2020 Cilt 46 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18591
Browse
Browsing by Title
Now showing 1 - 20 of 23
- Results Per Page
- Sort Options
Item 6-OHDA ile oluşturulan parkinson hastalığı modelinde astrogliozis ve glutamat taşıyıcı protein GLT1 ekspresyonu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-07) Minbay, Zehra; Gören, Bülent; Eyigör, Özhan; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5757-8450; 0000-0001-8061-8756; 0000-0003-3463-7483Substansiya nigra pars kompakta yerleşik dopamin nöronlarının kaybı ile karakterize Parkinson hastalığında nöron ölümüne neden olan mekanizmalar tam olarak anlaşılamamış olsa da, bazı kanıtlar hastalığın patogenezinde glutamaterjik sistemin rol oynadığını göstermektedir. Merkezi sinir sisteminin (MSS) ana eksitatör nörotransmitteri olan glutamatın sinaptik aralıktaki konsantrasyonunun yükselmesi eksitotoksisiteye neden olmaktadır. Nöronları glutamat kaynaklı toksisiteden koruyan ana mekanizma, eksitatör amino asit taşıyıcıları olarak bilinen plazma membran proteinlerinin aracılık ettiği alım sistemi yoluyla sinaptik glutamatın ortamdan uzaklaştırılmasıdır. Bu taşıyıcıların disfonksiyonunun bazı nörodejeneratif hastalıklarla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, 6-hidroksidopamin (6-OHDA) ile oluşturulan deneysel Parkinson modelinde astrositlerde ve GLT1 ekspresyonundaki olası değişikliklerin ikili immünohistokimyasal yöntem ile gösterilmesi amaçlandı. Denekler rasgele iki gruba ayrıldı ve streotaksik olarak intranigral serum fizyolojik ya da 6-OHDA enjeksiyonu yapıldı. 15 gün sonra yapılan rotasyonel testlerin ardından denekler sakrifiye edildi ve çıkarılan beyinlerden alınan yüzen kesitler ikili immünofloresans ve ikili indirekt immünoperoksidaz yöntemleri kullanılarak sırasıyla glial asitik fibriler protein (GFAP)-GLT1 ve tirozin hidroksilaz (TH)GFAP antikorları ile işaretlendi. İntranigral 6-OHDA enjeksiyonu dopaminerjik nöron kaybına neden olurken, glial hücre gövdelerinde genişleme astroglial uzantılarda sayı ve çap artışı gözlendi (glial reaksiyon). Glial reaksiyona klasik intermediyet filament belirteci olan GFAP up-regülasyonu eşlik ediyordu. 6-OHDA uygulanan grupta astrositik aktivasyona karşın GLT1 ekspresyon yoğunluğunun değişmemesi, GLT1 down-regülasyonu olarak değerlendirildi. Sonuç olarak; SNpc’da 6-OHDA ile oluşturulan dopaminerjik nöron hasarı sonrası immünohistokimyasal yöntemlerle belirlediğimiz astrogliozis ve astrositik aktivasyona karşın GLT1 proteininin artış göstermemesi, astrositlerin ve/veya glutamat taşıyıcısı GLT1’in, SNpc’da dopaminerjik nöron ölümü ile karakterize Parkinson hastalığının etyopatolojinde rol oynayabileceğini ve ayrıca astrositlerin sağkalımı ve fonksiyonlarının korunmasının, nöron kaybı ile karakterize MSS hastalıklarının sağaltımı için yeni terapötik ajan arayışına yönelik çalışmalar için hedef yaklaşımlar olabileceğini düşündürmüştür.Item Abdominal aort anevrizmalarının konvensiyonel ve endovasküler tamir sonuçlarının karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-07) Dayıoğlu, Enver; Çitoğlu, Görkem; Tıp Fakültesi; Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5316-9166Bu araştırmada abdominal aort anevrizmalı (AAA) hastalarda, açık cerrahinin ve endovasküler anevrizma tamirinin (EVAR) erken dönem (ilk 30 gün) sonuçlarının, eşlik eden ek hastalıkların ve risk faktörlerinin retrospektif olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır. Merkezimizde Ocak 2002-Aralık 2014 tarihleri arasında non-rüptüre AAA (çap >5cm) sebebiyle, elektif olarak opere edilen 50 hasta incelendi. Hastalar iki gruba ayrıldı; EVAR grubu (n=31) ve açık cerrahi grubu (n=19). Demografik bilgiler (yaş, cinsiyet), semptom (karın ağrısı), risk faktörleri (sigara, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kronik böbrek yetmezliği, diabetes mellitus), anevrizma çapı, hastanede ve yoğun bakımda kalış süresi, kan transfüzyonu miktarı, komplikasyon ve mortalite oranları ile ilgili veriler incelendi. Hastaların cinsiyeti büyük oranda (%94) erkekti. EVAR grubunda kan transfüzyonu miktarı, hastanede ve yoğun bakımda yatış süresi daha düşük saptandı (p<0,05). Bu araştırmaya dayanarak şunu söyleyebiliriz ki; yüksek riskli hastalarda EVAR tercih edilmelidir.Item Adolesanda nadir bir genital kitle nedeni olarak yüzeyel anjiyomiksoma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-27) Türedi, Bilge; Yılmaz, Mehmet Uğur; Dede, Merve; Utangaç, Mehmet Mazhar; Saraydaroğlu, Özlem; Balkan, Mehmet Emin; Kılıç, Nizamettin; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı; 0000-0003-3532-0912; 0000-0003-2468-1333; 0000-0003-2346-7802; 0000-0003-2129-0046; 0000-0002-4127-9656; 0000-0002-4845-9916; 0000-0003-2931-1227Çocuklarda genital bölge kitlelerinin ayırıcı tanısında abseler, hemanjiomlar ve yumuşak doku kaynaklı kitleler yer alır. Labial anjiomiksomalı adolesan hastayı sunmayı amaçladık. On dört yaşında kız hasta 9 ay içinde progresif büyüyen sağ labiumda sert, immobil, ağrısız bir kitle ile başvurdu. Yapılan manyetik rezonans incelemede sağ labium majus düzeyinde 42x33x38 mm boyutlu, multilokule, lobule konturlu kitlesel lezyon saptandı. Eksize edildi ve patolojisi anjiyomiksoma ile uyumlu saptandı. Hastanın lokal nüks açısından takipleri devam etmekte olup ameliyat sırasında ve sonrasında herhangi bir sorun yaşanmadı. Genitoüriner anjiomiksomalar adolesanlarda nadiren görülür. Cerrahi eksizyonu ve lokal nüks açısından postoperatif yakın takibi önemlidir.Item Alt ve üst ekstremite damar yaralanmaları: On iki yıllık deneyimimiz(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-09) Yolgösteren, Atıf; Yalçın, Mustafa; Kan, İrem İris; Tok, Mustafa; Sığnak, Işık Şenkaya; Biçer, Murat; Tıp Fakültesi; Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-4467-3915; 0000-0003-0134-3163; 0000-0002-1600-9531; 0000-0001-9656-537X; 0000-0001-8813-4481; 0000-0002-9011-2609Ekstremite damar yaralanması nedeniyle merkezimize başvuran hastaları değerlendirme protokollerimizi, tedavi yöntemlerimizi ve sonuçlarımızı literatür eşliğinde retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Ocak 2007-Aralık 2019 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde periferik damar yaralanması nedeniyle ameliyat edilen hastaların yaş ve cinsiyet bilgileri, yaralanma ile ameliyata alınma arasında geçen süre, preoperatif değerlendirme bilgileri, yaralanan damar segmentleri, yaralanma mekanizmaları, damar onarım teknikleri, postoperatif erken dönem ve 30. günde ki kontrol bilgileri retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya 102 hasta dahil edildi (%9.8’i kadın, %90.2’si erkek; yaş ortalaması 28.9). Hastaların 28’si ateşli silah yaralanması (%27.4), 37’si delici-kesici alet yaralanması (%36.3), 37’si künt yaralanmaydı (%36.3). Hastaların iskemi süreleri 1-8 saati. Seksen dört hastaya otojen greft ile (vena safena magna) baypas (%82.4), 7 hastaya PTFE sentetik ringli damar grefti ile baypas (%6.8), 10 hastaya uç-uca anastomoz, 1 hastaya da safen ven greftiyle patch-plast yapıldı (%1). Yirmi iki hastaya fasyatomi açıldı (%21.5). Beş hastaya amputasyon uygulandı (%4.9). İki hasta ex oldu (%1.9). Ekstremite damar yaralanmalı hastaları değerlendirme ve tedavi protokollerimiz ile cerrahi sonuçlarımız literatürdekilerle benzerlik göstermektedir Periferik damar yaralanmalarında mortalite ve morbidite oranlarını azaltmak için multidisipliner yaklaşımın, hızlı tanı ve tedavinin en önemli faktörler olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca preoperatif görüntüleme gereken hastalarda ilk tercihin BT anjiografi olması gerektiğini, damar onarımında mümkün olan tüm hastalarda otojen greft kullanılmasının en doğru yaklaşım olduğunu ve uzun süreli iskemilerde ampütasyon oranlarını düşürmek için fasyatomi yapılması gerektiğini düşünüyoruz.Item Anatomi bilgisini değerlendirmede kullanılan uygulama sınavları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-27) Yılmaz, Meriç Yıldız; Özdemir, Senem Turan; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-1769-7484Anatomi mezuniyet öncesi Tıp Eğitimi müfredatının önemli bir ayağıdır. Anatomi öğretme-öğrenme çıktılarının değerlendirilmesi süreci, bu temel bilim disiplini geniş bir konu olduğundan karmaşık bir iştir. Uygulamada kurumlar arası farklılıklar olmakla birlikte ölçme ve değerlendirme temel olarak üç alanı içerir: teorik bilgi, pratik bilgi ve klinik bilgi. Bu derlemede anatomi pratik bilgisinin ölçülmesinde kullanılan belli başlı uygulama sınav tipleri hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır.Item Covid-19 pandemisinin hemşirelik öğrencilerinin beslenme ve hijyen alışkanlıklarına etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-22) Ünal, Eda; Özdemir, Aysel; Kaçan, Cevriye Yüksel; Sağlık Bilimleri Fakültesi; Halk Sağlığı Hemşireliği Ana Bilim Dalı; 0000-0002-9247-9594; 0000-0002-0815-9505; 0000-0002-1316-8617Bu çalışmanın amacı, Covid-19 pandemisinin hemşirelik öğrencilerinin beslenme ve hijyen alışkanlıklarına etkisini belirlemektir. Araştırma kesitsel tipte olup 2019-2020 tarihleri arasında Bursa Uludağ Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencileriyle internet yoluyla yürütüldü. Araştırmanın evrenini 155 öğrenci oluşturmakta olup örnekleme yapılmamış evrenin tümüne ulaşılmaya çalışılmış, araştırmaya katılmayı kabul eden 126 öğrenci örneklemi oluşturmuştur (%81). Öğrencilerin yaş ortalaması 21,52 ± 1,47 yıldır. Öğrencilerin % 68,3’ünün pandemi süresince kilo aldığı belirlendi. Covid-19 pandemisinde öğrencilerin günlük C vitamini, kurubaklagil, prebiyotik, probiyotik, zerdaçal, zencefil gibi baharat ve bitki tüketimi artarken, asitli/gazlı içecek, abur cubur gıda tüketimi ve ayaküstü beslenme alışkanlığının azaldığı saptandı (p<0,05). Covid-19 pandemisinde öğrencilerin (günlük sık kullanılan eşyaları, yüzeyleri çamaşır suyuyla temizleme; evi iki saatte bir havalandırma gibi) ev hijyen uygulamaları ile (bir metre sosyal mesafe koyma, tokalaşmama gibi) kişisel hijyen uygulamalarının arttığı tespit edildi(p<0,05). Karantina gibi olumsuz görülen bir sürecin olumlu beslenme davranışı kazanmada etkili olduğu, diğer taraftan kilo artışına sebep olduğu bulundu. Hemşirelik öğrencilerinin çoğunluğunun kişisel hijyen uygulamaları pandemi öncesinde de yüksek olduğu pandemiye özgü kişisel hijyen uygulamalarına yüksek oranda uyum sağlandığı tespit edildi.Item Fukoidanın diyabetik sıçan testis dokularındaki PCNA, INSL3, JNK, TGF-β1, IL-1β ve akt ifadelerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-18) Bayram, Şinasi; Ersoy, Onur; Bekir, Ayşegül Çerkez Kaya; Metin, Melike Sapmaz; Karaca, Turan; Özfidan, Gülnur KızılayÇalışmamızın amacı, diyabetik testis dokularında gözlenen hasarlarda etkili olabilme potansiyeli yüksek bir antioksidan olan fukoidanın, spermatogenez seri hücrelerine proliferasyon, apoptozis ve inflamasyon yönünden olası etkilerini araştırmaktır. Fukoidan; çeşitli amaçlarla tablet formunda tüketici kullanımına sunulmuş olmasına rağmen, diyabetli erkek hastalarda infertiliteye yönelik bir değerlendirme yapabilmek için yeterli veriler bulunmamaktadır. Bu amaçla, testis dokusunda prolifere hücre nükleer antijeni (PCNA), insulin-benzeri peptid 3 (INSL3), fosfo (f)-c-Jun N-terminal kinaz (f-JNK), dönüştürücü büyüme faktörü-β1 (TGF-β1), fosfo-serin/treonin protein kinaz (f-Akt) ve interlökin-1β (IL-1β) gibi biyobelirteçlerin ifadelerinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Çalışmamızda yirmi dört adet Wistar albino erkek sıçan kullanılarak 4 deney grubu (n=6); K: Kontrol grubu, D: diyabet grubu; 40 mg/kg streptozotosin (STZ, 5 ardışık gün, intraperitoneal (i.p.) verilen grup, EF grubu: 40 mg/kg STZ i.p (5 ardışık gün) + 50 mg/kg i.p. fukoidan (Diyabet oluşumunun ertesi günü başlanarak 6 hafta süresince, günaşırı bir kez) verilen grup, GF grubu: 40 mg/kg STZ i.p. (5 ardışık gün) + 50 mg/kg i.p. fukoidan (diyabet oluşturulduktan 15 gün sonra, 6 hafta süresince günaşırı bir kez) verilen grup oluşturulmuştur. Diyabet indüksiyonuyla; immatur hücrelerde dökülme ve seminifer tübül duvarındaki hücrelerde izlenen sitoplazma kayıpları, belirgin dejeneratif değişiklikler olarak görülmüştür. Bununla birlikte diyabet, proliferasyon indeksinin yanısıra INSL3 ve f-Akt immunoreaktivitelerinde azalmaya; f-JNK, TGF-β1, IL-1β immunreaktivitelerinde ise artışa neden olmuştur. EF ve GF gruplarında ise çalışılan tüm parametrelerde, diyabetin etkilerini azaltma yönünde etki gözlenmiştir. Yaptığımız çalışma sonucunda, moleküler düzeyde etkili olabildiği önceki çalışmalarla da saptanan fukoidanın; diyabetik testis dokusundaki histopatolojik hasarlara karşı koruyucu etkileriyle, infertilite gibi üreme sağlığında oluşabilecek ciddi problemlerin önlenmesine katkı yapacağı kanısındayız.Item Gastroenteroloji kliniğine başvuran akut üst gastrointestinal sistem kanamalı hastaların retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-10) Sağıroğlu, Muhammed Fatih; Çalapkulu, Murat; Gülten, Macit; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Gastroenteroloji Bilim Dalı; 0000-0002-4186-0731Üst gastrointestinal sistem (GİS) kanaması mortalite ve morbidite oranı oldukça yüksek olan acil bir durumdur. Bu çalışmamızda hastanemize üst GİS kanaması ile başvuran hastaların demografik özellikleri, klinik bulguları, başvuru şikayetleri, hemodinamik bulguları, komorbid hastalıkları, ilaç kullanım öyküleri, endoskopik bulguları, eritrosit süspansiyon (ES) replasman sayıları, yatış günleri ile ilgili güncel veri elde etmek ve literatürle karşılaştırmak amaçlanmıştır. Bu çalışma Ocak 2012-Aralık 2017 tarihleri arasında Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bölümüne başvuran endoskopi yapılan ve üst GİS kanama tanısı konulan 300 hasta üzerinde retrospektif olarak yapıldı. Hastaların dosyaları hastane arşivinden tarandı. Hastaların yaş ortalaması 61,80±17,18 olarak saptandı. Hastaların %63’ü erkek %37’si kadındı. Hastaların en sık başvuru nedeni %37 ile melena olarak saptandı. Hastaların %84,3’üne eşlik eden komorbid bir hastalık vardı. En sık komorbid hastalık %42,7 ile hipertansiyondu. Hastaların %51,3’ü kanamaya yatkınlık yaratan bir ve daha fazla ilaç kullanmaktaydı, bu ilaçlardan nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) ve asetil salisilik asit (ASA) kullanımı belirgin şekilde fazla olduğu saptandı. Hastaların %43,4’ünde peptik ülser (%24,7’sinde duodenal ülser; %18,7’sinde mide ülseri), %28’inde gastroözofagial varis kanaması, %9’unda gastrit (eritematöz/eroziv), %7,7’sinde özofajit/özofagus ülseri, %5,7’sinde malign ülser-kitle saptandı. Duodenal ülser erkeklerde daha sık saptandı. Sonuç olarak çalışmamızda üst GİS kanamasının en sık nedeni olarak peptik ülser kanaması saptandı. Özellikle ileri yaş, erkek cinsiyet, ASA ve NSAİİ kullanımı üst GİS kanamasında artmış bir risk faktörü olarak saptandı.Item İdrar inkontinasının nadir nedeni olan ektopik üreter tanısında anamnezin yeri ve tedavisinde minimal invaziv cerrahi uygulaması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-23) Aydın, Yavuz Mert; Çiçek, Mehmet Çağatay; Gürsel, Başak Erdemli; Kaygısız, Onur; Tıp Fakültesi; Üroloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6287-6767; 0000-0002-0471-5404; 0000-0002-0047-1780; 0000-0002-9790-7295Bu olgu sunumunun amacı idrar kaçırma şikayeti ile başvuran kız çocuklarında ayrıntılı anamnez ile ektopik üreter tanısı konması ve minimal invaziv yöntemle tedavi edilerek şifa sağlanması konusunda bilgi vermektir.11 yaşında kız hasta, tuvalet eğitiminin tamamlanmasından beri olan, idrar kaçırma şikayetiyle başvurdu. Hasta daha önce farklı merkezlerde birçok defa muayene edilmiş ve işeme disfonksiyonu tanısıyla tedavi edilmiş. Fakat tedaviden fayda görmemişti. Anamnezinde sürekli idrarı kaçırması mevcuttu. Urgency bulgusu yoktu. Fizik muayenede herhangi bir orta hat defekti saptanmadı. Yapılan üroflowmetri testinde patolojik bulgu yoktu. Hastanın üriner sistem ultrasonografi tetkikinde patolojik bulgu yoktu. Bu bulgular ışığında ektopik üreter olasılığı düşünülerek Manyetik Rezonans (MR) Ürografi istendi. MR Ürografi tetkikinde; sol böbrek üst polünün displastik görünümde olduğu, üst polü drene eden üreterin geniş olduğu ve sol üreterin vajina üst-arka duvarına ektopik olarak açıldığı görüldü. Statik Böbrek Sintigrafisi (DMSA) tetkikinde; sol böbrek üst poldeki displastik alanın nonfonksiyone olduğu görüldü. Bu bulgular sonucunda hastaya laparoskopik parsiyel nefrektomi + üreterektomi yapıldı. Ameliyat süresi 120 dakika, tahmini kan kan kaybı 40 ml olarak tespit edildi. Hastanın postoperatif birinci gününde sondası, ikinci gününde dreni çekilerek hasta şifa ile taburcu edildi. Ameliyat spesmeninin patoloji sonucu displastik böbrek ile uyumlu idi. Postoperatif 15. gün, 1. ve 3 aydaki kontrol muayenelerinde, hastanın inkontinans şikayetlerinin tamamen geçtiği görüldü. Sonuç olarak idrar kaçırma şikayeti ile başvuran hastalarda tedaviye yanıt yoksa, ayırıcı tanıda ektopik üreter mutlaka düşünülmelidir. Tedavisinde başarı oranı yüksek ve minimal invaziv bir yöntem olan laparoskopi tercih edilmelidir.Item İkinci trimester tarama ultrasonografisinde anöploidi ve sonografik belirteçler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-02) Dinç, Gülseren; Aran, TurhanBu çalışmanın amacı rutin ikinci trimester ultrasonografisinde saptanan belirteç ve anomalilerin başta trizomi 21 olmak üzere karyotip anomalilerinin tanısındaki etkinliklerini araştırmaktır. Rutin tarama amacıyla on yıllık süre içinde hastanemize refere edilen ve ikinci trimesterde ayrıntılı ultrasonografik inceleme yapılan gebelerin ultrasonografi raporları retrospektif olarak incelendi. İnvazif test sonuçları, majör konjenital anomaliler ve sonografik belirteçler not edildi. Karyotip anomalisi saptanan olgular çalışma grubunu diğer olgular kontrol grubunu oluşturdu. Toplam 4512 sonografik inceleme analiz edildi. Çalışma grubunu invazif işlem yapılarak karyotip anomalisi tanısı almış 76 olgu (%1,7) oluşturdu. Diğer 4436 (%98,3) olgu ise kontrol grubunu oluşturdu. Karyotip anomalisi olan fetüslerde belirteçlerinin görülme sıklığı %1,3-%32,9 oranındaydı. Artmış ense pili kalınlığı karyotip anomalisi saptanan olguların %32,9’unda, karyotip anomalisi saptanmayan olguların %1,8’inde saptandı (RR:18). Ense pilisi kalınlığında artma trizomi 13’de %66,7, trisomi 21’de %43,7 ve trisomi 18’de %25 oranlarında saptandı. En yüksek pozitif olabilirlik oranı (104.9) ve odds oranı (27.6) artmış ense pilisi kalınlığı ile birlikteydi. Karyotip anomalisi açısından ikinci en duyarlı belirteç femur kısalığı olarak bulundu. En sık izlenen majör anomaliler ventrikülomegali, duodenal atrezi, kistik higroma, hidrops fetalis, omfolosel ve çeşitli kardiyak patolojiler idi. Sonuç olarak rutin ikinci tirmester ultrasonografisi ile tanımlanan sonografik belirteçlerle anöploidi taraması son derece sınırlı etkinliğe sahiptir.Item İntramedüller çivi uygulaması sonrası kırık kaynama problemi olan tibia kırığı vakalarında uygulanan farklı dinamizasyon tekniklerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-09) Ünal, Ömer Kays; Dağtaş, Mirza ZaferÇalışmamızda intramedüller çivi (İMÇ) uygulanan tibia kırığı vakalarında dinamik kilitleme ve kaynama gecikmesi nedeniyle ikincil dinamizasyon uygulanan vakaları kaynama süreleri yönünden karşılaştırmak amaçlanmıştır. Mayıs 2002 ile Eylül 2019 tarihleri arasında tibia kırığı nedeniyle İMÇ kullanılarak kapalı redüksiyon internal fiksasyon uygulanan 95 hasta çalışmaya alındı. Hastalar dinamizasyon tekniklerine göre 3 gruba ayrıldı. Birinci grup dinamik kilitleme yapılan hastalar, ikinci grup dinamizasyon amacıyla sadece statik vida çıkarılan hastalar, 3. grup dinamizasyon amacıyla dinamik ve statik tüm vidalar çıkarılan hastalardı. Gruplar; demografik bilgiler, sigara kullanımı, kırık tipi ve kaynama süresi açısından karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Çalışmaya dahil edilen 95 hastanın 61’i erkek, 34’ü kadındı. Hastaların yaş ortalaması 35 (19 – 63) idi. Hastaların ortalama takip süresi 21,3 (12 – 30) hafta idi. Grup 2’de kaynama süresinin diğer gruplara göre daha uzun olduğu görüldü. Tüm hastalar ve ayrı ayrı gruplar arasında yaş ve cinsiyet ile kırık kaynama süresi arasında anlamlı istatistiksel bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). Tüm gruplar için sigara kullanan hastalarda kırık kaynama süresinin daha uzun olduğu saptanmıştır (p<0.05). Kırık tipine göre kırık kaynama süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Gruplar, 12. haftadan tam kaynama gerçekleşene kadar geçen süreler açısından incelendiğinde grup 2’de istatistiksel olarak grup 3’ten daha uzun bir kaynama süresi olduğu saptandı (p<0.05). Çalışmamızın sonucunda; İMÇ uygulanan ve kaynama problemi olan vakalarda en etkili dinamizasyonun, kırık hattına uzak olan noktadan tüm vidaların çıkarılarak çivinin aksiyel yönde hareketine izin vererek sağlandığı görülmüştür.Item Jinekolojik kanserlerde yeni nesil dna dizi analizi ile saptanan mutasyon profilleri: tek merkez vaka serisi sonuçlarımız(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-11) Şahin, Hacı Öztürk; Karacaer, Kübra Özkan; Albuz, Burcu; Sılan, FatmaAmacımız, yaş ve aile hikayesinden bağımsız olarak merkezimizde over (OC) ve endometriyum kanseri (EC) tanısı ile cerrahisi ve ardından genetik mutasyon analizi uygulanan hastalarımızın mutasyon sıklığını ve sekanslarını araştırmaktır. Son yıllarda önleyici stratejilerin gelişimi dışında tedavi seçeneklerindeki fırsatlar ve genetik çalışmaların artışı herediter kanserlere ilgiyi arttırmıştır. En sık görülen herediter jinekolojik kanserler; herediter meme over kanseri (HBOC) ve Lynch Sendromu (LS) dur. Hastalığın düşük prevalansı, test pahalılığı ve etik sebepler popülasyon bazlı taramayı kullanışsız hale getirmektedir. Birimimizde 01.04.2018-01.10.2019 tarihleri arasında genetik araştırması yapılan 37 EC ve 15 OC tanısı almış hastamız çalışmaya dahil edilmiştir. BRCA1/2 ve LS genlerini de içeren (MLH1, MSH2, MSH6, PMS 2) 25 genden oluşan geniş ailevi panel testi uygulanmıştır. Ailevi gen paneli testi yapılan 27 EC hastamızda, 1 MLH1 ve 1 ATM geninde patolojik mutasyon saptandı (%3.7 LS,%3.7 non LS). 11 hastada önemi belirsiz varyant mutasyon (VUS) görüldü (%40.7). BRCA mutasyon araştırması yapılan 20 EC’li hastamızda patolojik mutasyon saptanmadı. BRCA mutasyonu araştırılan 14 OC’lu hastamızda 3 patolojik varyant identifiye edildi ve hepsi BRCA1 genindeydi (HBOC %21,4). Ailevi kanser paneli değerlendirilen 4 OC’lu hastada 1 MSH6 ve 1 ATM geninde patolojik mutasyonlar izlendi. Over ve endometriyum kanserlerinde ailevi geniş mutasyon verilerinin çoğalması ve literatürde paylaşımı VUS oranlarını azaltacak, BRCA ve LS dışındaki genlerin jinekolojik kanserlerdeki rolünü ortaya çıkartacak ve yeni tarama algoritmalarını oluşturacaktır.Item Kanser hastalarında ABO ve rhesus kan gruplarının dağılımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-03) İnci, Fatih; Karataş, FatihLiteratürde ABO ve Rhesus (Rh) kan gruplarının kanser hastalığı ile ilişkisine dair yapılan çalışmalar incelendiğinde mutlak bir sonuç çıkarmak mümkün olmamakta, sonuçlar ülkelere ve çalışmanın yapıldığı merkezlere göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu çalışmanın amacı kliniğimizde ABO-Rh kan gruplarının kanser alt tiplerine göre dağılımını değerlendirmektir. Ocak 2015- Ocak 2020 tarihleri arasında Tıbbi Onkoloji kliniğinde kanser tanısıyla takip ve tedavi edilen hastaların kan gruplarının kanser tiplerine göre dağılımı incelendi ve veriler kanser olmayan kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Katılımcıların yaş, cinsiyet gibi sosyodemografik verileri, kanser alt tipi ve kan grupları (ABO-Rh) retrospektif olarak hasta dosyası ve hastane otomasyon sisteminden tarandı. Çalışmaya 1894’ü (%22.1) kanser hastası, 6681’i (%77.9) kontrol grubu olmak üzere 8575 birey dahil edildi. Kontrol grubu ve kanser hastalarında kan gruplarının dağılımında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.001). Malign melanom, böbrek, kolorektal, meme, over kanserlerinde ARh(+) kan grubu; pankreas kanserinde ise ORh(+) kan grubu anlamlı derecede yüksek oranda saptandı. Diğer kanser tiplerinde kan grupları açısından bir farklılık tespit edilmedi. Çok değişkenli lojistik regresyon analizine göre; A ve O kan grupları ve ileri yaşın kanser hastalığı için bağımsız prediktif faktörler olduğu belirlendi. Kanser hastaları ve kontrol grubunda ABO-Rh kan gruplarının dağılımının farklı olduğu görüldü. Kanser alt tipleri incelendiğinde pankreas kanserinde O kan grubunun, malign melanom ve böbrek tümörlerde ise A kan grubunun daha yüksek oranda olduğu görüldü. Sağlıklı kişilere göre ileri yaş, A ve O kan gruplarının kanser hastalığı için bağımsız prediktif faktörler olduğu görüldü.Item Karpal tünel sendromu semptomları ile başvuran hastalarda fibromiyalji sıklığı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-18) Özçakır, Şüheda; Tıp Fakültesi; Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0851-3620Karpal tünel sendromu (KTS), en sık görülen tuzak nöropatisidir. Ellerde ağrı, uyuşma ve kuvvetsizlik gibi yakınmalarla karakterizedir. Fibromiyalji (FM) ise yaygın ağrının eşlik ettiği kronik kas iskelet sistemi hastalığıdır. Geniş semptom yelpazesi içinde parestezi yakınması sık görülmekte olup KTS ile karışabilmektedir. FM’li hastalarda KTS sıklığını araştıran az sayıda çalışma olup sonuçlar çelişkili bulunmuştur. Bu çalışmada amaç, klinik olarak KTS ile uyumlu yakınmaları olup sinir ileti çalışmalarında KTS saptanan ve saptanmayan iki grup arasında FM açısından farlılık olup olmadığını araştırmaktır. Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Polikliniği’ne başvuran ve KTS ön tanısı ile elektrofizyoloji laboratuvarına yönlendirilen kadın hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm hastalara FM 2016 ACR tanı kriterleri uygulanmış ve Yaygın Ağrı İndeksi (YAİ), Semptom Şiddet Skalası (SSS), Fibromiyalji Şiddet Skoru (FŞS) kaydedilmiştir. Hastalar elektrofizyolojik olarak KTS saptanan ve saptanmayan iki gruba ayrılarak sonuçlar karşılaştırılmıştır. Çalışmaya ellerde uyuşma yakınması olan ve sinir ileti çalışması sonucunda 30 KTS pozitif, 25 KTS negatif hasta alındı. İki grup arasında yaşa ve beden kitle indeksine göre farklılık saptanmadı. KTS saptananların %26,7’sinde, saptanmayanların %24’ünde ACR 2016 kriterlerine göre FM saptanmış olup, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. YAİ, SSS ve FŞS incelendiğinde de gruplar arasında istatistiksel fark saptanmamıştır. Diğer yandan FM saptanan ve saptanmayan iki grup karşılaştırıldığında FM saptanmayan grupta median sinir ileti hızları anlamlı olarak daha yavaş bulundu. Sonuç olarak, KTS hastalarında FM prevalansı yüksek bulunmuştur. FM olan ve olmayan KTS hastalarının median sinir iletim hızlarında anlamlı farklılıklar olduğundan, FM hastalarında KTS tanısı için elektrofizyolojik doğrulama önerilebilir.Item Laringeal mask airway kullanımı ile ilgili komplikasyonların prospektif olarak değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-02) Uran, İsa; Akesen, Selcan Yerebakan; Moğol, Elif; Bilgin, Hülya; Kaya, Fatma Nur; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0002-9518-541X; 0000-0003-3214-7528; 0000-0001-6639-5533; 0000-0002-2655-9844'Laringeal maske airway' (LMA) uygulamasına bağlı faringolaringeal komplikasyonlar gelişebilmektedir. Çalışmamızda genel anestezi altında LMA kullanılan hastalarda, LMA uygulmasına bağlı komplikasyonları prospektif olarak incelemeyi amaçladık. Ekim 2015-Mayıs 2016 tarihleri arasında opere olacak ve LMA kullanılacak 'American Society of Anesthesiologists' skoru (ASA) I-III olan 18 yaş ve üzeri hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, operasyon süresi, operasyon öyküleri, intraoperatif hemodinamik parametreleri, oksijen saturasyonu, LMA’nın kaf basıncı, LMA’yı yerleştiren sağlık personelinin görevi ve deneyimi, deneme sayısı kaydedildi. LMA uygulamasına bağlı gelişen ventilasyon problemi, hıçkırma, hava yolu reaksiyonu gibi komplikasyonlar; mukoza hasarı, kanama gibi intraoperatif komplikasyonlar ve regürjitasyon, bronkolarengeal spazm, ses kısıklığı, yutma güçlüğü gibi postoperatif komplikasyonlar ile LMA çıkartıldıktan sonra üzerindeki kan varlığı da not edildi. Komplikasyon olan ve olmayan grup arasında, yaş arttıkça komplikasyon görülme sıklığı artmış (p=0.009), ASA I hastalarda daha az komplikasyon görülmüştür (p=0.001). Bir yıldan az deneyimi olan sağlık personelinde, 4 yıldan fazla deneyimi olanlara göre daha fazla komplikasyon saptanmıştır (p=0.003). Doktorlar tarafından LMA yerleştirildiğinde daha fazla komplikasyon görülmüştür (p=0.003). Komplikasyonların çoğunluğu LMA yerleştirilirken meydana gelmiştir (p=0.001). Son bir hafta içerisinde genel anestezi altında entübe edilmiş (p=0.002) veya LMA yerleştirilmiş hastalarda (p=0.024) veya ekstübasyon sonrası LMA üzerinde kan görülenlerde komplikasyon oranı daha fazla bulunmuştur (p=0.001). Komplikasyonlar operasyon süresi 30-60 dk arasında olanlarda daha fazla (p=0.04), 15 dk.dan az olanlarda daha az görülmüştür (p=0.01). Sonuç olarak, 3 saatin altında uygun operasyonlarda ve deneyimli uygulayıcı eşliğinde hasta ve uygulayıcı lehine birçok avantaja sahip olduğunu bildiğimiz LMA kullanımına bağlı komplikasyonların; deneyimin artırılması ve girişim sayısının az tutulması ile en aza indirilebileceği kanısına vardık.Item Löfgren Sendromunda kas-iskelet sistemi bulgularının değerlendirildiği klinik araştırma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-01) Ayar, Koray; Ermurat, SelimeBiz bu çalışmada Löfgren sendromu ile takipli olan hastaların başlangıç eklem bulgularını ve seyrini, eklem bulgularına eşlik eden bulguları tespit etmeyi, kronik ve akut artrit ile seyreden olguların eklem ve laboratuvar bulguları ile kullandıkları ilaçları karşılaştırarak hangi değişkenlerin kronikleşmeyi etkilemiş olabileceğini araştırmayı amaçladık. Çalışmada 3071 hastanın dosyası retrospektif olarak incelenmiş olup 12 Löfgren sendromlu hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların başlangıç klinik ve laboratuvar bulguları hasta dosyalarından, başlangıç görüntüleme tetkikleri "PACS" sisteminden, kas iskelet sistemi bulguları da telefonla veya yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Katılımcılar akut artrit (<6 hafta) ve kronik artrit (≥6 hafta) olarak 2 gruba ayrılarak eklem tutulum paternleri ve laboratuvar bulguları gruplar arasında karşılaştırılmıştır. Kullanılan ilaçların sıklığına göre eklem tutulum paternleri de incelenmiştir. Katılımcıların başlangıç klinik bulguları sıklık sırasına göre artrit (%58,3) eritema nodozum (%58,3), göğüs ağrısı (%16,6), bel ağrısı (%8,4), nefes darlığı (%8,4) ve öksürüktür (%8,4). Ayak bileği ödemi, akut artrit ve oligoartrit sıklıkları sırasıyla %75,0, %58,3 ve %75,0'dır. El bileği ve proksimal interfalangial eklemlerin tutulumlarının sıklıkları kronik artrit seyri olanlarda sırasıyla %40 ve %20 iken akut artrit seyri olanlarda sırasıyla %14,7 ve %0 oranında tespit edilmiştir. Sülfasalazin, hidroksiklorokin ve kolşisin kullananlarda kronik artrit seyri sırasıyla %20, %75 ve %100 oranındaydı. Löfgren sendromunda el bileği, proksimal interfalangial eklem ve dirsek tutulumu kronik artrit seyrinde daha sıktır, anjiyotensin dönüştürücü enzim akut artritte daha yüksek görülme eğilimindedir; bunun dışında hastalığın seyrinde ayırt ettirici olabilecek karakteristik klinik ve laboratuvar özellik yoktur. Sülfasalazin gibi potensi yüksek hastalığı modifiye edici ilaçlar hastalığın eklem bulgularının daha kısa sürede kontrol altına alınmasında etkili olabilirler.Item Metastatik tiroid medüller karsinom olgularında vandetanib tedavisi: tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-15) Ünsal, Yasemin Aydoğan; Gül, Özen Öz; Ersoy, Canan; Cander, Soner; Ünsal, Oktay; Ertürk, Erdinç; Tıp Fakültesi; Nefroloji Bilim Dalı; 0000-0002-1566-3099; 0000-0002-1332-4165; 0000-0003-4510-6282; 0000-0001-6303-7896; 0000-0002-3215-8457; 0000-0003-2399-6608Medüller tiroid karsinomları (MTK) tiroid bezinin parafoliküler C hücrelerinden köken alan ve tüm tiroid kanserlerinin %5’ini oluşturan kanserlerdir. Bu çalışmada metastatik MTK tanısıyla takipli olan ve vandetanib tedavisi uygulanan hastaların ilaç uyumu, ortaya çıkan yan etkiler ve tedavinin progresyona katkısını değerlendirmeyi amaçladık. Merkezimizde takipli ve vandetanib tedavisi verilen 6 hastanın dosyaları incelenerek verileri değerlendirildi. Vandetanib tedavisi ile en sık izlenen yan etki cilt döküntüleriydi. Karaciğer enzim yüksekliği ve diyare diğer gözlemlenen yan etkilerdi. Cilt döküntüleri gelişen 5 hastanın 4’ünde ilaç tedavisine 12 hafta ara verildi. Dört hafta takip sonrasında düşük doz ile tedaviye tekrar başlandı. Bir hastada ciddi cilt döküntüleri nedeniyle tedavi revizyonu yapıldı. Vandetanib tedavisi alan 4 hastada stabil hastalık, 1 hastada progresyon kaydedildi. Progresyon tespit edilen ve beyin metastazları olan bir hastamız enfeksiyon nedeniyle ex oldu. Bir hastada ise 2 ay vandetanib kullanımı sonrasında ciddi cilt reaksiyonları geliştiğinden tedaviye devam edilemedi ve bu hasta değerlendirmeye alınamadı. Metastatik ve/veya lokalize ilerlemiş MTK’lerde hastalıksız sağ kalım süresini uzattığı bilinen vandetanib, bilinen yan etki profili de göz önüne alınarak tercih edilebilecek bir tedavi seçeneğidir. Vandetanib kullanan hastaların bilgilendirilmesi, dikkatli izlemi ve yan etki gelişmesi durumunda destek tedavisinin verilmesi önem taşımaktadır.Item Nadir görülen bir over tümörü: sklerozan stromal tümör(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-09) Hasdemir, Seçil; Atalay, Mehmet Aral; Atalay, Fatma Öz; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7188-6115Sklerozan stromal tümör (SST) over seks kord stromal tümörleri arasında yer alan oldukça nadir görülen benign bir stromal tümördür. Bu olgu sunumunda sağ overde SST saptanan hastanın, radyolojik bulguları ve histopatolojik özellikleri literatür eşliğinde kısaca tartışılmıştır. 23 yaşında kadın hasta, pelvik ağrı şikayeti ile başvurduğu dış merkezde yapılan abdominal ultrasonografisinde sağ adnekste kistik ve solid komponenti olan kitle lezyon saptanması üzerine ileri tanı ve tedavi için hastanemiz kadın doğum polikliniğine yönlendirildi. Cinsiyet değiştirme istemi de olan hastaya yapılan laboratuvar incelemelerinde herhangi bir hormonal anormallik saptanmadı. Kitlenin frozen incelemesi sonrasında total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi (TAH+BSO) yapılması kararlaştırıldı. Frozen kesitlerin incelenmesi sonucu “seks kord stromal tümör” olarak değerlendirilen tümörün mikroskopik incelemesinde, kollajenöz ve ödemli hiposellüler alanlar ile hipersellüler alanların oluşturduğu psödolobüler patern, belirgin vasküler proliferasyon izlendi. Morfolojik ve immunhistokimyasal bulgular ışığında sağ overde izlenen tümör “SST” olarak tanı almıştır. Sklerozan stromal tümör olgularının büyük bir kısmı vasküler açıdan zengin solid kitle olduğundan radyolojik olarak öncelikle malign tümör olasılığı akla gelmektedir. SST’nin benign biyolojik davranışa sahip olması ve konservatif cerrahinin gerekli olduğu genç hastalarda görülmesi nedeniyle intraoperatif patolojik tanısı oldukça önemlidir.Item Nadir görülen tuber kalkanei kırığı kaynamama sonrası çift düğme implant ile revizyon cerrahisi olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-15) Nusran, Gürdal; Taşova, Ali Osman; Çıkrıkçıoğlu, GörkemTuber kalkanei kopma kırıkları, genellikle indirekt travma sonrası oluşan ve nadir görülen kırıklardır. Osteoporoz ve diyabet, kırık gelişiminde risk faktörleridir. Bunlar, olası yara sorunları nedeniyle erken cerrahi girişim ile tedavi edilmesi gereken kırıklardır. Bu yazıda, kopma kırığı nedeni ile cerrahi tedavi uygulanan ve vida ile tespiti yapılan, takiplerinde osteoporoz, hasta uyumsuzluğu (erken yük verme), yara yeri problemleri nedeniyle sirküler alçı uygulanamaması gibi problemler nedeniyle erken dönemde implant yetmezliği ve kırık fragmanda redüksiyon kaybı gelişmesi üzerine çift düğme implantı ile revizyon cerrahisi yapılan bir olgu sunuldu.Item Oksitosin nöronlarında kainat reseptör alt birimlerinin sentezi: immünohistokimyasal çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-03) Minbay, Zehra; Eyigör, Özhan; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5757-8450; 0000-0003-3463-7483Oksitosin nöronları, gebe dişide doğumu başlatan ve sürdüren, ayrıca meme bezlerinden süt enjeksiyonunu sağlayan nöroendokrin mekanizmanın en önemli kısmını oluştururlar. Hipotalamik supraoptik (SON) ve paraventriküler (PVN) çekirdeklerde yerleşik olan bu nöronların regülasyonunda merkezi sinir sisteminde yer alan glutamaterjik sistemin önemli rolü olduğu bilinmektedir. Glutamat etkisini hücre membranları üzerinde bulunan reseptörlerine bağlanıp onları aktive ederek gösterir. Bu reseptörlerin üç ayrı alt grubundan biri olan kainat reseptörlerine ait alt birim proteinlerinin oksitosin nöronlarınca sentezlendiğine dair bilgi henüz raporlanmamıştır. Bu çalışmada, oksitosin nöronlarında kainat reseptör alt birimlerinin (GluK1, GluK2, GluK3, GluK5) eksprese edilip edilmediğinin belirlenmesi amaçlandı. Bu amaçla dişi sıçan hipotalamusunda oksitosin ve reseptör ko-lokalizasyonunun belirlenmesinde ikili immünofloresan işaretleme tekniği kullanıldı. Bu boyamaların sonucunda, SON ve PVN’deki oksitosin nöronlarının sayıca çok büyük bir kısmının aynı zamanda GluK5 proteini sentezledikleri belirlendi. Her iki çekirdekte yer alan tüm oksitosin nöronlarının yaklaşık yarısının GluK2 sentezlendiği görüldü. Preparatların incelenmesi sonucunda oksitosin nöronlarında GluK1 ve GluK3 proteinlerinin ekspresyonu izlenmedi. Sonuç olarak çalışmamızda oksitosin nöronlarının fonksiyonel reseptör kanalı oluşturabilecek kainat reseptör alt birimleri eksprese ettiklerinin belirlenmesi, endojen glutamatın oksitosin nöronları üzerindeki etkilerini bu reseptörlere bağlanarak gerçekleştirebileceğini düşündürmektedir. Oksitosin nöronlarında kainat reseptör alt birimlerinin ekspresyonun gösterilmesi bu konudaki literatüre önemli katkılar sağlayacağı ön görüsündeyiz. Gelecekte yapılacak olan fizyolojik ve farmakolojik çalışmalarla veya transgenik hayvanlardan elde edilebilecek bulgulara çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar eklendiğinde, kainat reseptörlerinin oksitosin sentez ve salgılama mekanizmasındaki rolü açıklığa kavuşacaktır.