kendine bu konuda güvenen hekimlerin tüm hastalarına egzersiz danışmanlığı yapma eğiliminde ve yazılı egzersiz reçetesi verme eğiliminde oldukları saptanmıştır.Item Bursa ilinde görev yapan aile hekimlerinin hipertansiyon yönetimine genel yaklaşımları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Özeren, Ali Mücahit; Özçakır, Alis; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıGünümüzde kronik hastalıklar bütün dünyada yaygınlaşmaktadır. Kronik hastalıklar içinde hipertansiyon tedavi edilebilir ve komplikasyonları engellenebilir olması ile önemli bir yer tutmaktadır. Sağlık hizmeti ihtiyaçlarının hızla artması, hipertansiyon gibi kronik hastalıkların tarama ve takiplerini zor duruma sokmaktadır. Hastalar yeterli bakımı alamadıkları için hem sağlıkları bozulmakta hem de geç tanı ve kontrolsüz bakım, komplikasyonların görülmesine yol açmaktadır. Erken tanı ve düzenli takipler için en uygun hizmet birinci basamakta sağlanmaktadır. Birinci basamak şartlarının bu konuda yeterli hizmeti verebilecek şekilde düzenlenmesi ve donatılması gerekmektedir. Bu tez çalışmasında Bursa’da görev yapan aile hekimlerinin hipertansiyon yönetimine yaklaşımları incelenerek, aile sağlığı merkezi şartları, aile hekimlerinin genel yaklaşımları ve hipertansiyon yönetiminde karşılaşılan güçlükler arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışma literatür taranarak oluşturulan anket yöntemiyle katılımcıların onayı alınarak uygulanmıştır. Anket başlıca 3 bölümden ve 27 sorudan oluşmaktadır. Üç bölümde sırasıyla sosyodemografik özellikler, aile sağlığı merkezinin hasta profiline yönelik sorular, aile hekimlerinin hipertansiyon yönetimine genel yaklaşımlarına ilişkin sorular yer almıştır. Çalışmamıza 236 aile hekimi (evrenin %27’si) katıldı. Katılanların %55,1’i (n=130) erkek, %44,9’u (n=106) kadındı. Çalışmaya katılanların %71,6’sı (n=169) pratisyen aile hekimi, %15,3’ü (n=36) aile hekimliği uzmanı, %13,1’i (n=31) de sözleşmeli aile hekimliği uzmanlık öğrencisiydi. Çalışmaya katılan hekimlerin hastalarına ayırdıkları ortalama muayene süresi 6,8 dakikaydı. Aile hekimlerinin %56,4’ü (n=133) hipertansiyon yönetiminde kılavuz kullanıyordu. Hipertansiyon yönetiminde yeterlilikleri sorulduğunda hekimlerin %75’i (n=177) hipertansiyon yönetiminde büyük ölçüde kendilerini yeterli bulduklarını ifade etmekteydi. Hekimlerin vaka sorusuna verdiği cevaplara göre tanı koymada kılavuzlara uyum %53, tedavi düzenlemede kılavuzlara uyum %78’di. Çalışmaya VII katılan hekimlerin %76,7’si hipertansiyon hastalarında geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemleri ile karşılaştığını bildirdi. Sonuç olarak hekimler açısından hipertansiyon yönetiminde öne çıkan sorunlar öncelikle, hastaların tedavi uyumunun kötü olması ve hastalara yeterli süre ayrılamaması idi. Hipertansiyon gibi önemli kronik hastalıklara tedavi uyumunun sağlanması için hastalara hastalıkları ve tedavilerine yönelik daha ayrıntılı bilgi verilmesi gerekmektedir. Gelir kaybı olmaksızın kayıtlı hasta nüfusunun azaltılması hekimlerin hastalarına yeterli muayene süresi ayırabilmelerine imkan sağlayacak; bu doğrultuda aile hekimlerinin ortam şartlarına yapılacak bu müdahalenin olumlu etkileri bütün sağlık sisteminde görülecektir.Item Bursa Uludağ Üniversitesi Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı web sitesinin değerlendirilmesi ve iyileştirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Esen, Yıldırım; Alper, Züleyha; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı; 0009-0002-1228-4613Aile hekimliği, bırinci basamak sağlık hizmetlerinin temelini oluşturan ve sürekli bakım sunan bir uzmanlık alanıdır. Aile hekimlerinin rolü, sağlık hizmetlerinin erişilebilirliği ve koordinasyonunda kritik öneme sahiptir. Web siteleri, sağlık bilgisi erişimi, iletişim ve eğitim amaçları için kullanılabilmektedir. Türkiyeideki hastane ve üniversite web siteleri, kullanılabilirlik açısından genellikle yetersiz bulunmuştur. Bu çalışma, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı web sitesini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Çalışma, literatür taramasının ardından oluşturulan web tabanlı anket yöntemiyle yapılandırılmıştır. Anket; demografik bilgiler, WAMMI (Web Sitesi Analiz ve Ölçüm Anketi) soruları, İnternet İçin Eleştirel Okuryazarlık Ölçeği ve açık uçlu değerlendirme sorularından oluşmaktadır. Çalışma aile hekimliği profesyonelleri, tıp fakültesi öğrencileri, aile hekimliği dışı sağlık profesyonelleri ve sağlık profesyoneli olmayan kullanıcıların oluşturduğu 228 kişinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. WAMMI sonuçları, web sitesinin çekicilik (53,2), kontrol edilebilirlik (59,2), yardım edebilirlik (55,2), etkinlik (60,6) ve genel kullanılabilirlik (54,9) puanlarının ortalamanın üzerinde olduğunu ancak öğrenilebilirlik (48,3) puanının ortalamanın altında kaldığını göstermiştir. İnternet için eleştirel okuryazarlık puanı düşük olan katılımcıların WAMMI puanları daha yüksek bulunmuştur. Kadın kullanıcılar web sitesini daha kontrol edilebilir bulurken, aile hekimi profesyonelleri siteyi daha çekici bulmuştur. Web sitesine daha fazla önem verenlerin çekicilik, kontrol edilebilirlik ve internet için eleştirel okuryazarlık puanları daha yüksek saptanmıştır. Eğitim düzeyi yüksek katılımcıların çekicilik puanı daha yüksektir. Sonuç olarak, düzenli olarak güncellenen ve geliştirilen, hedef kitlesine ulaşabilen, güvenilir, kullanılabilir, ilgi çekici, etkin bir web sitesi toplumla hekim ilişkisini güçlendirerek aile hekimliğinin temelini oluşturan sağlığın korunması ve desteklenmesi ilkesine büyük katkı sunacaktır.Item Bursa Uludağ Üniversitesi Ertuğrul 36 nolu eğitim Aile Sağlığı merkezine kayıtlı prediyabet tanılı hastaların risk faktörlerinin ve tedavi yaklaşımlarının değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Sevinç, Ayşenur; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıPlazma glikoz düzeyinin normalden yüksek olduğu fakat diyabetin tanı kriterlerine ulaşmadığı durumlar prediyabet olarak adlandırılmaktadır. Prediyabetin görülme sıklığı diyabetten daha fazladır ve önlem alınmazsa diyabete ilerleme oranı yüksektir. Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Çalıșması (TURDEP) verilerine göre 2002 yılında Türkiye'de prediyabet prevalansı %6,7 iken, on yıl sonra tekrarlanan TURDEP 2 araştırmasında bu oranın %30,4'e yükseldiği saptanmıştır. Diyabet ve diyabete bağlı kronik komplikasyonların önlenebilmesinde prediyabet tanısının klinik önemi giderek artmaktadır. Çalışmamızda Bursa Uludağ Üniversitesi'ne bağlı hizmet vermekte olan Eğitim Aile Sağlığı Merkezi'ne kayıtlı prediyabet tanılı hastaların; risk faktörlerini, semptomlarını, ilaç kullanma, diyet ve egzersiz yapma durumlarını araştırmak ve ilaç kullanan hastalar ile kullanmayan hastaların metabolik parametrelerindeki değişimleri incelemek amaçlanmıştır. Çalışmamız Ertuğrul 36 Nolu EASM'de kayıtlı, araştırma için uygun kriterleri karşılayan 114 prediyabet tanılı hastaya telefonla ulaşılarak anket çalışması şeklinde yürütülmüştür. Telefon görüşmesinde prediyabet için var olan risk faktörleri, ilaç kullanımları ve diyabet semptomları sorgulanmıştır. Hastaların antropometrik ölçümleri ve laboratuvar tetkik sonuçları ise kayıtlı muayene notlarından retrospektif olarak kaydedilmiştir. Araştırmadaki katılımcıların %86'dan fazlasının VKİ'nin 25 kg/m2'den yüksek olduğu, doktorlar tarafından en çok bilgi verilen başlığın ise diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişikliği önerileri olduğu bulunmuştur. Çalışmada ilaç kullanan hastaların AKŞ ve HbA1c değerlerine bakıldığında, ilk ölçümlerine göre son ölçümlerinin anlamlı olarak azaldığı görülürken, ilaç kullanmayan hasta grubunda bu değerlerdeki azalmanın anlamlı olmadığı görülmüştür. Ayrıca ilaç kullanan hastaların HOMA değerlerinde ilk ve son ölçüm arasında anlamlı bir azalma olduğu saptanmıştır. Literatürde yapılan çalışmalar göstermektedir ki prediyabet tanısı hastalara en erken dönemde konulmalı ve hastalığın diyabete ilerlemesi uygun yaklaşımlar ile önlenmelidir. Bu araştırmada elde ettiğimiz veriler doğrultusunda, prediyabetin tedavisinde metforminin etkin bir tedavi yaklaşımı olduğunu söyleyebiliriz.Item Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 6.sınıf öğrencilerinin erişkin bağışıklama hakkındaki farkındalıkları ve bilgi düzeyleri ile genel yaklaşımları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Avcu, Zeynep; Özçakır, Alis; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıErişkin bağışıklama oranları, erişkinlere aşılamanın önerilmeye başlandığı ilk zamanlardan beri, takibi zorunlu olan çocukluk çağı aşılama oranlarına göre hep düşük kalmıştır. Covid-19 pandemisi riskli erişkin grupları aşılamanın bulaşı ve mortaliteyi etkili bir şekilde düşürdüğünü, bizlere uygulamalı olarak tekrar göstermiştir. Hastaları aşılamaya iknada ve hastalara aşılamayı hatırlatmada hekim faktörünün en etkili faktör olduğu düşünüldüğünde, ileride pek çok bölümde çalışacak olan intörn hekimlerin, erişkin bağışıklama hakkındaki bilgi düzeyleri, farkındalık ve tutumlarının büyük önem taşıdığı açıktır. Bizim çalışmamız da bu önemin farkında olarak Bursa Uludağ Üniversitesi intörn hekimlerinin erişkin bağışıklama hakkındaki bilgi, tutum ve farkındalıklarına ışık tutmayı amaçlamıştır. 372 kişilik 6.sınıf tıp öğrencilerinin hepsine ulaşabilmek hedeflenerek online anket oluşturulmuş ve anket mail ya da sosyal medya yoluyla taraflarına ulaştırılmıştır. Anketimizde 4 bölüm bulunmaktadır. İlk bölüm sosyodemografik özellikler, ikinci ve üçüncü bölüm bilgi düzeyi, dördüncü bölüm ise farkındalık ve tutumu sorgulayacak şekilde yapılandırılmıştır. Çalışmamızda online ankete toplamda 206 öğrenci (evrenin %55’i) geri dönüş sağladı ve hepsi çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul ederek anketi tamamladı. Erişkin bağışıklama hakkında bilgi edinmek amacıyla en sık başvurulan kaynak %84’lük (n=173) oranla öğretim üyeleri ders sunuları oldu ve ana bilimsel kaynak ya da kılavuzlara başvuran öğrenci oranı sırasıyla %24,8 (n=51) ve %38,3 (n=79) düzeylerinde kaldı. Öğrencilerin %86,9’u (n=179) yaşlılarda zona aşının rutinde önerilen bir aşı olduğunu bilmiyordu. Sağlık çalışanlarına önerilmesine rağmen öğrencilerin 17 yaşından sonra sadece %56’sı (n=112) tetanoz aşısını ve %18,5’i (n=37) de grip aşısını yaptırmıştı. Neticede intörn hekimler zona aşılamasından çok düşük oranlarda haberdardı. Öğrenciler sağlık çalışanları olarak tetanoz ve grip aşılamasında yeterli aşılanma oranlarına sahip değillerdi. İntörn hekimlerin bilgi edinmek amacıyla en sık başvurdukları kaynak güncellikten uzak olabilecek bir kaynaktı ve güncel kaynakların kullanım oranı düşük kalmıştı. Öncelikle eğitimler ile temel bilgilerdeki eksiklik giderilmeli, bu eğitimlerde güncel kaynak kullanımı vurgulanmalıdır. Hastanede sağlık çalışanlarına önerilen aşılamalara dikkat çeken politikalar benimsenmelidir. İntörn hekimlerin, bilgi ve tutum yetersizlikleri düzeltilirse hem hasta hem de sağlık çalışanlarının erişkin aşılanma oranlarında büyük oranda artış sağlanacağı açıktır.Item Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Veteriner Fakültesi ve Çevre Mühendisliği Fakültesi birinci ve son sınıf öğrencilerinde ekolojik zekâ ve sağlıklı yaşam farkındalığı ilişkisinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Kantar, Afra; Özçakır, Alis; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıTek sağlık ve gezegen sağlığı kavramları, günümüzde sağlık anlayışını derinden etkileyen önemli perspektifler arasında öne çıkmaktadır. Bu kapsayıcı yaklaşımlar, sağlığı bireysel düzeyde ele almanın yanı sıra, çevresel faktörlerle bütünleşik bir bakış açısını benimseyerek daha kapsamlı bir sağlık anlayışını ortaya koyar. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp, Veteriner ve Çevre Mühendisliği Fakültelerinden 350 öğrenci üzerinde yapılan çalışma, katılımcıların ekolojik zekâ seviyeleri, sağlıklı yaşam farkındalıkları ve bunları etkileyen faktörlerin incelenmesi ve aralarındaki ilişkinin değerlendirilmesini hedeflenmiştir. Bu bağlamda tüm katılımcılara sosyodemografik özellikleri, Yetişkinlere Yönelik Ekolojik Zekâ Ölçeği ve Sağlıklı Yaşam Farkındalığı Ölçeği uygulanmıştır. Katılımcıların ekolojik zekâ seviyeleri ile kadın cinsiyet, sigara kullanımını bırakmış olma ve çevre dostu ürün kullanımı arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Fakülte, sınıf, yaş, medeni durum, fiziksel aktivite düzeyi ve doğada geçirilen süre gibi değişkenler ile anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir. Sağlıklı yaşam farkındalığı ile evli katılımcılar, sigarayı bırakan katılımcılar, sağlık durumunu mükemmel olarak ifade edenler ve çevre dostu ürünleri tercih edenler arasında olumlu bir ilişki belirlenmiştir (p<0,05). Cinsiyet, fakülte, sınıf, yaş, fiziksel aktivite, doğada geçirilen süre gibi faktörler ile sağlıklı yaşam farkındalığı arasında bir ilişki tespit edilememiştir. Çalışma sonuçlarına göre, ekolojik zekâ ile sağlıklı yaşam farkındalığı arasında anlamlı ve olumlu bir ilişki tespit edilmiştir (p<0,05). Sonuç olarak, bu çalışma, Tek Sağlık perspektifi çerçevesinde yürütülen bir araştırma olup, bütüncül bir yaklaşımın gerekliliğini vurgulayarak, çevresel bilincin artırılmasının bireylerin sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaratabileceğini ve gelecekteki sağlık stratejileri için önemli bir rehber olabileceğini göstermektedir.Item Bursa'daki aile sağlığı merkezlerine başvuran bireylerin kanser tarama testlerine katılımlarını etkileyen faktörlerin ve covid-19 pandemisinin bu duruma etkisinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Sevinç, Erdinç; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıKanser, dünya genelindeki ölümlerin önde gelen nedenlerinden birisidir. Kansere yol açan risk faktörlerinden kaçınılarak ve mevcut kanıta dayalı kanser önleme stratejileri uygulanarak kanserlerin %30 ila %50'si önlenebilmektedir. Ülkemizde Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiği üç kanser türünde rutin tarama yapılmaktadır. Geçtiğimiz son iki yıldır içinde bulunduğumuz COVID-19 pandemisi yalnızca yüksek morbidite ve mortaliteye sebep olmakla kalmamış, sınırlı kaynakların pandemi ile mücadelede tüketilmesi ile rutin ve koruyucu sağlık hizmetlerinin sunumu aksamış ve kanser taramaları sekteye uğramıştır. Ayrıca tarama yaptırması gereken kişiler de hastalığa yakalanma korkusu nedeniyle sağlık kuruluşlarına gitmekte tereddüt etmişlerdir. Çalışmamızda aile sağlığı merkezlerine başvuran bireylerin kanser tarama hizmetlerinden yararlanma durumlarının incelenmesi ve bunu etkileyen faktörlerin ortaya konulması ile hizmette aksamaya yönelik problemin tanımlanması amaçlanmıştır. Çalışmamız Bursa iline bağlı 8 ASM'ye 2022 yılı Şubat, Mart ve Nisan aylarında başvuran; ulusal kanser taramaları için uygun yaş ve cinsiyet özelliklerini sağlayan 324 kişi ile yürütülmüştür. Katılımcılara ilk bölümde genel sosyodemografik bilgileri, sağlıklı yaşam davranışları ve kanser taramaları ile ilgili sorular; ikinci bölümde ise Sağlık Algısı Ölçeği bulunan anket yüz yüze uygulanmıştır. Pandemi öncesi dönemde kanser tarama hizmetlerine katılım oranı %52,2 iken pandemi sürecinde bu oranın %16,4'e düştüğü görülmüştür. Bireylerin tarama yaptırmama sebeplerinin yaklaşık yarısı pandemi ile doğrudan ilgilidir. En sık sebep ise pandemi kaynaklı enfeksiyona yakalanma riskidir. Pandemi öncesi dönemde olduğu gibi pandemi sürecinde de bireylerin en sık tarama yaptırmama sebepleri arasında ilk sıralarda, zaman ayıramama ve tarama yapıldığını bilmeme durumları olduğu görülmüştür. Bu çalışma sonucu elde ettiğimiz veriler ve literatürdeki bilgiler ışığında pandemi ile mücadelede, koruyucu sağlık hizmetlerinin yeniden organizasyonu ve halkın bu konuda bilgilendirilmesi konusunda yetersizlik yaşandığı görülmektedir. COVID-19 etkisi azaldıkça tarama hizmetlerinde ortaya çıkabilecek olan yığılmaları önlemek için hizmet olanaklarının artırılması gerekmektedir. Ayrıca kanser tarama hizmetlerinde, malignite geliştirme riski daha yüksek olan bireylere öncelik verilmesi gibi bazı stratejik değişiklikler yapılabilir. Benzer kriz durumlarında çalışmamızda bahsettiğimiz önlemler ile sağlık sisteminde yaşanması muhtemel yeni bir krizin önüne geçilmesi mümkün olabilir.Item Çocukluk çağı üfürümlerinin ekokardiyografik değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Doğan, Fatma; Bilgel, Nazan; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıÇocuk hastalarda sıklıkla duyulan kalp üfürümleri, çocuk kardiyologlarına en sık sevk nedenlerinden biridir ve çocukluk yaşlarında duyulan üfürümlerin büyük çoğunluğu masum üfürümlerdir. Bu çalışma, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Genel Polikliniğine başvuran hastalardaki üfürüm sıklığı, hastaların ne kadarında masum üfürüm düşünüldüğü, üfürüm duyulan hastalarda anormal ekokardiyografi bulgusu sıklığının tespit edilmesi ve masum üfürümlerin tanısında ekokardiyografinin yerini araştırmak üzere yapılmıştır. Bu amaçla 1 Temmuz 2008 ile 31 Aralık 2008 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Genel Polikliniğine ilk kez başvuran 2416 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. 448 (%18) hastada üfürüm tespit edildi. 106 hasta ekokardiyografi yaptırmadığı için çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya dahil edilen 342 hasta dosya bilgilerine dayanılarak anamnez, fizik muayene, elektrokardiyografi (EKG) ve teleradyografik değerlendirmelerine göre; kesin masum üfürüm düşünülenler (101 hasta), kesin organik üfürüm düşünülenler (34 hasta), masum veya organik olduğuna karar verilemeyenler (207 hasta) olarak üç gruba ayrıldı ve bunlar ön tanı olarak değerlendirildi. Ekokardiyografi sonrası tanılar ise kesin tanı olarak değerlendirildi.Ön tanıda masum üfürüm düşünülen 101 hastanın 54'ünde ekokardiyografi sonrası organik bozukluk tespit edilmiştir. Ön tanının ekokardiyografi sonundaki kesin tanıya göre sensitivitesi %32,5, spesifitesi %88,68 bulunmuş, ilk değerlendirme ve ekokardiyografinin masum üfürüm tanısı koymada uyumunun olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle üfürüm duyulan her hastaya bir kez ekokardiyografi yapılmasının daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır.Item Çocukluk çağındaki göğüs ağrılarının etyolojik nedenlere göre değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2014) Doğan, Fatma Oflu; Bostan, Özlem Mehtap; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıGöğüs ağrısı çocukluk ve genç erişkin döneminde oldukça sık görülen bir yakınmadır. Erişkinlerdeki göğüs ağrısının kardiyovasküler hastalıklarla ve ani ölümle ilişkisi bilindiğinden çocuklardaki ağrıya aileler ve sağlık personeli en üst düzeyde önem vermektedir. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları genel çocuk polikliniğine 01.06.2012-31.12.2012 tarihleri arasında 6-17 yaş arası göğüs ağrısı ile başvuran olgular retrospektif olarak incelemeye alındı. Bilinen bir kalp hastalığı olup, birlikte göğüs ağrısı olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Göğüs ağrısı yakınması ile başvuran olguların %24,6’sında organik veya psikojenik neden tespit edilmeyerek idiopatik kaynaklı kabul edilmiştir. Göğüs ağrısına neden olan organik etkenler araştırıldığında ilk sırayı %24,6 oranı ile gastrointestinal kökenli göğüs ağrısının aldığı bunu %22,8 ile kasiskelet kökenli ve %1,8 ile kardiyak ve solunum sistemi kökenli ağrıların izlediği görülmüştür. Psikojenik kökenli ağrılar ise %24,6 oranda tespit edilmiştir. Ağrının devam süresi, lokalizasyonu, sıklık derecesi ve göğüs ağrısı ortaya çıkışı ile başvuru arasında geçen süre ile ilişkisi bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Ailede kalp hastalığı olan bir kişinin bulunması durumunda göğüs ağrısı ile başvuran olgunun semptomları kendine adapte ettiği düşünülmektedir. Laboratuvar araştırmaları, anamnez ve klinik muayene ile konulan tanıları doğrulamak ve lezyonların ağırlığını saptamak açısından yararlı bulunmuştur. Olgularımıza genel olarak baktığımızda 6 aydan uzun süren tekrarlayıcı göğüs ağrısı bulunan olgularda ağrının psikojenik veya idiopatik olduğu düşünülmüştür. Özellikle bu gruptaki hasta ve ailelerinin önemli bir kalp hastalığı bulunmadığı konusunda ikna edilmeleri ile pek çok olguda göğüs ağrısının geçtiği gözlenmiştir.Item Çocukluk döneminde yaşanan psikososyal stresin düşük over rezervi ile ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Çanakcı, Reyhan; Uncu, Yeşim; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıÇalışmamızda erişkinlerde çocukluk çağı travmalarının düşük over rezervi üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Olgu-kontrol çalışması olarak planlandı. Katılımcılar Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı bünyesinde tüp bebek merkezine başvuran hastalar arasından seçildi. Çalışmaya alınan olgular; DOR (Düşük Over Rezervi) tanısı almış kadınlar ve kontroller; DOR tanısı dışlanmış, erkek faktörlü infertilite sebebi ile başvuranlar olmak üzere iki grup halinde incelendi. Olgu grubunda 102, vaka grubunda 103 olmak üzere toplamda 205 kişi çalışmaya dahil edildi. Her iki gruba da önce sosyodemografik verilerin olduğu bir anket, çocukluk çağı travma ölçeğinin Türkçeye uyarlanmış ve Türkçe geçerlik güvenilirliğini almış olan 28 maddelik kısa formu CTQ (Childhood Trauma Questionnaire) uygulandı. Ardından her iki gruba ayrıca Türkçe geçerlik ve güvenilirliğini almış olan ‘Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği’ uygulandı. Olguların demografik verileri, anket sonuçlarına ait veriler kaydedildi. İstatiksel analiz SPSS 21.0 programı kullanılarak gerçekleştirildi. Çalışmamıza DOR (olgu) grubundan 102, OAT (Oligoastenoteratozoospermi) (kontrol) grubundan 103 kişi katıldı. Olgu grubunun yaş ortalaması 33,2 iken, kontrol grubunun yaş ortalaması 31,1 olarak saptandı. Çocukluk Çağı Travma Ölçeğinin duygusal ihmal alt ölçeği puan ortalaması her iki grupta da yüksek olarak saptandı. Duygusal ihmal puan ortalaması DOR grubunda 10,08 saptanırken, OAT grubunda 8,53 olarak saptandı. Ayrıca her iki grup arasında anlamlı farklılık vardır (p=0,003). Her iki grupta da duygusal istismar ikinci en yüksek puan ortalamasına sahipti. En düşük ortalama değer ise her iki grupta da fiziksel istismar grubunda bulundu. iv Çalışmamızda yapılan analizlerin sonucunda çocukluk çağı travmaları ile düşük over rezervi arasında anlamlı bir şekilde pozitif korelasyon bulunmuştur. Düşük over rezervinde hastaların psikososyal değerlendirilmesi ve çocukluk çağı travmalarının çok boyutlu ele alınmasının bireyin ve toplumun sağlığının korunması açısından önemi anlaşılmaktadır.Item Demir eksikliği olan tip II diyabetik hastalarda hemoglobin A1c(Uludağ Üniversitesi, 2011) Aytekin, Betül; Bilgel, Nazan; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıDiyabetes mellitus en sık görülen endokrin hastalıktır. Değişen tanı standartlarından dolayı gerçek sıklığını belirlemek zordur. Fakat eğer tanı kriteri olarak açlık kan şekeri alınırsa sıklık yüzde bir ile iki arasındadır. Hastalık, metabolik anomalilikler ve uzun süre sonra ortaya çıkan gözleri, böbrekleri, sinirleri, ve kan damarlarını etkileyen komplikasyonlar ile karakterizedir. Tip 2 Diyabetes Mellitus, bazen küçüklerde fakat çoğunlukla yetişkinlerde görülür. Genelde bu tür diyabette sebep bilinmez.Bu çalışmaya Tip 2 Diyabetes Mellitus tanısı konmuş 100 hasta dahil edilmiştir. Bu hastalar retrospektif olarak 1 Ağustos 2008'den 31 Ocak 2009'a kadar olan dönemdeki binlerce dosyalardan taranmıştır. Bu dosyalardan 100 dosya seçilmiş ve çalışma bu dosyalar üzerinden yapılmıştır. Bu 100 dosyanın 50'sinin demir eksikliği anemisi olan ve diğer 50'sinin demir eksikliği olmayan Tip 2 Diyabetes Mellitus'lu hastalardır. Demir eksikliği anemisi olan ve olmayan diyabetik hastaların açlık kan şekerleri, hemoglobin, MCV, demir, demir bağlama kapasitesi, transferrin satürasyonu, ferritin, ve Hemoglobin A1c değerleri kıyaslanmıştır. Demir eksikliği olan hastaların demir tedavisi sonrası Hemoglobin HbA1c'deki değişiklikler incelenmiştir.Demir ekslikliği anemisi olan ve olmayan diyabetes mellituslu hastaların açlık kan şekeri düzeyleri ve aldıkları diyabet tedavisi arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Demir eksikliği anemisi olan ve olmayan grupta Hemoglobin A1c değerleri normal sınırın üzerinde idi. Demir eksikliği tedavisi verildikten sonra her iki grubun Hemoglobin A1c değerleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Bundan dolayıda demir eksikliği anemisi olan diyabetli hastalarda demir tedavisinden sonra Hemoglobin A1c seviyesine bağlı diyabet tedavisi ayarlaması yapılmasına gerek olmadığı düşünülmektedir. Bazı çalışmalarda demir eksikliği anemisine bağlı Hemoglobin A1c'nin olması gerekenden daha yüksek olduğu bulunmuş, bazılarında ise böyle bir sonuca ulaşılamamıştır. Ancak bu çalışmaların daha az sayıdaki hastalar üzerinde yapıldığı belirlenmiştir. Bu çalışmada demir eksikliği anemisine bağlı olarak Hemoglobin A1c seviyelerinde beklenenden fazla yükselme olmadığı belirlenmiştir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »