Tıpta Uzmanlık / Specialization in Medicine
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/939
Yasal Uyarı ⚠️ Araştırmacılar, tezlerin tamamı veya bir bölümünü yazarın izni olmadan ticari veya mali kazanç amaçlı kullanamaz, yayınlayamaz, dağıtamaz ve kopyalayamaz. BUU Akademik Açık Erişim Web Sayfasını kullanan araştırmacılar, tezlerden bilimsel etik ve atıf kuralları çerçevesinde yararlanırlar.
Browse
Browsing by Department "Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 167
- Results Per Page
- Sort Options
Item 25G quincke ve 25G whitacre spinal iğnelerle uygulanan spinal anestezi sonrası işitme düzeyi değişikliklerinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1997) Özyazar, İzzet; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda 25G Quincke ve 25G Whitacre spinal iğneler kullanılarak TURP uygulanacak 40 hastada, spinal anestezi sonrası işitme seviyesi değişikliklerinin insidensi ve derecesini araştırdık. Çalışmamızda, her iki gruptan 20 hastaya operasyon öncesi ve operasyondan 2 gün sonra odyometrik ölçümler yapıldı. Hastalara uygulanan premedikasyon, yaş, ağırlık, boy, analjezi seviyesi ve maksimum sistolik arteryal basınç düşmesi her iki grupta benzerdi ve anlamlı istatistiksel fark yoktu. Quincke grubunda 20 hastadan 13 tanesinde, Whitacre grubunda ise 20 hastadan 6 tanesinde 10 dB ve üzerinde işitme kaybı belirlendi. Quincke spinal iğne grubunda 125 Hz ve 250 Hz frekansta çift taraflı, 4000 Hz frekansta tek taraflı istatistiksel olarak anlamlı minör işitme kaybı saptandı. Whitacre grubunda ise sadece 250 Hz frekansta çift taraflı istatistikselolarak anlamlı işitme kaybı saptandı. Spinal iğne tipinin minör işitme seviyesi değişiklikleri oluşmasında önemli etkisi olduğu belirlendi. Oluşan minör işitme kayıplarının 25G gibi küçük iğneler kullanıldığında klinik açıdan çok önemli olmadığı saptandı. Ancak geçici, major işitme kaybının iğne tipi ve numarasıyla ilişkisiz olarak halen gelişebildiği ve bu nedenle patogenezin tam ve açık bir şekilde açıklanması için yeni çalışmaların yapılması gerekli ve yararlı olacaktır.Item 25G Whitacre, 26G Atraucan®, 25G Quincke iğnelerle uygulanan spinal anestezinin özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 1999) Türker, Y. Gürkan; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda, günümüzde klinikte kullanılan 2SG Whitacre, 26G Atraucan ve 25G Quincke iğnelerle uygulanan spinal anestezinin özelliklerini ve komplikasy onlarını araştırdık. Üroloji Anabilim Dalı tarafından spinal anestezi altında öpere edilen, ASA I veya II grubuna giren, yaşları 17-68 arasında değişen 58 erkek olgu üzerinde çalışma gerçekleştirildi. İşlem öncesi bilgilendirilen olgular, medikasyon uygulanmadan ameliyathaneye alındılar. Girişimde kullanılacak spinal iğne rastgele olarak belirlendi. Tüm olgulara girişim aynı kişi tarafından uygulandı. Olgular kullanılan iğne tipine göre; Grup W (n= 20): 25G Whitacre,Grup A (n=20): 26G Atraucan, Grup Q (n=18):25G Quincke olarak üç gruba ayrıldı. Spinal iğnenin ligamentlerden geçiş kolaylığı, girişim sayısı, dural klik hissedilmesi,parestezi, geriakım süresi ve anestezi kalitesi kaydedilip, istatistiksel olarak değerlendirildiğinde;dural klik hissetme insidansı, Grup W ve A' da Grup Q'ya göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.001), (p<0.01). Ortalama arter basıncı (OAB) ve kalp atım hızı (KAH) değerleri anestezi öncesi ve sonrası 5, 10, 15, 20, 30, 40, 50, 60, 90ıncı dakikalarda kaydedilerek istatistiksel olarak değerlendirildiğinde; Grup W ve A'da KAH değerlerinde çeşitli zamanlarda anlamlı düşmeler bulundu. Grup W'de 60ıncı ve 90ıncı dakika KAH değerlerinde Grup Q'ya göre anlamlı düşme bulundu (p<0.05). Grup W'deki OAB değerlerinde lOuncu, 15inci, 20inci, 30uncu dakikalarda anlamlı düşmeler bulundu (pO.01), (pO.001), (p<0.00l),(p<0.00l). OAB değerlerinde ;Grup W'de 15inci ve 40ıncı dakikalarda ve Grup A'da 40ıncı dakikada Grup Q'ya göre anlamlı derecede düşme bulundu (p<0.05). 50Duyu bloğu dermatom düzeylerinde,Grup W'da 15inci, 20nci, 30uncu, 40ıncı, 50nci ve 60ıncı dakikalarda, Grup A'da ise 20nci ve 30uncu dakikalarda Grup Q'ya göre istatistiksel anlamlı yükselmeler bulundu (p<0.01), (p<0.05). En üst duyu bloğu dermatom düzeyi, analjezinin bitiş zamanı, motor blok bitiş zamanı, duyu bloğu iki dermatom gerileme zamanı kaydedilerek istatistiksel olarak değerlendirildiğinde; en üst duyu bloğu dermatom düzeyi ortalaması Grup W ve A'da, Grup Q'ya göre daha yüksek bulundu (pO.001) (p<0.01). Baş ağrısı, bel ağrısı ve nörolojik komplikasyonlar operasyon sonrası ikinci günde ve bir hafta sonra araştmldı.Belirlenen komplikasyonlar gruplar arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldığında; PSB (ponksiyon sonrası baş ağrısı) insidansı Grup Q'da, Grup Wye göre yüksek bulundu (p<0.05). Nonspesifik baş ağrısı insidansı Grup A'da, Grup Wye yüksek bulundu (p<0.05).Komplikasyonlar içinde en sık görülen bel ağrısı idi (% 43). Gruplardaki hasarlı iğnelerin sayısı, hasarlı iğnelerin girişim sayısı, kemik teması ve baş ağrısı ile olan ilişkileri karşılaştırıldığında; Grup A'da (% 35) hasarlı iğne sayısı, Grup Wya (% 5) göre daha fazla bulundu (p<0.05). Grup A'da kemik teması ve nonspesifik baş ağrısı ile arasında ilişki bulunmuştur (p<0.05). Elde ettiğimiz verilerin sonucunda; 25G Whitacre iğnenin, 26G Atraucan ve 25G Quincke iğneye göre subaraknoid aralığın belirlenmesi, kullanım kolaylığı ve spinal anestezi sonrası komplikasyonlar açısından daha üstün olduğu kanısına vardık. Çalışmamızda elde edilen bir diğer sonuç ise; 26 G Atraucan iğnedeki hasar ile nonspesifik baş ağrısı arasında ilişki bulunmasıdır. Bu sonuç, hasarlı iğnelerle subaraknoid aralığa taşınan irritan maddelerin nonspesifik baş ağrısına neden olabileceği düşüncesini desteklemektedir.Item 65 yaş ve üzeri ürolojik cerrahi geçiren hastalarda üç farklı kırılganlık ölçeğinin postoperatif sonuçları öngörme yeteneğinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023) Yıldız, Simge; Gören, Suna; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda ürolojik cerrahi geçiren 65 yaş ve üzeri hastalarda kırılganlığın FRAIL Ölçeği (FRAIL), Edmonton Kırılganlık Ölçeği (EKÖ) ve Klinik Kırılganlık Skalası (KKS) ile belirlenmesi, postoperatif 30 günlük dönemde olumsuz sonuçlarla ilişkisinin araştırılması ve ölçeklerin bu konulardaki tahmin güçlerinin kıyaslanması amaçlanmıştır. Ürolojik cerrahi geçiren ≥65 yaşında 234 hastada gerçekleştirilen prospektif çalışmada preoperatif dönemde sosyo-demografik verileri, son bir yıl içerisindeki acil servis başvuruları, düşme sayıları, Amerikan Anestezistler Derneği Fiziksel Durum Sınıflaması (ASA), Charlson Komorbidite İndeksi (CKİ), albümin, hemoglobin, hematokrit değerleri, kırılganlık ölçek puanları kaydedilmiştir. Hastaların postoperatif 30 gün boyunca komplikasyonlar, yoğun bakım yatışı, yoğun bakımda ve klinikte yatış süresi, acil servis başvurusu takip edilmiştir. Çalışmamızda kırılganlığın (sırasıyla FRAIL, EKÖ ve KKS) postoperatif komplikasyon görülme ihtimalini arttırdığı gösterilmiştir (sırasıyla p<0,001, OR:10,214; p<0,001, OR:3,663; p<0,001, OR:5,029). ASA ve kırılganlık ölçeklerinin postoperatif komplikasyonları öngörme yetenekleri benzerdir (ASA AUC:0,611, p=0,002 ve sırasıyla AUC:0,665, p<0,001; AUC:0,606, p=0,014; AUC:0,640, p=0,003). Yoğun bakım ihtiyacı olan hastaların ASA skorlarının daha yüksek olduğu (p=0,001) ve üç ölçeğe göre de daha kırılgan olduğu saptanmıştır (sırasıyla p<0,001; p=0,010; p<0,001). ASA ve kırılganlık ölçek puanları ile postoperatif yoğun bakım yatış süresi arasında anlamlı bir korelasyon gösterilememiştir. ASA skoru daha yüksek olan (p=0,001); FRAIL (p=0,004) ve KKS'ye (p=0,022) göre kırılgan olan hastaların klinik yatış süreleri daha uzun iken EKÖ'ye (p=0,070) göre kırılgan olan hastalarla klinik yatış süresi arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. EKÖ (AUC:0,702, p<0,001) ve KKS (AUC:0,635, p=0,008) postoperatif acil servis başvurusunu öngörmede anlamlı ölçeklerdir, ancak EKÖ'nün prediktif yeteneği KKS'ye daha üstün bulunmuştur (p=0,045). Çalışmamızda kırılganlığın ürolojik cerrahi hastalarında postoperatif olumsuz sonuçlarla (komplikasyonlar, yoğun bakım yatışı, klinik yatış süresinde uzama, acil servis başvurusu) ilişkili olduğu gösterilmiştir. Postoperatif komplikasyonları öngörmede FRAIL, postoperatif acil servis başvurularını öngörmede EKÖ öne çıkmaktadır. Ürolojik cerrahi geçiren geriatrik hastalarda postoperatif olumsuz sonuçların ön görülmesinde standart preoperatif anestezi değerlendirmesine ek olarak kırılganlığın değerlendirilmesinin yararlı olacağını düşünmekteyiz.Item Açık kalp cerrahisinde yüksek doz fentanil-02 ile birlikte kullanılan pankuronyum ve vekuronyumun kardiyovasküler etkilerinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1989) Yanık, İsmet; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda, açık kalp cerrahisi uygulanan 20 olguyu 10'ar kişilik 2 gruba ayırarak her iki gruba da indikasyonda Fentanil 50 mg/kg, O2 % 100 uygulayıp kas gevşetici olarak I. gruba Pankuronyum 0.1 mg/kg, II.gruba Vekuronyum 0.1 mg/kg. vererek yüksek doz Fentanil-O2 anestezisiyle birlikte uygulanan iki farklı kas gevşeticinin hemodinamik etkilerini gözledik. Ölçümler kateterizasyon işlemleri tamamlanıp, hiçbir ilaç verilmeden önce (kontrol ölçümü), ilaç infüzyonları tamamlanıp entübasyon yapılmadan hemen önce (Entübasyondan önce) ve entübasyondan hemen sonra (Entübasyondan sonra) yapıldı. Ölçülen değişkenler HR, MAP, CVP, MPAP, PCWP, CO, CI, SV, SVI, LVSN, LVSWl, RVSW, RVSWI, PVR, PVRI, SVR ve SVRl'yi içerdi. Bu işlemler sırasında kas gevşemesi bir periferik sinir stimülatörüyle kontrol edilerek maksimum vuruş depresyon süreleri saptandı ve hastalarda göğüs duvarı sertliği olup olmadığı gözlendi. Her iki gruptaki veriler gruplararası anlamlılık düzeylerine göre karşılaştırıldı. Elde edilen bulgular kaynak verileriyle karşılaştırıldı. Pankuronyum ve Vekuronyum gruplarında oluşan dolaşımsal değişimlerde birbirlerine göre istatistiksel olarak anlamlı (P < 0.05) bulunan değerler; HR'de kontrolle-entübasyon öncesi ve kontrolle-entübasyon sonrasında, MPAP'de kontrolle-entübasyon sonrası ve entübasyon öncesiyle-entübasyon sonrası arasında, SVl'de kontrol le-entübasyon öncesi ve kontrolle-entübasyon sonrası arasında, LVSW'de kontrolle-entübasyon sonrası arasında, RVSWI'de entübasyon öncesiyle- entübasyon sonrası arasında görüldü. Diğer hemodinamik değişkenlerdeki farklılaşmalar ise bazen az farklı, bazen de benzer olduklarından istatistiki öneme erişemediler. Her iki grupta da müdahale gerektirecek aşırı sapmalar, aritmi, miyokard infarktüsünü düşündürecek bulgulara rastlanmadı. Pankuronyum grubunda da Vekuronyum grubunda da ortalama maksimum vuruş depresyon zamanı aynı şekilde 3.6 dakika olarak saptandı. Pankuronyum grubunda 1 olguda 3 skorunda, Vekuronyum grubunda ise 1 olguda 3 skorunda, 2 olguda 2 skorunda göğüs duvarı sertliği görüldü. Yüksek doz Fentanil-O2 anestezisiyle birlikte kas gevşetlci olarak; mitral stenoz olgularında Vekuronyum, mitral yetmezlik olgularında Pankuronyum' un, aort yetmezliği olgularında Pankuronyum' un tercih edilmesi gerektiği, aort stenosunda ise her ikisinin de özenli ve dikkatli uygulanması gerektiği kanaatine vardık. Yüksek doz Fentanil anestezisinde oluşabilecek göğüs duvarı sertliğinin kas gevşeticinin kardiyovasküler yan etki oluşturmayacak yüksek dozlarının etki başlama süreleri ayarlanarak, Fentanil infüzyonundan önce verilmesiyle önlenebileceği inancındayız. Yüksek doz Fentanil-02 ile birlikte kas gevşetici uyguladığımız bu anestezi tekniğinin hemodinamik stabilite sağlaması, uygulama kolaylığı, düzenli indüksiyon sağlaması, gibi avantajları nedeniyle kardiyak cerrahi için seçilecek bir anestezi yöntemi olabileceği sonucuna vardık. Ancak bu teknik içerisinde yer alan kas gevşeticinin hemodinamikleri etkileyebileceği ve seçimin hastanın özelliklerine göre değişmesi gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır.Item Acil cerrahi girişim uygulanan geriatrik hastalarda preoperatif kırılganlık ve malnütrisyonun postoperatif takip, tedavi ve hastane yatış süresine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Kaya, Ercan; Girgin, Nermin Kelebek; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıGeriatrik hastalar arasındaki fiziksel farklılıklar hastane yatış süreçlerinde de farklılıklara yol açar. Çalışmamızda; 65 yaş ve üzeri, acil cerrahi girişim uygulanan hastalarda, preoperatif kırılganlık ve malnütrisyonun; postoperatif takip, tedavi ve hastane yatış sürecine etkisini saptamayı amaçladık. Çalışma, etik kurul onayı ve hastalardan alınan yazılı onam sonrası acil cerrahi girişim uygulanacak 65 yaş ve üzeri 150 hastada gerçekleştirildi. Hastalara preoperatif dönemde FRAİL Kırılganlık Ölçeği ve Mini Nutrisyonel Değerlendirme Testi- Kısa Formu (MNA-SF) uygulandı. Postoperatif 30 günlük sürede hastane yatış süreçleri incelendi. Bu süreçte hastaların toplam yatış süreleri, tekrar opere edilme sayıları, tekrar hastaneye başvuruları, postoperatif yoğun bakım (YB) takibi gerekliliği, postoperatif komplikasyon gelişimi ve mortaliteleri incelendi. Çalışmamızda kırılganlık ve malnütrisyon düzeyleri artan hastalarda uzamış hastane yatış süresi (p<0,001, p<0,001), postoperatif YB takibi gereksinimi (p<0,001 p=0,001), tekrar opere edilme sıklığı (p=0,001, p=0,003), postoperatif komplikasyonlarda (p<0,001, p<0,001) ve mortalitede artış (p<0,001, p<0,001) istatistiksel olarak anlamlı olarak fazla idi. Yeniden hastane başvuru kırılganlık düzeyiyle anlamlı artış gösterirken (p=0,002), malnütrisyon düzeyi yeniden başvuruyu etkilememişti (p=0,141). Sonuç olarak; preoperatif kırılganlık ve malnütrisyon durumlarının, acil cerrahi girişim uygulanan geriatrik hastaların hastane yatış sürecine olumsuz etkileri olabileceğini saptadık. Preoperatif dönemde kırılganlık ve malnütrisyonunun rutin olarak belirlenmesiyle alınacak önlemlerin, opere edilecek geriatrik hastaların tedavi sürecinde faydalı olabileceğini düşünmekteyiz.Item Adduktor spastisitede obturator sinir blokajı; periferik nörostimulatör tekniği ile ultrasonografi tekniğinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2012) Selmi, Nazan Has; Şahin, Şükran; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıSpastisite tedavisinde sık kullanılan minimal invazif yöntem olan obturator sinir blokajı yapılması en güç periferik sinir blokları arasındadır. Ultrason son yıllarda sinir blokları için oldukça sık kullanılmaktadır. Çalışmamızın amacı adduktor spastisitesi olan hastalara uygulanan obturator sinir blokajında kullanılan periferik sinir stimülatörü ile ultrason yöntemlerinin karşılaştırılmasıdır. Bizim çalışmamızda adduktor spastisitesi olan 29 hastaya obturator blok uygulandı. Grup I'de (periferik sinir stimülatörü kullanılan) 14 hastaya, grup II'de (ultrason kullanılan ) 15 hastaya obturator blok uygulandı. Fakat iki yöntem arasında etkinlik ve süre açısından fark bulunmadı ve her iki yöntemde de komplikasyon olmadı. Bu konuda daha fazla sayıda randomize kontrollü çalışmaya ihtiyaç vardır.Item Akciğer rezeksiyonu sonrası postoperatif pulmoner komplikasyon gelişimini etkileyen risk faktörleri: Retrospektif değerlendirme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023) Candemir, Muhammed Musa; Kaya, Fatma Nur; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıAmaç: Bu retrospektif çalışmamızda, akciğer rezeksiyonu geçiren olgularda; birincil olarak postoperatif pulmoner komplikasyon (PPK) insidansı ve ilişkili risk faktörlerini, ikincil olarak ise PPK gelişiminin hastanede kalış süresi ve ilk bir aylık mortaliteye olan etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Metod: Etik kurul onayı alındıktan sonra, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, göğüs cerrahisi ameliyathanesinde 1 Ocak 2016 - 31 Aralık 2021 tarihleri arasında akciğer rezeksiyonu uygulanan 651 olgunun verileri değerlendirildi. PPK için risk faktörleri, Melbourne Grup Skalası (MGS) üzerinden değerlendirildi. Ayrıca PPK’lar konvansiyonel tanımlamalar üzerinden sınıflandırıldı. Bulgular: Olguların %58,1’ine torakotomi, %41,9’una video yardımlı torasik cerrahi uygulandı. Olguların %36,7’sinde postoperatif komplikasyon saptandı. %35,5’inde ise konvansiyonel tanımlamalar üzerinden PPK saptandı. En sık PPK, uzamış hava kaçağıydı (%31,3). Olguların %6,9’unda MGS ile ≥4 kriterin pozitif olduğu belirlendi. En sık saptanan kriterler %10 “yoğun bakıma tekrar yatış veya uzamış yoğun bakım ihtiyacı (>36 sa)”, %6,6 “pürülan balgam” ve %6,5 “vücut ısısı >38°C” idi. Çok değişkenli lojistik regresyon analizi modeline göre, aritmi varlığı (OR: 5,894 [%95GA: 1,25 – 27,786], p = 0,025), albümin düzeyi (OR: 0,383 [%95GA: 0,168 - 0,874], p = 0,023) ve DLCO değerinin azalması (OR: 0,962 [%95GA: 0,94 - 0,985] ve p = 0,001), cerrahi süresinin uzaması (OR: 1,005 [%95GA: 1,001 – 1,009], p = 0,020) PPK için bağımsız risk faktörleri olarak belirlendi. Bu olgularda, hastanede kalış süresi 24,07 ± 18,29 gün ve mortalite oranı ise %15,6 idi. Sonuç: Çalışmamızda, akciğer rezeksiyonu uygulanan yaklaşık her üç olgudan birinde PPK gelişti. Operasyon öncesi aritmi varlığı, albümin düzeyi ve DLCO değerinin düşük olması ve operasyon süresinin uzaması PPK gelişimi ile ilişkili bulundu.Item Aksiller anestezide sedasyon amaçlı kullanılan midazolamın bolus ve infüzyon dozlarının karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2009) Bahtiyar, Nedret Hacıferat; Yılmazlar, Aysun; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıRejyonal anestezide sedasyon uygulaması hastanın anksiyetesini azaltır ve konforunu sağlar. Midazolam, hemodinamik stabiliteyi bozmadan, solunumu deprese etmeden anestezide ve yoğun bakımda sedasyon amacı ile tercih edilmektedir. Çalışmamızda rejyonal anestezide sedasyon amaçlı kullanılan midazolamın bolus ve infüzyon uygulamalarını karşılaştırmayı ve sedasyon için en uygun dozu bulmayı amaçladık.Bu çalışmada, aksiller yaklaşım ile brakial pleksus bloğu uygulanacak, elektif el ve ön kol cerrahisi geçirecek, ASA (Amerikan Society of Anesthesiologists) I - II, 40 olgu randomize edilerek 4 eşit gruba ayrıldı: Grup 1'deki (n=10) olgulara midazolam 0.05mg/kg i.v. bolus, Grup2'deki (n=10) olgulara 0.05mg/kg/saat, Grup 3'deki (n=10) olgulara 0.07mg/kg/saat, Grup 4'deki (n=10) olgulara 0.1mg/kg/saat midazolam infüzyonu uygulandı. Ramsay Sedasyon Skoru 4 olması hedeflendi. Cerrahi boyunca istemsiz hareket olup olmadığı, midazolam verildikten gözlerin kapandığı ana kadar geçen süre, tüketilen ilaç ve ek ilaç miktarı, bolus ve infüzyon sonlandırıldıktan RSS ölçeği 2 olana kadar geçen süre, komplikasyon olup olmadığı kaydedildi.Tüm gruplar arasında demografik veriler, hemodinamik ve solunumsal parametreler açısından fark bulunmadı. Grup 4 olgularında 0.1mg/kg/saat midazolam infüzyon uygulamasında, RSS 4 olarak saptandı ve hiçbir hastada ek ilaç ihtiyacı olmadı(p<0.019). Cerrahi sonunda Grup 4'de tüm hastalar koopere idi.(p<0.011)Rejyonal anestezi sırasında sedasyon amaçlı kullanılan midazolamın 0.1mg/kg/saat infüzyon dozu ile arzu edilen RSS 4 sedasyon düzeyinin elde edilebileceği, her hangi bir ek ilaç gerektirmediği ve kısa derlenme süresi sağladığı; midazolamın 0.1mg/kg/saat infüzyon dozunun rejyonal anestezi sırasında sedasyon amaçlı kullanılabilecek uygun doz olduğu kanısına varılmıştır.Item Aksiller blok uygulamadarında farlı stimulasyon akım değerleri ile farklı lokal anestezik volümlerinin blok oluşumu üzerine etkilerinin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2004) Karaağaçlı, Müberra Doğan; Yılmazlar, Aysun; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıAmaç: Periferik sinir stimulatörü yardımıyla aksiller yaklaşımla brakial pleksus bloğunda; sinir lokalizasyonları için farklı son akım değerleri ile ve farklı lokal anestezik volümlerinin etkin blok oluşma süresi, blok başarı oranları, post operatif ilk analjezik gereksinim zamanı ve yan etkiler üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Etik kurul izni alındıktan sonra el, ön kol cerrahisi geçirecek , ASA 1-2 gruba giren 80 hasta, rastgele olarak 4 gruba ayrıldı ve tümüne aksiller blok uygulandı. Tüm gruplarda 2 sinir lokalizasyonu yapıldı (median ve radial veya ulnar sinir). Grup 1 ve grup 3' de minimum 0,5 mA akımda, grup 2 ve grup 4' de minimum 0,3 mA akımda sinir lokalizasyonu yapıldı. Daha sonra grup 1 ve 2'de 40 ml (%0. 2,5'luk bupivakainden 100 mg + % 1'lik lidokainden 200 mg), grup 3 ve grup 4' de 30 mi (%0. 2,5'lik bupivakainden 75 mg + % 1'lik lidokainden 150 mg) lokal anestezik solüsyon 2 sinire eşit olarak enjekte edildi. Olguların hemodinamik verileri, periferik oksijen saturasyonları, VAS değerleri, blok uygulama süreleri, primer blok oluşma zamanları, blok başarı oranları, ilk analjezik gereksinim zamanları ve yan etkiler kaydedildi. Bulgular: Gruplar arası demografik veriler ve cerrahi özellikler benzer bulundu. VAS, girişim süresi, primer blok oluşma zamanı, blok başarı oranları, post operatif ilk analjezik gereksinim zamanları, yan etki görülmesi bakımından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p]0.05). Perioperatif ilave iv sedasyon ihtiyacı grup 3 ve grup 4' de grup 1' den anlamlı olarak fazla (p[0.05), perioperatif iv analjezik ihtiyacı grup 4' de grup 1 ve 2' den anlamlı olarak fazla(p[0.05), turnike ağrısı grup 4' de grup 1' den anlamlı olarak fazla bulundu (p[0.05). Sonuç: 0,5 mA' den daha düşük akımlarda sinir lokalizasyonunun anlamlı bir üstünlüğü yoktur, hatta daha düşük akımda motor cevap elde etmek için hedef sinire daha fazla yaklaşma gereğinin, teorik olarak sinir hasarı riskini daha fazla artıracağı düşünülmüştür. Blok başarısında, uygulanan tekniğin yanında kullanılan lokal anesteziğin volümü önemli rol oynamaktadır. Volüm arttıkça blok başarı oranı artmakta, bloğun kalitesi daha iyi olmaktadır.Item Akut solunum sıkıntısı sendromlu yoğun bakım hastalarında akut böbrek hasarı ile ilişkili faktörler: Retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Özoğlu, Şeyda Demir; İşçimen, Remzi; Kaya, Pınar Küçükdemirci; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıAmaç: Çalışmamızda, yoğun bakıma kabulünde Akut Solunum Sıkıntısı Sendromu (ARDS) tanısı alan hastalarda, Akut Böbrek Hasarı (ABH) gelişme insidansını ve risk faktörlerini; prognoz ve mortaliteyi etkileyen faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Metod: Etik kurul onayı alındıktan sonra Ocak 2016 - Ocak 2023 tarihleri arasında Reanimasyon ünitesine kabul edilen ve ARDS tanı kriterlerini karşılayan hastalar retrospektif olarak incelendi. ABH tanısı için Böbrek Hastalıkları: Küresel Sonuçların İyileştirilmesi (KDIGO) tanı kriterleri kullanıldı. ABH ile ilgili risk faktörleri tek değişkenli analiz kullanılarak belirlendi. Çok değişkenli Cox-regresyon analiziyle sağkalıma etkili faktörler saptandı. Bulgular: Yoğun bakıma kabul edilen 2136 hastanın 122'sine ARDS tanısı konuldu. Bu hastaların 89'unda ABH gelişti. İleri yaş, hipertansiyon ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, akut fizyoloji ve kronik sağlık değerlendirmesi (APACHE-II) ve ardışık organ yetmezliği skorlarının (SOFA) yüksek olması, vazoaktif ajan kullanımı ve sayısı ABH gelişimi ile ilişkili bulundu (p=0,024, p=0,014, p=0,034, p<0,001, p=0,001, p=0,020, p=0,001). ABH gelişenlerde mortalite yüksek olarak saptandı (HR=3.16, %95 CI: [1.50- 6.66]; p= 0.002). ARDS hastalarında ileri yaş, koroner arter hastalığı ve malignite varlığı mortalite artışına neden olduğu saptandı. Hafif ARDS tanısı alanların ve hipertansiyon öyküsü olanların mortalitesi daha düşük olduğu belirlendi. Sonuç: ARDS hastalarında mortaliteye etkili en önemli faktörler ABH gelişimi ve koroner arter hastalığı olarak tespit edilmiştir. ARDS tanılı hastalarda ileri yaş, komorbiditeler, yüksek yoğun bakım risk skorları ve vazoaktif ajan kullanımında ABH gelişimi açısından dikkatli olunması önerilir.Item Anestezi polikliğine başvuran, ortopedi ve travmatoloji hastalarının sosyodemografik özelliklerine göre anksiyete düzeylerinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Baydur, Abdülvahit; Moğol, Elif Başağan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıAmaç: Elektif şartlarda ortopedi ve travmatoloji tarafından operasyonu planlanan hastaların anksiyete düzeylerini, nedenlerini; yaş, eğitim durumu, cinsiyet, medeni durum, meslek gibi demografik özelliklerin anksiyete düzeyine etkisini belirlemektir. Gereç-Yöntem: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim dalının anestezi polikliniği'nde, elektif şartlarda operasyon planlanan, 18-75 yaş arası 300 yetişkin hasta ankete alındı. American Society of Anesthesiologists (ASA) sınıflamasına göre I-III grubu, okuma yazma bilen, onkolojik dışı cerrahi planlanan, psikiyatrik ve nörolojik herhangi bir hastalığı olmayan, psikiyatrik ilaç ve kronik alkol kullanmayan hastalar çalışmaya dahil edildi. Preoperatif anestezi muayenesi öncesi, çalışmaya dahil edilen tüm hastalardan; demografik bilgi formunu ve BECK anksiyete ölçek formunu doldurmaları istendi. Bulgular: Elektif operasyon planlanan 300 hastanın anket sonuçlarını değerlendirdiğimiz bu çalışmamızda; kadınların preoperatif dönemde anksiyete düzeylerinin erkeklere göre daha yüksek olduğu, 18-39 yaş grubunun BECK-A değerlerinin daha düşük bulunduğu, evlilerde ölçek puanının evli olmayanlara göre daha yüksek olduğu, yapılan birçok çalışmaya zıt olarak bizim çalışamızda eğitim düzeyi ile anksiyete hali arasında ters yönde anlamlı ilişki olduğu, meslek grupları arasında ise emekli grubun ölçek puanı ev hanımları hariç diğer meslek gruplarından daha yüksek olduğu görülmüştür. Sonuç: Preoperatif anksiyete cerrahiyi, anesteziyi ve postoperatif iyileşmeyi olumsuz etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Ameliyat öncesi hastaların çoğu anksiyete içinde olup, anksiyete düzeylerini düşürmeye yönelik preopertif bilgilendirme ve farmakolojik premedikasyona ihtiyaç vardır, bu yüzden preoperatif anksiyete konusu daha dikkatle ele alınmalı ve hastaların anksiyetelerini azaltmaya yönelik daha çok araştırmalar yapılmalıdır.Item Anestezi uygulamalarımız sırasında periferik yerleştirilen santral venöz kateterlerin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013) Aydın, Hakan; Korfalı, Gülsen; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı tarafından ameliyathanede, antekübital venler kullanılarak gerçekleştirilen santral venöz kateterizasyon işlemlerini, retrospektif olarak inceleyerek oluşan komplikasyonları, nedenlerini ve işlemin başarısına etki eden faktörleri belirlemeyi amaçladık. Uludağ Üniversitesi Sağlık Uygulamaları Araştırma Merkezi Hastanesi, ameliyathanelerinde Kasım 2009 Mart 2013 tarihleri arasında antekübital venler aracılığıyla periferik yerleştirilen santral venöz kateter (PYSK) uygulaması gerçekleştirilen ve Santral Venöz Kateterizasyon Formu doldurulan 850 hastaya ait formlar, etik kurul onayı alındıktan sonra retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, girişimin özellikleri, uygulayıcının deneyimi ve mekanik komplikasyonlar ile ilgili veriler kayıtlı formlar ve hasta dosyalarından elde edildi. Hastalara toplam 1174 girişim yapıldığı ve PYSK uygulamasının 13 (%1,5) hastada başarısız olduğu, 837 hastada ise başarıyla tamamlanmış olduğu görüldü. İlk girişim için en çok sağ bazilik venin (%32,7) tercih edildiği görüldü. PYSK uygulamasının zorluk (ikiden fazla deneme gereken) nedenleri incelendiğinde; hasta yaşı (p<0.001), vücut kitle indeksi (VKİ) <20 kg/m² (p<0.05), venin daha önce kullanılmış olması (p<0.001) ve uygulayıcının deneyimi (p<0.001) ile ilişkili olduğu bulundu. Hastaların %8,2sinde komplikasyon geliştiği ve en sık görülen komplikasyonun girişim yerinde cilt altı hematomu olduğu saptandı (%5,3). Komplikasyona ait risk faktörleri; ileri yaş (p<0.05), kadın cinsiyet (p=0.024), VKİ >30 kg/m² (p<0.05), uygulayıcının eğitim süresinin 4 yıl olması (p=0.001), deneme sayısının >2 olması (p<0.001), kateterizasyon işleminde birden çok uygulayıcı olması (p<0.001) ve başarısız girişimler (p<0.001) olarak bulundu. Sonuç olarak, antekübital venler aracılığıyla PYSK uygulaması yapılırken ileri yaş, VKİ <20 kg/m², venin daha önce kullanılmış olması, uygulayıcının bu konudaki deneyiminin az olması girişimin zor olmasına neden olabilir. İleri yaş, kadın cinsiyet, VKİ >30 kg/m², birden çok uygulayıcı, deneme sayısının >2 olması, uygulayıcının deneyiminin az olması ve başarısız girişimler komplikasyona yol açabilir. PYSK uygulamalarının, deneyimli uygulayıcılar eşliğinde yapılması ve ikiden fazla denemeye rağmen başarılı olunamıyorsa girişimin deneyimli kişilere devredilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Item Anestezi uygulamalarında hasta anksiyetesini nasıl azaltabiliriz?(Uludağ Üniversitesi, 2011) Akoğul, Zeynep; Özcan, Berin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı; hastalarımızın anestezi bakımı konusunda memnuniyet düzeylerini saptamak, yeni bir anestezi bakım modeli ile memnuniyet düzeylerinin arttırılıp arttırılmayacağını araştırmaktır. Etik kurulu onayı ve hasta onamları alındıktan sonra Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi ameliyathanesinde Mayıs 2009 – Mayıs 2010 tarihleri arasında, elektif olarak operasyona alınan ASA I – II toplam 200 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Grup A hastalarının, preoperatif vizit, ameliyathanedeki takip ve postoperatif viziti aynı anestezist tarafından gerçekleştirildi. Grup B hastalarının ise, preoperatif ve postoperatif vizitleri ile ameliyathanedeki takibi farklı anestezistler tarafından gerçekleştirildi. Her iki gruba da preoperatif vizitte STAI, postoperatif vizitte ise hem STAI hem de hasta memnuniyet anketi ile değerlendirme yapıldı. Üniversitemizde şu anda yürütülen anestezi bakımı uygulamasında, hastaların anestezistlerini tanımadıklarını, yeterince soru sorma ve endişelerini aktarma fırsatı bulamadıklarını saptadık. Yeni anestezi bakım modeli ile takip edilen hastaların anestezistlerini tanıdıklarını, soru sorma ve endişelerini aktarma fırsatı bulduklarını belirledik. Her iki gruptaki hastalar için poliklinikte kendisini değerlendiren anestezistin, ameliyatına girmesinin önemli olduğunu bulduk. Sonuç olarak; anestezi bakımı sürekliliğini sağlayan bu yeni model ile hastaların anestezi bilgisinin ve memnuniyetinin artacağı düşüncesindeyiz.Item Anestezi uygulamasında hasta memnuniyet düzeyini nasıl yükseltebiliriz?(Uludağ Üniversitesi, 2009) Atlas, Ahmet; Yılmazlar, Aysun; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı; hastalarımızın anestezi bakımı konusunda memnuniyet düzeylerini saptamak, yeni bir anestezi bakım modeli ile memnuniyet düzeylerinin arttırılıp arttırılamayacağını araştırmaktır. Etik kurul onayı alındıktan sonra Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi ameliyathanesinde Eylül 2007- Eylül 2008 tarihleri arasında, elektif olarak operasyona alınan ASA I-II toplam 100 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Grup A hastalarının ilk değerlendirmeleri anestezist tarafından anestezi polikliniğinde yapıldı. Preoperatif vizit, ameliyathanedeki takip ve postoperatif vizitleri aynı anestezist tarafından gerçekleştirildi. Postoperatif vizit sırasında hastalara soru formu doldurtuldu. Grup B hastaları anestezi polikiniğinde, preoperatif vizitte, ameliyathanede ve ameliyat sonrası vizitlerde farklı anestezistler tarafından değerlendirildi. Postoperatif vizitte aynı soru formu doldurtuldu. İstatistiksel değerlendirmede SPSS Windows 13 ve pearson Ki-kare testi kullanıldı. Şu anda üniversitemizde yürütülen anestezi bakımı uygulamasında, hastaların anestezistlerini tanımadıklarını, yeterince soru sorma ve endişelerini aktarma fırsatı bulamadıklarını saptadık. Yeni anestezi bakım modeli ile takip edilen hastaların anestezistlerini tanıdıklarını, soru sorma ve endişelerini aktarma fırsatı bulduklarını belirledik. Her iki gruptaki hastalar için poliklinikte kendisini değerlendiren anestezistin ameliyatına girmesinin önemli olduğunu bulduk. Sonuç olarak; anestezi bakımı sürekliliğini sağlayan bu yeni model ile hastaların anestezi bilgisinin ve memnuniyetinin artacağı düşüncesindeyiz.Item Anesteziyoloji ve reanimasyon hekimlerinin kırılganlık ve kırılganlık testleri hakkında bilgi ve tutumlarının değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Yurttaş, Ceren; Türker, Yunus Gürkan; Akesen, Selcan; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıKırılganlık; önemi global olarak artan geriatrik bir sendromdur; fiziksel yetmezliklerden oluşan bir fenotipe sosyal, işlevsel ve bilişsel eksikliklerin ilave olması ile oluşur. Sağlık hizmeti alan yaşlı sayısının artışı sonucu, Anesteziyoloji ve Reanimasyon hekimlerinin kırılgan hastalar ile daha fazla karşılaşması söz konusudur. Amacımız; anestezi hekimlerinin kırılganlık ve kırılganlık testleri bilgileri ve tutumlarının değerlendirilmesi, Sağlık Profesyonelleri Kırılganlık Tutum Ölçeğinin geliştirilmesidir. Temmuz 2021-Kasım 2021 tarihleri arasında, Anesteziyoloji ve Reanimasyon hekimleri ile bu branşın yan dallarında görev yapmakta olan yan dal araştırma görevlileri ve uzman hekimlerinden oluşan 284 gönüllüye ulaşılmıştır. Hekimlere kırılganlığa dair bilgilerinin ve uygulama pratiklerinin sorgulandığı, tanımlayıcı sorularla birlikte güvenilirlik ve geçerlilik kanıtlarını sunduğumuz anketimiz uygulanmış, kırılganlık ve tarama ölçekleri hakkında bilgi ve tutumlarına ilişkin veriler değerlendirilmiştir. Katılımcıların %75,4'ü (n=212), 24-34 yaş aralığındaydı ve %60,12'si (n=169) araştırma görevlisi idi. Hekimlerin %49,8'u (n=140) kırılganlığı bilmediğini, %95,7'si (n=269) kliniklerinde kullanılan rutin bir tarama testi olmadığını ve yalnızca %12,5'i (n=35) daha önce kırılganlık tarama ölçeklerini kullandığını ifade etmiştir. Katılımcıların tarama testlerini kullanma oranlarının düşük olduğu görülmektedir. Araştırmamızda oluşturduğumuz kırılganlık tutum ölçeği puanları sunulmuştur. Cronbach alfa değeri 0,792 hesaplanan Sağlık Profesyonelleri Kırılganlık Tutum Ölçeğinin "güvenilir" ve "kapsam", "yüzey", ve "yapı" geçerliği analizleri sonuçlarına göre geçerli bir ölçek olduğu kabul edilmiştir. Ölçek verileri değerlendirildiğinde hekimlerin engel(2,64±0,52) ve öz yeterlilik(2,43±0,52) puan ortalamalarının düşük olduğu görülmüştür. Araştırma görevlileri, uzman hekimler ve öğretim görevlileri ölçek puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p> 0,05). Hekimlerin bu antiteye karşı tutumlarının değerlendirilmesi, sağlık profesyonellerinin görüşlerinin karşılaştırılması ve optimal bakımın önündeki engelleri belirleyebilmek adına Sağlık Profesyonelleri Kırılganlık Tutum Ölçeğinin kullanılmasının yarar sağlayabileceğini düşünmekteyiz.Item ARDS hastalarında gelişen sekonder pulmoner enfeksiyonların insidansı ve mortalite üzerine etkilerinin retrospektif incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023) Sağlam, Tutku Karaman; İşçimen, Remzi; Kaya, Pınar Küçükdemirci; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıAmaç: Çalışmamızda, yoğun bakım hastalarında Akut Respiratuar Distres Sendromunu (ARDS) komplike eden sekonder pulmoner enfeksiyonların; insidansını ve risk faktörlerini belirlemeyi, prognoz ve mortalite üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. Metod: Etik kurul onayı alındıktan sonra Ocak 2016-Aralık 2021 tarihleri arasında üniversite hastanemizin tıbbi yoğun bakım ünitesine kabul edilen ve ARDS için Berlin kriterlerini karşılayan hastalar retrospektif olarak incelendi. Sekonder pulmoner enfeksiyonlar klinik, radyolojik ve kantitatif mikrobiyolojik kriterler kullanılarak tanımlandı. Sekonder pulmoner enfeksiyonlar ile ilgili risk faktörleri tek değişkenli analiz kullanılarak belirlendi. Ek olarak çok değişkenli cox regresyon analizi ile ARDS hastalarında sağkalıma etkili risk faktörleri saptandı. Bulgular: Yoğun bakımda takip ettiğimiz 1649 hastanın 128’i ARDS kriterlerini karşıladı. 81 tanesinde ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), 2 tanesinde İnvaziv pulmoner aspergilloz (IPA) gelişti. Nöromüsküler bloke edici ajan kullanımının ve uzun süreli steroid kullanımının VİP gelişimiyle ilişkili olduğu tespit edildi (sırasıyla p=0,02, p=0,011). VİP hastaların yoğun bakım mortalitesini arttırmazken, daha uzun mekanik ventilasyon ve yoğun bakım yatış süresi ile ilişkili bulundu. İmmünsupresyonun ARDS hastalarının mortalitesini yaklaşık iki kat arttırdığı tespit edildi (HR=1.84, %95 CI: [1.15-2.97]; p= 0.012 )Sonuç: Genel sağkalıma baktığımızda ARDS hastalarında mortaliteye etkisi olan en önemli faktör immünsupresyon olarak tespit edilmiştir. VİP’in; mortaliteyle ilişkili olmayıp; ARDS hastalarında uzun süreli mekanik ventilasyonun bir nedeni olmaktan çok sonucu olduğu düşüncesindeyiz. ARDS tanısı olan kritik hastalarda nöromüsküler ajan ve steroid kullanımı olduğunda VİP açısından dikkatli olunması önerilir.Item Artertiyovenöz fistül cerrahilerinde lokal anestezi ve rejyonal anestezinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2015) Terkanlıoğlu, Serkan; Moğol, Elif Başağan; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıKronik böbrek yetmezliği (KBY) hastalarında komplikasyon ve maliyetin düşük olması, uzun süre kullanılabilmesi nedeniyle vasküler erişim yolu olarak arteryiovenöz fistül (AVF) tercih edilmektedir. Çalışmamızda AVF cerrahisi için uygulanan lokal ve rejyonal anestezi yöntemlerini, fistül oluşturulan arter ve ven çapı ile kan akımı üzerine etkisini, bloğun oluşma süresini, cerrah ve hasta memnuniyetini, ilk hemodiyaliz seansı sırasındaki AVF performansını değerlendirerek karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmamız lokal ve rejyonal anestezi uygulanarak primer AVF formasyonu planlanan 18-85 yaş arası 40 hastada gerçekleştirildi. Hastalar lokal anestezi ve rejyonal anestezi uygulanmasına göre sırasıyla Grup LA (n=20) ve Grup RA (n=20) olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Rutin monitorizasyon uygulandıktan sonra kan basıncı, nabız dakika hızı, SpO₂, periferik perfüzyon indeksi(PPİ), vücut ve ortam sıcaklığı kaydedildi. Ultrasonagrafi cihazı ile brakiyal arter ve sefalik veninin çapı aynı şekilde alt aksiller bölgede aksiller ven ve aksiller arter çapı ve pulsatilite indeks(Pİ) bloktan önce, bloktan sonra 20. dakikada ve postoperatif 1. günde ölçüldü. Operasyondan sonra cerrahi ekibin memnuniyeti ve hastanın ağrısı değerlendirildi. İlk hemodiyaliz seansında AVF performansı sorgulandı. Demografik verilerde, cerrahi sürede, vücut ve ortam sıcaklığında anlamlı farklılık görülmedi. Cerrahi memnuniyet Grup RA'da yüksekti(p= 0.005). Grup LA'da operasyon sonunda ve postoperatif 8.saatte Vizüel Analog Skala değeri daha yüksekti (p= 0,0001). Grup RA'da 20. dakikada aksiller arter ve ven çapı, sefalik ven çapı, brakial arter çapı genişti (p= 0,0001). Grup RA'da 20. dakikada Pİ değeri daha düşüktü, PPİ değeri yüksekti (p= 0,0001). Sonuç olarak brakiyal pleksus bloğunun neden olduğu veno-arteriyal dilatasyon ve artmış arteriyal kan akımı ile AVF oluşturulabilmesi için en uygun koşulların sağladığına inanıyoruz.Item Artroskoik anterior cruiate ligament onarımı cerrahisinin postoperatif analjezisinde intraartiküler levobupivakainin etkin konsantrasyonunun belirlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013) Mandıracı, Bilgen Onbaşı; Yavaşcaoğlu, Belgin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda genel anestezi altında diz artroskopisiyle Anterior Cruciate Ligament (ACL) onarımı cerrahisi planlanan hastalara intraartriküler farklı konsantrasyonlardaki levobupivakainin uygulamasının, postoperatif analjezide etkin konsantrasyonunu belirlemeyi amaçladık.Etik Kurulu onayı ve hastaların yazılı bilgilendirmesi sonrası genel anestezi altında artroskopik ACL onarımı planlanan, ASA (American Society of Anesthesiologist) I-II, 18-70 yaş arası, 100 hasta dahil edildi. Hastaların, ortalama kan basıncı (OKB), kalp hızı (KH), istirahat ve hareket halindeki ağrı kontrol değerleri kaydedildi. Hastalar genel anestezi sonrası randomize 5 gruba ayrıldı: Grup 1'e (n= 20) 20 ml %0.5 Levobupivakain; Grup 2'ye (n= 20) 20 ml %0.375 Levobupivakain; Grup 3'e (n=20) 20 ml %0.25 Levobupivakain; Grup 4'e (n=20) 20 ml %0.125 Levobupivakain; Grup 5'e (n=20) 20 ml serum fizyolojik cerrahi ekip tarafından operasyon bitiminde intraartiküler enjeksiyonla uygulandı. Hasta kontrollü analjeziyle (HKA) morfin tüketimleri ve ağrı skorları 0., 2., 4., 6., 8., 12. ve 24. saatlerde, ilk analjezik gereksinim zamanı ve analjezik kullanım süresi, ilk mobilizasyon zamanları değerlendirildi. Hasta ve cerrah memnuniyeti, taburculuk zamanı, peroperatif komplikasyonlar kaydedildi.HKA ile tüketilen toplam morfin Grup 1de diğerlerine göre (p<0.05, p<0.01, p<0.001, p<0.001) düşüktü. HKA kullanım süresi Grup 1de Grup 3, Grup 4 ve Grup 5e (p<0.05, p<0.05, p<0.001) , ilk mobilizasyon zamanı Grup 1'de Grup 3, Grup 4, Grup 5'e (p<0.05, p<0.05, p<0.001), Grup 2de Grup 5e göre (p<0.001) kısaydı.ACL onarımı cerrahisi geçiren hastalarda intraartiküler uygulanan %0.5 levobupivakainle postoperatif analjezik tüketiminin ve analjezik kullanım süresinin azaldığı, %0.375 ve %0.5 levobupivakainin benzer erken mobilizasyon sağladığı sonucuna vardık.Item Artroskopik diz cerrahisinde intraartiküler levobupivakain ve bupivakain kullanımının postoperatif analjeziye etkisinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2010) Özdemir, Nurdan; Kaya, F. Nur; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamızda artroskopik diz cerrahisi geçiren olgularda intraartiküler enjeksiyonda morfin ve adrenalin karışımına eklenen, bupivakain ve levobupivakainin postoperatif analjezi ve fonksiyonel derlenme üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Etik Kurul onayı ve yazılı bilgilendirme sonrası, artroskopik diz cerrahisi planlanan, 60 ASA I-II olgu çalışmaya alındı. Olgular randomize üç eşit gruba ayrıldı (n=20 her grupta): Grup B’ye 30 ml izobarik %0.5 bupivakain+2 mg morfin+100 μg adrenalin; Grup L’ye 30 ml %0.5 levobupivakain+2 mg morfin+100 μg adrenalin; Grup K’ya 30 ml serum fizyolojik operasyon bitiminde cerrahi ekip tarafından intraartiküler uygulandı. Morfin kullanımı 2., 4., 6., 8., 12. ve 24. saatlerde kaydedildi. Ağrı skorları aynı dönemlerde değerlendirildi. İlk analjezik gereksinim zamanı ve morfin kullanım süresi kaydedildi. İlk mobilizasyon, düz bacak kaldırma testine pozitif yanıt verme, 30-50˚ diz fleksiyonuna tolerans ve kuadriseps refleksinin dönüş zamanları değerlendirildi. Olgu ve cerrah memnuniyeti, taburculuk zamanı ve olgunun benzer cerrahi uygulama için aynı anestezi yöntemini tercih edip etmeyeceği sorgulandı. Ağrı skorları postoperatif 2., 4., 6., 8., 12. ve 24. saatlerde Grup B ve Grup L’de Grup K’dan daha düşüktü (tüm dönemler için p<0.001). B ve L gruplarında, ilk analjezik gereksinim zamanı uzun (p<0.01), morfin tüketimi az (p<0.001) ve analjezik kullanım süresi kısa (p<0.001), hasta ve cerrah memnuniyeti yüksek (p<0.01, p<0.01) bulundu. Düz bacak kaldırma testine pozitif yanıt verme, 30-50˚ diz fleksiyonuna tolerans ve ilk mobilizasyon zamanları Grup B ve Grup L’de kısa bulundu (tüm değişkenler için p<0.001). Artroskopik diz cerrahisinde, intraartiküler uygulanan morfin ve adrenalin karışımına, levobupivakain eklenmesi bupivakain eklenmesine benzer şekilde postoperatif analjezik gereksinimini ve kullanım süresini azaltmakta, mobilizasyona olan toleransı arttırmaktadır.Item Atrakuryum ve Vekuronyum'un hemodinamik etkilerinin kalp kapak hastalıklarında karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1992) Kahveci, Ş. Ferda; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıÇalışmamız, açık kalp cerrahisi uygulanacak ASA II-III grubuna giren 16-60 yaş arasındaki 28 olgudan oluşan iki grup üzerinde uygulandı. Premedikasyonda 0.1 mg/kg. Morfin ve 0.005 mg/kg. Skopolamin intramüsküler yoldan verildi. Her iki gruba da indüksiyonda 5 yug/kg. Fentanil, 0.3 mg/kg. Etomidat ve % 100 0^ uygulanırken, kas gevşetici olarak I. gruba 0.1 mg/kg. Vekuronyum, II. gruba 0.6 mg/kg. Atrakuryum verildi. Farklı iki kas gevşeticisinin hemodinâmik etkilerini gözlemlemek amacıyla ilaçlar verilmeden önce (indüksiyon öncesi) ve ilaçlar uygulandıktan sonra (indüksiyon sonrası), kalb hızı,, ortalama arter basıncı,. kalb debisi, kardiak indeks, ortalama pulmoner arter basıncı, pulmoner kapiller wedge basıncı, ipulmoner vasküler direnç ve sistemik vasküler direnç değerleri ölçülerek kaydedildi. Elde edilen veriler hem grup içinde hem de gruplararası olmak üzere karşılaştırılarak istatistiksel yönden değerlendirildi. İndüksiyon öncesi ve indüksiyon sonrası hemodinâmik veriler karşılaştırıldığında; Vekuronyum grubunda kalb hızı ve pulmoner vasküler direnç değerleri, Atrakuryum grubunda - 43 - ise kalb hızı, ortalama arter basıncı, kalb debisi ve kardiak indeks.değerleri istatistiksel olarak anlamlı bir azalma gösterdi (p<^0.05) . Gruplar birbirleri ile karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel bir fark bulunmadı (p>0.05). Her iki grupta da kas gevşeticinin neden olduğu bazı hemodinamik parametre değişiklikleri klinik olarak iyi tolere. edildi ve herhangidir tedavi gerektirmedi. Ayrıca disritmi, myokard infarktüsü bulguları.ve kardiak arreste rastlanılmadı. Elde ettiğimiz veriler sonucunda; mitral stenozu ve mitral yetmezliği olgularında kalb hızı bakımından her iki ilacın birbirine, üstünlüğünün olmadığı,, ancak Vekuronyum’un özellikle . mitral stenozunda. kalb debisi ve kardiak indeksi değiştirmemesi, aort yetmezliği ve aort, stenozu olgularında ise ortalama arter-basıncında değişikliğe yol açmaması nedeniyle tercih, edilmesinin uygun olacağı kanısına varıldı.