Bursa Uludağ Üniversitesi Tezleri
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/14
Browse
Browsing by Department "Anatomi Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 23
- Results Per Page
- Sort Options
Item 13. yy’a ait geç dönem Bizans kafataslarının 3 boyutlu yöntem ile restorasyonu ve dijital prototiplendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-07) Uzabacı, Hüseyin; Kafa, İlker Mustafa; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-3259-82573 boyutlu modelleme ve yazıcıların sağlık alanında kullanımı gün geçtikçe artmaya ve geliştirilmeye devam etmektedir. 3 boyutlu modellemenin kullanım alanlarından biri de osteolojik materyal ve veriler üzerindedir. Anatomi, antropoloji, adli bilimler ve arkeoloji bilimleri açısından eski kemik kalıntılarının arşivlenmesi ve korunması, osteolojik materyaller üzerinde yapılacak çalışmalar için en önemli gerekliliklerden biridir. Eski ve yıllanmış kemik yapılar yıllar içerisinde deforme olmakta ve saklanmalarında zorluklar yaşanabilmektedir. Tez çalışmasında, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Osteoloji Koleksiyonu’nda yer alan 33 adet nispeten deforme olmuş ve 13. yy'a ait geç dönem Bizans kafatasları kullanılmıştır. Kafatasları kodlanıp, 3 boyutlu Hscan Prince Lazer tarayıcıyla modelleme yapılarak STL 3 boyutlu dosya formatında dijital arşiv olarak saklanmıştır. Deformiteler mümkün olduğunca restore edilip, eksik kemik yapılarının, mandibula hariç, yeniden modele eklenmesi gerçekleştirilmiştir. Deformitelerin restorasyonunda “Simetriye Dayalı Yeniden Yapılandırma” ve “Geometriye Dayalı Yeniden Yapılandırma” yöntemi kullanılarak, dijital restore edilmiş prototipler elde edilmiştir. Çalışmada ayrıca 3 boyutlu modellerden antropometrik noktalar arasındaki dijital ölçümler ile gerçek kemikler üzerindeki ölçümler karşılaştırılmıştır. Karşılaştırmalarda SPSS istatistik yazılımı kullanılmıştır. Prototiplendirilmiş kafataslarının plastik örneklendirilmesinde Zaxe X1 yazıcı ve PLA türü plastik materyal kullanılmıştır. 3 boyutlu tarama ile elde edilen eski kafatası materyallerini, dijital ortamda ve basılı olarak prototiplendirip, arşivlendirip, gerçek kemiklere yakın morfometrik veriler alıp daha kalıcı, tekrar kullanılabilir, daha hassas materyal olarak araştırma ve eğitim amacıyla kullanmayı hedeflemekteyiz. Çalışmada aynı zamanda restore edilerek prototiplendirilmiş tarihi kafataslarından 3 boyutlu yazıcı ile çıktı alınması ve birer sert plastik örneklerinin de arşive ve eğitime kazandırılması hedeflenmektedir.Item Ayak tabanı ve ayak bileği iç taraf bağlarının morfolojisi(Uludağ Üniversitesi, 2016-07-01) Babacan, Serdar; Kafa, İlker Mustafa; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp; Anatomi Ana Bilim DalıAyak, vücudun yerle temas eden distal segmentidir. Ayakta bulunan kemikler, ligamentler ve tendonların dizilimi longitudinal ve transvers arkları oluşturur. Arkların devamlılığının sürdürülmesi ligamentler ve tendonlar tarafından sağlanmaktadır. Çalışmanın amacı, ayak tabanında ve ayak bileğinin iç tarafında bulunan bağların morfolojilerinin incelemek, kas tendonlarında görülen varyasyonların insidansını vermek, bağ kopmaları ve yırtılmaları sonucu yapılacak cerrahi işlemlerde kullanılmak üzere bağlara ait bölümlerin ortalama ölçüm değerlerini tahmin eden regresyon formülleri üretmektir. Çalışmamızda, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı'nda bulunan 2'si kadın 13'ü erkek kadavraya ait toplam 30 ayak incelendi. Yapılan diseksiyonların ardından her bir ayağa ait genel özellikler ve bağlara ait özellikler olmak üzere toplam 60 değişken değerlendirildi. M. tibialis posterior tendonunun sonlanma yeri kemiklere göre sınıflandırıldı. M. flexor hallucis longus ve m. flexor digitorum longus'un tendonları arasındaki bağlantılar sınıflandırıldı. Bulguların analizleri istatistik programı SPSS (Statistical Package for the Social Sciences/ver.22)'de yapıldı. Ayağa ve bağlara ait tanımlayıcı istatistik sonuçları verildi. Ölçülen değişkenlerin sağ ve sol ayaktaki değerleri karşılaştırıldığında hiçbir değişkende anlamlı fark gözlenmedi. Yüksek korelasyon gösteren değişkenler arasından bağların proksimal ve distal tutunma yüzey genişlikleri ve iki tutunma yüzeyi arasındaki mesafenin tahmini değerinin hesaplanması için 28 değişkenin regresyon analizleri ile formülü üretildi. M. tibialis posterior tendonlarından 24 tanesinin os naviculare'de sonlanırken 6 tanesinin os cuneiforme mediale'de sonlandığı tespit edildi. 10 adet ayakta m. flexor hallucis longus tendonundan m. flexor digitorum longus tendonuna bağlantı ile atlama, 4 ayakta m. flexor digitorum longus tendonundan m. flexor hallucis longus tendonuna bağlantı ile atlama, 2 ayakta ise her iki kasın tendonundan da karşılıklı olarak birbirine bağlantı ile atlama tespit edilmiştir. Edinilen bulgular diğer araştırmacıların yapmış olduğu benzer çalışmaların sonuçları ile karşılaştırılmıştır.Item Beyin yüzeyel venöz sisteminin dijital subtraksiyon anjiografi görüntüleri üzerinden morfometrik analizi ve tiplendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019) Yılmaz, Meriç Yıldız; Coşkun, İhsaniye; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSerebral venöz anatomi konusunda literatürde yeterli çalışma yoktur ve venlere arterler kadar dikkat edilmemiştir. Beyin venöz sistemi karmaşık bir anatomiye ve belirgin değişkenliğe sahiptir. Venöz sistemin normal varyasyonları, belirli bölümlerin aplazisi ve / veya hipoplazisi, çoklu bulunma, fenestrasyonlar gibi embriyolojik kalıntıların varlığını içerir. Bu değişikliklerin bilinmesi bazı hastalıkların takibinde ve cerrahi yönetiminde değerlendirmek için gerekli olabilir. Beynin venöz drenajı, serebral venlerden sinus durae matris’lere, oradan da vena jugularis interna’lar ile sistemik dolaşıma bağlanır. Beyin venleri vv. cerebri ve vv. cerebelli olmak üzere temelde iki grupta toplanabilir. Vv. cerebri de anatomik konumlarına göre; yüzeyel venöz sistem (vv. superficiales cerebri) ve derin venöz sistem (vv. profundae cerebri) olarak incelenebilir. Serebral venlere, varyasyonlarının da fazla olması nedeniyle çalışmalarda öncelik verilmemiştir. Ancak venöz yapıların hasara uğraması hemipleji, koma ve ölümü içeren ciddi sonuçlara neden olabilir. Bu yüzden cerrahi işlemlerde venlerin korunmasına özen gösterilmelidir. Bu çalışmada venöz sistemin özellikleri, venlerin birbirleri ile ilişkisi, en sık bulunma yerleri ve varyasyonları üzerinde durulmuştur. Çalışmanın amacı beyin yüzeyel venlerinin sınıflandırılması ve morfolojik özelliklerinin belirlenmesidir. Çalışmada Bursa Uludağ Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı arşivlerindeki dijital subtraksiyon anjiyografi (DSA) görüntüleri üzerinden 1302 hastada beynin venöz yapıları incelenmiş, 297 olgu çeşitli nedenlerle çalışma dışında bırakılmıştır. Çalışmada incelenen sayısal parametreler şunlardır. Sinus sagittalis superior (SSS), Labbe veni (v. anastomotica inferior), Trolard veni (v. anastomotica superior), sinus transversus, sinus sigmoideus ve v. cerebri media superficialis’in çapları, sinus sigmoideus’un v. jugularis interna’ya döküldüğü yerdeki çapı ve v. cerebri superior sayılarıdır. Açısal ölçüm yapılan parametreler; sinus transversus ile SSS, sinus rectus ile SSS, v. cerebri media superficialis ile Trolard veni, v. cerebri media superficialis ile Labbe veni, sinus transversus iii ile Labbe veni, Trolard veni ile SSS, v. cerebri superior’lar ile SSS, sinus rectus ile sinus transversus arasındaki açılardır. Morfolojik olarak tiplendirme başlığı altında incelenen parametreler ise Labbe ve Trolard venlerinin bulunma durumu ve birbirleri ile ilişkisi, sinus transversus’un taraf baskınlığıdır. Verilerin değerlendirilmesinde, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji A.D’nda iş istasyonlarında yüklü olan Centricity RIS-i Plus® 4.2 ve Centricity PACS® (GE, Fairfield, Connecticut, USA) programlarındaki tetkik görüntüleri ve raporları kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar IBM SPSS 23 (Statistical Package for the Social Sciences) ile analiz edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması, 54,5 ± 18,382 olarak bulundu. 528’i (% 52,54) kadın, 477’si (% 47,46) erkekti. 1005 hastanın Labbe ve Trolard venlerinin v. media cerebri superficialis ile ilişkisinin incelenmesi ve beyin yüzeyel venlerinin sınıflandırılmasında 439 hastada her iki anastomotik ven de mevcuttu. Çalışmamızda SSS çapı ortalama 6,65 mm olarak bulunmuştur. Vv. cerebri superiores ortalama sayısı 8 adet ven olarak belirlenmiştir. Bir intrakraniyal ameliyatı planlarken, serebrovasküler sistemin anatomik varyasyonlarının bilgisi ve preoperatif tanınması çok önemlidir. Venöz anatominin varyasyonları, beyinde kronik patolojik durumlara katkıda bulunabilir veya işlemler sırasında komplikasyonlar yaratabilir. Çalışmamızın detaylı bir şekilde beyin yüzeyel venöz anatomisini incelenmesinin literatüre önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz.Item Bizans ve günümüz dönemlerine ait insan üst ekstremite uzun kemiklerinde uzunluk tayini(Uludağ Üniversitesi, 2017-06-07) Çini, Nilgün Tuncel; Arı, İlknur; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp; Anatomi Ana Bilim DalıAdli Tıp ve Antropoloji'nin görevleri arasında canlı ve ölü bireylerin biyolojik profillerini çıkararak bireyin kimliklendirilmesi yer almaktadır. Kimliklendirme; yaş, ırk, cinsiyet ve boy gibi bireyin biyolojik ve etnik profilini ortaya koyan değişkenlerin değerlendirilmesi ile yapılır. Bireylerin boy tahmininde en çok kullanılan materyallerden birisi insan iskeletidir. Dekompoze olmuş iskeletlerin var olduğu durumlarda ekstremite uzun kemiklerinden boy tahmini yapılabilmektedir. Kitlesel felaketlerde bütün halde bulunamayan kemikler ile kimliklendirme daha zor hale gelmektedir. Diğer taraftan eski dönemlere ait insan kemik profillerinin ortaya konması ile de farklı dönemlere ışık tutulması sağlanabilmektedir. Dolayısı ile matematiksel hesaplamalar yapılarak anatomik oluşumlar arasındaki ilişkiler ortaya çıkarılıp bazı formüller geliştirilerek fragmente kemiklerden boy tahmini yapılabilmektedir. Bu amaçla, günümüze ait cinsiyeti bilinmeyen 33 adet humerus, 40 adet radius ve 29 adet ulna olmak üzere toplam 102 adet üst ekstremite kemiği ve Bizans dönemine ait tamamı erkek olan 96 adet humerus, 84 adet radius ve 56 adet ulna olmak üzere 236 üst ekstremite kemiği çalışmaya dâhil edilmiştir. Her bir kemiğin fotoğrafları alındıktan sonra dijital ortamda ImageJ programı kullanılarak ölçümler gerçekleştirilmiş, bazı değişkenler ise kumpas yardımı ile ölçülmüştür. Elde edilen veriler SPSS 22.0 programı ile istatistiki değerlendirmeye alınmıştır. Her bir kemik için sağ ve sol taraf ayrı olmak üzere betimleyici değerler verilmiştir. Anatomik oluşumlar arasında ilişkinin yönü ve dereceleri belirlenmiş olup bu ilişkiler kullanılarak boy tahminine yönelik çoklu regresyon formülleri üretilmiştir. Ayrıca Bizans kemikleri ile her bir değişken için karşılaştırmalı analizler yapılarak dönem farklılığı ortaya konmuştur.Item Çocuklarda fossa cubitalis’de yer alan venlere yerleştirilen periferik intravenoz kateterin, tespit aparatları ile sabitlenmesinin periferik intravenoz kateter komplikasyonları üzerine etkisinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-07) Güler, Müren; Coşkun, İhsaniye; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-3388-627XÇalışmamızda, çocuklarda fossa cubitalis’de yer alan venlere yerleştirilmiş periferik venöz kateterin (PVK) farklı tespit aparatları ile sabitlenmesinin PVK komplikasyonları üzerine etkisini prospektif ve randomize kontrollü olarak karşılaştırmayı amaçladık. Çalışma, etik kurul onayı ve hastalardan alınan yazılı onam sonrası, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinikleri’nde, ürogenital sistem ve gastrointestinal sistem cerrahisi uygulanacak, 10 yaş altı, ASA (American Society of Anesthesiologists) skoru I-II olan, 60 hastada gerçekleştirildi. Hastalar HETB (hipoalerjenik elastik fiksasyon bandı) kullanılan Grup 1 (n=30) ve TA (tespit aparatı) kullanılan Grup 2 (n=30) olmak üzere rastgele iki gruba ayrıldı. Her iki grup, ameliyathane ve klinikte PVK ömrü ve komplikasyonları (enfeksiyon, infiltrasyon, ekstravazasyon, yerinden olma, kateter tıkanması, kateter katlanması) açısından takip edildi ve bu özellikler kaydedildi. HETB ve TA gruplarının yaş (ay), kilo (kg) ve boy (cm) parametrelerinin ortalama ve standart sapma değerleri ile cinsiyet, ASA skoru, tercih edilen ven, cerrahinin tipi ve kullanılan ekstremite yüzdesi hesaplandı. Her iki grup arasında; yaş, kilo, boy, cinsiyet, ASA skoru, tercih edilen ven, cerrahinin tipi ve kullanılan ekstremite değerleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.383, p=0.823, p=0.974, p=0.739, p=0.825, p=390, p=602). Her iki grupta kateter tipi (çapı) yaş, kilo, boy ölçüm değerleri açısından karşılaştırıldığında benzer bulundu (p>0.05). Her iki grupta, PVK ömrü (süresi) benzerdi (p>0.05). PVK komplikasyonları görülmesi TA grubunda anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.026). Sonuç olarak, bu çalışmadaki komplikasyon oranı önemli ölçüde azalmış olmakla birlikte, PVK ömrü ile ilgili anlamlı bir sonuç alınamamıştır. Komplikasyon oranının, bir tespit aparatı kullanılarak, iyi bir hemşirelik bakımı sağlanarak ve kateter yerleştirme bölgesinin sık sık değerlendirilmesiyle düşük tutulabileceği kanısındayız.Item Deneysel fekal peritonit oluşturulan sıçan beyinlerinde apoptotik değişikliklerin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Uysal, Murat; Kurt, M. Ayberk; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSepsis, yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların %14-37’sinde görülmekte ve günümüzdeki ilerlemiş tıbbi tedavi olanaklarına rağmen hala korkulan bir sağlık problemi olma özelliğini sürdürmektedir. Sepsis tanısı konan yoğun bakım hastalarının %8 ila 70’inde ise sepsisle ilişkili ensefalopati (SİE) gelişmektedir. Çalışmamızda yaygın bir sepsis modeli olarak uygulanan çekal ligasyon ve perforasyon (ÇLP) yöntemi kullanılarak sıçanlarda oluşturulan septik tabloda vital parametrelerin, kan tablosu ve kan kültürü sonuçlarının, beyin elektriksel aktivitesinin ve beynin değişik bölgeleri üzerinde apoptotik hücre ölümleri açısından oluşturduğu etkilerin araştırılması ve insanlarda görülen tablo ile olan benzerlik ve farklılıkların irdelenmesi amaçlandı. Bu amaçla 24 erkek Wistar sıçanı kullanıldı ve ÇLP, sham-opere ve opere edilmeyen kontrol grubu olmak üzere üç ayrı gruba ayrıldı. Vital parametreler her üç deney grubunda 0, 2, 6, 12 ve 24. saatleri kapsayacak şekilde non invaziv olarak monitorize edildi. Eş zamanlı olarak, beyin elektriki aktivitesinin değerlendirilmesi amacı ile her üç gruptaki deney hayvanlarının Elektrokortikografik (ECoG) ve Somatosensoriyel Uyarılmış Potansiyel (SEP) kayıtları alındı. Ayrıca operasyon sonrası 24. saatte çıkarılan beyinlerden elde edilen parafin kesitler, TUNEL yöntemine ek olarak kaspaz-3 ve transglutaminaz immunohistokimya yöntemleri ile işaretlenerek gyrus dentatus (DG), cornu ammonis (CA), subventriküler bölge (SVZ) ve çeşitli otonomik merkezlerdeki apoptotik değişiklikler araştırıldı. ÇLP grubunda, kontrol ve sham grublarıyla karşılaştırıldığında çalışmanın 24. saatinde kan basıncında belirgin bir düşme ve kalp atım hızında ise bunun tersi olarak artış gözlendi. Deney hayvanlarından elde edilen ECOG kayıtları, ÇLP grubunda spektral edge frekansı (SEF95) ve medyan frekans (MF) değerlerinde bir miktar azalmayı ve delta aktivitesinde artışı gösterirken; SEP kayıtlarında ise U-P1 ve N1-P2 mesafelerinde uzama ve P1 dalgasına ait amplitüdde düşüş gözlendi. ÇLP grubunda pozitif kan kültürü sonuçlarının yanı sıra trombositopeni ve artmış kan laktat seviyeleri gözlendi. İmmünohistokimyasal boyama sonuçlarına bakıldığında ise ÇLP grubunda TUNEL yöntemiyle işaretlenen apoptotik hücre sayısının median preoptik nükleus (MnPO), subventriküler bölge (SVZ), gyrus dentatus (DG), cornu ammonis-1 (CA1) ve cornu ammonis-3 (CA3) alanlarında anlamlı oranda yüksek olduğu belirlendi. Bununla birlikte nucleus tractus solitarius (NTS), ventroposterior parvosellüler nükleus (VPPC), anteroventral periventriküler nükleus (AVPC), granüler insular korteks (GI), agranüler insular korteks (AGI), perifornikal nükleus (PeF), zona inserta (ZI), dorsomedial hipotalamik nükleus (DMD) ve rostral ventrolateral medulla (RVLM)’da ise TUNEL pozitif hücre sayısı açısından gruplar arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Kesitlerin kaspaz-3 immünohistokimya boyaması sonucu ÇLP grubunda, TUNEL boyamasını destekler şekilde SVZ, median preoptik nükleus, CA1 ve CA3 alanlarında kaspaz-3 ve transglutaminaz immünohistokimya yöntemiyle pozitif boyanmanın olduğu görüldü. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, sıçanlarda uygulanan ÇLP modelinin yaklaşık olarak 24 saatlik dönem açısından sepsisli hastalarda ortaya çıkan klinik sepsis tablosuna benzerlik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Buna ek olarak immünohistokimyasal yöntemlerle boyanmış histolojik kesitlerden elde edilen veriler doğrultusunda SİE’deki patofizyolojik değişikliklerde en azından SVZ, DG, CA1, CA3 ve MNPO alanları için apoptotik hücre ölümlerinin de rol oynayabileceğine ilişkin önemli deliller elde edilmiştir. Mevcut çalışmanın sonuçları, beyinde gerçekleşen apoptotik hücre ölümlerinin engellenmesine yönelik tedavi yaklaşımları sayesinde sepsisli hastaların beyin fonksiyonlarında düzelme ve mortalitede ise azalma sağlayabileceğini düşündürmektedir.Item Deneysel sepsis oluşturulan erişkin sıçanların beyinlerinde nörogenezin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Bakırcı, Sinan; Kurt, M. Ayberk; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSepsis, cerrahi hastaları ve travma kurbanlarında karşılaşılan önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sepsisle ilişkili ensefalopati mortalite ve morbiditeyi artıran ciddi bir komplikasyondur. Sepsis ve sepsisle ilişkili ensefalopatinin temel patofizyolojisini anlamamızda farklı hayvan modellerinden elde edilen sonuçlar yardımcı olmaktadır. Bu hayvan modellerinden elde edilen sonuçların kliniğe uyarlanması ise her zaman mümkün olamamaktadır. Mevcut çalışmada sıçan sepsis modelinin (caecum ligasyon ve perforasyonu); (1) kan basıncı, kalp hızı, rektal ısı değerleri, (2) nörolojik refleksler ve beyin elektriksel aktivitesi, (3) hematolojik ve kan kültürü verileri ve (4) bromodeoksiuridin immünohistokimyasal yöntemiyle beyin subventriküler zonunda nörogenez, üzerine olan etkileri araştırıldı. Ortalama arteriyel basınçtaki anlamlı azalma ve kalp hızındaki anlamlı artış, stabil olmayan vücut ısısı, pozitif kan kültür sonuçları, trombositopeni ve kan laktat seviyelerindeki anlamlı yükselme kullanılan modelin insanlarda görülen sepsis ile önemli benzerlikler taşıdığını göstermiştir. İnsanlarda görülen sepsisle uyumlu olarak caecum ligasyon ve perforasyonu uygulanan sıçanların bir bölümünde nörolojik reflekslerde bozulma, elektrokortikografik kayıtlarda, median ve spektral uç frekanslarında azalma ve delta aktivitesinde anlamlı artma, somatosensoriyel potansiyelde anlamlı uzama saptanmıştır. Çalışmanın bir diğer sonucu olarak caecum ligasyon ve perforasyonu uygulanan sıçanlarda subventriküler zonda bromodeoksiuridin ile pozitif olarak işaretlenen prolifere olan hücre sayısının anlamlı oranda artmış olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar birlikte değerlendirildiğinde, caecum ligasyon ve perforasyon modelinin sepsis ve sepsisle ilişkili ensefalopati için önemli bir köprü görevi görebileceğini ve sıçanlarda caecum ligasyon ve perforasyonu ile oluşturulan sepsisin, beyinde oluşan olası yıkıcı etkiyi dengelemek üzere nöronal rejenerasyonu uyarabileceğini düşündürmektedir.Item Epilepsi tanısı konmuş çocuklarda bazı beyin yapılarındaki hacimsel ve morfometrik değişikliklerin manyetik rezonans görüntüleme yöntemi ile incelenmesi ve febril konvulsiyonla ilişkisi: Retrospektif bir çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-02-13) Sak, Nazan Güner; Şendemir, Erdoğan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-3172-1746Epilepsi, genellikle tekrarlayan nöbetlerle tanımlanmaktadır. Epilepside nuclei basale’ye ait yapılarda değişikliklerin olduğu bildirilmiştir. Bu yapıların özellikle nöbetlerin devamlılığı konusunda rol oynadığı ileri sürülmüştür. Gelişmekte olan beyin nöbet oluşumuna oldukça açıktır bu sebeple epilepsi daha sık ortaya çıkmaktadır. Febril konvulsiyon, epilepsi için en bilinen öncüllerden biridir. Karmaşık patolojisi sebebi ile epilepsi etiyolojisinin saptanması ve tanı konulması zordur. Çalışmamızda, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ndan 3 Boyutlu Tesla 1 ağırlıklı, 230 kranial manyetik rezonans görüntüsü kullanılmıştır. Epilepsi tanısı konulmuş, basit febril konvulsiyon geçirmiş ve kontrol olacak şekilde 0-5 yaş aralığı için gruplar oluşturulmuştur. Nuclei basale’ye ait nucleus caudatus, putamen, globus pallidus, corpus amygdaloideum, nucleus accumbens ve diencephalon’a ait thalamus’un hacim ölçümleri volBrain, MRICloud ve ImFusion Suite programları ile yapılmıştır. Elde edilen verilerin istatistikler analizleri için SPSS 22.0 programı kullanılmıştır. Genel olarak bulgularımızı değerlendirdiğimizde, epilepsi tanısı konulmuş çocuklarda ekstrapiramidal sistemde rol oynayan nucleus caudatus, globus pallidus ve putamen hacimlerinde kontrol grubuna göre artış, bunun yanında corpus amygdaloideum ve thalamus yapılarında da azalma bulunduğunu belirtebiliriz. Buna ek olarak da corpus amygdaloideum ve thalamus için elde edilen veriler febril konvulsiyon ve kontrol gruplarında; nucleus caudatus, putamen, globus pallidus için elde edilen veriler ise febril konvulsiyon ve epilepsi gruplarında yakın değerler olarak elde edilmiştir. Literatürde, gelişmekte olan beyinde yapılan çalışmalar oldukça azdır, bunun yanında hem çocuklar hem de yetişkinler için nuclei basale’nin hacim bilgisi ile ilgili de fazla veri bulunmamaktadır. Gelişen beyinde epilepsinin başlangıç patolojisine ait elde edilebilecek her veri klinik açıdan önemlidir. Sonuçlarımızın bu patolojiye bir nebze de olsa aydınlatabileceğini düşünüyoruz.Item Fekal peritonite bağlı sepsiste hippocampus'daki morfolojik değişikliklerin ışık mikroskobik düzeyde incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2005) Kafa, İlker Mustafa; Arı, İlknur; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSepsis ve septik şok yoğun bakım ünitelerindeki ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. İlerleyici sepsis tanısı konulan hastaların yaklaşık yarısında ensefalopati gelişmektedir. Diffüz bir beyin disfonksiyonuna neden olan septik ensefalopati hakkında ise yeterli bilgi birikimi bulunmamaktadır. Septik ensefalopati açısından hippocampus, farklı beyin bölgeleri arasında sepsise en duyarlı beyin dokusu olarak bilinmektedir. Bu çalışmada, sıçanlarda bir sepsis modeli olarak ele alınan fekal peritonitin, cornu ammonis (CA) alanları ile gyrus dentatus üzerindeki etkileri ışık mikroskopisi kullanılarak araştırıldı. Bu amaçla 24 erkek Wistar sıçanı kullanıldı ve üç ayrı gruba ayrıldı. Birinci grup (A grubu) fekal peritonit grubu olarak belirlendi (n=8). İkinci ve üçüncü gruplar da sırasıyla sham grubu (B grubu, n=8) ve kontrol grubu (C grubu, n=8) olarak belirlendi. Sham grubunda, sham operasyonu ve vital fonksiyonların monitorizasyon prosedürleri yapılırken, kontrol grubunda yalnızca vital fonksiyonların monitorizasyonu uygulandı. Sham grubundaki deney hayvanlarına vital değerlendirme yanında sham operasyonu uygulandı. A grubunda ise, her deney hayvanına cerrahi operasyon uygulanarak, intraperitoneal fekal süspansiyon (10ml/kg) verildi. Vital parametreler kontrol grubunda 30 dakika boyunca, fekal peritonit ve sham gruplarında ise 240 dakika boyunca takip edildi. Fekal peritonit grubunda, kalp hızı ve kan basıncındaki dengelerin bozulmasına ek olarak düzensiz solunum ve hipotermi septik şok olarak değerlendirildi. Tüm vital parametreler açısından sham ve fekal peritonit grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Işık mikroskobik değerlendirmede CA1, CA3 ve gyrus dentatus alanlarında morfometrik olarak; nöronların hacimsel dansiteleri, birim alandaki nöron sayıları ve ortalama nükleer çapları hesaplandı. Nöronların hacimsel dansiteleri açısından CA1 (440809±16155; 524704±27872, sırasıyla C ve A grupları p<0.05) ve CA3 (313026±18299; 403006±23102, sırasıyla C ve A grupları p<0.01) alanlarında anlamlı artış saptandı. Ancak, gyrus dentatus alanında nöronların hacimsel dansiteleri açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Ortalama nöron nükleus çaplarının fekal peritonit grubunda, kontrollere göre, CA1 için %89.1 (p<0.01), CA3 için %94.7 (p>0.05) oranlarına gerileyerek azaldığı bulundu. CA1 ve CA3 alanlarındaki nöronların hacimsel dansitelerindeki yüksek değerlerin, aynı alanlarda tespit edilen düşük değerlerdeki ortalama nöron nükleus çaplarının sonucuna bağlı olarak ortaya çıktığı düşünüldü. Nöron nükleus çaplarının, gyrus dentatus alanında, fekal peritonit grubunda kontrol grubuna göre, yalnızca %100.7 (p>0.05) oranında değiştiği görüldü. Sham grubunda ortalama nöron nükleus çaplarındaki değişim üç alan için, kontrol grubuna göre %98.3’ün üzerindeydi (üç alan için de p>0.05). Fekal peritonit ve sham gruplarında kontrol grubuna göre, her üç alan için birim alandaki nöron sayıları açısından ise anlamlı bir farklılık saptanmadı (üç alan için de p>0.05). Ayrıca, fekal peritonit grubunda sepsisin sitotoksik etkilerini düşündüren koyu renkli ve büzülmüş nöronlar gözlemlendi.Item Glenohumeral eklem diziliminin sağlıklı ve patolojik omuzlarda üç boyutlu rekonstrüksiyon yöntemi kullanılarak retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024) Diner, Gülnur; Özdemir, Senem Turan; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıAmaç: Articulatio glenohumeralis morfolojisi ile omuz patolojileri arasındaki ilişki pek çok çalışmaya konu olmuştur. Articulatio glenohumeralis’in morfolojik özellikleri ile rotator manşet patolojileri arasındaki ilişki daha yaygın kabul görürken, anterior glenohumeral instabilite (AGHİ) ve glenohumeral osteoartrit (GHOA) için bu ilişki netlik kazanmamış, çalışmalarda farklı ve çelişkili sonuçlar raporlanmıştır. Bu çalışmanın amacı AGHİ ve GHOA’de eklemin morfolojisini araştırmak ve potansiyel risk faktörü olabilecek parametreleri değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda kontrol grubu için 80, AGHİ grubu için 73 ve GHOA grubu için 45 BT görüntüsü kullanıldı. Sectra Workstation IDS7 programı kullanılarak 3 boyutlu görseller elde edildi. Art. glenohumeralis morfolojisini değerlendirmek amacıyla cavitas glenoidalis genişliği ve uzunluğu, cavitas glenoidalis indeksi, kritik omuz açısı (KOA), lateral akromiyal açı (LAA), akromiyal eğim, glenopolar açı (GPA), caput humeri yüksekliği, eğimi, çapı olmak üzere lineer ve açısal ölçümler gerçekleştirildi. Caput humeri çapı’nın cavitas glenoidalis genişliği’ne oranı hesaplandı. Bulgular: Kontrol, AGHİ ve GHOA gruplarında sırasıyla; cavitas glenoidalis yüksekliği 39,65 mm, 38,67 mm, 38,34 mm; cavitas glenoidalis genişliği 29,08 mm, 26,95 mm, 28,63 mm; cavitas glenoidalis indeksi 73,40, 69,77, 74,60; GPA 39,44°, 38,73°, 40,13°; KOA 32,50°, 31,31°, 28,82°; akromiyal eğim 31,25°, 27,88°, 28,56°; LAA 82,95°, 81,78°, 89,80°; caput humeri çapı (frontal) 46,37 mm, 45,67 mm, 44,76 mm; caput humeri çapı (sagittal) 43,55 mm, 43,60 mm, 41,71 mm; caput humeri yüksekliği 22,78, 23,36 mm, 21,64 mm; caput humeri eğimi 128,82°, 131,35°, 128,53°; caput humeri çapı (sagittal)/cavitas glenoidalis genişliği 1,50, 1,63, 1,46 olarak ölçüldü. Sonuç: AGHİ grubunda kontrol grubuna göre cavitas glenoidalis indeksi anlamlı derecede düşük, caput humeri çapı (sagittal) / cavitas glenoidalis genişliği oranı yüksek, GHOA grubunda ise KOA değeri anlamlı ölçüde düşük saptandı.Item Kadavralardan elde edilen beyinlerde kortekse ait sulcus ve gyrus'ların morfolojisinin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2017-06-07) Güner, Nazan; Kafa, İlker Mustafa; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp; Anatomi Ana Bilim DalıÇalışmamızda, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı'nda kadavralardan diseke edilerek çıkarılan ve anatomik yapıları korunarak muhafaza edilmiş 8 adet bütün halde ve 9 adet sagittal olarak bölünmüş halde olmak üzere toplamda 25 beyin insan beyni hemisferi kullanılmıştır. Fotoğraflandırma, ölçümler ve değerlendirmeler öncesinde, beyinler zarlar ve damarlardan dikkatlice temizlenmiş ve sonraki aşamalar için hazırlanmışlardır. Ölçümlerin daha sağlıklı alınabilmesi amacı ile dikkatlice yapılan zar ve damar diseksiyonu sırasında beyin sulcus ve gyrus'larına hasar verilmemesi için dikkat edilmiştir. Temizleme işlemini takiben siyah zemin üzerinde sabit olarak CanonG12 fotoğraf makinesi ile dijital kayıtlar alınmış ve kodlanarak arşivlenmiştir. Dijital kayıtlardan, Image J (2.1.4.7) programı ile primer sulcus uzunlukları ölçülmüş, gyrus alanları programın morfometriye yönelik özellikleri kullanılarak hesaplanmıştır. Toplamda 78 adet parametre ölçülmüş ve bu parametrelerin sağ ve sol hemisferlere göre karşılaştırılması yapılmıştır. Bulguların analizleri istatistik programı SPSS (Statistical Package for the Social Sciences/ver.22)'de yapılarak değerlendirilmiştir. Sağ ve sol hemisferler arasında 78 parametreden, 3 tanesinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur. Bu parametreler, gyrus frontalis inferior (p=0,049), sulcus frontalis inferior (p=0,047), gyrus temporalis superior (p=0,042)' dir. Bunların yanında sulcus calcarinus'un değeri p=0,056 olarak bulunmuştur. Gyrus frontalis inferior ve gyrus temporalis superior'un alan ortalaması sol hemisferde sağa göre daha fazla bulunmuştur. Sulcus calcarinus ve sulcus frontalis inferior uzunluğunun ortalaması sol hemisferde sağa göre daha uzun bulunmuştur. Ölçümlerin dışında sulcus'ların varyasyonları da incelenerek kayıt edilmiştir. Özellikle primer sulcus'ların devamlı olup olmadığı, birbirleri ile devam edip etmedikleri değerlendirilmiştir. Sağ ve sol hemisfer arasında anlamlı bir sonuç bulunamamıştır. Edinilen bulgular diğer araştırmacıların yapmış olduğu benzer çalışmaların sonuçları ile karşılaştırılarak tartışılmıştır.Item Karotis ve vertebral damar sisteminin morfolojik ve hemodinamik özelliklerinin doppler US yöntemi ile değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Turan, Senem; Cankur, N. Şimşek; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıSonuçların iki aşamada değerlendirildiği çalışmada, sağlıklı 85 bireyin servikal damarlarının morfolojik ve hemodinamik özellikleri Doppler ultrasonografi yöntemi kullanılarak incelendi. Değerlendirilen a. carotis communis, a. carotis interna, a. carotis externa, a. vertebralis'ler ile ilgili olarak tespit edilen morfolojik değişiklikler belirtildi. Boynun her iki tarafında olmak üzere tüm damarlar için çap, peak sistolik, end diastolik akım hızları ile akım hacimleri ölçüldü. Taraf farklılıkları, yaş ve cinsiyet ile olan değişiklikler araştırıldı. Morfolojik değişikliklerin en sık olarak a. carotis interna' da izlendiği belirlendi. Serebrovasküler yetmezliklerin nadir nedenlerinden biri olarak tanımlanan morfolojik değişiklikler içerisinde, en sık izlenen durum a. carotis interna'nın, dirseklenme yaptığı durumdur. Çalışmada a. carotis interna' sında dirseklenme bulunan altı olgu izlendi. A. vertebralis'ler ile ilgili olarak damarın hipoplazik olduğu durum, çap parametresi ve/veya akım hacmi değeri dikkate alınarak belirlendi. A. vertebralis'inde hipoplazi tanımlanan dokuz olgu saptandı. Damar için dominantlık durumu araştırıldı ve incelenen 85 bireyden 54'ünde sol tarafta, 25'inde sağ tarafta a. vertebralis çapı daha geniş olarak ölçüldü. 5 bireyde eşit olarak ölçülürken 1 birey değerlendirilemedi. Sağlıklı popülasyonun tarandığı çalışmada, asemtomatik bireylerde morfolojik değişikliklerin görülme sıklığı araştırıldı. Sağlıklı Türk toplumunu temsil eden Bursa ilinde yaşayan 85 bireyin servikal damarları için hemodinamik özellikler belirlendi. Ölçülen; çap, peak sistolik, end diastolik akım hızlan ve akım hacimleri için ortalama değerler belirlendi. Boynun sağ ve sol tarafı için farklılık olmadığı, cinsiyete bağlı değişiklik gözlenmediği belirlendi. A. carotis interna ve a. vertebralis'lerin ekstrakranial bölümlerinin akım hacimlerinin toplamı yolu ile total beyin kan akımı hesaplandı. Yaşa bağlı olarak artma veya azalma tespit edilmedi. Total beyin kan akımının cinsiyete bağlı değişiklik göstermediği bulundu.Item Maksiller foramen incisivum’un 13.yy’a ait geç dönem Bizans ve günümüz kafataslarında morfolojik ve morfometrik özelliklerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-07) Ertan, Erol; Şendemir, Erdoğan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6721-4041Maxiller foramen incisivum’un 13. yy’a ait geç dönem Bizans ve günümüz kafataslarında morfolojik ve morfometrik özelliklerinin karşılaştırılması konulu tez çalışmamızda, cinsiyeti belirlenemeyen 32 adet 13. yy’a ait geç dönem Bizans ve 24 adet 21. yy’a ait erişkin cranium’u veya maxilla’sı kullanılarak ölçümler yapıldı. Maxiller foramen incisivum’un; çapı, foramen incisivum ile foramen palatinum majus arası mesafe sağ-sol olarak, 3. dens molaris serotinus’un en uzak noktası arası mesafe sağ-sol olarak, spina nasalis posterior arası mesafe, sutura palatina transversa arası mesafe, foramen palatinum majus arası hatta uzaklık, dens incisivus medialis’in en yakın noktası arası mesafe sağ-sol olarak ölçüldü. Elde edilen değerlerin kayıt altına alınan istatistiksel hesaplamaları yapılarak günümüz ile Bizans, sağ taraf ile sol taraf karşılaştırılmaları yapıdı. İstatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi. Yapılan literatür taramalarında konu ile ilgili yeterli parametre bulunamadığı için karşılaştırma yapılamadı. Bu tez çalışmasından elde ettiğimiz değerlerin literatüre kazandırılması ile antropoloji ve tıp eğitimine katkı sağlayacağı inancındayız. Özellikle çok az çalışma konusu yapılmış olan foramen incisivum’un konum ölçülerinin bilinmesi açısından faydalı bir çalışma olduğu görüşündeyiz.Item Medulla spinalis yarı-kesilerinin sıçanlarda unilateral adrenalektomi sonrası görülen kompansatuar adrenal büymeye olan etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Kurt, M. Ayberk; İkiz, İhsaniye; Tıp Fakültesi; Anatomi Ana Bilim DalıBu çalışmada, unilateral adrenalektomi uygulanan sıçanlarda görülen kompansatuar ad renal büyüme ve medulla spinalis yarı-kesilerinin bu büyümeye olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Unilateral sol adrenalektomi sonrasında, cerrahi girişimi takiben 72. saatte, sağ adrenal bezde anlamlı bir ağırlık artışı ile kendisini gösteren kompansatuar büyüme cevabı saptanmıştır. Çıkarılan sol adrenal bezin kontralateralinde, T₁- T₂ medulla spinalis segmentleri arasında yapılan yarı-kesiler, bu büyürneyi anlamlı düzeyde inhibe ederken, ipsilateral yarıkesilerin bu büyürneyi etkilemediği gözlenmiştir. Adrenal bezlerin morfometrik olarak incelenmesi, yalnız unilateral adrenalektomi ve unilateral adrenalektomi öncesi sol medulla spinalis yarı-kesisi uygulanan deney gruplarında benzer oranlarda gerçekleşen kompansatuar adrenal büyümenin, zona glomerulosa ve zona fasciculata+zona reticularis tabakalarındaki mutlak hacim ve parankimal hücre sayısı artışına bağlı olduğunu göstermiştir. Medulla tabakasının mutlak hacmi ve parenkimal hücre sayısı ise her iki grupta da etkilenmemiştir. Ayın morfometrik parametreler sağ medulla spinalis yarı-kesisi ve unilateral sol adrenalektomi uygulanan gruba ait sağ adrenal bezlerde incelendiğinde; zona glomerulosa ve zona fasciculata+zona reticularis tabakalarında anlamlı bir mutlak hacim artışı gözlenirken, bu hacim artışına eşlik eden anlamlı bir parankimal hücre sayısı artışı saptanmamıştır. Bir arada değerlendirildiğinde, bu sonuçlar, medulla spinalis içerisinde unilateral adrenalektomi sonrası görülen ad renal büyümeye aracılık eden afferent ve efferent nöral yolların varlığı yönünde önemli deliller ortaya konmasını sağlamıştır. Mevcut sonuçlar çıkarılan bezin kontralateralinde medulla spinalis içerisinde seyrettiği varsayılan efferent liflerin kesilmesinin, hücre proliferasyonunu önleyerek, kompansatuar adrenal büyürneyi kısmen inhibe ettiğini göstermektedir. Bu deney grubunda anlamlı bir hücre proliferasyonu olmaksızın gerçekleşen adrenal kortikal hacim artışının tabiatını anlamak için ise daha ileri çalışmalar gerekmektedir.Item Patellofemoral eklem diziliminin sağlıklı ve patolojik dizlerde manyetik rezonans görüntüleme tekniği ile incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2017-06-07) Işıklar, Sefa; Özdemir, Senem Turan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim DalıDizin ön kısmı için koruyucu nitelikte olan patellofemoral eklem, tibiofemoral eklemle uyum içinde çalışır. Diz eklemini yapan tibiofemoral ve patellofemoral eklemler, anatomik olarak belirli bir dizilime (uyuma) sahiptir. Patellofemoral eklemin normal fonksiyonu, büyük oranda patella ve troklear oluğun uyumuna bağlıdır. Diz eklemini oluşturan bu eklemlerden birinde görülen dizilim bozukluğu, diğerini de etkileyebilir. Bu çalışmanın amacı patellofemoral eklem dizilimi ve patellofemoral morfolojiyi manyetik rezonans görüntüleme tekniği kullanarak hem sağlıklı kontrol grubu hastalarında hem de menisküs hasarı, ön çapraz bağ total yırtığı ve kondromalazi patella tanısı almış dizlerde belirlemektir. Çalışmamıza dahil edilen 204 hastaya ait diz MR görüntüleri üzerinden patellar ve troklear morfoloji ve patellofemoral dizilimi tanımlayan ölçümler yapılmıştır. PACS sistemi üzerinden 30 lineer ve 13 açısal ölçüm yapılmış ve ölçümler üzerinden 13 indeksten yararlanılarak oranlar hesaplanmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri SPSS (Ver.22)'de yapılmıştır. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar patellar morfoloji, femur trokleası ve patellofemoral uyum ölçümleri olmak üzere üç ana başlıkta toplanmıştır. Buna göre patellar morfoloji açısından menisküs hasarı, ön çapraz bağ total yırtığı ve kondromalazi patella hasta grupları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır. Femur trokleasının çalışılan tüm hastalık gruplarında sığlaştığını gösteren bulgulara ulaşılmıştır. Femur trokleası displazik olmasa da, artmış sulkus açısı ve azalmış sulkus derinliği de çalışmadan elde dilen sonuçlar arasındadır. Patellofemoral ilişkiyi gösteren ölçümlerden lateral patellar yer değiştirme ve uyum açısında hasta grupları arasında anlamlı farklılık tespit edilmiş; bunun dışındaki ölçümlerde ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. Elde edilen sonuçlar literatür ile karşılaştırmalı olarak sunulmuş ve yorumlanmıştır.Item Sıçanlarda çekal bağlama ve delme yöntemi ile oluşturulan deneysel sepsis modelinde CDP-kolinin karaciğer ve ince bağırsak hasarı üzerindeki koruyucu etkilerinin morfolojik açıdan araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-06-14) Tihan, Necdet Deniz; Kafa, İlker Mustafa; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim DalıAmaç: Sepsisin yoğun bakım ünitelerindeki hastalar arasında insidansı %37’dir ve yüksek mortalite oranlarıyla seyretmektedir. CDP-kolin, fosfatidilkolin sentezinde ara ürün olarak sentezlenen mononükleotid yapıda bir moleküldür. Literatürde, CDP-kolin’in eksojen olarak verildiğinde hücre membran fonksiyonlarını olumlu etkilediğini gösteren çalışmalar vardır. Çalışmada, intraperitoneal sepsiste karaciğer ve ince bağırsakta gelişen morfolojik olumsuz değişiklikler üzerine CDP-kolin’in etkisinin araştırılması amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Deneylerde 50 adet erkek Wistar albino sıçan kullanıldı. Hayvanlar 5 gruba ayrıldılar. Grup 1: sham grubu; Grup 2: kontrol grubu; Grup 3: 100 mg/kg CDP-kolin uygulanan grup; Grup 4: 200 mg/kg CDP-kolin uygulanan grup ve Grup 5: sepsis grubu. Sepsis modeli, sıçanların çekumlarının bağlanması ve delinmesi yöntemiyle oluşturuldu. Deney hayvanlarının nabız dakika sayısı (NDS), ortalama arter basıncı (OAB) ve rektal ısı (RI) parametreleri takip edildi. Aynı zamanda karaciğer ve ince bağırsak dokuları hem histolojik olarak hem de hasarın derecelendirilmesi açısından sayısal ve niteliksel olarak incelendi. Bulgular: Analizlerde, başlangıç NDS ile 4. ve 8. saatte bakılan NDS arasında yüzde değişim (YD) açısından tüm gruplarla sepsis grubu (grup 5) arasında anlamlı fark saptandı (p<0.05). Ayrıca başlangıç OAB ile 4. ve 8. saatteki OAB arasında YD açısından tüm gruplarla sepsis grubu arasında anlamlı fark saptandı (p<0.001). Sekizinci saatteki OAB değerlerinde ayrıca sham grubuyla CDP-kolin verilen gruplar arasında da YD açısından fark saptandı (p=0.008 ve p=0.028). Dördüncü saatteki RI YD açısından sham grubuyla sepsis grubu, kontrol grubuyla sepsis grubu ve 200 mg CDP-kolin grubuyla sepsis grubu arasında fark saptandı (sırasıyla p=0.002, p<0.001, p=0.004). Sekizinci saatteki YD açısından sham grubuyla 100 mg CDP-kolin grubu, sham grubuyla sepsis grubu, kontrol grubuyla 100 mg CDP-kolin grubu ve kontrol grubuyla sepsis grubu arasında fark saptandı (sırasıyla p=0.007, p<0.001, p=0.048 ve p<0.001). Doku örneklerinde karaciğer hasarı değerlendirildiğinde, gruplar arasında istatistiksel açıdan anlamlılık saptandı (p<0.001). Grup 5 ile CDP-kolin grupları karşılaştırıldığında, tüm parametreler açısından gruplar arasında farklılık saptandı (p<0.001). İnce bağırsak hasarı değerlendirildiğinde, gruplar arasında istatistiksel anlamlılık saptandı (p<0.001). Grup 5 ile her iki CDP-kolin grubu karşılaştırıldığında, parametreler açısından gruplar arasında farklılık saptandı (p<0.001). İnce bağırsak hasar parametreleri açısından CDP-kolin doz grupları arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.999). Sepsis grubunda doku örneklerinde hücresel ölüme rastlanırken CDP-kolin dozunun daha yüksek uygulandığı grup 4’ten alınan dokularda hücre ölümüne rastlanmadı. Sonuç: Deneysel sepsis modelinde CDP-kolin tedavisinin sepsisin ve septik şokun klinik parametrelerini kısmen düzelttiği, hepatositlerde ve enterositlerde sepsise bağlı oluşan mikroanatomik hasarları geri çevirebildiği ve belli dozların üzerinde verilen sitikolinin endotoksemiye bağlı hücre ölümünü engellediği görüldü.Item Tam ve sağ-sol yarı medulla spinalis kesilerinin Glandula Suprarenalis'de asetilkolinesteraz, katekolamin histokimyası ve bezin histolojisi üzerine etkileri(Uludağ Üniversitesi, 1995) Arı, İlknur; Erem, Türkan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim DalıGl. suprarenalis’ in medulla tabakasının, columna intermediolateralis te T7_ıo segmentlerinden kaynaklanan preganglioner kolinerjik liflerle uyarıldığı ve bu merkezlerin yukarı otonom merkezlerle kontrol edildiği bilinmektedir. Ayrıca yukarı otonom merkezlerden kaynaklanan otonom yolların medulla spinalis’de çaprazlaştıkları düşünülmektedir. Medulla spinalis’e Tx_2 seviyelerinde uygulanan tam, sağ ve sol yarı kesilerle medulla tabakasının morfolojisi değerlendirilerek mevcut otonom yolların seyri hakkında fikir sahibi olabilmek için çalışma planlandı. Medulla’yı oluşturan kromafin hücrelerin irmervasyonlarından sorumlu preganglioner kolinerjik liflerin, bu hücrelerin katekolamin içeriklerinin ve morfolojik yapılarının değerlendirilebilmesi amacıyla Asetilkolinesteraz histokimyası, Potasyum dikromat fiksasyonu+Giemsa boyama ve Hematoksil-Eosin boyama yöntemleri kullanıldı. Çalışmamızda Spraque- Dawley dişi sıçanlar intraperitoneal sodyum pentothal ile anestezi edilerek, T1-2 segmentleri arasından medulla spinalis’e tam, sağ ve sol yarı kesiler yapıldı. Operasyondan 72 saat sonra dekapite edilen sıçanların gl.suprarenalis'leri hızla çıkarılarak, kullanılacak boyama yöntemlerine uygun fiksatiflerde bekletildikten sonra boyama yöntemleri uygulandı. Çalışma sonucunda preganglioner kolinerjik liflerin Asetilkolinesteraz boyama değerlendirilmesi yapılamadı. Potasyum dikromat fiksasyonu+Giemsa boyama ile katekolamin içeriğinin morfolojik görünümlerinin değişmediği görüldü. Hematoksilen-Eosin boyama yönteminden sonra yapılan kesitlerde medulla’yı oluşturan kromafin hücrelerde sentez artışı olarak değerlendirilen eukromatik nukleus sayısında, stoplazmik materyelde ve basofilide artış gözlendi. Deneyde, sağ ve sol yarı kesilerde morfolojik farklılıklar görülürken, tam keşi grubunda her iki taraf medulla kromafin hücrelerinde bu farklılıklar yoktu, hücrelerin görünümleri benzerdi. Sağ yarı keşi yapılan grupta, sağ taraf medullada tam keşi yapılan gruplardaki morfolojik bulgulara benzer görünüm bulunurken, sol taraf medullada da benzer morfolojik bulgular görüldü. Sol yarı keşi yapılan grupta ise sol taraf medullada tam keşi bulguları varken, sağ taraf medulla bulguları kontrol grubu ile benzerdi. Elde edilen bulgulara dayanılarak medulla spinalis içinde seyreden, adrenal medulla innervasyonunda rol alan, otonom liflerin keşi seviyesi altında çaprazlaştıkları kanısına varıldı.Item Tavuk, yerli ördek ve güvercinlerde Plexus Brachialis'in oluşumu ve plexus oluşumuna katılan Temel Rami Ventrales'teki Sinir Fasciculus'larının sayı, çap, yerleşim ve dağılımlarının makroanatomik ve subgros incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1996) Yıldız, Hüseyin; Bahadır, Ali; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim DalıBu araştırma, kanatlı sinirleri üzerinde yapılacak çalışmalara temel oluşturması ve türler arasında fonksiyonel değişikliğe bağlı olarak plexus brachialis'in gerek morfolojik gerekse morfometrik benzerlik ve farklılıklarının incelenmesi amacı ile planlandı. Çalışmada 10'ar adet tavuk, yerli ördek ve güvercin kullanıldı. Plexus brachialis'in oluşumuna katılan ramus ventralis'ler, plexus gövdesi ve ondan çıkan sinirler diseke edildi. Morfolojik bulgular tespit edildikten sonra deneme çalışmalarında belirlenmiş düzeylerden 0.2-0.4 cm. kalınlığında enine sinir kesitleri alındı. Sinir kesit yüzeyleri boyandıktan sonra stereomikroskopta morfometrik ölçümleri alındı. Plexus brachialis'in, tavuk ve ördekte C13, C14, C15, Thı ve Th2, güvercinde ise Cn, Cn, C13 ve Thı tarafindan oluşturulduğu gözlendi. Plexus'u oluşturan temel ramus ventralis'lerin tavuk ve ördekte Cı4, C15 ile Thı, güvercinde ise Ci2, C13 ve Thı olduğu saptandı. En uzun ramus ventralis'in tavukta 1.34 ± 0.01 cm ile Thı, ördekte 1.30 ± 0.04 cm ile Cu, güvercinde 1.00 ± 0.02 cm ile Cn olduğu görüldü. Ramus ventralis'ler birer adet sinir fascicul'ü içermekte olup, en büyük çaplı olanı tavukta 1.32 ± 0.05 mm ve ördekte 1.43 ± 0.08 mm ile Cıs, güvercinde ise 1.27 ± 0.07 mm ile C13 'ün olduğu saptandı.Plexus brachialis, columna vertebralis'in ventrolateral'inde, scapula'nin ventral'inde, kursağın caudal'inde şekillendiği görüldü. En uzun ve en geniş değerlerine tavukta rastlanıldı. Plexus brachialis'in ramus ventralis'ler arasında gerçekleşen fascicul alış-verişi ile oluştuğu gözlendi. Plexus'u oluşturan ramus ventralis'lerdeki fascicul sayısının üç türde de plexus gövdesindeki fascicul sayısından daha az olduğu saptandı. Tavukta plexus brachialis'in, ördek ve güvercinden farklı olarak iki aşamada şekillendiği tespit edildi. Tavuk ve güvercinde plexus'un cranial demetleri fasciculus dorsalis'i, caudal demetleri fasciculus ventralis'i oluştururken, ördekte craniolateral demetlerin fasciculus dorsalis'i, caudomedial demetlerin fasciculus ventralis'i oluşturduğu saptandı. Tavuk ve güvercinde fasciculus dorsalis'in cranial demetlerince n. axillaris, caudal demetlerince n. radialis oluşurken, ördekte n. axillaris'in craniolateral, n. radialis'in caudomedial demetlerce şekillendirildiği tespit edildi. N. radialis'in kanadın extensor kasları ile dorsal ve lateral yüzü derisini innerve ettiği saptandı. N. medianoulnaris, fasciculus ventralis'in tavukta caudal, ördekte craniolateral, güvercinde ise lateral demetlerince oluşurken, n. pectoralis'in tavukta cranial, ördekte caudomedial, güvercinde medial demetlerince şekillendiği saptandı. Tavuk ve ördekte art. cubiti'nin lcm. proximaTinde n. medianoulnaris'in cranial demetleri n. medianus'u, caudal demetleri n. ulnaris'i oluştururken güvercinde caudomedial demetlerin n. medianus'u, craniolateral demetlerin n. ulnaris'i oluşturduğu görüldü. N. medianus'un antebrachium'un üst kısmının, n. ulnaris'in ise alt kısmının kas ve derisini innerve ettiği tespit edildi.Kanatta seyreden sinirlerin distal'e uzandıkça çaplarında azalma olduğu belirlendi.Item Temporal kemik üzerinde yer alan anatomik oluşumların yüz şekli ile olan ilişkisinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-26) Çini, Nilgün Tuncel; Arı, İlknur; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp; Anatomi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-1412-2634Adli bilimlerin ilgi alanlarından bir tanesi kimliği tespit edilemeyen kişilerde kimliklendirmenin yapılmasıdır. Yaş, cinsiyet, etnik köken ve boy uzunluğu bireylerin biyolojik profilini meydana getirmekte olup kimliklendirmenin de temelini oluşturmaktadır. Olay yerinde tamamen iskeletleşmiş bireylerin var olması durumunda en son yöntem olarak iskelete dayalı adli kimliklendirme yapılmaktadır. Yeniden yüzlendirme, yalnızca kafatasının var olduğu ve yumuşak dokunun olmadığı durumlarda kil ve benzeri madde ile kişinin yüz şeklinin tahmin edildiği bir yöntemdir. Doğa olayları ve hayvanlar nedeniyle iskelet kalıntılarının bütünlüğü bozulabilmektedir ki bu da kimliklendirmeye engel olmaktadır. Tez çalışmasının amacı, kafatasının olay yerinde fragmente veya eksik bölümlerinin var olması durumunda, temporal kemik referans alınarak kafatası şeklinin tahmin edilmesidir. Tez çalışmasında, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ndan elde edilen erişkin 51 kadın ve 45 erkek olmak üzere toplam 96 bireyin bilgisayarlı tomografi görüntüleri kullanıldı. Temporal kemik oluşumları olan processus mastoideus, porion, asterion ve tuberculum articulare referans alınarak toplamda 151 adet değişkenin ölçümleri Image J programında yapıldı. Elde edilen verilerin istatistikleri SPSS 22.0 programı kullanılarak gerçekleştirildi. Betimleyici değerlerin yanı sıra korelasyon, regresyon ve diskriminant fonksiyon analizleri gerçekleştirildi. Yeniden yüzlendirmede kafatasının bütünlüğünün bozulmuş olması durumunda eksik kısımları tahmin edilmesine yönelik bazı regresyon formülleri geliştirildi. Ayrıca cinsiyeti tahmin etmek amaçlı da diskriminant fonksiyon analizi gerçekleştirildi. Elde edilen verilerin ve formüllerin başta Adli Antropologlar olmak üzere birden fazla disipline faydalı olacağını umut etmekteyiz.Item Temporal lob orijinli kompleks parsiyel nöbeti olan hastalarda kranial Manyetik Rezonans'da anatomik oluşumların kantitatif ölçümleri ve bu ölçümlerin klinik ve psikometrik parametrelerle ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2002-12-27) Yücel, Şefik Kaan; Oygucu, İ. Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Ana Bilim DalıManyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) 80' li yıllarda kullanıma girmiş ve beyinde in-vivo morfometrik ölçümlerin yapılmasına olanak sağlamıştır. Erişkinlerde en sık karşılaşılan epilepsi türü temporal lob epilepsi (TLE)'dir. İlaca dirençli TLE'de en sık karşılaşılan etyolojik neden (%65) mezial temporal skleroz (MTS) olarak isimlendirilen patolojik tablodur. Son yıllarda MRG'ye dayalı hippocampus ve corpus amygdaloideum'un volumetrik ölçümleri TLE hastalarının tanı ve tedavisinde yararlı hale gelmiştir. Bu görüntü leme yöntemi hippocampus ve corpus amygdaloideum hacimlerinin nörofizyolojik, nöropato- lojik, nöropsikolojik, klinik bulgular ve cerrahi prognozla ilişkilerinin değerlendirilmesini sağlamıştır. Çalışmamızda, TLE hastalarında MRG'de ölçtüğümüz hippocampus ve corpus amygdaloideum hacimleri, fornix ve corpus mammillare enleri ile KFK öyküsü ve depresif semptomatoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Çalışma grup lan yer kaplayıcı lezyonu olmayan 42 TLE'li olgudan ve 42 kişilik kontrol grubundan oluşmaktaydı. Ölçümler 1.5 T MRG ünitesinde koronal planda 0.3 cm kesit kalınlığı kullanarak gerçekleştirildi. Depresif semptomatoloji Beck Depresyon Evanteri uygulanarak belirlendi. Çalışmamızda, kompleks febril konvulziyon (KFK) öyküsü olan TLE'li hastalarda böyle öyküsü olmayanlara göre daha fazla hippocampus ve fornix atrofisi olduğu gözlendi. Depresif semptomatolojisi olan ve olmayan TLE'li olgular arasında ölçümleri yapılan dört anatomik yapının boyutu arasında fark yoktu. Sonuç olarak çalışmamızda, TLE'li hastalarda KFK öyküsü olanlarda literatürde birçok çalışmada bildirilen daha fazla hippocampus hacim kaybına ek olarak, fornix atrofisi de bu tip hastalarda değerlendirilebilecek yeni bir bulgudur. TLE'de görülen depresyonun altında yatan mekanizma ile ilgili anatomik yapı bizim ölçtüklerimizden daha farklı bir yapıyla ilgili olabileceği gibi çevresel faktörler biyolojik faktörlerden daha önemli olabilir. TLE'nin bu her iki konusuyla ilgili daha fazla çalışma yapılmasına gereksinim vardır.