2020 Cilt 18 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/14548
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Dilate kardiyomiyopatinin nadir ancak tedavi edilebilir bir nedeni olan alcapa sendromlu altı olgunun değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020) Özcan, Nur; Kızılkaya, Metehan; Özlem Mehtap, Bostan; Tuğberk, Akça; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.; 0000-0002-2747-974XSol koroner arterin pulmoner arterden köken aldığı ALCAPA (anomalousorigin of the left coronary artery from the pulmonary artery) sendromu, nadir görülen ve cerrahi tedavi ile düzelebilen bir doğuştan kalp anomalisidir. Tüm doğuştan kalp hastalıklarının %0,25- 0,50’sini oluşturmaktadır. Olgular yenidoğan döneminde genellikle semptomsuz seyrederler. Kalp yetersizliği semptomları olan olgularda dilate kardiyomiyopati (DKMP) ve mitral kapak yetersizliği (MY) saptanır. DKMP’nin nadir bir nedeni olan ALCAPA’da hayatın ilk yılında erken cerrahi tedavi ile prognoz oldukça iyidir. Cerrahi tedavi olmayan hastalarda mortalite yüksektir. Merkezimizde Ocak 2005-Aralık 2017 tarihleri arasında DKMP tanısı konulan ve etiyolojik değerlendirmede ALCAPA sendromu saptanan altı olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 5’i kız, 1’i erkekti. Ortalama tanı yaşları 4,75 ay idi. Tüm olgularda başvuruda kalp yetersizliği bulgu ve semptomları mevcuttu. Olguların hepsinde elektrokardiyografide (EKG) D1, aVL ile göğüs derivasyonlarında iskemi bulguları mevcuttu. Olguların tümünde ekokardiyografide (EKO) sol ventriküldilatasyonu ile mitral yetersizlik saptandı. Tüm olgularda tanısal kateter anjiyografi ile ALCAPA tanısı doğrulandı. Tüm olgulara reimplantasyon yöntemi ile düzeltme ameliyatı yapıldı. Olguların 4’ü cerrahi tedavi sonrası tamamen düzeldi. Bir olgu operasyondan 5 gün sonra kaybedildi. Bir olgu ise cerrahi tedavi sonrası kardiyak fonksiyonlarında düzelme olmaması nedeniyle medikal tedavi ile izlenmektedir Dilatekardiyomyopati tanısı konulan olguların etiyolojisinde ALCAPA sendromu mutlaka düşünülmeli ve erken tanı ve tedaviyle tamamen iyileşebilen bir hastalık olduğu bilinmelidir.Item Çocukluk çağı kraniyofaringiyoma olgularının klinik ve laboratuvar bulguları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-20) Söbü, Elif; Eren, Erdal; Sevinir, Betül; Taşkapılıoğlu, M. Özgür; Tarım, Ömer; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-1684- 1053; 0000-0002-3232-7652; 0000-0001-5472-9065; 0000-0002-5322-5508Bu çalışmada çocukluk çağı kraniyofaringioma olgularının klinik ve laboratuar bulguları ve izlem süresince karşılaşılan endokrin sorunların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya Ocak 2010-Aralık 2017 arasında kraniyofaringiyoma tanısı alan olgular dahil edildi. Demografik ve klinik veriler Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji poliklinik dosyalarından retrospektif olarak değerlendirildi. İstatistiksel analizler için SPSS software version 21 kullanıldı. Sekiz yıllık süreçte tanı alan 28 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların yaşları 60-207 ay arasında değişmekte olup median yaş 138,5 aydı. Cinsiyet dağılımlarına bakıldığında %53 erkek(n=15) ve %47 kızdı (n=13). En sık başvuru bulguları sırayla başağrısı, görme bozuklukları ve boy kısalığıydı. Tanı anında olguların %71’inde (n: 20) tümör boyutu 3 cm’den büyüktü. Preoperatif dönemde büyüme hormonu eksikliği %17(n=5) ve hipotiroidizm %14(n=4), hipokortizolemi %10 (n=3), diyabet insipit %7,1(n=2) sıklıkta saptandı. Postoperatif dönemde olguların %89,3’ünde çoklu hipofizer hormon eksikliği saptandı. Kraniyofaringiyomalar yavaş büyüyen tümörler olup genellikle geç tanı alır. Geç tanı ve tümör boyutunun büyük olması sıklıkla endokrin kayıpların daha ciddi olmasına yol açar. Büyümede duraksama ve ilerleyici kilo artışı hipofizer kitlelerin erken tanısı açısından uyarıcı bulgulardır.Item PFAPA sendromu tanılı hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-23) Güngörer, Vildan; Yorulmaz, Alaaddin; Arslan, ŞükrüGiriş-Amaç: Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit, adenit (PFAPA) sendromu en yaygın görülen periyodik ateş sendromudur. Bu çalışmanın amacı, PFAPA sendromu tanısı olan hastaların atak sırasında klinik ve laboratuvar bulgularını ve tedavilere verilen yanıtı değerlendirmektir. Bu çalışmaya tekrarlayan ateş ve boğaz enfeksiyonu nedeniyle çocuk romatoloji polikliniği tarafından PFAPA tanısı konulmuş 63 hasta dahil edildi. Hastaların demografik, klinik ve labaratuvar verileri hasta dosyalarından retrospektif olarak değerlendirildi. 42 (%66,7) hasta erkek, 21 (%33,3) hasta kızdı. Şikayetlerin başlama yaşı ortalama 2,72±1,59 yaş idi. Tanı koyulana kadar geçen süre ortalama 1,71 ± 1,28 yaştı. Bütün hastalarda dikkat çekici bulgu olarak ateş düşürücüye yanıt vermeyen dirençli yüksek ateş mevcuttu. Hastaların 59’ unda (%93,7) lenfadenit, 56’ sında (%88,9) aftöz stomatit mevcuttu. Tetkiklerinde lökositoz, artmış C-reaktif protein ve sedimantasyon gözlendi. Steroid tedavisi ile ateşin ortalama 2.24 ± 1.13 saatte düştüğü gözlendi. Bir diğer dikkat çekici bulgu ise steroid tedavisi ile 24 saatin sonunda exudatif tonsillit bulgularının gerilediği idi. PFAPA sendromuna ait semptom ve bulgular pediatrik yaş grubunda en sık görülen semptom ve bulgulardandır. PFAPA sendromu farkındalığı klinisyenlerde arttıkça hastalar gereksiz laboratuvar tetkikleri ve tedavilerden korunmuş olacaktır.Item Obez çocuk ve ergenlerde d vitamini ve tiroid fonksiyonlarının yağlı karaciğer hastalığı ile ilişkisinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-07-06) Tunç, Selma; Demiral, MelihaÇocuklarda ve ergenlerde Yağlı Karaciğer Hastalığı (YKH) prevelansı giderek artmaktadır. İlişkili risk faktörlerini tespit etmek, YKH’nın erken tanı ve tedavisinde önemlidir. Obez çocuk ve ergenlerde D vitamini ve tiroid fonksiyonları ile YKH arasındaki ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 8-18 yaş arasında toplam 280 obez çocuk ve ergen dahil edildi. Karaciğerde yağlanma varlığı ultrasonografisi ile araştırıldı. Olgular 2 gruba ayrıldı. Yağlı karaciğer hastalığı olan ve olmayan gruplar, antropometrik parametreler (yaş, vücut kitle indeksi SDS, bel/kalça çevresi oranı) ve laboratuvar parametreleri [serum glukoz, AST, ALT, lipit profili, 25 OH vitamin D, serbest T4, serbest T3, TSH ve HOMAIR) açısından karşılaştırıldı. Olguların %63,2'inde (n=177) YKH ve %49’ unda ALT yüksekliği saptandı. YKH olmayan grupla karşılaştırıldığında YKH olan grupta yaş, VKİ SDS, bel/kalça oranı, ALT, trigliserid, TSH düzeyi (p=0,01), HOMA-IR değerleri anlamlı olarak daha yüksek saptandı. 25 OH vitamin D düzeyi ise anlamlı olarak daha düşüktü (p=0,001). Bunun dışındaki parametreler (cinsiyet, glukoz, total kolesterol, HDL kolesterol, LDL kolesterol, AST, sT4 ve sT3) her iki grupta benzerdi. Hepatosteatoz derecesi ile yaş, VKİ SDS, bel/kalça oranı, ALT, trigliserid ve HOMA-IR düzeyleri arasında pozitif korelasyon saptandı. D vitamini ile hepatosteatoz derecesi ve ALT düzeyi arasında ise negatif bir korelasyon vardı. TSH, sT4 ve sT3 düzeyleri ile hepatosteatoz derecesi arasında herhangi bir korelasyon saptanmadı. Obez çocuk ve ergenlerde yüksek TSH ve düşük D vitamini düzeyi YKH ile ilişkilidir. Obezite derecesi ve yaş arttıkça YKH görülme riski de artar. Bunlara ek olarak artmış ALT, trigliserid, HOMA-IR YKH gelişimindeki risk faktörleridir. Bu bulgular, klinisyenlere karaciğer biyopsisi ve / veya daha agresif tedavi edici müdahalelere ihtiyaç duyan çocukları tespit etmeye yardımcı olmak için noninvaziv bir tarama aracı olarak kullanılabilir.Item Ebeveynlerin aşı tereddüt düzeylerinin ve karşıtlık nedenlerinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-08-18) Aygün, Erhan; Tortop, Hasan SaidEbeveynlerin çocukluk çağı aşılarına yönelik tereddüt düzeylerinin ve aşı retlerinin altında yatan bireysel endişelerin ve nedenlerin belirlemesi amaçlandı. Nitel ve nicel araştırma yöntemlerine göre karma desende tasarlanan araştırma İstanbul ili sınırları içinde bulunan 4 ilçedeki aile sağlığı merkezlerinde 2020 yılında yapılmıştır. Araştırmanın evreni olarak İstanbul ili sınırlarında ikamet eden, belirtilen ilçelerdeki sağlık merkezlerine başvuran, 5 yaşında veya daha küçük çocuğu olan 276 ebeveyn kabul edilmiştir. Bireylerde aşıya ilişkin tereddüt düzeyini ölçmeye yarayan Likert tipi, olumlu-olumsuz sorulardan oluşan toplam 10 soruluk özbildirim türünde olan Aşı Tereddüt Ölçeği kullanıldı. Nitel araştırma için aynı merkezlerde görüşme talebini kabul eden, aşı uygulamasını reddeden 25 ebeveyn ile yüz yüze yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler yapıldı. Niteliksel verilerin değerlendirilmesinde içerik analizi yöntemi kullanıldı. Kayıtlı cümlelerden kodlar oluşturuldu. Meydana gelen kodlardan sonra tematik kodlamaya geçildi uygun temalar oluşturuldu. Ardından tüm görüşme verileri kodlanıp ve yorumlanarak rapor haline getirildi. Nicel veriler SPSS 20.0 paket programı kullanılarak analiz edildi Katılımcıların %87’si kadın, %22’si 20-30 yaş ve %55’i 31- 40 yaş grubunda, %32,6’sı 2 çocuk, %21’i 3 çocuk sahibi, %43,5’i ilköğretim mezunuydu. Annelerin %25,4’ü aşı bilgilendirme seminerlerine katılmıştı. Katılımcıların aşı tereddüt düzeyinin yüksek olduğu bulundu. Katılımcıların aşı tereddüt düzeylerinde yaşa, çocuk sayısına, eğitim düzeyine ve seminer alma durumuna göre anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.0 5). Nitelik araştırma bulgularına göre, katılımcıların büyük çoğunluğu aşıların dinen sakıncalı olduğunu (n:16,%64), hastalık kaynağı ve içeriğinin zararlı olduğunu(n: 18,%72), aşıların yararsız olduğunu (n:16,%64), aşılar hakkında yeterli bilgilendirme yapılmadığı(n: 14,%56), aşılar hakkındaki kararlarında sosyal medyanın etkisiz olduğu(n: 17, %68), bulaşıcı hastalıkların tehlikeli olmadığı (n: 13,%52), aşı yaptırmaya ilişkin tereddütte oldukları (n:18,%72) şeklinde görüş belirtmişlerdir. Aşılara yönelik olumsuz tutumlar, dini inanışlar, aşı ve hastalıklara yönelik bilgi yetersizliklerinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Çocuk sağlığı ve gelişimi alanında çalışanların bulgulara yönelik uygulama ve araştırmaları detaylandırmaları önerilebilirItem Akut bronşiolitli çocuklarda human paraoksonaz-1 aktivitesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-08-21) Erenberk, Ufuk; Kahraman, Feyza Ustabaş; Özkaya, Emin; Nursoy, Mustafa Atilla; Demir, Ayşegül Doğan; Türel, ÖzdenHuman paraoksonaz-1 (PON1), oksidatif strese karşı çalışan endojen antioksidan moleküllerden biridir. Bu çalışmada akut bronşiolitli çocuklarda serum PON1 aktivitesini araştırmayı amaçladık. Akut bronşiyolitli 3-21 aylık 29 çocuk ile yaş uyumlu 35 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Bronşiolit hastaları hafif (% 65) ve orta (% 35) olarak sınıflandırıldı. Akut bronşiolitli hastalar ile kontrol grubu arasında PON1'in paraoksonaz ve arilesteraz aktiviteleri karşılaştırıldı. Akut bronşiyolitli çocukların paraoksonaz aktivitesi sağlıklı kontrollere göre daha düşüktü, ancak fark anlamlı değildi (127.53 ± 64.17 U / L'ye karşı 153.95 ± 74.40 U / L) (p = 0.13). Hafif ve orta derecede bronşiyolitli çocuklarda arilesteraz aktivitesi kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha azdı (142.43 ± 56.60 kU / L ve 103.05 ± 26.03 kU / L'ye karşılık 201.09 ± 57.26 kU / L) (p <0.001). Akut bronşiolitli çocuklarda serum PON1 aktivitesi kontrol grubuna göre daha düşüktü. Antioksidan kapasitenin arttırılması, viral kaynaklı akciğer hastalığında etkili bir tedavi aracı olabilir.Item 0-24 aylık bebeği olan ebeveynlerin bebek bakımında uyguladıkları geleneksel yöntemler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-10) Ergin, Ahmet; Acar, Güliz Aydemir; Baltacı, Kerim0-24 aylık bebeği olan ebeveynlerin, bebek bakımında uyguladıkları geleneksel yöntemlerin dağılımını belirlemek ve sosyodemografik faktörlerle ilişkisini incelemektir. Tanımlayıcı tip araştırmaya, Eylül-Ekim 2018 tarihlerinde, Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin pediatri polikliniklerine başvuran, 0-24 ay çocuğu olan ebeveynler dahil edilmiştir. Örneklem büyüklüğü 384 hesaplanmıştır. Çalışmaya gönüllü katılımcılara yüz yüze görüşme tekniği ile 56 sorudan oluşan bir soru formu uygulanarak veriler toplanmıştır. SPSS 15 programı ile veriler analiz edilmiştir. Araştırmaya 351 kişi katılmıştır (%91,4). Anne yaş ortalaması 29,4±5,6; baba yaş ortalaması 32,7±5,9 ‘dur. 0-24 ay arasında çocuğu olan ebeveynlerin %97,2’si bebek bakımında en az bir geleneksel yöntem uyguladığını belirtmiştir. En fazla uygulanan üç geleneksel yöntem sırasıyla tuzlama (%65,0), nazardan korunma (%49,9) ve perine bakımı (%46,2) ile ilgili yöntemlerdir. Anne yaşının genç olması (p=0,002), aile büyükleri ile birlikte yaşamak (p=0,008), bebek bakımı konusunda bilgileri kitap dışı kaynaklardan öğrenmek (p=0,016) bebek bakımında geleneksel yöntemleri uygulamada bağımsız risk faktörleridir (p<0,05). Geleneksel yöntemler ebeveynlerin büyük çoğunluğu tarafından bebek bakımında uygulanmaktadır.Item Geç preterm ve term yenidoğanlarda yenidoğanın geçici takipnesi gelişimi ile kortizol, epinefrin ve tiroid hormonları düzeyleri arasındaki ilişki(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-26) Özkılınç, Cemile Mukadder; Yalınbaş, Emine EsinBu çalışmada yenidoğan geçici takipnesi tanısı alan term ve geç preterm yenidoğanlarla, kontrol grubunda kortizol, epinefrin, serbest T4 (sT4), serbest T3 (sT3) ve tiroid stimülan hormon (TSH) serum düzeylerini belirlemeyi; yenidoğanın geçici takipnesi (YGT) gelişimiyle bu stres hormon düzeyleri arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçladık. YGT tanısı alan term (n: 25), geç preterm (n: 20) hasta ile kontrol (n: 45) grubu olmak üzere toplam 90 yenidoğan çalışmaya alındı. Gestasyonel hafta, doğum şekli (elektif sezaryen (C/S), eylemli C/S, vajinal), cinsiyet, doğum ağırlığı, Apgar skorları ve anneye ait özellikler kaydedildi. Hastalardan postnatal 18.-24 saatler arasında serum kortizol, epinefrin, sT4, sT3 ve TSH hormon düzeyleri için kan örnekleri alındı. Gruplar arasında demografik özellikler açısından fark yoktu, elektif C/S grubunda YGT gelişme riski yüksek saptandı. Hasta (term+geç preterm) grubunda kontrol grubuna göre serum kortizol seviyelerinde istatiksel olarak fark saptanmadı; sT4 ve sT3 seviyeleri benzer olarak bulundu. TSH ve epinefrin düzeyleri ise YGT tanılı yenidoğan grubunda anlamlı düşük bulundu. Geç preterm hasta grubunda kontrol grubuna göre kortizol, epinefrin, TSH hormon seviyeleri düşükken; sT3 sT4 seviyelerinin benzer olduğu saptandı. Term hasta grubuyla kontrol grubu hormon seviyeleri arasında anlamlı fark saptanmadı Çalışmamızda; YGT tanılı grupta, kontrol grubuna göre TSH, epinefrin düzeyleri düşük saptanmış ancak literatürden farklı olarak gruplar arasında kortizol, sT3 ve sT4 düzeylerinde fark bulunmamıştır. Bu sonuçlarla; TSH ve epinefrinin fetal akciğer sıvı emilimi ile postnatal pulmoner adaptasyon mekanizmasını düzenlemede etkili olabileceğini düşünmekteyizItem Çocukluk çağı nefrotik sendromunda indüksiyon steroid dozunun klinik seyire etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-12) Yel, Sibel; Gunay, Neslihan; Pınarbaşı, Ayşe Seda; Balaban, Aynur Gencer; Dursun, İsmail; Poyrazoglu, Muammer HakanÇocukluk çağı nefrotik sendromunda (NS) indüksiyon tedavisinde kullanılan steroid tedavisinin ideal dozu ve tedavi süresi tartışmalıdır. Yakın zamandaki veriler ile steroid tedavi süresini arttırmanın faydası gösterilmemiştir. Bu çalışma kümülatif indüksiyon steroid doz değişikliklerinin klinik seyire etkilerini belirlemeyi amaçlamıştır. Bu geriye dönük çalışmaya Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Kliniğinden (1982-2018) 88 NS hastası dahil edildi. Sekonder NS nedenleri, tanı sırasında bir yaş altında olma ve steroid direnci dahil edilmeme kriterleri idi. Kümülatif indüksiyon steroid dozları araştırıldı ve doz çeyrek sınırları belirlendi. İzlem boyunca toplam relaps sayıları, ilk relapsa kadar geçen süre ve steroid dışı immunsüpresif kullanımları klinik seyirdeki değişkenler olarak belirlendi. Bu klinik değişkenler kullanılarak her bir doz çeyrek sınırının altı ve üstünde doz alan hastalardaki klinik seyir karşılaştırıldı. Kümülatif steroid doz dağılımları 1. çeyrek, ortanca ve 3. çeyrek için sırasıyla 2300, 2800 ve 3300 mg/m2 idi. Relaps durumu ve diğer klinik seyir değişkenleri için çeyrek doz sınırlarının altı ve üstü arasındaki karşılaştırmalarda istatistiksel anlamlı fark tespit edilmedi (p>0,05). Relaps oranı ve klinik seyir kümülatif başlangıç doz rejiminden etkilenmemektedir.Item Travma dışı nörolojik yakınma ile çocuk acil polikliniğine başvuran hastaların değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-14) Bodur, Muhittin; Özmen, Abdullah Hakan; Okan, Mehmet Sait; Toker, Rabia Tütüncü; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı.; 0000-0002-3129-334XÇocuk Acil Poliklinikleri, acil durumlara hızlı müdahale edildiği birimlerdir. Hastalar çok çeşitli yakınmalar ile başvurmaktadır. Çocuk Acil Poliklinikleri başvurularının genel dağılımının, sıklık ve yoğunluğunun belirlenmesi ileriye dönük uygun planlamalar yapabilmek için büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, travma dışı nörolojik yakınma ile başvuran hastaların klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Bir yıl içinde Çocuk Acil Polikliniğine başvuran hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Başlıca başvuru yakınması nörolojik olarak değerlendirilen hastalar çalışmaya alındı. Bilinen nörolojik hastalığı olup Çocuk Acil Polikliniğine başvurusundaki yakınması nörolojik olarak değerlendirilmeyen hastalar, yenidoğan dönemindeki hastalar ve travma hastaları çalışmaya alınmadı. Çocuk Acil Polikliniğine bir yıllık süre içinde başvuran hastaların 628’ inin başlıca başvuru yakınmasının nörolojik semptom olduğu bulundu. Hastaların %50,3 kız çocuk, %49,7 erkek çocuk olarak bulundu. Nöbet en sık nörolojik yakınma olarak bulundu. İlk kez nöbet ile gelen hastaların %83,1 afebril nöbet ile %16,9 febril nöbet ile başvurduğu saptandı. Status epileptikus oranı ise nöbet ile başvuran hastalarda %4,5 olarak bulundu. Çocuk Acil Polikliniklerine en sık travma dışı nörolojik başvuru yakınması olarak nöbet saptanmıştır. Nöbete acil yaklaşım konusundaki bilgi ve becerilerinin güncellenmesi verilecek sağlık hizmetinin kalitesini arttıracağı kanaatindeyiz.Item Konjenital hiperinsülinemik hipoglisemi tanılı hastalarda klinik ve genetik özellikler ile tedavi sonuçları: tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-15) Erbaş, İbrahim Mert; Çatlı, Gönül; Paketçi, Ahu; Anık, Ahmet; Demir, Korcan; Böber, Ece; Abacı, AyhanKonjenital hiperinsülinemik hipoglisemi, pankreastan kontrolsüz insülin salınımı sonucu ortaya çıkan nadir bir hastalıktır. Bu çalışmada, kliniğimizde konjenital hiperinsülinemik hipoglisemi tanısı ile takip edilen hastaların klinik ve genetik özellikleri ile prognozlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, 2011–2020 yılları arasında kliniğimizde konjenital hiperinsülinemik hipoglisemi tanısı ile takip edilen olgular dahil edildi. Olguların dosya kayıtlarından, klinik, laboratuvar ve genetik özellikleri, görüntüleme sonuçları, tedavi süreçleri ve prognozları ile ilgili bilgiler elde edildi. Çalışmaya dahil edilen 10 olgunun (altı kız, dört erkek) ortanca tanı yaşı 25 (3-183) gündü. En sık başvuru nedeni konvülziyon (altı olgu) iken, olguların üçü semptomatik hale gelmeden rutin tarama sırasında saptanan hipoglisemi nedeniyle tanı aldı. Yedi hastaya genetik analiz yapıldı. Analiz yapılan genler (ABCC8, KCNJ11, GLUD1, HNF4A) arasında dört hastada ABCC8 geninde varyant saptandı (iki hasta heterozigot, bir hasta homozigot, bir hasta ise bileşik heterozigot). Yedi hastada diazoksite yanıt alınırken, diazoksit tedavisine yanıt alınamayan üç hastanın tedavisi oktreotid olarak değiştirildi. Bu hastalardan birisinde ABCC8 geninde heterozigot, bir diğerinde ise homozigot varyant saptandı. Altı hasta izlemde (ortanca süre 1,5 yıl) spontan remisyona girdi ve bu olgular geçici konjenital hiperinsülinemik hipoglisemi olarak kabul edildi. ABCC8 geninde varyant saptanan dört hastanın üçü geçici hastalık tanısı aldı.Item IgA vaskuliti tanılı olgularda klinik ve hematolojik parametrelerin ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-15) Gökceoğlu, Arife Uslu; Sevim, Meliha; Abseyi, Sema NilayIgA vaskuliti, çocukluk çağında en sık görülen vaskulit olmakla birlikte; gastrointestinal sistem ve renal tutulum olması hastalık seyrini etkilemektedir. Bu nedenle bu çalışmanın amacı retrospektif olarak başvuru anındaki hematolojik parametreler ile klinik bulgular ve organ tutulumu arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir Çocuk Nefroloji Polikliniğinde IgA vaskuliti (HSP) tanısı alan çocuklar çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik bilgileri, klinik bulguları, laboratuar sonuçları ve ultrasonografi sonuçları kayıt edildi. Başvuru sırasındaki lökosit sayısı, trombosit sayısı, ortalama trombosit hacmi (MPV), eritrosit dağılım genişliği (RDW), total nötrofil sayısı, total lenfosit sayısı, sedimentasyon, C-reaktif protein (CRP), tam idrar tetkiki sonucunda hematüri ve/veya proteinüri varlığı, böbrek fonksiyon testleri ve ultrasonografi sonuçları kayıt edildi. Nötrofil/lenfosit oranı manuel hesaplandı. BULGULAR: Olguların %73’de eklem tutulumu, %52 ‘de organ tutulumu, %35’inde gastrointestinal sistem tutulumu, %20’de renal tutulum izlendi. Organ tutulumu olanlarda ve gastrointestinal sistem tutulumu olanlarda ortalama nötrofil ve nötrofil/lenfosit oranı anlamlı yüksek bulundu. Renal tutulumu olanlarda ortalama nötrofil sayısı, RDW ve CRP değerleri anlamlı yüksekti. Renal tutulum için erkek cinsiyet ve RDW değeri risk faktörü olarak saptandı. : IgA vaskulitinde başvurudaki hematolojik parametreler hastaların organ tutulumu, gastrointestinal sistem tutulumu ve renal tutulum açısından riskli olguları belirleyici olabilir. Özellikle nötrofil/lenfosit oranının organ tutulumu, gastrointestinal sistem tutulumu ve renal tutulumu olan olgularda daha yüksek olması hastalık patogenezinde nötrofillerin rolü olduğunu desteklemektedir. Renal tutulum için erkek cinsiyet ve artmış RDW değeri risk faktörleridirItem COVID-19 ve çocuk diş hekimliğine güncel etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-26) Çubukçu, Çiğdem Elbek; Bursa Uludağ Üniversitesi/Diş Hekimliği Fakültesi.; 0000-0002-1480-2907Şiddetli Akut Solunum Sistemi Koronavirus 2 (Severe Acute Respirstory Syndrome Coronavirus 2 [SARS-CoV-2])’nin neden olduğu Coronavirüs Hastalığı-2019 (COVID-19), Aralık 2019’da Çin’de bildirildiğinden beri küresel olarak hızla yayılmıştır. Ağustos 2020 itibariyle, SARS-CoV-2, 213 ülke/bölgede, 25 milyondan fazla insana bulaşmış ve 760.000’den fazla ölümle sonuçlanmıştır (1). Pandemiye yanıt olarak uygulanan karantina önlemleri, çocuklarda diş hekimliği hizmetlerinin sunumunu da belirgin şekilde etkilemiştir. Virüsün yayılmasını önlemek için, rutin diş tedavilerinin ülkemizde askıya alınmış olması, ağız-diş sağlığı hizmetlerinin sunumunu da sekteye uğratmıştır. T.C. Sağlık Bakanlığı’nın 16 Temmuz 2020 tarihli Çalışma Rehberi’ne göre ağızdiş sağlığı hizmetleri, pulpal inflamasyondan kaynaklanan şiddetli diş ağrısı, perikoronitis veya üçüncü molar kaynaklı şiddetli ağrı, postoperatif olarak gelişen osteitis veya alveolit, lokalize ağrı ve şişmeye neden olan apse veya bakteriyel enfeksiyon, ağrı veya yumuşak doku travmasına neden olan diş fraktürü, travmaya bağlı diş avulsiyon/luksasyonu, çene ve yüz bölgesi fraktürleri, oral mukozanın akut ve ağrılı lezyonları/ülserasyonları, hayatı tehdit edici ya da kontrolsüz kanamalar, hastanın havayolu açıklığını tehdit eden intraoral/ekstraoral enfeksiyonlar, radyoterapi ve kemoterapi alması planlanan ya da almakta olan ve organ nakli planlanan hastaların tedavileri, medikal sorunları için dental konsültasyon istenilen hastalar, dikiş alınması, geçici restorasyon kaybı/kırıklarının ve hareketli protez kullanımına engel olan vurukların aerosol oluşturmayacak şekilde tedavi, ortodontik tedavi görmekte olan hastaların braket ve tellerinin kırılması sonucunda yumuşak dokuda oluşan yaralanmaya bağlı olarak gelişen ağrı ve/ veya enfeksiyon, yeni doğan dudakdamak yarıklı hastaların beslenme plağı uygulamaları, çene eklemi luksasyonu ve biyopsi (malignite şüphesi bulunan durumlarda) şeklinde sınırlandırılmıştır.Item Çocuk acil servislerine gelen akut zehirlenme olaylarının değerlendirilmesi: sistematik derleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-14) Sarvan, Süreyya; Efe, Emine; İşler, AyşegülÇocukluk çağı zehirlenmeleri önemli bir halk sağlığı problemidir. Dünya genelinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde önlenebilir önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu çalışmada bilimsel literatür, çocukluk çağı zehirlenmelerini değerlendirmek amacı ile sistematik olarak incelenmiştir. Bu araştırma sistematik derleme desenli ve makalelerin doküman analizine dayanan nitel bir araştırmadır. Çalışmanın evrenini 2000-2017 yılları arasında yapılan, "akut zehirlenmeler", “çocuk acil servisi”, “çocukluk dönemi” anahtar kelimeleri ile Medline Complete, AcademicSearch Complete, Science Direct, CINAHL Complete, AcademicOneFile ve Google Akademik gibi veri tabanlarından ulaşılan 3191 makale oluşturmaktadır. Araştırmaya dahil edilme ölçütlerine uyan 24 makale çalışma kapsamında değerlendirilmiştir Çocuk acil servisine akut zehirlenme nedeni ile başvuran çocuklar ile yapılan, 24 retrospektif çalışmaincelenmiştir. Çalışmalarda çocukların yaş aralığının 0-18 olduğu belirlenmiştir. Zehirlenmelerin büyük çoğunluğu kazara gerçekleşmiştir. Zehirlenmeye neden olan maddeler büyük oranda ağız yolu ile alınmıştır. Çalışmalarda, zehirlenmeye neden olan maddelerin ilaçlar, temizlik ürünleri ve kimyasal maddeler olduğu belirlenmiştir. Çalışmaların hepsinde tanı, tedavi ve takip için kapsamlı ve invaziv teknikler kullanılmıştır.Çocukluk çağında zehirlenmeler önemli bir sorun olmasına rağmen önlenebilir ve yönetilebilir bir konudur. Bu nedenle, çocukluk döneminde görülen zehirlenmeleri en aza indirgemek için aileler, devlet yetkilileri, ilaç firmaları, sağlık profesyonelleri ve medya gerekli çabayı göstermelidir. Özellikle birinci basamakta görev yapan sağlık çalışanları erken çocukluk döneminde ebeveyn ve çocuklarla sık olarak bir araya geldikleri için akut zehirlenme konusunda eğitim ve danışmanlık vermelidirItem Nötrofil/lenfosit oranı, rdw, rpr, mpv ve mpr hemogram indekslerinin febril nöbet tanısına katkısı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-19) Çokyaman, Turgay; Kasap, TolgaBu çalışmada nötrofil/lenfosit oranı (NLR), kırmızı kan hücresi dağılım genişliği (RDW), RPR, MPR, ortalama trombosit hacmi (MPV), trombosit sayısı (PLT) gibi hemogram indekslerinin febril nöbet (FS) tanısına katkısının ayrıntılı olarak araştırılması amaçlandı. Çalışmaya 91 FS, 116 ateşli hastalık ve 100 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. Yerine göre uygun istatistiksel analizlerle ikili ve üçlü grup karşılaştırmaları sonucu FS lehine anlamlı hemogram indeksleri tespit edildi ve ROC eğrisi analizine göre FS tanısı için tanı koydurucu sınır değerleri, duyarlılık ve özgüllükleri hesaplandı. NLR indeks FK grubunda anlamlı düzeyde yüksekti. FK grubunda median 2,6, ateşli hastalık ve sağlıklı kontrol grubunda sırasıyla 1,6 ve 0,7 bulundu (p<0,001). ROC eğrisi analizinde FK tanısı için NLR indeksinin sınır değerleri, duyarlılık ve özgüllükleri belirlendi. 1/RPR indeksi FK vakalarında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu. FK grubunda 20,5, ateşli hastalık ve sağlıklı kontrol gruplarında sırasıyla 23,3 ve 23,2 bulundu (p=0,003). NLR’ye benzer şekilde RPR indeks içinde ROC eğrisi analizinde FK tanısı için sınır değerleri, duyarlılık ve özgüllükleri hesaplandı NLR ve 1/RPR indeksleri, FS tanısına katkıda bulunabilecek ucuz ve kolay erişilebilir hemogram parametreleridir. Acil servislerde ve ayaktan tedavi kliniklerinde pratisyen hekim ve pedyiatristler tarafından kolayca kullanılabilirler.Item Çocuklarda arı (hymenoptera) sokmalarına bağlı reaksiyonların prevalansı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-10) Canıtez, Yakup; Sapan, Nihat; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Alerji Bilim Dalı.; 0000-0001-8929-679X; 0000-0002-7601- 8392Çocuklarda arı (hymenoptera) sokmasına bağlı gelişen reaksiyonların prevalanslarını araştıran az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma çocuklarda genel populasyonda arı sokmasına bağlı gelişen sistemik, geniş lokal, lokal reaksiyonların görülme sıklıklarının araştırılması amacı ile planlanmıştır. Bu çalışmada Bursa il merkezi ve köylerinde dört ayrı ilköğretim okulu rastgele örnekleme yöntemiyle araştırma için seçildi. Çalışmada anket yöntemiyle 6-15 yaş grubunda yer alan toplam 3243 çocuk değerlendirildi. BULGULAR: Çocukların 1714’ü (%52,9) erkek, 1529’u (%47,1) kız idi. Ortalama yaşları 9,80±0,04 idi. Yaşamları boyunca en az bir kez arı tarafından sokulan çocukların sayısı 1992 (%61,4), son 12 ay içinde sokulan çocukların sayısı ise 711 (%21,9) olarak bulundu. Çalışma populasyonunda arı sokmasına bağlı görülen reaksiyonların sıklığı (yaşam boyu prevalansları), sistemik reaksiyon 9 çocukta (%0,3), geniş lokal reaksiyon 19 çocukta (%0,6), lokal reaksiyon 1964 çocukta (%60,5) saptandı. Erkek çocuklarda kızlara göre yaşamları boyunca istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek sayıda sokulma sayısı ve sistemik veya geniş lokal reaksiyon görülme oranları saptandı (sırasıyla p 0,001, p 0,05, p 0,01). Bölgemizde 6-15 yaş grubu çocuklar arı sokmaları ile sık olarak karşılaşmaktadırlar. Arı sokmasına bağlı reaksiyonlar belli oranlarda görüldüğü için bu verilerin olası reaksiyonları tanımlama ve yaklaşım açısından dikkate alınması uygun olacaktır.