2008 Cilt 17 Sayı 2

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 30
  • ItemOpen Access
    Din sosyolojisi anabilim dalı V. koordinasyon toplantısı ve günümüz Türkiye'sinde din toplum ilişkileri sempozyumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Güler, Fatma; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.
    Din Sosyolojisi Anabilim Dalı V. Koordinasyon Toplantısı ve Günümüz Türkiye'sinde Din Toplum İlişkileri Sempozyumu 4 Temmuz 2008'de Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi organizatörlüğüyle Polisevi Uludağ Eğitim ve Dinlenme Tesisleri'nde yapıldı. Toplantıya 19 İlahiyat Fakültesi'nden ve Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan toplam 54 din sosyologu katıldı. Ayrıca Bursa'daki İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri, İl ve İlçe müftüleri ile Uludağ, Marmara ve İstanbul Üniversiteleri'nden lisansüstü düzeyde çalışma yapan öğrenciler de toplantıyı takip ettiler. Sempozyum U. Ü. Din Sosyolojisi A. D. Başkanı Doç. Dr. Abdurrahman Kurt'un açılış konuşmasıyla başladı. Din sosyolojisinde kurucu din sosyologları Weber ve Durkheim'dan başlayarak başlangıçtan günümüze kadar geçirilen süreçte dine bakışa dair bir değerlendirmenin yapıldığı konuşmada, dinin tanımına dair özsel ve işlevsel bakışların, dinin ilahi kaynağını reddeden güçlü pozitivist geleneğin zamanla kırıldığı belirtildi. Kurt, günümüzde özellikle 800 İlahiyat Fakültelerindeki Türk din sosyologlarının, İslam’ın sosyal görünümleri ve Müslüman dindarlıklarla ilgili çalışmaları çoğu defa içeriden bakışla yapmalarının bu konuda olumlu bir mesafe kat edildiğinin göstergesi olduğunu ifade etti.
  • ItemOpen Access
    Kitap Tanıtımı: “Câhiliye şiiri üzerine” Şaban Karataş Ankara Okulu yayınları, Ankara 2003, 199 sayfa.
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Taşdelen, Hasan; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Kitap bir tercüme olduğu için iki ana bölüm halinde tanıtmayı uygun gördük. Birinci bölümde kitabın içeriğinden bahsedilecek; ikinci bölümde ise yapılan tercüme hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.
  • ItemOpen Access
    Diglossia’ya rağmen yetkinleşme: Arapça’ya yeni bir yaklaşım
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Ryding, Karin C.; Taşdelen, Hasan; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Arap dünyasındaki linguistik durum açıkça diglossia olarak tanımlanmaktadır. Edebî dil yani Modern Standart Arapça (MSA), - yazılı olmayan- mahallî/coğrafi farklılıktan kaynaklanan ve topluca konuşma dili (avamca) olarak anılan dil biçimleri ile çelişkili bir durum arz etmektedir. Dil öğrenimindeki bu iki başlılığın olumsuz tesirleri, Arapça’nın yabancı bir dil olarak öğretilmesini ciddî manada etkilemiştir: Zira öğrenciler, iki dilin okur yazarı olmayı veya günlük meselelerde her iki dille diyalog kurabilmeyi amaçlıyorlarsa, bir yerine en az iki dil biçimini öğrenmek zorunda kalmaktadırlar. Bu sorun, Hint-Avrupa dil ailesine ait olmayan ve Latin alfabesini kullanmayan bir dilin geçmişten getirdiği zorluklara eklenince, dil öğrenimine büyük bir hevesle başlayan ve ileride başlayacak olan çok sayıda öğrencinin azmini örselemekte ve hayal kırıklığına uğratmaktadır. Bu öğrenciler bir iki yıllık öğrenimin ardından, sarfedilen çabaya rağmen iletişim becerisi bakımından hâlâ çok geri durumda olduklarını anlayarak çoğu defa pes etmektedirler.
  • ItemOpen Access
    İslamofobi ve Avrupa’da birlikte yaşama tecrübesi üzerine
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Er, Tuba; Ataman, Kemal; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Günümüzde, gerek tarihten gelen korkuların ve gerekse son yıllarda, gerekçesi ne olursa olsun, yaşanan terör olaylarının demokrasi ve insan haklarının beşiği olarak kabul edilen Batı dünyasında Müslümanlara karşı var olan ön yargıları iyice pekiştirdiğini ve gün yüzüne çıkardığını gözlemekteyiz. Bu ön yargıları besleyen önemli unsurlardan biri Müslümanların kendi dünya görüşü ve geleneksel yaşam tarzlarıyla Batı toplumlarının sosyal yapıları içinde kendilerine rol edinme çabalarıdır. Zira Müslümanlar artık Batı’da “konuk işçi” statüsünde olmayı reddetmekte ve kendilerini bulundukları ülkenin bireyleri olarak algılamaktadırlar. Bu ise onların toplum içindeki görünürlülüğünü artırmaktadır. Bu durum beraberinde Batı’nın, özellikle de Müslümanlar söz konusu olduğunda, alışık olmadığı yeni ve fakat zorunlu bir birlikte yaşama tecrübesinin ortaya çıkmasını da kaçınılmaz kılıyor. Biz bu makalede Avrupa Birliği’nin çeşitli kurulları marifetiyle İslamofobi ile ilgili hazırladığı raporların bir içerik analizini yaparak söz konusu raporlarda konuyla ilgili öne çıkan problemlere dikkat çekmeyi hedefliyoruz.
  • ItemOpen Access
    Onbirinci yüzyılda siyasal gerçeklik ve İslâm siyaset düşüncesine etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Yücedoğru, H. Kübra; Bilgin, Vejdi; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    İslam siyaset düşüncesi tarihsel şartların bir ürünü olup, mevcut siyasal-sosyal gelişmeler çerçevesinde şekillenmiştir. Bu gelişimin bir tarafta dinî hassasiyetleri koruma gayreti içinde olan ulema, diğer tarafta da dinî meşruiyetten mahrum olmayacaklarının farkında olan yöneticiler arasındaki diyalektiğe bağlı olduğu görülür. Ancak bu süreç içerisinde ulema daha edilgen bir rolü kabul etmek zorunda kalmıştır. Burada izlenen temel politika, muhtemel bir meşruiyet sorununda taraflar arasında çıkabilecek çatışmaların önüne geçebilmektir. Bu politika ister istemez doktrinin mevcut siyasal yapı ile adapte edilmesine yol açmıştır. Gazali bu noktada siyaset doktrinindeki uzlaşmanın zirvesini temsil eder. Bu makalede Mâverdi’nin ve Gazali’nin yaklaşımları örnekleminde, on birinci yüzyıl siyasal ve toplumsal şartlarının etkisinde siyaset teorisinin nasıl şekillendiği ele alınacaktır.
  • ItemOpen Access
    Fıkhî hadislerin rivayet değeri bağlamında “beyyine ve yemin hadisi”nin tahric ve tenkidi
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Soylu, Ayşenur; Kahraman, Hüseyin; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    İslam yargılama hukukunun dayandığı temel prensiplerden biri “delil davacıya, yemin davalıya düşer” kaidesidir. Bu kaide Hz. Peygamber’in sözü olarak nakledilen “beyyine ve yemin hadisi”ne dayanır. Bu makalede söz konusu hadisin çeşitli rivayetleri incelenmektedir. Rivayetler incelenirken temel hadis kitapları çerçevesinde, karşılaştırma metoduyla ravilerin fıkhî anlayış ve birikiminin, rivayetlerin metnine yansıma durumunu tespit amaçlanmaktadır.
  • ItemOpen Access
    Muhammed murtazâ ez-Zebîdî’nin nübüvvet anlayışı
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Önal, Recep
    Murtazâ ez-Zebîdî, XVIII. yüzyılda İslâmî ilimlerde özellikle de dil ve edebiyat sahasında yetişmiş önemli şahsiyetlerden biridir. Müellif, sahip olduğu üstün zekâ, azim ve gayreti sonucu başta lügat olmak üzere, hadis, fıkıh, tefsir, tasavvuf ve kelâm ilimlerine kadar uzanan değişik alanlarda mühim eserler vermiştir. Bunlar arasında, özellikle Tâcü’l-Arûs dil ve edebiyat; İthâfü’ssâde ise tasavvuf, felsefe, ahlâk ve kelâm ilimleri açısından önemli bir yere sahiptir. Biz bu çalışmada, Murtazâ ez-Zebîdî'nin nübüvvet görüşünü ele alacağız. Zebîdî, nübüvveti değerlendirirken; peygamber göndermenin Allah’a câiz ve mümkün olduğunu, Allah’ın fiillerinde bir hikmetin bulunduğunu, dolayısıyla peygamberlerin de O’nun bir hikmeti gereği ve insanların maslahatına yönelik olarak gönderildiğini ifade ederek Ehl-i sünnet çizgisine sadık kalır.
  • ItemOpen Access
    İslamcı feminizm: Müslüman kadınların birey olma çabaları
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Güç, Ayşe; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.
    İslamcı feminizm kavramı, İslam kültürü içinde gelişen bir olguya; müslüman kadınların birey olma çabalarına işaret etmektedir. Bu çabaların yansıması, entellektüel müslüman kadınların din ve gelenek içinde kadının durumunu ele aldıkları çalışmalarında ifadesini bulmaktadır. Bu yaklaşımlar, batılı feminist söylem ile bağlantılı olarak değerlendirildiği için bazı soruların araştırılması gerekir: İslamcı feminist söylem, müslüman kadınların bizzat inşa ettiği bir söylem mi yoksa batılı feminizmin silik bir kopyası mıdır? Bu söylem, kendine has bir teoloji üretebilir mi? Bu sorulara giden yolda ilk adım, 19. yüzyılda sistemleşen feminist söylemin İslam kültürünü hangi noktalarda ve nasıl etkilemeye başladığını sorgulamak olacaktır. Bunun için de etkileme sürecini, bu süreçte batılı feminizmle işbirliği yapan oryantalizm, sömürgecilik, milliyetçilik gibi birtakım faktörleri de göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. 20. yüzyılın sonuna doğru entellektüel Müslüman kadınlar, Müslüman dünyadaki kadın sorununu batılı feminist söylemi de dikkate alarak tartışmaya başlamışlardır. Böylece, İslam kültürü içinde feminist söylemden dolaylı olarak etkilenen yeni bir kadın söylemi ortaya çıkmıştır. Bu yeni söylem, kadın çalışmaları sahasına katkı yapan bir literatür de oluşturmaya 650 başlamıştır. Son yıllarda, entellektüel müslüman kadınların din ve gelenek içinde kadının durumunu tartışan çalışmalarında dile getirdikleri yaklaşımlar İslamcı feminizm olarak adlandırılmış ve bu entellektüel müslüman kadınlara da İslamcı feminist denilmiştir. Bu makale, zikredilen noktaları göz önünde bulundurarak bu yeni söylemi ele almaya çalışırken bir yandan da tanımlamalar ile ortaya çıkan sorunlara işaret etmeyi amaçlamaktadır.
  • ItemOpen Access
    Üç Kur’an yorumunda kadının ötekiliği
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Durmuşoğlu, Kadriye; Kurt, Abdurrahman; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Kur’ân kadını kadın erkek ikilemine indirgemeksizin insan olması temelinde ele alır. Kadın ve erkeğin yaratılış niteliklerini dikkate alarak hak ve sorumlulukları belirler. Bireysel ve sosyal kimliğine vurgu yaparak toplumsal değişimin ve istikrarın belirleyici kutuplarından biri kılar. Kadına cinsiyet ayrımcılığında bakmaz. Kadının Kur’an yorumlarında farklılaşan anlamı Gadamer’in Ben-Sen diyalojik ilişkisinde Sen’in anlamlandırılmasının farklı formlarında yorumcunun kadına yönelik bakış açısının düzeyinde ele alınır. Yorumcunun anlatım farklılığı Sen’i nesnel-obje ve kendi menfaatine aracı kılmaktan gerçekten Sen’i Ben gibi özne/birey, insan olarak mevcut ve kendilerine mahsus varoluşlarıyla algılama arasında değişimde belirlenir. Bu anlamlandırmada yorumcunun Öteki’ni/Seni/Kadını anlama biçimi, ‘öteki’ye atfedilen nitelikleri ve imkânları tespit edilir. Kur’an ve üç yorumunda Ben-Sen diyalojik ilişki boyutunda Sen’in/Ötekinin/Kadının anlamı odağında kadının ötekileştirilerek nesnelleştirilen konumunun Kur’an yorumlarında kimliğin anlama yansıyan subjektiflik boyutunda hayatın kültürel formlarında olduğu neticesine ulaşılır.
  • ItemOpen Access
    XIX. yüzyılın ikinci yarısında Tarsus’ta Müslim-Gayrimüslim ilişkileri
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Poş, Abdullah
    Hz. Peygamber döneminden itibaren yapılan zimmet antlaşmalarıyla, İslâm hâkimiyetini tanıyan gayrimüslimler, kendi din ve kültürlerini muhafaza ederek Müslümanlarla bir arada yaşama imkânına kavuşmuşlardı. İslâm hukukuna göre zimmet antlaşmasıyla gayrimüslimlerin her türlü can ve mal emniyeti devlet güvencesi altına alınmış; onlara inanç ve ibadet hürriyeti sağlanmış, ruhanî reislerine beratlar verilmiş, devlet hizmetinde bulunanlardan çeşitli vergiler alınmamıştır. İslâm tarihindeki bu hoşgörü ortamı sayesinde Osmanlı Devleti açısından çalkantılı bir dönem olan XIX. yüzyılın ikinci yarısında bile Tarsus’ta, Müslümanlarla gayrimüslimler bir arada yaşamalarını sürdürebilmişlerdir. Aynı mahalle ve köyde uzun süre birlikte yaşama, gündelik hayatta birçok ilişkiyi de beraberinde getirmiştir. Bu araştırmada, şer‘iye sicilleri temel kaynak alınarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında Tarsus’taki Müslim-gayrimüslim münasebetleri sosyo-kültürel, hukukî ve ekonomik açılardan tahlil edilmeye çalışılmıştır.
  • ItemOpen Access
    XVII. yüzyılda Bursa’da emekli bir kadı: Baldırzade Oğlu Derviş Mehmed Efendi ve serveti
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Maydaer, Saadet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Tereke, bir kişi öldükten sonra geride bıraktığı menkul veya gayri menkul tüm mal varlığına denir. Bunların yazıldığı belgeler ise tereke kayıtlarıdır. Bu belgeler, kişinin ölürken sahip olduğu tüm eşyaların dökümünü verdikleri için gerek o kişinin, gerekse de mensub olduğu sosyal statüdeki diğer insanların gündelik yaşamı hakkında bilgi edinmek için en önemli kaynaklardandır. Tereke defterleri, kişinin ekonomik durumunu tüm açıklığıyla gözler önüne serdikleri gibi, mirasçıları oldukları için kaydedilen aile fertleri sayesinde akrabalık ilişkilerini de ortaya koymaktadırlar. Bazen ölenin adının önüne eklenen bir sıfat, onun mesleği veya toplumsal saygınlığının anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Bu çalışma, XVII. yüzyılda çeşitli illerde kadılık yaparken geçirdiği rahatsızlık yüzünden emekliye ayrılmak zorunda kalan Derviş Mehmed Efendi’nin terekesinden hareketle, hayatına bir ayna tutmayı ve onun sosyo-ekonomik düzeyi ile aile bağlarını ortaya koymayı hedeflemektedir.
  • ItemOpen Access
    Zemahşerî'nin el-Keşşâf'ında Allah'ın bazı sıfatlarıyla ilgili temsîl, mecâz ve istiâre algılamaları
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Kiraz, Celil; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Büyük müfessir Zemahşerî, Kur'ân’da yer alan Allah’ın eli, yüzü, gözü ve arşa istivâsı gibi kullanımları, O’nun hiçbir benzerinin bulunmadığına dair ayetten hareketle, Arapça’nın dil özelliklerini de kullanarak tevil etmektedir. Ona göre Allah’ın eli, O’nun cömertliği ve kudreti; yüzü, zâtı; gözü, her şeyi gözetiminde tutması; arşa istivâsı da bütün kâinatı idare etmesi anlamına gelmektedir. Müfessir, Allah’ın gökte oluşu, O’nun gelmesi, kıyamette insan ve cinlerle baş başa kalması, kâfirleri ihâta etmesi ve onları gözetlemesi konularıyla ilgili olarak da teşbîh ve tecsîmden uzak yorumlar yapmaktadır. Ayrıca Zemahşerî’ye göre Allah’ın kelâm sıfatı da mahlûktur. Müfessirimiz, O’nun cansız varlıklarla karşılıklı konuştuğuna dair Kur'ân’daki bazı ayetleri de temsîl veya mecaz olarak kabul etmektedir.
  • ItemOpen Access
    Zamana sövmeyi yasaklayan hadisin tenkid ve tetkiki
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Karahan, Abdullah; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    İnsan için kavranması zor bir olgu olan “zaman”ın doğru olarak anlaşılabilmesine yardımcı olabilecek her bilgi büyük önemi haizdir. Yüce Allah tarafından Elçisi’nin sözleriyle insanlara aktarılan “zamana serzenişte bulunmayın, çünkü zaman Allah’tır” kudsî hadisi, “zaman” hakkında düşünce üretme gayretindeki insanlara açılım sağlayabilecek bilgiler içinde önemli bir yere sahiptir. Bu önemi dolayısıyla İslâm düşünce tarihinde zaman ile alakalı tartışmalarda gerek sübutu/sıhhati gerekse metin içeriği ön plana çıkarılarak sıkça gündeme getirilen bu hadis, hadis tekniği açısından incelenmeyi hak etmektedir. Böylece tartışmalar daha sağlıklı bir zeminde yürüyecektir. Klasik hadis kaynaklarının oluştuğu ilk dört asırdaki eserlerin birçoğunda yer alan bu hadis dört farklı metin öbeği halinde musanniflere ulaşmıştır. Söz konusu dört metin çeşidi birçok tarîke sahiptir. Çalışmada bu tarîkler ayrı ayrı sened tenkidine tabi tutulmuş, aynı zamanda senedlerle metinler paralel bir şekilde incelenerek metin değişmelerinde tutarsızlıklar olup olmadığı hususu tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca hadisin yorumu yapılarak hem metindeki yanlış anlamaya müsait bazı 464 hususlar aydınlatılmaya hem de hadisin İslâm düşüncesindeki yerine dikkat çekilmeye gayret edilmiştir.
  • ItemOpen Access
    İlk dönem tasavvuf klasikleri tarafından ihmal edilen bir zühd hareketi: Kerrâmiyye
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Çift, Salih; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    İtikâdî bir mezhep olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir zühd hareketi olan Kerrâmiyye, III./IX. asırda ortaya çıkmış ve Moğol istilasına kadar etkin bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Hareketin önderlerinin zâhid kimliklerine rağmen daha ilk dönemlerden itibaren Kerrâmiyye, sûfî müellifler tarafından ihmal edilmiştir. Kerrâmîyye’nin bazı itikadî görüşlerinin klasik anlayışa uymaması bu yaklaşımda etkili olmuştur. Bununla birlikte aralarında Yahyâ b. Muâz er-Râzî’nin de bulunduğu bazı ünlü mutasavvıfların Kerrâmiyye hareketi ile bağlantıları olmuş ve onuncu asrın sonlarına kadar da İslam dünyasında yaygın olan hankâhlar Kerrâmîler’le birlikte anılmıştır.
  • ItemOpen Access
    İlk hristiyanlığın kaynağı olarak essenizm
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Akalın, Haldun
    İsraillilerin ahlaksal ilahiyatının öncü ilkesi, insan hayatının tamamının doğanın düşman güçlerine karşı yürütülen büyük bir savaş olduğu düşüncesi; rasyonelleştirilmesi yoluyla yaşamı kurumsallaştıran kurallar ve düzenlemeler sistemiyle tam bir uyum içindedir, dünyevi etkinliklerden vazgeçmeksizin veya zorunluluğunu söndürmeksizin arındırmış ve kutsamıştır. Esseniliğe özgü öbür dünyaya yönelik çilekeşlik ahlakından oluşan Hristiyan ile yasaya itaat duygusunu pekiştiren Ferisilik tarafından biçimlendirilmiş İsrailli arasındaki dikkat çekici farklılık budur. Essene-Hristiyan ahlakı, kişiyi, sessizlik ve sakinlik halindeki münzeviliğe ve manastır hayatına yönlendirmekte, mantıki bir sonucu olarak, bu dünyanın içinden çekip çıkartıp dışına sürüklemektedir. Museviliğin Ferisi tarzı, binlerce zincirle, birey ile toplumsal yaşamını birbirine imanla bağlamaktadır. Öbür dünyaya yönelik asketizm, daima, Museviliğe ters gelmiştir. Hristiyanlık kişiyi münzevi bir keşiş haline getirirken; Musevilik rasyonalist kılmaktadır. Yasaya itaati öngören Musevilik, bu dünyanın içinde çile çekmeyi esas edinmektedir.
  • ItemOpen Access
    Bursa suları ve su vakıfları
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Karataş, Ali İhsan; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Bol sularıyla meşhur olan Bursa’da eğitim, din, imar, belediye ve benzeri hizmet ve faaliyetlerin pek çoğu vakıflar aracılığıyla yürütülmüştür. Bursa halkının kurduğu vakıflar arasında su hizmetlerine yönelik olanlar da dikkat çekmektedir. Pek çok insan değişik kaynaklardan mahallelere getirilen suların ve bunlara bağlı olarak inşa edilen çeşmelerin tamir ve onarımları için herhangi dünyevî bir menfaat beklemeden mülklerini veya paralarını vakfetmişlerdir. Böylece yaşadıkları sürece olduğu gibi vefatlarından sonra da su hizmetlerinin aksamaması için gerekli ortamı oluşturmuşlardır. Bu çalışmada Bursa Şer’iyye Sicilleri arasında yer alan bazı belgeler ışığında Bursa’daki su vakıfları incelenmeye çalışılacaktır.
  • ItemOpen Access
    Yükleme teorisi ve din ilişkisi üzerine bir değerlendirme
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Gürses, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Bireyler, çevrelerinde olup biten olayları açıklama ihtiyacı içerisindedirler. Yükleme teorisi, bireylerin bu olayları nasıl açıkladığı üzerinde durur. Aynı şekilde din de başımıza gelen olayları açıklamakta kullanabileceğimiz hazır cevaplar sunmaktadır. Bu açıdan yükleme teorisi ile din benzer fonksiyonlar ircaa etmektedir. Zira olayların nedensel açıklamalarını yapmak dinin en önemli niteliğidir. Bireyler yaşananları hem dini hem de din dışı yüklemeler yaparak açıklama eğilimindedirler. Dini yüklemeler konusu din psikolojisi ve dinî ilimlerin, özellikle de Kelam İlmi’nin ortak kesişme noktasında bulunmaktadır.
  • ItemOpen Access
    İbn Hazm’ın dinî düşünce sisteminde Kur’ân ve yorum
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Maşalı, Mehmet Emin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Bu makalede ünlü düşünür Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm’ın (ö. 456/1064), dinî düşünce sisteminde, Kur’ân nasslarını nasıl kullandığı ve nasıl bir yorum yöntemi izlediği hususları üzerinde durmaya çalıştık. Bu çerçevede evvelemirde onun Kur’an’ı ve Kur’an’ın metin yapısını nasıl algıladığını gösterir nitelikteki Kur’ân tarihi ve Kur’ân ilimlerine ilişkin görüşlerini ele aldık, bunun akabinde de yorum anlayışının takdim ve tahliline çalıştık.
  • ItemOpen Access
    Bilimsel sosyal bilim idealinin açmazları: Bir hermenötik açılım teklifi
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Ataman, Kemal; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    Pozitivist epistemolojik geleneği pozitivist kılan önemli ilkelerden biri metot birliği tezidir. Bu ilkeye göre doğa bilimleri ile beşeri/sosyal bilimler arasında metodolojik bir ayrışmaya gitmeyi gerektirecek ciddi bir fark yoktur. Dolayısıyla sosyal bilimcilerce yürütülen her türlü araştırma sonuçlarının geçerli olabilmesi için doğa bilimlerinde kullanılan metotların genel karakteri ile örtüşmesi gerekir. Bilimde pozitivist geleneğin zayıfladığı söylenebilirse de söz konusu ilkenin etkilerini sosyal bilimlerin neredeyse her alanında görmek mümkündür. Bu makalenin amacı sosyal bilimcilerin bilimsel olma iddialarının nasıl da moda bir felsefi söylemin dayatmalarının sonucu olarak ortaya çıktığının bir analizini sunmaktır. Makalenin temel tezi ise şudur: Sosyal bilimciler, genelde pozitivizmin, özelde de mantıksal pozitivizmin derinliklerinde yatan bir imgeyi reddetmeyi amaçlarken, esasen bilginin imkanını doğa bilimlerinin ulaştığı sonuçlarla sınırlı tutan ve tümüyle pozitivistik (positivistic) bir bilgi anlayışının kriter ve yöntemleriyle uyuşma şartına bağlayarak bu hedeflerinden sapmışlardır. Bu ise sosyal bilimcilerin hala pozitivist geleneğin etkisi altında olduğunun bir kanıtı niteliğindedir.
  • ItemOpen Access
    Câhiz’in diliyle Arap Kültür ve Edebiyatında ‘Asâ’
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Taşdelen, Hasan; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.
    “Asâ”, ağaç hammaddesinin bedevînin elinde ürüne dönüştürülmesinin tarihi gibidir. Yaşadığı göçebe hayatın bir gereği olarak, yanına elzem olandan başkasını almayan bedevi, yanına aldığı elzem’i mümkün olan en iyi şekilde değerlendirmenin yoluna bakmıştır. Bedevinin, yanından hiç ayırmadığı bir enstrüman olan “asâ”, bugün teknolojik ürünlerin sergisi haline gelmiş kalabalık şehirlerde yaşayan bizlerin aklına asla gelmeyecek birçok fonksiyona sahiptir. Daha sonraki dönemde sosyal hayattaki değişikliğe paralel olarak “asâ”nın da fonksiyonlarında bir değişiklik gözlenmektedir. Yerleşik hayatta çöldeki kadar “elzem” bir araç olamayan asâ varlığını korumak için başka fonksiyonlara talip olmuştur. Mesela, bir sosyal statü işareti ve aksesuar olarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Hükümdarların ellerinde bir güç sembolü olan ve en ince sanatlarla süslenen, peygamberlerin ellerinde mucizeye dönüşen “asâ”, bedevinin elinde çöldeki hayatının vazgeçilmez araç ve gereçlerinden biri olmaktadır. İsim ve şekillerindeki çeşitlilik, tarihinin her döneminde ve toplumun her kesiminde “asâ”nın kendine uygun bir yer bulabildiğinin göstergesidir.