2008 Güz Sayı 11
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/10126
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Item Vicdanın neliği üzerine: Rousseau-Kant örneği(Uludağ Üniversitesi, 2008) Gül, FikriBu çalışma, ahlak felsefesinin temel kavramlarından biri olan vicdanın neliğini sorgulamak ve ahlak önermelerine temel olması bakımından aralarında etkileşim olduğuna inandığımız Rousseau ve Kant örneği üzerinden vicdan kavramını temellendirmeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken ilk olarak Rousseau’nun, vicdan kavramını nasıl anlamlandırdığı üzerinde durulmuş ve Onun yapıtlarında çok açık olmasa da ahlak duygusu olarak ele aldığı bu kavramın içeriği tartışılmıştır. Daha sonra ise Kant’ın, temellendirilemeyecek olan eski metafizik alana ait öznel bir duyum olarak gördüğü vicdanın değeri sorgulanmıştır. Ayrıca, Kant’ın ahlak felsefesinin odağını oluşturan ödev ahlakı ile ilgili temel tespitlerine yer verilmiştir.Item Yasa üstüne bir tez(Uludağ Üniversitesi, 2008) Doğan, AyselItem Platon düşüncesinde aletheia(Uludağ Üniversitesi, 2008) Haşlakoğlu, OğuzBu makalede, Platon diyaloglarından da anlaşılacağı üzere alethiea, psuche itibariyle söz konusu bütünsel bir tecrübe olarak ele alınmıştır. Bu anlamda Platon tarafından belirlenen philosophia sadece bir bilgi değil aynı zamanda bir katharsis; bir sağaltımdır. Dahası özel türden bir hatırlama edimidir; amnezi olarak çoktandır unutulanın yeniden hatırlanmasıdır. Adı Platon düşüncesinde anamnesis olarak belirlenen bu durum aslında aletheia’nın tecrübi şeklidir ve philosophia’yı da yine başka bir biçimde belirler. İşte bu nedenledir ki dramaturgos yeteneğiyle Platon tarafından icat edilen periaktoi (dönerek sahne değiştirme) philosophos’un doxa’dan çekip çıkarılması tanımlarken bir pathos’a ihtiyaç doğar. Bunu oluşturabilecek itici güç ise bir pathos olarak sadece eros’ta vardır. Bütünüyle kendi etrafında dönerek psuche, doxa sahnesinden aletheia sahnesine döner ve nôêsis vasıtasıyla eidos cihetinde saklandığı yerden açığa çıkan hakiki varlıkla (ontos on) karşı karşıya gelir.Item Eğitim üzerine anarşist bir yaklaşım: William Godwin ve ulusal eğitimin eleştirisi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Bakır, Kemalİnsan özgürlüğünü ön planda tutan ve her tür mutlakıyeti reddeden kural tanımaz bir düşünce olarak anarşizm, insanın biçimlendirilme süreci olarak eğitim anlayışına karşı çıkarak eğitimi özgürlüğün kazanımı ya da korunmasında bir araç olarak ele alır. Eğitim bir tahakküm mü yoksa bir özgürlük aracı mıdır? Bu sorunun yanıtı; anarşizm açısından özgürlük aracıdır ve anarşistlere göre anarşist olmayan hiyerarşi taraftarlarının elinde bir tahakküm aracıdır. Bu sebeple eğitimin amaçsal değişimini ve araçsal dönüşümünü sağlamak özgürlük açısından, dolayısıyla da anarşizm açısından bir zorunluluktur. Bu bağlamda anarşist düşünür William Godwin otoritenin elinde bir araç olan kamusal ya da ulusal eğitimi eleştirerek bunun yerine aklın kullanımı olarak eğitimi ileri sürer. Bu çalışmada Godwin’in eğitimle ilgili düşünceleri ele alınarak açıklanmaya çalışılacaktır.Item Kant’ta a priori sentetik-pratik bir önerme olarak ahlâk yasası ve saygı duygusu(Uludağ Üniversitesi, 2008) Ürek, Ogün; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Bu çalışma, Kant etiğinin önemli kavramlarından biri olan saygının ahlâk yasasıyla ilişkisinden hareketle a priori bir duygu olarak saygının ahlâk yasasının sentetik-pratik bir önerme de olduğunu kanıtladığını göstermeyi amaçlamaktadır.Item Phenomenology: Edmund Husserl, Max Scheler(Uludağ Üniversitesi, 2008) Eren, Işık; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Many writers of the history of philosophy think that the 20th century philosophy can not be understood without Edmund Husserl; because, Husserl, with his understanding of philosophy, served a very crucial function at the turn of the century. In his period, philosophy was mainly acknowledged to be constituted of the criticism of previous philosophical systems in philosophical studies and information in the field of psychology was to be patched to philosophy as information and methods in other fields of science. There remained no field of subject and method peculiar to philosophy. In such a period, Husserl tried to show that philosophy had its own space and method and set a target for philosophy which would lose its importance more and more due to the roles envisaged against other fields of science. Husserl contributed to formation of a group known as Göttingen School of Phenomenology. In the mean time, he influenced the establishment of a group of phenomenology- with a group having included Adolf Reinach and Max Scheler- in Munich. Max Scheler, considering a human being as such as a moral and biological being, tried to establish a philosophical discipline that would analyze phenomena such as language, science, production of instruments, ethos, conscience, art, naming, feeling of right, establishment of a state, production of concepts and historicality and present how these phenomena have come out of the fundamental structure of a human being.Item Kant ve Heidegger’de özgürlük sorunu(Uludağ Üniversitesi, 2008) Aşkın, ZehragülHeidegger, özgürlük sorununda Kantçı denebilecek nedensel olmayan bir bakışa sahiptir. Bununla birlikte Heidegger için özgürlük; Kant’ta olduğu gibi a apriori bir ahlak yasasında da temellenmemektedir. Heidegger, Kant’tan farklı olarak özgürlüğü ontolojik bir temelde açıklamaktadır. Bu noktada özgürlük; kendi özünü kendisinde taşımayan sonlu Dasein’ın ek-statik olagelmesinin öyküsüdür.Item Hegel’in Kant’ın idea anlayışını eleştirisi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Akpınar, BurcuHegel’e göre bilginin tüm öğeleri zihnin kendisine aittir. Aklımız Kant’ın düşüncesinin aksine mutlak bilgiye ulaşabilecek güce sahiptir. Bilinçte bulunan her şey deneyimlenmiştir. Sonsuz olanı da bilinç deneyimler.Item Antikçağ İle Ortaçağda varlık felsefesi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Güzel, Cemal“Varlık”, felsefenin belki de en temel soruşturmalarından biridir; çünkü felsefe yapmaya başlarken yapılacak ilk iş ele alınan nesneyi soruşturmak, yani varlık felsefesi yapmaktır. Nedenler-ilkeler, ousia’lar ve varlık tarzları arasında yaptığı ayrımlarla neyin varlık felsefesinin konusu olduğunu ilk kez ortaya koyan Aristoteles olmuştur. Aristoteles birincil (görülür) ousialar ile ikincil (düşünülür) ousialar olmak üzere iki tür ousiadan sözeder. Birincil ousialar fiziğin konusunu oluştururlar, ikincil ousialarsa Aristoteles’in ilk felsefe adını verdiği varlık felsefesi ya da metafiziğin konusunu oluştururlar. Plotinos, Aristoteles’in fiziğin nedenleri olarak gördüğü nedenleri metafiziğin konusu haline getirir, bu dönüşüm ortaçağ ve sonrasında da uzunca bir dönem etkili olacaktır. O ikincil ousia ile aynı gördüğü “cisimsiz madde”yi varlık felsefesinin asıl konusu yapar, bu “cisimsiz madde”yi de asıl varlık olarak belirtir. Sıradüzenli bir yapı olarak gördüğü “varlıklar”ın en üstünde iyi olan Bir bulunurken, en altta kötülüklerin kaynağı olan Madde vardır. Plotinos’un Aristoteles’e dayanarak oluşturduğu varlık görüşü ortaçağda asıl varlık deyince Tanrı’nın anlaşılmasına, maddesel olanın da kötü ile bir tutulmasına neden olacaktır. Augustinus Tanrının bütün varolanları, zihninde önceden varolan formları kullanarak şekilsiz madde olan iç’e bakmak yoluyla yarattığını söyleyecek, bu öncelik-sonralık ilişkisi de bütün bir ortaçağ boyunca sürecek olan tümeller-tikeller tartışmasını başlatacaktır. Sıkı bir Aristotelesçi olan Aquinalı Thomas ise Aristoteles’in ousiasını varolmak için başka bir şeye gereksinim duymayan töze dönüştürecektir. Ockhamlı William dil-dünya ve düşünce-varolan arasında yaptığı ayrımla varlık sorunu bakımından bir dönüm noktası oluşturacaktır. Böylece Descartes’e gelindiğinde ilk felsefenin “Tanrının varlığını” ya da “insanın bedeni ile ruhu arasındaki ayrımı” kanıtlayan bir soruşturma alanı olması şaşırtıcı olmayacaktır.Item J. G. Fichte’de devlet ve mülkiyet ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Topakkaya, ArslanMülkiyet hakkı vazgeçilemez temel bir haktır. Toplumda yaşayan herkes bu hakka sahiptir. Bunun için insanlar aralarında bir mülkiyet anlaşması imzalamak zorundadırlar. Bu anlaşma olmadan mülkiyet hakkı söz konusu değildir. Fichte mülkiyet hakkını çalışma kavramıyla temellendirir. Bu hak hukukla garanti altına alınmak zorundadır. Mülkiyete ve herhangi bir işe sahip olmayanlara devlet ya da vatandaşlar yardım etmek zorundadır. Devlet bütün vatandaşların mülkiyet hakkını yasalarla garanti altına almalıdır. Devlet mülkiyetin maddesine sahipken birey onun formuna sahiptir. Fakat mülkiyet gerçek anlamda Tanrı’ya aittir. Devlet hem hukuksal hem de çalışmayla elde edilen mülkiyeti korumak zorundadır. Son olarak devlet vatandaşların haklarını mümkün olduğu kadar iyileştirmek durumundadır.Item Soyut düşünmede mantık ve matematik bilgisinin yeri(Uludağ Üniversitesi, 2008) Çüçen, A. Kadir; Ertürk, Elvan; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Psikoloji Bölümü.Bu araştırmanın temel amacı mantık ve matematik eğitimi görmüş üniversite öğrencileri ile yeterince mantık ve matematik eğitimi görmemiş üniversite öğrencileri arasında soyut düşünme düzeylerinin farklı olup olmadıklarını ortaya koymaktadır. 1. Matematik ve mantık alan öğrencilerin ıraksak - yakınsak düşünme özelliklerinin almayanlardan farkını ortaya koyma 2. Matematik ve mantık alan öğrencilerin soyut düşünme özelliklerinin almayanlardan farkını ortaya koyma 3. Cinsiyet farkının ıraksak – yakınsak düşünmedeki etkisini belirleme 4. Cinsiyet farkının soyut düşünce kazanımındaki etkisini belirleme 5. Iraksak ve yakınsak düşünme ve soyut düşünme özelliklerini aile eğitim düzeyi ile ilişkilendirme 6. Mantık dersi alan öğrencilerin mantık bilgisini günlük ve meslekî düşüme etkinliklerine yansıtıp yansıtmadıklarını belirleme. Bu araştırmanın kurumsal önemi üniversite öğrencilerinin soyut düşünmesine ilişkin formal bilimlerin/bilgilerin (mantık ve matematiğin) önemini göstermeye çalışan araştırma zincirinin bir parçası olarak anlaşılabilir.Item Kant ve benlik(Uludağ Üniversitesi, 2008) Yalçın, ŞahabettinBu makalede Kant’ın benlik anlayışı ele alınmaktadır. Kant’ın benlik hakkındaki görüşü şu üç benlik kavramına dayanır: kendinde şey olarak benlik, düşünen (transandantal) benlik ve fenomenal benlik. Kant’a göre biz kendinde şey olarak benlik hakkında herhangi bir bilgi sahibi olamayız, zira kendinde şey olarak benlik zamanda tezahür etmez ve kategorilerin altına düşmez. Ama fenomenal benlik hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Transandantal benlik hakkında ise bilgi sahibi olamamamıza rağmen onun hakkında saf bilinç sahibi olabiliriz. Bu saf bilinç bizim düşünen bir şey olarak varolduğumuza ilişkin bir bilinçtir.Item Georg Büchner, philosophie und eine untersuchung über Büchners philosophie(Uludağ Üniversitesi, 2008) Reyhani, NebilEngagement in Einklang gebracht werden kann, ist ein philosophisches Problem. Zusammen mit seinen ästhetischen Ansichten zeigt Büchner somit eine dreifache Verhaltensweise gegenüber der Wirklichkeit, die offenbar widersprüchlich ist, die aber der Dichter in seiner Person verbindet. Dadurch wird Büchner selbst zu einem philosophischen Problem. Die Methode einer Untersuchung dieses Problems kann aber nicht sein, Büchner in einem Schema philosophischer Richtungen irgendwo einzuordnen. Ein Musterbeispiel für ein solches Vorgehen gibt uns Michael Glebke in seinem Buch „die Philosophie Georg Büchners“, wo er zu beweisen versucht, dass Büchner philosophisch die Verachtung des Idealismus charakterisiert, um ihn dann als Verfechter des Materialismus darstellen zu können. Um zu veranschaulichen, dass dieser Weg nur in einer Sackgasse enden kann, wird Glebkes Verfahren unter die Lupe genommen. Aus Glebkes misslungenem Unterfangen werden dann Schlüsse für die Methode einer sinnvolleren philosophischen Untersuchung von Büchners Werk gezogen.Item Platon’da bilgisizlikten bilgiye giden süreç(Uludağ Üniversitesi, 2008) Erdoğan, EyüpPlaton’da, insan anlığının kendi yolunda bilgisizlikten bilgiye gelişimi iki ana alan üzerinde uzanmaktadır; doksa alanı ve episteme alanı. Her şeyin durmadan akmakta, değişmekte olduğu, maddi, oluş ve yok oluş içinde olan tam anlamıyla gerçek olmayan, tam anlamıyla yokluk da olmayan, duyusal olan, oluş ve bozuluşa tabi olan, aldatıcı olanlar duyusal dünyanın nesneleridir ve duyusal dünyanın bilgisi olan doksadır. Bilginin veya bilimin konusu ise, duyular üstü olan, maddi olmayan, oluş ve yok oluşa tabi olmayan, gerçek olan idealardır ve ideaların bilgisi olan epistemedir. Kendi içlerinde doksa ve epistemenin iki derecesi daha vardır. Böylece Platon’da bilgisizlikten bilgiye giden süreçte eikasia, pistis, dianoia ve noesis gibi dört zihin hali ya da biliş türü ortaya çıkmaktadır.Item Kantçı ve feminist etik kuramlarda bireysel özerklik tartışması(Uludağ Üniversitesi, 2008) Yazıcı, AslıBu makalenin amacı koruyucu etiğin moral temelini tanıtmak, koruyucu etik ile Kantçı etik yaklaşımların özerklik bağlamında farklılıklarını irdelemek; koruyucu etiğe en uygun bireysel özerklik kuramının ne olabileceği sorusunu araştırmaktır. Feminist özerklik anlayışına getirilen eleştirileri karşılamaya çalışırken Meyers’in geliştirdiği yeterlilik temelli özerklik anlayışının aslında Kant’ın karşı çıktığı geleneksel özerklik anlayışıyla temelde benzer olduğunu göstermeye çalışacağım. Yeterlilik temelli özerklik yaklaşımının bazı boyutlarında Kantçı anlamda özerk olmak mümkün olsa da bu durum koruyucu eylemlerin Kantçı anlamda özerk eylemler olduğunu ve etik değere sahip olduklarını göstermez. Bu iki özerklik anlayışı temelde farklıdır. Bu farklılık, özerkliğin değeri ile diğer bazı etik değerler arasındaki öncelik konusundaki yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Kantçı yaklaşıma göre feminist yaklaşım özerkliği bazı yaderklik koşullarında aramaktadır. Feminist etiğe göre ise Kant’ın yaderklik olarak gördüğü bu durumlarda önemli etik değerler vardır.Item Nedensellik, bilim ve metafizik(Uludağ Üniversitesi, 2008) Yaldır, Hülya; Kiraz, SibelBilim, nedenleri ve etkileri tanımlanan doğal olayların daha iyi bir şekilde anlaşılabileceğini varsayar. Pek çok durumda bilimsel metot, meydana gelen her olayın kendisini belli bir etkinin izlediği özel bir nedene sahip olduğunu kabul eder. Buna göre, etkiler nedenlerin deneyimsel bilgisinden sonuç olarak çıkarsanabileceği gibi, nedenlerin bilgisi de etkilerin bilgisinden türetilebilir. Neden, bir şeyin niçin meydana geldiğini açıklarken, sonuç, ne olduğunu betimler. Tabiat ya da bilim hakkındaki bütün çalışmalar, neden ve etki, yani nedensellik yasasıyla ilgilidir. Bu makalede, nedenlerde var olduğu farz edilen ‘kuvvet’, ‘etkinlik’ veya üretken güç’ kavramını ayrıntılı bir şekilde ele aldıktan sonra, bilimin temel aldığı nedensellik ilkesinin esasında hiçbir mantıksal ve deneysel dayanağının olmadığını göstermeye çalışacağım.Item Machiavelli ve Hobbes’da insan doğası sorunu(Uludağ Üniversitesi, 2008) Cihan, Mustafaİnsan doğasının ne olduğuna ilişkin soru, ilkçağdan beri felsefede tartışılan bir konudur. Nitekim bu konuda filozoflar, birbirinden çok farklı alternatif görüşler ortaya koymuşlardır. Çalışmamızın da konusunu oluşturan Machiavelli ve Hobbes’da kendi toplum ve politika felsefeleri bağlamında insan doğası sorununa değinmişlerdir. Her iki düşünürün insan doğasına pesimist bir yaklaşım sergilediği görülür. Fakat, onların bu konuyu ele alış tarzlarında farklı yönler de vardır.Item Pre-school education and multhiethical environment /Reflexive analyses of Bulgarian pre-school education/(Uludağ Üniversitesi, 2008) Koleva, IrinaThe article presents Bulgarian pre-school education in the conditions of multiethnic environment. Based on the example of pre-school educational institutions the strategy for education in interethnic environment was proposed. Situational reflexive analyses of Bulgarian pre-school education with its problems and strategies for development in the context of European space was executed.Item Batı düşünce tarihinde intiharın algısal inşası(Uludağ Üniversitesi, 2008) Şen, NeslihanBireyin tercihli ölümü olan intihar, arkaik dönemlerden günümüze uzun bir geçmişe sahiptir. İntihar, özellikle felsefe, sosyoloji ve psikoloji olmak üzere pek çok alanın konusu olmuştur. Antik Yunan’dan beri intihar, farklı düşünsel temellerde ve farklı toplumsal koşullarda farklı algılamalarla değerlendirilmiştir. Buradan yola çıkarak, bu çalışmada, “Kavramlar ve olgular, farklı toplumsal eğilimlerde farklı algılamalarla değerlendirilir.” varsayımından hareketle, ‘intihar’ı kavramsal ve olgusal boyutlarda bu varsayımın içine yerleştirmek, toplumların tarihsel değişimi içinde, intihar algılamasının toplumsal farklılaşmasını göstermek ve bu bağlamda, ‘intihar’ı, farklı değerler dünyası içinde farklı algısal boyutlarda değerlendirmek amaçlanmaktadır.