Tıpta Uzmanlık / Specialization in Medicine
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/939
Yasal Uyarı ⚠️ Araştırmacılar, tezlerin tamamı veya bir bölümünü yazarın izni olmadan ticari veya mali kazanç amaçlı kullanamaz, yayınlayamaz, dağıtamaz ve kopyalayamaz. BUU Akademik Açık Erişim Web Sayfasını kullanan araştırmacılar, tezlerden bilimsel etik ve atıf kuralları çerçevesinde yararlanırlar.
Browse
Browsing by Department "Anatomi Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Item Beyin yüzeyel venöz sisteminin dijital subtraksiyon anjiografi görüntüleri üzerinden morfometrik analizi ve tiplendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019) Yılmaz, Meriç Yıldız; Coşkun, İhsaniye; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSerebral venöz anatomi konusunda literatürde yeterli çalışma yoktur ve venlere arterler kadar dikkat edilmemiştir. Beyin venöz sistemi karmaşık bir anatomiye ve belirgin değişkenliğe sahiptir. Venöz sistemin normal varyasyonları, belirli bölümlerin aplazisi ve / veya hipoplazisi, çoklu bulunma, fenestrasyonlar gibi embriyolojik kalıntıların varlığını içerir. Bu değişikliklerin bilinmesi bazı hastalıkların takibinde ve cerrahi yönetiminde değerlendirmek için gerekli olabilir. Beynin venöz drenajı, serebral venlerden sinus durae matris’lere, oradan da vena jugularis interna’lar ile sistemik dolaşıma bağlanır. Beyin venleri vv. cerebri ve vv. cerebelli olmak üzere temelde iki grupta toplanabilir. Vv. cerebri de anatomik konumlarına göre; yüzeyel venöz sistem (vv. superficiales cerebri) ve derin venöz sistem (vv. profundae cerebri) olarak incelenebilir. Serebral venlere, varyasyonlarının da fazla olması nedeniyle çalışmalarda öncelik verilmemiştir. Ancak venöz yapıların hasara uğraması hemipleji, koma ve ölümü içeren ciddi sonuçlara neden olabilir. Bu yüzden cerrahi işlemlerde venlerin korunmasına özen gösterilmelidir. Bu çalışmada venöz sistemin özellikleri, venlerin birbirleri ile ilişkisi, en sık bulunma yerleri ve varyasyonları üzerinde durulmuştur. Çalışmanın amacı beyin yüzeyel venlerinin sınıflandırılması ve morfolojik özelliklerinin belirlenmesidir. Çalışmada Bursa Uludağ Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı arşivlerindeki dijital subtraksiyon anjiyografi (DSA) görüntüleri üzerinden 1302 hastada beynin venöz yapıları incelenmiş, 297 olgu çeşitli nedenlerle çalışma dışında bırakılmıştır. Çalışmada incelenen sayısal parametreler şunlardır. Sinus sagittalis superior (SSS), Labbe veni (v. anastomotica inferior), Trolard veni (v. anastomotica superior), sinus transversus, sinus sigmoideus ve v. cerebri media superficialis’in çapları, sinus sigmoideus’un v. jugularis interna’ya döküldüğü yerdeki çapı ve v. cerebri superior sayılarıdır. Açısal ölçüm yapılan parametreler; sinus transversus ile SSS, sinus rectus ile SSS, v. cerebri media superficialis ile Trolard veni, v. cerebri media superficialis ile Labbe veni, sinus transversus iii ile Labbe veni, Trolard veni ile SSS, v. cerebri superior’lar ile SSS, sinus rectus ile sinus transversus arasındaki açılardır. Morfolojik olarak tiplendirme başlığı altında incelenen parametreler ise Labbe ve Trolard venlerinin bulunma durumu ve birbirleri ile ilişkisi, sinus transversus’un taraf baskınlığıdır. Verilerin değerlendirilmesinde, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji A.D’nda iş istasyonlarında yüklü olan Centricity RIS-i Plus® 4.2 ve Centricity PACS® (GE, Fairfield, Connecticut, USA) programlarındaki tetkik görüntüleri ve raporları kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar IBM SPSS 23 (Statistical Package for the Social Sciences) ile analiz edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması, 54,5 ± 18,382 olarak bulundu. 528’i (% 52,54) kadın, 477’si (% 47,46) erkekti. 1005 hastanın Labbe ve Trolard venlerinin v. media cerebri superficialis ile ilişkisinin incelenmesi ve beyin yüzeyel venlerinin sınıflandırılmasında 439 hastada her iki anastomotik ven de mevcuttu. Çalışmamızda SSS çapı ortalama 6,65 mm olarak bulunmuştur. Vv. cerebri superiores ortalama sayısı 8 adet ven olarak belirlenmiştir. Bir intrakraniyal ameliyatı planlarken, serebrovasküler sistemin anatomik varyasyonlarının bilgisi ve preoperatif tanınması çok önemlidir. Venöz anatominin varyasyonları, beyinde kronik patolojik durumlara katkıda bulunabilir veya işlemler sırasında komplikasyonlar yaratabilir. Çalışmamızın detaylı bir şekilde beyin yüzeyel venöz anatomisini incelenmesinin literatüre önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz.Item Deneysel fekal peritonit oluşturulan sıçan beyinlerinde apoptotik değişikliklerin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Uysal, Murat; Kurt, M. Ayberk; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSepsis, yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların %14-37’sinde görülmekte ve günümüzdeki ilerlemiş tıbbi tedavi olanaklarına rağmen hala korkulan bir sağlık problemi olma özelliğini sürdürmektedir. Sepsis tanısı konan yoğun bakım hastalarının %8 ila 70’inde ise sepsisle ilişkili ensefalopati (SİE) gelişmektedir. Çalışmamızda yaygın bir sepsis modeli olarak uygulanan çekal ligasyon ve perforasyon (ÇLP) yöntemi kullanılarak sıçanlarda oluşturulan septik tabloda vital parametrelerin, kan tablosu ve kan kültürü sonuçlarının, beyin elektriksel aktivitesinin ve beynin değişik bölgeleri üzerinde apoptotik hücre ölümleri açısından oluşturduğu etkilerin araştırılması ve insanlarda görülen tablo ile olan benzerlik ve farklılıkların irdelenmesi amaçlandı. Bu amaçla 24 erkek Wistar sıçanı kullanıldı ve ÇLP, sham-opere ve opere edilmeyen kontrol grubu olmak üzere üç ayrı gruba ayrıldı. Vital parametreler her üç deney grubunda 0, 2, 6, 12 ve 24. saatleri kapsayacak şekilde non invaziv olarak monitorize edildi. Eş zamanlı olarak, beyin elektriki aktivitesinin değerlendirilmesi amacı ile her üç gruptaki deney hayvanlarının Elektrokortikografik (ECoG) ve Somatosensoriyel Uyarılmış Potansiyel (SEP) kayıtları alındı. Ayrıca operasyon sonrası 24. saatte çıkarılan beyinlerden elde edilen parafin kesitler, TUNEL yöntemine ek olarak kaspaz-3 ve transglutaminaz immunohistokimya yöntemleri ile işaretlenerek gyrus dentatus (DG), cornu ammonis (CA), subventriküler bölge (SVZ) ve çeşitli otonomik merkezlerdeki apoptotik değişiklikler araştırıldı. ÇLP grubunda, kontrol ve sham grublarıyla karşılaştırıldığında çalışmanın 24. saatinde kan basıncında belirgin bir düşme ve kalp atım hızında ise bunun tersi olarak artış gözlendi. Deney hayvanlarından elde edilen ECOG kayıtları, ÇLP grubunda spektral edge frekansı (SEF95) ve medyan frekans (MF) değerlerinde bir miktar azalmayı ve delta aktivitesinde artışı gösterirken; SEP kayıtlarında ise U-P1 ve N1-P2 mesafelerinde uzama ve P1 dalgasına ait amplitüdde düşüş gözlendi. ÇLP grubunda pozitif kan kültürü sonuçlarının yanı sıra trombositopeni ve artmış kan laktat seviyeleri gözlendi. İmmünohistokimyasal boyama sonuçlarına bakıldığında ise ÇLP grubunda TUNEL yöntemiyle işaretlenen apoptotik hücre sayısının median preoptik nükleus (MnPO), subventriküler bölge (SVZ), gyrus dentatus (DG), cornu ammonis-1 (CA1) ve cornu ammonis-3 (CA3) alanlarında anlamlı oranda yüksek olduğu belirlendi. Bununla birlikte nucleus tractus solitarius (NTS), ventroposterior parvosellüler nükleus (VPPC), anteroventral periventriküler nükleus (AVPC), granüler insular korteks (GI), agranüler insular korteks (AGI), perifornikal nükleus (PeF), zona inserta (ZI), dorsomedial hipotalamik nükleus (DMD) ve rostral ventrolateral medulla (RVLM)’da ise TUNEL pozitif hücre sayısı açısından gruplar arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Kesitlerin kaspaz-3 immünohistokimya boyaması sonucu ÇLP grubunda, TUNEL boyamasını destekler şekilde SVZ, median preoptik nükleus, CA1 ve CA3 alanlarında kaspaz-3 ve transglutaminaz immünohistokimya yöntemiyle pozitif boyanmanın olduğu görüldü. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, sıçanlarda uygulanan ÇLP modelinin yaklaşık olarak 24 saatlik dönem açısından sepsisli hastalarda ortaya çıkan klinik sepsis tablosuna benzerlik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Buna ek olarak immünohistokimyasal yöntemlerle boyanmış histolojik kesitlerden elde edilen veriler doğrultusunda SİE’deki patofizyolojik değişikliklerde en azından SVZ, DG, CA1, CA3 ve MNPO alanları için apoptotik hücre ölümlerinin de rol oynayabileceğine ilişkin önemli deliller elde edilmiştir. Mevcut çalışmanın sonuçları, beyinde gerçekleşen apoptotik hücre ölümlerinin engellenmesine yönelik tedavi yaklaşımları sayesinde sepsisli hastaların beyin fonksiyonlarında düzelme ve mortalitede ise azalma sağlayabileceğini düşündürmektedir.Item Deneysel sepsis oluşturulan erişkin sıçanların beyinlerinde nörogenezin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Bakırcı, Sinan; Kurt, M. Ayberk; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSepsis, cerrahi hastaları ve travma kurbanlarında karşılaşılan önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sepsisle ilişkili ensefalopati mortalite ve morbiditeyi artıran ciddi bir komplikasyondur. Sepsis ve sepsisle ilişkili ensefalopatinin temel patofizyolojisini anlamamızda farklı hayvan modellerinden elde edilen sonuçlar yardımcı olmaktadır. Bu hayvan modellerinden elde edilen sonuçların kliniğe uyarlanması ise her zaman mümkün olamamaktadır. Mevcut çalışmada sıçan sepsis modelinin (caecum ligasyon ve perforasyonu); (1) kan basıncı, kalp hızı, rektal ısı değerleri, (2) nörolojik refleksler ve beyin elektriksel aktivitesi, (3) hematolojik ve kan kültürü verileri ve (4) bromodeoksiuridin immünohistokimyasal yöntemiyle beyin subventriküler zonunda nörogenez, üzerine olan etkileri araştırıldı. Ortalama arteriyel basınçtaki anlamlı azalma ve kalp hızındaki anlamlı artış, stabil olmayan vücut ısısı, pozitif kan kültür sonuçları, trombositopeni ve kan laktat seviyelerindeki anlamlı yükselme kullanılan modelin insanlarda görülen sepsis ile önemli benzerlikler taşıdığını göstermiştir. İnsanlarda görülen sepsisle uyumlu olarak caecum ligasyon ve perforasyonu uygulanan sıçanların bir bölümünde nörolojik reflekslerde bozulma, elektrokortikografik kayıtlarda, median ve spektral uç frekanslarında azalma ve delta aktivitesinde anlamlı artma, somatosensoriyel potansiyelde anlamlı uzama saptanmıştır. Çalışmanın bir diğer sonucu olarak caecum ligasyon ve perforasyonu uygulanan sıçanlarda subventriküler zonda bromodeoksiuridin ile pozitif olarak işaretlenen prolifere olan hücre sayısının anlamlı oranda artmış olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar birlikte değerlendirildiğinde, caecum ligasyon ve perforasyon modelinin sepsis ve sepsisle ilişkili ensefalopati için önemli bir köprü görevi görebileceğini ve sıçanlarda caecum ligasyon ve perforasyonu ile oluşturulan sepsisin, beyinde oluşan olası yıkıcı etkiyi dengelemek üzere nöronal rejenerasyonu uyarabileceğini düşündürmektedir.Item Fekal peritonite bağlı sepsiste hippocampus'daki morfolojik değişikliklerin ışık mikroskobik düzeyde incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2005) Kafa, İlker Mustafa; Arı, İlknur; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSepsis ve septik şok yoğun bakım ünitelerindeki ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. İlerleyici sepsis tanısı konulan hastaların yaklaşık yarısında ensefalopati gelişmektedir. Diffüz bir beyin disfonksiyonuna neden olan septik ensefalopati hakkında ise yeterli bilgi birikimi bulunmamaktadır. Septik ensefalopati açısından hippocampus, farklı beyin bölgeleri arasında sepsise en duyarlı beyin dokusu olarak bilinmektedir. Bu çalışmada, sıçanlarda bir sepsis modeli olarak ele alınan fekal peritonitin, cornu ammonis (CA) alanları ile gyrus dentatus üzerindeki etkileri ışık mikroskopisi kullanılarak araştırıldı. Bu amaçla 24 erkek Wistar sıçanı kullanıldı ve üç ayrı gruba ayrıldı. Birinci grup (A grubu) fekal peritonit grubu olarak belirlendi (n=8). İkinci ve üçüncü gruplar da sırasıyla sham grubu (B grubu, n=8) ve kontrol grubu (C grubu, n=8) olarak belirlendi. Sham grubunda, sham operasyonu ve vital fonksiyonların monitorizasyon prosedürleri yapılırken, kontrol grubunda yalnızca vital fonksiyonların monitorizasyonu uygulandı. Sham grubundaki deney hayvanlarına vital değerlendirme yanında sham operasyonu uygulandı. A grubunda ise, her deney hayvanına cerrahi operasyon uygulanarak, intraperitoneal fekal süspansiyon (10ml/kg) verildi. Vital parametreler kontrol grubunda 30 dakika boyunca, fekal peritonit ve sham gruplarında ise 240 dakika boyunca takip edildi. Fekal peritonit grubunda, kalp hızı ve kan basıncındaki dengelerin bozulmasına ek olarak düzensiz solunum ve hipotermi septik şok olarak değerlendirildi. Tüm vital parametreler açısından sham ve fekal peritonit grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Işık mikroskobik değerlendirmede CA1, CA3 ve gyrus dentatus alanlarında morfometrik olarak; nöronların hacimsel dansiteleri, birim alandaki nöron sayıları ve ortalama nükleer çapları hesaplandı. Nöronların hacimsel dansiteleri açısından CA1 (440809±16155; 524704±27872, sırasıyla C ve A grupları p<0.05) ve CA3 (313026±18299; 403006±23102, sırasıyla C ve A grupları p<0.01) alanlarında anlamlı artış saptandı. Ancak, gyrus dentatus alanında nöronların hacimsel dansiteleri açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Ortalama nöron nükleus çaplarının fekal peritonit grubunda, kontrollere göre, CA1 için %89.1 (p<0.01), CA3 için %94.7 (p>0.05) oranlarına gerileyerek azaldığı bulundu. CA1 ve CA3 alanlarındaki nöronların hacimsel dansitelerindeki yüksek değerlerin, aynı alanlarda tespit edilen düşük değerlerdeki ortalama nöron nükleus çaplarının sonucuna bağlı olarak ortaya çıktığı düşünüldü. Nöron nükleus çaplarının, gyrus dentatus alanında, fekal peritonit grubunda kontrol grubuna göre, yalnızca %100.7 (p>0.05) oranında değiştiği görüldü. Sham grubunda ortalama nöron nükleus çaplarındaki değişim üç alan için, kontrol grubuna göre %98.3’ün üzerindeydi (üç alan için de p>0.05). Fekal peritonit ve sham gruplarında kontrol grubuna göre, her üç alan için birim alandaki nöron sayıları açısından ise anlamlı bir farklılık saptanmadı (üç alan için de p>0.05). Ayrıca, fekal peritonit grubunda sepsisin sitotoksik etkilerini düşündüren koyu renkli ve büzülmüş nöronlar gözlemlendi.Item Glenohumeral eklem diziliminin sağlıklı ve patolojik omuzlarda üç boyutlu rekonstrüksiyon yöntemi kullanılarak retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Diner, Gülnur; Özdemir, Senem Turan; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıAmaç: Articulatio glenohumeralis morfolojisi ile omuz patolojileri arasındaki ilişki pek çok çalışmaya konu olmuştur. Articulatio glenohumeralis’in morfolojik özellikleri ile rotator manşet patolojileri arasındaki ilişki daha yaygın kabul görürken, anterior glenohumeral instabilite (AGHİ) ve glenohumeral osteoartrit (GHOA) için bu ilişki netlik kazanmamış, çalışmalarda farklı ve çelişkili sonuçlar raporlanmıştır. Bu çalışmanın amacı AGHİ ve GHOA’de eklemin morfolojisini araştırmak ve potansiyel risk faktörü olabilecek parametreleri değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda kontrol grubu için 80, AGHİ grubu için 73 ve GHOA grubu için 45 BT görüntüsü kullanıldı. Sectra Workstation IDS7 programı kullanılarak 3 boyutlu görseller elde edildi. Art. glenohumeralis morfolojisini değerlendirmek amacıyla cavitas glenoidalis genişliği ve uzunluğu, cavitas glenoidalis indeksi, kritik omuz açısı (KOA), lateral akromiyal açı (LAA), akromiyal eğim, glenopolar açı (GPA), caput humeri yüksekliği, eğimi, çapı olmak üzere lineer ve açısal ölçümler gerçekleştirildi. Caput humeri çapı’nın cavitas glenoidalis genişliği’ne oranı hesaplandı. Bulgular: Kontrol, AGHİ ve GHOA gruplarında sırasıyla; cavitas glenoidalis yüksekliği 39,65 mm, 38,67 mm, 38,34 mm; cavitas glenoidalis genişliği 29,08 mm, 26,95 mm, 28,63 mm; cavitas glenoidalis indeksi 73,40, 69,77, 74,60; GPA 39,44°, 38,73°, 40,13°; KOA 32,50°, 31,31°, 28,82°; akromiyal eğim 31,25°, 27,88°, 28,56°; LAA 82,95°, 81,78°, 89,80°; caput humeri çapı (frontal) 46,37 mm, 45,67 mm, 44,76 mm; caput humeri çapı (sagittal) 43,55 mm, 43,60 mm, 41,71 mm; caput humeri yüksekliği 22,78, 23,36 mm, 21,64 mm; caput humeri eğimi 128,82°, 131,35°, 128,53°; caput humeri çapı (sagittal)/cavitas glenoidalis genişliği 1,50, 1,63, 1,46 olarak ölçüldü. Sonuç: AGHİ grubunda kontrol grubuna göre cavitas glenoidalis indeksi anlamlı derecede düşük, caput humeri çapı (sagittal) / cavitas glenoidalis genişliği oranı yüksek, GHOA grubunda ise KOA değeri anlamlı ölçüde düşük saptandı.Item Karotis ve vertebral damar sisteminin morfolojik ve hemodinamik özelliklerinin doppler US yöntemi ile değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Turan, Senem; Cankur, N. Şimşek; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSonuçların iki aşamada değerlendirildiği çalışmada, sağlıklı 85 bireyin servikal damarlarının morfolojik ve hemodinamik özellikleri Doppler ultrasonografi yöntemi kullanılarak incelendi. Değerlendirilen a. carotis communis, a. carotis interna, a. carotis externa, a. vertebralis'ler ile ilgili olarak tespit edilen morfolojik değişiklikler belirtildi. Boynun her iki tarafında olmak üzere tüm damarlar için çap, peak sistolik, end diastolik akım hızları ile akım hacimleri ölçüldü. Taraf farklılıkları, yaş ve cinsiyet ile olan değişiklikler araştırıldı. Morfolojik değişikliklerin en sık olarak a. carotis interna' da izlendiği belirlendi. Serebrovasküler yetmezliklerin nadir nedenlerinden biri olarak tanımlanan morfolojik değişiklikler içerisinde, en sık izlenen durum a. carotis interna'nın, dirseklenme yaptığı durumdur. Çalışmada a. carotis interna' sında dirseklenme bulunan altı olgu izlendi. A. vertebralis'ler ile ilgili olarak damarın hipoplazik olduğu durum, çap parametresi ve/veya akım hacmi değeri dikkate alınarak belirlendi. A. vertebralis'inde hipoplazi tanımlanan dokuz olgu saptandı. Damar için dominantlık durumu araştırıldı ve incelenen 85 bireyden 54'ünde sol tarafta, 25'inde sağ tarafta a. vertebralis çapı daha geniş olarak ölçüldü. 5 bireyde eşit olarak ölçülürken 1 birey değerlendirilemedi. Sağlıklı popülasyonun tarandığı çalışmada, asemtomatik bireylerde morfolojik değişikliklerin görülme sıklığı araştırıldı. Sağlıklı Türk toplumunu temsil eden Bursa ilinde yaşayan 85 bireyin servikal damarları için hemodinamik özellikler belirlendi. Ölçülen; çap, peak sistolik, end diastolik akım hızlan ve akım hacimleri için ortalama değerler belirlendi. Boynun sağ ve sol tarafı için farklılık olmadığı, cinsiyete bağlı değişiklik gözlenmediği belirlendi. A. carotis interna ve a. vertebralis'lerin ekstrakranial bölümlerinin akım hacimlerinin toplamı yolu ile total beyin kan akımı hesaplandı. Yaşa bağlı olarak artma veya azalma tespit edilmedi. Total beyin kan akımının cinsiyete bağlı değişiklik göstermediği bulundu.Item Medulla spinalis yarı-kesilerinin sıçanlarda unilateral adrenalektomi sonrası görülen kompansatuar adrenal büymeye olan etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Kurt, M. Ayberk; İkiz, İhsaniye; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıBu çalışmada, unilateral adrenalektomi uygulanan sıçanlarda görülen kompansatuar ad renal büyüme ve medulla spinalis yarı-kesilerinin bu büyümeye olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Unilateral sol adrenalektomi sonrasında, cerrahi girişimi takiben 72. saatte, sağ adrenal bezde anlamlı bir ağırlık artışı ile kendisini gösteren kompansatuar büyüme cevabı saptanmıştır. Çıkarılan sol adrenal bezin kontralateralinde, T₁- T₂ medulla spinalis segmentleri arasında yapılan yarı-kesiler, bu büyürneyi anlamlı düzeyde inhibe ederken, ipsilateral yarıkesilerin bu büyürneyi etkilemediği gözlenmiştir. Adrenal bezlerin morfometrik olarak incelenmesi, yalnız unilateral adrenalektomi ve unilateral adrenalektomi öncesi sol medulla spinalis yarı-kesisi uygulanan deney gruplarında benzer oranlarda gerçekleşen kompansatuar adrenal büyümenin, zona glomerulosa ve zona fasciculata+zona reticularis tabakalarındaki mutlak hacim ve parankimal hücre sayısı artışına bağlı olduğunu göstermiştir. Medulla tabakasının mutlak hacmi ve parenkimal hücre sayısı ise her iki grupta da etkilenmemiştir. Ayın morfometrik parametreler sağ medulla spinalis yarı-kesisi ve unilateral sol adrenalektomi uygulanan gruba ait sağ adrenal bezlerde incelendiğinde; zona glomerulosa ve zona fasciculata+zona reticularis tabakalarında anlamlı bir mutlak hacim artışı gözlenirken, bu hacim artışına eşlik eden anlamlı bir parankimal hücre sayısı artışı saptanmamıştır. Bir arada değerlendirildiğinde, bu sonuçlar, medulla spinalis içerisinde unilateral adrenalektomi sonrası görülen ad renal büyümeye aracılık eden afferent ve efferent nöral yolların varlığı yönünde önemli deliller ortaya konmasını sağlamıştır. Mevcut sonuçlar çıkarılan bezin kontralateralinde medulla spinalis içerisinde seyrettiği varsayılan efferent liflerin kesilmesinin, hücre proliferasyonunu önleyerek, kompansatuar adrenal büyürneyi kısmen inhibe ettiğini göstermektedir. Bu deney grubunda anlamlı bir hücre proliferasyonu olmaksızın gerçekleşen adrenal kortikal hacim artışının tabiatını anlamak için ise daha ileri çalışmalar gerekmektedir.