2021 Cilt 47 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27277
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 25
- Results Per Page
- Sort Options
Item Ekstrüde disk: Hemen cerrahi mi, biraz bekleyelim mi? Bir olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Çetin, Emine; Arslan, AliBel ağrısının en sık sebebi lomber disk hernisi olup hastalar genellikle konservatif yaklaşımlar ile normal yaşa ntılarına dönebilirler. Spontan regresyon, lomber disk hernisinde literatürde tanımlanmış bir klinik durum olmasına karşılık, altta yatan mekanizma ve gerçekleşme zamanı henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu sunuda, lomber bölgedeki ektrüde herninin 3 aylık konservatif tedavi sonunda, radyol ojik görüntüsünde tama yakın regresyon gösteren bir olgu bildirilmektedir. Nörolojik defisiti olan ekstrüde disk hernili hastalarda cerra hi operasyon öncelikli tedavi seçeneği olarak düşünülmekle beraber, konservatif tedavinin de hastalar için çözüm olabileceğinin altını çizildiği bu olguda, radyolojik ve klinik iyileşmenin hızlı ve tama yakın olması önem arzetmektedir.Item Kardiyopulmoner bypass’ın trombosit agregasyonu ve fibrinoliz üzerine etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Çam, Betül; Tok, Mustafa; Sağdilek, Engin; Özlük, Kasım; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyofizik Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fizyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-9656-537X; 0000-0001-8696-4035; 0000-0002-0799-3610Bu çalışmada, off-pump ve on-pump koroner bypass uygulanan hastalarda, prokoagülan aktivitede önemli rolü olan trombositlerin aktivite düzeyleri ve fibrinolitik aktivite değerlendirilmiştir. Çalışma, prospektif olarak planlanıp koroner bypass yapılan hastalar pompasız hasta grubunda 11 hasta, pompalı hasta grubunda 11 hasta olmak üzere, toplam 22 hasta değerlendirmeye alındı. Hastalardan ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. saat, 1. gün ve 4. günde kan örnekleri alındı. Fibrinolitik aktiviteyi belirlemek için t -PA, u-PA, PAI-1, t-PA/PAI-1 ve D- Dimer, trombosit aktivitesini belirlemek için trombosit agregasyonu ölçüldü. On-pump grubunda daha fazla olmak üzere her iki grupta da ameliyat sonrasında fibrinolitik aktivite yüksek bulundu. Bu değerler ameliyat sonrası 4. günde ameliyat öncesi seviyelerine döndü. Trombosit agregasyonu her iki grupta da anlamlı bir fark göstermedi. Genellikle on-pump ameliyatlarda hemodilüsyon ve kullanılan yüksek doz heparin nedeni ile ameliyat sonrası erken tromboz riskinin düşük olduğu düşünülür. Buna bağlı olarak da erken dönem antikoa gulan kullanımı yaygın değildir. Buna karşılık off-pump bypass ameliyatlarında erken dönemde antikoagulan kullanma alışkanlığı vardır. Yaptığımız bu çalışmanın gösterdiği sonuç kardiyopulmoner bypass kullanılan hastalarda ameliyat sonrası D-dimer yüksekliği erken tromboz riskinin pompa sonrası da devam ettiğini göstermektedir ve hemen ameliyat sonrası antikoagulan kullanımı düşünülebilir.Item Obtrüktif uyku apne sendromu şiddetine antropometrik parametre cinsiyet ve uyku pozisyonunun etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-10-12) Kabeloğlu, Vasfiye; Öztürk, OyaObstrüktif Uyku apne sendromu (OUAS), yetişkin popülasyonda oldukça sık görülen önemli bir halk sağlığı problemidir. Obezite bu sendromun gelişimi için en önemli risk faktörüdür. OUAS şiddeti beden kitle indeksi (BKİ), uyku evresi, pozisyonu ve cinsiyete göre değişiklik göstermektedir. Bu çalışmada OUAS şiddetine BKİ, uyku evresi, uyku pozisyonu yanında cinsiyetin etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya polisomnografi incelemesi sonrasında OUAS tanısı alan 93 (%61,58) erkek, 58 (%38,41) kadın olmak üzere toplam 151 hasta alınmıştır. Hastaların demografik özellikleri, polisomnografi parametreleri ve risk faktörleri retrospektif olarak kaydedilmiştir. OUAS tanısı üçüncü Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflama Klavuzuna göre koyulmuştur. Kadın cinsiyette yaş, BKİ, diabet ve hipertansiyon gibi kardiyovasküler risk faktörleri erkek cinsiyete göre anlamlı yüksek bulunmuştur (p=0,001, p=0,001, p=0,034, p=0,001). Buna rağmen OUAS şiddeti erkek cinsiyette anlamlı bulunmasa da daha yüksek bulunmuştur (p>0,05). Bu yükseklik sırtüstü pozisyonda istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (erkeklerde AHİ SIRT : 44,34±28,07/saat, kadınlarda AHİ SIRT : 35,09±26,76/saat, p=0,048). REM uyku evresinde ise OUAS şiddeti kadınlarda fazla bulunmuştur (p=0,016). Bu çalışmada OUAS risk faktörlerinden olan yaş, BKİ, hipertansiyon ve diabet mevcudiyeti, kadın cinsiyette erkek cinsiyete göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur. Buna rağmen OUAS şiddeti erkek cinsiyette daha yüksek bulunmuştur. Bu yükseklik sırtüstü pozisyonda istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. REM uyku evresinde ise OUAS şiddeti kadın cinsiyette daha fazla bulunmuştur. Bu durum cinsiyetler arasında yağ dağılımındaki farklılıkları düşündürmekte ve genel bir obeziteden ziyade bölgesel yağ birikiminin OUAS için daha önemli bir prediktör olduğunu düşündürmektedir.Item Yaygın anksiyete bozukluğu tanısı olan çocuk ve ergenlerde Covid-19 enfeksiyonu korkusu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-10-20) Öz, Büşra; Miniksar, Dilşad YıldızCOVID-19 pandemisi sürecinde alınan önlemler, sosyal izolasyon, okulların kapatılması, sosyal medya paylaşımları, sosyal aktivitelerin azalması çocuklarda korku ve kaygıya neden olmaktadır. Çalışmamızda Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan çocukların anksiyete ve COVID-19 korkusu düzeyini araştırmayı amaçladık. Aralık 2020-Şubat 2021 tarihleri arasında çocuk psikiyatri polikliniğine başvuran YAB tanılı çocuklar ile sağlıklı çocuklar değerlendirildi. Katılımcılara sosyodemografik veri formu, Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği (STAI) ve COVID-19 Korkusu Ölçeği verildi. Çalışmamıza YAB tanılı 47 hasta ile sağlıklı 41 çocuk katıldı. Hasta grubun yaş ortalamaları 13,4±2,4 yıl, kontrol grubunun 12,6±2,4 yıl olarak bulundu. STAI-S puan ortalaması; hasta grubunda 49,5±9,7, kontrol grubunda 29,3±6,7 bulundu. STAI-T puan ortalaması; hasta grubunda 61,4±8,9, kontrol grubunda 32,6±6,2 olarak gözlendi. COVID-19 Korkusu Ölçeği puanları; hasta grubunda 22,2±5,5 tespit edildi ve orta düzeyde COVID-19 korkusu olabileceği düşünüldü. Kontrol grubunda 11,2±4,4 olarak gözlendi COVID-19 enfeksiyonu geçirmemiş ve karantinaya alınmamış, YAB tanılı çocukların anksiyete ve COVID-19 korkusu düzeyleri yüksek bulunmuştur. Literatürde bu konuda yapılan çalışmalar sınırlıdır. Çalışmamızın YAB olan çocukların pandemi döneminde daha çok korku ve kaygı göstermesi konusunda literatüre katkı sağlayacağına inanıyoruz.Item İnce kesitli bilgisayarlı tomografide sakral vertebralar arası füzyon derecesine bakılarak yaş tayini değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-10-20) Tobcu, Eren; Gökalp, Gökhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0144-0142; 0000-0002-3682-2474Kemik yaşı tayininin tıbbi ve adli uygulamalarda önemli bir yeri vardır. Günümüzde 18 yaş altı bireylerde tamamlanmış el ve el bileği kemik osifikasyonularına bakılarak yaş tayini yapılabilmektedir. Ancak tamamlanmış el ve el bileği osifikasyonları nedeni ile 18 yaş üstü vakalarda yaş tayini yapmak oldukça zordur. Bu pilot çalışma, 18 yaş üstü bireylerde sakral vertebra korpusları arasındaki füzyon derecesini skorlayarak, yaş tayini yapılabilmesini amaçlamaktadır. Çalışmamızda, lomber ya da sakrum bilgisayarlı tomografi (BT) tetkiki yapılmış, yaşları 15- 64 arasında değişen 174 erkek, 179 kadın toplamda 353 hastanın sagittal reformat BT görüntüleri iki radyolog tarafından retrospektif olarak çift kör değerlendirilmiştir. Sakral vertebra korpusları arasındaki füzyon dereceleri Belcastro ve ark.’nın tanımladığı 4’lü evreleme sistemine göre evrelendirilmiştir. Çalışmamızda erkek olgularda yaş ile sakral füzyon skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0,05). Kadın olgularda ise S2-S3 ve S3-S4 düzeyleri için yaş ile sakral füzyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık mevcuttur (p<0,05). Ayrıca kadın olgularda genel olarak aynı yaş grubundaki erkeklere kıyasla daha ileri füzyon dereceleri izlenmiştir. Ancak her iki cinsiyette de Spearman korelasyon katsayısı ile yapılan incelemede sakral vertebral füzyon dereceleri ile yaş arasında düşük derecede uyum olması, bu tekniğin pratikte yaş tayininde uygulanabilirliğinin önünde engel oluşturmaktadır. Bu konuda objektif bir değerlendirmenin yapılabilmesi için daha fazla olgu sayısı ile yeni araştırmaların yapılması gerekmektedir.Item Erken evre meme kanserli hastalarda hızlandırılmış kısmi meme ışınlamasında VMAT-CyberKnife sanal tedavi planlarının incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-02) Kılıç, Hidayetül Mediha; Çetintaş, Sibel Kahraman; Tosun, Mehmet; Zorlutuna, Metin; Tunç, Sema Gözcü; Kurt, Meral; Abakay, Candan Demiröz; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-0022-1140; 0000-0002-4483-9284; 0000-0002-8034-2507; 0000-0001-9445-2208; 0000-0003-4697-8234; 0000-0003-1637-910X; 0000-0001-5380-5898Erken evre meme kanserli hastalarda hızlandırılmış kısmi meme ışınlamasında Volümetrik Ark Terapi (VMAT) ve CyberKnife teknikleri kullanılarak hedef volüm ile kritik organ dozlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışma için radyoterapi almış 10 erken evre meme kanseri tanılı hasta seçilerek, günlük fraksiyon dozu 6 Gy ve toplam doz 30 Gy olacak şekilde VMAT ve CyberKnife (SBRT) sanal planları oluşturuldu. Homojenite indeksi (HI), konformite indeksi (CI), tedavi süresi (s), görünür hedef volümü (GTV) ve kritik organların aldığı doz değerleri karşılaştırıldı. Tedavi planları arasında GTV’nin D max (p=0,002) değeri VMAT tekniği lehine anlamlı fark bulundu. Aynı taraf memenin 30 Gy (V 30) (p=0,013) ve 15 Gy alan (V 15) volüm değerlerinin (p=0,007) CyberKnife tekniğinde daha az doz aldığı görüldü. Karşı memenin Dmax (p=0,218) değeri açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Sağ meme yerleşimli olgularda kalbin D max (p=0,282) ve 1,5 Gy alan (V1,5 ) volümü için (p=0,548) anlamlı fark bulunmadı. Sol meme yerleşimli olgularda kalbin Dmax (p=0,095) değerinde anlamlı fark görülmedi; ancak kalbin 1,5 Gy alan (V 1,5 ) volüm değerinin (p=0,008) CyberKnife tekniğinde daha düşük olduğu görüldü. Tedavi süresi (s) (p<0,001) VMAT tekniğinde anlamlı olarak az bulunmuştur. Sonuç olarak iki tedavi tekniğinde de hedef volümün istenilen dozu aldığı; ancak özellikle erken evrede oluşabilecek geç kardiyak yan etkilerin azaltılması açısından riskli hastalarda CyberKnife tekniğinin daha üstün olduğu anlaşılmıştır. Teknolojik gelişmeler ışığında erken evre meme kanserli hastalarda Hızlandırılmış Kısmi Meme Işınlamasında (APBI) güncel tedavi yaklaşımı olarak CyberKnife tekniği uygun olgularda değerlendirilebilir.Item Ponatinib miRNA ifadelerini düzenleyerek meme kanseri hücrelerini hedefler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-02) Kayabaşı, Çağla; Süslüer, Sunde Yılmaz; Okcanoğlu, Tuğçe Balcı; Yelken, Besra Özmen; Mutlu, Zeynep; Kurt, Cansu Çalışkan; Bağca, Bakiye Göker; Avcı, Çığır Biray; Gündüz, CumhurMeme kanseri kadınlarda en yaygın gözlenen kanser türüdür. Mevcut tedavilerin düşük seçicilik ya da zamanla oluşan ilaç direnci gibi eksiklerini giderebilecek yeni stratejilerin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Çalışmamızda, çoklu hedefli bir tirozin kinaz inhibitörü olan ponatinibin meme kanseri hücreleri üzerindeki anti-kanser etkisini değerlendirmeyi ve ponatinib yanıtında yer alan miRNA'ların biyoinformatik yaklaşım ile sinyal yolaklarındaki potansiyel işlevini tanımlamayı hedefledik. Bu amaçla, MCF-7 hücrelerinde ponatinibin sitotoksik etkileri xCELLigence ile gerçek-zamanlı olarak belirlendi. Ponatinib uygulaması sonrasında apoptoz, proliferasyon hızı, hücre döngüsündeki değişimler akım sitometriyle, miRNA'ların ifadelerindeki düzenlenmeler qRT-PCR ile değerlendirildi. İfadelerinde anlamlı değişim belirlenen miRNA’ların ilişkili olduğu olası mRNA’lar ve sinyal yolakları KEGG yolak analizi ile tanımlandı. Ponatinibin MCF-7 hücreleri üzerinde sitotoksik etkiye sahip olduğu (IC50: 4,59 μM) belirlendi. Ponatinib uygulaması ile MCF-7 hücrelerinde anlamlı olarak apoptozun indüklen- diği, proliferasyonun baskılandığı ve hücre döngüsünün G0 /G1, S evrelerinde durakladığı belirlendi. Ayrıca, let-7a-5p, miR-29a-3p, miR-7-5p, miR-125b-5p, miR-212-3p ifadelerinde artış (p<0,05), miR-210-3p, miR-19b-3p, miR-140-5p, miR-181b-5p, miR-155-5p, miR-223-3p, miR-141-3p, miR-21-5p ifadelerinde azalma olduğu (p<0,05), miR-19a-3p ifadesinin ise tamamen baskılandığı belirlendi. Biyoinformatik analizler ile, ifadesi değişen miRNA’ların kanserde proteoglikanlar, Hippo, p53, TGF-beta, kanser-ilişkili, PI3K-Akt, prolaktin, hücre döngüsü, östrojen, mTOR sinyal yolakları ile ilişkili olduğu ortaya koyuldu. Ponatinib uygulaması meme kanseri hücrelerinde apoptozu indükleyerek, proliferasyonu baskılayarak ve hücre döngüsünü durdurarak güçlü anti-kanser aktivite sergilemiştir. Ponatinibin belirlenen anti-kanser etkilerinde miRNA’ların rolleri olabileceği gösterilmiştir. Olası miRNA-mRNA etkileşimleri ile meme kanserindeki hedef sinyal yolaklarının tanımlanması ışığında, ponatinibin tek başına veya diğer tedavilerle kombinasyon halinde meme kanseri tedavisi için potansiyel bir strateji olabileceği görüşündeyiz.Item Baş boyun bölgesi yerleşimli Kavernöz Hemanjioma eşlik eden flebolit olgusu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-07) Yirmibeş, Selin; Saraydaroğlu, Özlem; Yenidünya, Mehmet Oğuz; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-8211-6175; 0000-0002-4127-9656; 0000-0002-6802-0409Flebolitler, kalsifiye trombüsleri ifade eden lezyonlardır. Baş boyun bölgesinde nadiren rastlanırlar ve sıklıkla bir vasküler malformasyona ya da benign vasküler tümöre eşlik ederler. 4 yaşından beri sol çene altında şişlik şikayeti olan 7 yaşında kız hasta merkezimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol submental bölgede 4x3 cm çapında, immobil kitle saptanan hastaya kitle eksizyonu uygulandı. Lezyonun mikrosk obik incelemesinde santralinde kalsifikasyon barındıran, konsantrik yapıya sahip multipl nodüler lezyonlar ve lezyonlara bitişik alanlarda, genişlemiş damarlarla karakterize kavernöz hemanjiom izlendi. Bu bulgularla olguya kavernöz hemanjioma eşlik eden flebolit tanısı verildi. Flebolitler, vasküler lezyonlardan en sık hemanjiomlara eşlik eder. Flebolitlerin etiyolojisinde vasküler malformasyon veya travma kaynaklı periferik kan akımındaki yavaşlamanın yer aldığı düşünülmektedir. Klinik olarak karışabilen sialolitiazis, travmatik myozitis ossifikans, kalsifiye lenf nodülleri ve bazı neoplaziler ayırıcı tanı içinde ele alınmalıdır.Item Az bilinen bir konu ‘idiyopatik kronik pelvik ağrı’: Bir olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-08) Sivrikaya, Pınar; Hocaoğlu, ÇiçekKronik pelvik ağrı (KPA) özellikle üreme çağındaki kadınları etkileyen önemli sağlık sorunlarından biridir. Jinekolojik, ürolojik, nörolojik, gastrointestinal, kas-iskelet sistemi gibi çok sayıda sistemden kaynaklanabilen KPA’nın ayırıcı tanısında güçlükler yaşanabilir. Tıbben açıklanamayan idiyopatik kronik pelvik ağrı (İKPA) psikolojik nedenlere bağlı ortaya çıkabilir. Oldukça sık rastlanmasına rağmen İKPA’nın etiyolojisi, klinik görünümü, seyri ve tedavi yaklaşımı ile ilgili bilgiler kısıtlıdır. Bu çalışmada depresif yakınmalarla başvuran ve İKPA tanısı ile izlenen 43 yaşındaki kadın olgu literatür bulguları ışığında sunulmuştur. Hastanın İKPA yakınmaları ile sık sık hasta ne başvurularının olması dikkat çekicidir. Klinisyenlerin tıbben açıklanmayan İKPA’nın psikiyatrik yönü konusunda duyarlı olmaları önemlidir.Item Serviks kanserinde brakiterapi ve SBRT planlarının dozimetrik parametrelerinin retrospektif olarak karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-10) Zorlutuna, Metin; Abakay, Candan Demiröz; Kılıç, Hidayetül Mediha; Tosun, Mehmet; Kurt, Meral; Çetintaş, Sibel Kahraman; Sarıhan, Süreyya; Altay, Ali; Bursa Uludağ üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyosyon Onkoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-9445-2208; 0000-0001-5380-5898; 0000-0002-0022-1140; 0000-0002-8034-2507; 0000-0003-1637-910X; 0000-0002-4483-9284; 0000-0003-4816-5798; 0000-0003-2224-9248Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda tedavi almış serviks kanseri tanılı 15 hastaya ait arşiv materyali elde edildi. Brakiterapi ve SBRT planları oluşturularak karşılaştırıldı. Veriler Accuray Precision TPS’ye aktarılmış, retrospektif planların oluşturulması için planlanan hedef hacim (PTV) ve kritik organlar (mesane, rektum, sigmoid kolon, kemik iliği) konturlandı. Tüm hastalar için reçete edilen toplam doz 21 Gy, 3 fraksiyonda verildi. Oluşturulan sanal planlardaki DVH’ler ile doz dağılımları elde edildi. Kritik organ (mesane, rectum, sigmoid kolon ve kemik iliği) dozları ve EQD2 ve BED değerlerinin karsılaştırılması amaçlandı. Tedavi teknikleri arasında mesanenin D0,10cc değerleri için SBRT tekniği lehine anlamlı fark bulundu. Kemik iliğinin D50,00cc, D75,00cc ve D100,00cc değerleri için SBRT tekniği lehine anlamlı fark bulundu. Mesanenin EQD 2 ve BED değerleri (α/β=3) ve (α/β=10) açısından D0,10cc için SBRT lehine olumlu yönde anlamlı farklılık bulundu. Kemik iliğinin EQD 2 ve BED değerleri (α/β=3) ve (α/β=10) açısından D50,00cc, D75,00cc ve D100,00cc için SBRT lehine anlamlı farklılık bulundu. Sonuç olarak; SBRT, EBRT sonrası standart tedavi olarak görülen BRT’nin uygulanabilir olmadığı durumlarda iyi bir alternatif olarak kullanılabilir.Item Monensinin glioblastoma multiformede kaspaz-10 aracılı apoptoz üzerine etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-18) Koçoğlu, Sema Serter; Seçme, MücahitGlioblastoma multiforme (GBM), en kötü huylu primer merkezi sinir sistemi tümörüdür. Şu anda, GBM için iyileştirici tedavi seçenekleri yoktur ve 5 yıllık hayatta kalma oranı %5’den daha azdır. Monensin, ‘’Streptomyces cinnamonensis’’ den elde edilen antibakteriyal ve antiparazitik etkileri bilinen iyonofor bir antibiyotiktir. Literatürde monensinin GBM hücrelerinin apoptoz mekanizması üzerine etki göster- diği bir çalışmaya rastlanmadığından yapılan bu çalışmanın amacı monensinin U373 GBM hücrelerinde apoptoz aracılı hücre proliferasyonu üzerine etkilerini araştırmaktır. Monensinin U373 hücre canlılığı üzerine etkileri XTT ile apoptoz üzerine etkileri ise RT-PCR ve Annexin V ile araştırılmıştır. Monensinin U373 GBM hücrelerinde IC 50 değeri 48’inci saatte 4 μM olarak bulunmuştur. Monensin U373 GBM hücrele- rinde apoptoz oranında 6 katlık bir artışa neden olmuştur. Bununla birlikte monensin kaspaz-10 gen ekspresyonunu arttırarak apoptozu anlamlı olarak aktive etmiştir. Sunulan çalışma monensinin GBM hücrelerinin kaspaz-10 aracılı apoptoz mekanizması üzerine etkilerini gösteren ilk çalışmadır. Bizim sonuçlarımız monensinin GBM kanserinde güçlü apoptotik etkileri olan terapötik bir antikanser ilaç bileşiği olabileceğini önermektedir.Item Skapulada yerleşen tümör ve tümör benzeri lezyonlara genel bakış; Bir üniversite hastanesinin deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-18) Yenigül, Ali Erkan; Bilgen, Mühammet Sadık; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-2690-9488; 0000-0003-2415-9529Çalışmamızda skapula yerleşimli ve histopatolojik olarak tanısı kesinleşmiş tümör veya tümör benzeri lezyonları, bunların tedavi ve takip sonuçlarını inceledik. Böylece nadir görülen bu lezyonların tanı dağılımını ve tedavi sonuçlarını değerlendirerek literatüre katkı sağlamayı amaçladık. 2015-2020 yılları arasında histopatolojik tanı alan skapula yerleşimli lezyonu olan olguları ve bu olguların yaş, cinsiyet, semptom, semptom süresi, kitle lokalizasyonu patolojik kırk olup olmaması (tanı esnasında), tedavi şekli (biyopsi, cerrahi, kemoterapi, radyoterapi), tedavi sonrası komplikasyon ve tanı anından itibaren takip süreleri incelendi. Çalışmaya 21 erkek, 8 kadın olmak üzere 29 olg u katıldı. Yaş ortalaması 50 (11-84) idi. 17 olguda sol skapulada lezyon var iken 12 olguda sağ skapulada lezyon vardı. 21 olgu ağrı şikayeti ile, 5 olgu şişlik şikayeti ile ve 3 olguda ağrı+şişlik şikayeti ile başvurmuştu. Olgulardan tanı öncesi semptom bulunma süresi ortalama 6 ay (1-15)’dı. 12 olguda benign lezyon var iken 17 olguda malign lezyon vardı. 9 olguda metastaz nedenli malignite var iken 8 olguda primer malignite vardı. Lezyon yerleşimleri 4 olguda sadece S1, 12 olguda sadece S2 ve 13 olguda S1+S2 bölgelerinde idi. Ortalama takip süresi 33 ay (6-64) olup, takip esnasında 5 olgu ex olmuştur. Skapulada tümör ve tümör benzeri lezyonlara baktığımızda malignitelerin fazla olduğu görülme k- tedir. Olgu yaşı arttıkça benignden maligne doğru da bir artış var. Radyolojik olarak detaylı araştırılması gereken bu lezyonlar histopatolojik inceleme sonrası başarılı şekilde tedavi edilebilmektedir.Item Nodüler lenfosit predominant Hodgkin lenfoma tanılı hastalarda tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-19) Candar, Ömer; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Ersal, Tuba; Pınar, İbrahim Ethem; Yalçın, Cumali; Orhan, Bedrettin; Ali, Rıdvan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; 0000-0001-7602-6926; 0000-0003-0014-7398; 0000-0001-9710-134X; 0000-0001-5419-3221; 0000-0001-9907-1498; 0000-0002-5129-2977; 0000-0003-3970-2344; 0000-0001-6486-3399Nodüler lenfosit predominant Hodgkin lenfoma (NLPHL) az görülen ve prognozu oldukça iyi olan bir hastalıktır. NLPHL tüm Hodgkin lenfomalı (HL) hastaların %5’ini oluşturmaktadır. Hastalıkla ilgili en önemli sorunlar hastalık nüksü, Hodgkin dışı lenfomaya transformasyon ve tedavi ilişkili yan etkilerdir. Erken evre hastalıkta tedavisiz izlem, cerrahi, tutulu alan radyot erapisi ve tek başına ritüksimab tercih edilirken, yüksek tümör yükü olan olgularda ve ileri evre hastalıkta kemoimmünoterapi kullanılır, radyoterapi eklenebilir. Hastalık nüksü sonrasında dahi tedavi yanıtları oldukça iyidir. Tedaviye yönelik verilerin tamamı retrospektif çalışmalardan gelmektedir. Çalışmamızda kliniğimizde Aralık 2011-Aralık 2020 tarihleri arasında NLPHL tanısı alan 10 hasta değerlendirildi. Hastaların medyan yaşı 36 (28-60) yıldı. NLPHL tanılı hastalar HL tanılı hastaların %2.08’ini oluşturmakta idi. Hastaların %80’ni (n=8) erkekti. Tanı anında hastalarımızın %70’ni (n=7) erken evre idi ve tüm hastaların ECOG (Doğu Kooperatif Onkoloji Grubu) performans skoru 0’dı. Hastalarımızın hepsinde başvuru şikayeti ele gelen lenfadenopatiydi. Tanı anındaki hemogram ve biyokimyasal parametreler normal referans aralığındaydı. Tüm hastalarımı- zın bakılan immünhistokimyasal boyamalarında CD20 pozitifliği mevcuttu ve yalnız 1 (%10) hastanın CD30 pozitifliği mevcuttu. Dokuz (%90) hastamıza ilk sıra tedavi olarak ABVD (doksorubisin, bleomisin, vinblastin, dakarbazin) kemoterapisi uygulandı. Bir (%10) hastamıza ise kombine modalite tedavisi (CMT) olan ABVD ile birlikte RT uygulandı. Bir hastamıza hastalık progresyonu nedeni ile diğer hastamıza ise geç nüks sebebi ile kurtarma tedavisi sonrası otolog kök hücre nakli yapıldı. Kliniğimizde tanı konulan NLPHL hastalarının Amerika ve Almanya gibi yabancı ülkelerde yayınlanan literatürlerde belirtilen insidans oranları ve verilen ilk basamak tedavi seçimi ile uyumsuz bir tablo oluşturmaktadır. Bu farklılığın Türkiye’den bildirilecek diğer verilerle karşılaştırılması ve tartışılması uygun olacaktır.Item Akut apandisit hastalarında ortalama trombosit volümü (MPV) ve trombosit dağılım genişliği (PDW) düzeylerinin tanısal değeri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-19) Tortum, Fatma; Bayramoğlu, AtıfBu çalışmada, acil servise karın ağrısı şikayetiyle başvuran, AA tanısı ile opere olan hastalar ile cerrahi tedavi yapılmadan taburcu edilen hastaların ayırıcı tanısında MPV ve PDW parametrelerinin rolü araştırılması amaçlanmıştır. AA tanısıyla yatırılan hastalar retrospektif olarak incelendi. Apendektomi olan ve patoloji raporları AA ile uyumlu olan hastalar AA (+), apendektomi olmayıp medikal tedavi sonr ası taburcu edilen hastalar AA (-) olarak gruplandırıldı. Hastaların, acil servise başvuru anındaki hemogram sonuçlarına elektronik hasta dosyalarından ulaşıldı. Verilerin istatistiği SPSS 20 paket programı ile yapıldı. Değerlendirilen hastaların (1061) %46.6’sı kadın (494), %53.4’ü (567) erkekti. Hastaların %83.6’sı (888) AA (+), %16.2’si (173) AA (-) grubundadır. Hastaların AA (+) gruptaki yaş ortalaması (35±16), AA (-) gruptaki yaş ortalamaları (35±16) bulundu. MPV değerleri her iki grupta da referans değerler aralığında ve her iki grup arası nda MPV değer- leri arasında anlamlı bir fark yoktu (P=0.717). PDW değerleri AA (+) hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı olup, düşük bulundu (P<0.05). AA (+) hasta grubu ile AA ( -) hasta grubunu birbirinden ayırmak için MPV’nin anlamsız olduğu görüldü. PDW değerleri AA (+) hasta grubunda düşük ve istatistiksel olarak anlamlı bulundu.Item Palyatif bakım servisindeki yaşlı hastalarda polifarmasi ve uygunsuz ilaç kullanımının Beers ve TIME-to-STOP kriterlerine göre değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-22) Çelikçi, SedatKırılgan yaşlı popülasyondaki uygunsuz ilaçları belirleyerek farkındalık oluşturup klinisyenlere yol gösterici olması açısından bu çalışma planlandı. Retrospektif dosya taraması olarak planlanan çalışmamızda 65 yaş üzeri palyatif bakım ünitesine kabul edilen has taların başvuru esnasında kullandıkları ilaçların TIME-to-STOP ve Beers kriterlerine göre değerlendirmesi yapılarak hastalardaki uygunsuz ilaç kullanım oranı değerlendirildi. Hastanemizde yatırılarak takip ve tedavisi yapılan 65 yaş üzeri 100 hasta dahil e dildi. Hastaların yatış esnasındaki tanısı, yaş ve cinsiyeti, tıbbi özgeçmişi, kronik hastalıkları, düzenli olarak kullandıkları ilaçlar hastane elektronik arşivi üzerinden tarandı. Elde edilen ilaç preparat isimleri farmakolojik gruplara ayrılarak tek tek TIME-to-STOP ve Beers kriterlerine uygunluk açısından incelendi. Polifarmasi alan hasta oranının %47 olduğu gözlendi. Beers kriterlerine göre potansiyel uygunsuz ilaç oranı %8,3 olarak sapta ndı. TIME-to- STOP kriterlerine göre yapılan değerlendirmede potansiyel uygunsuz ilaç oranı %11,7 bulundu. Yaşlı, kırılgan bir hasta grubunun değerlendirildiği bu çalışmada polifarmasinin potansiyel uygunsuz ilaç kullanımını arttırabileceği görüldü. Dolayısıyla kırılgan bir popülasyonu içeren yaşlı hasta grubunda polifarmasiden kaçınılmalı eğer endikasyon dahilinde ilaç reçete ediliyorsa hasta uyumunu arttırmak için muhakkak ilaç kullanımıyla ilgili eğitim verilmelidir.Item Radikal sistoprostatektomi materyalinde insidental prostat kanseri saptanan olguların klinikopatolojik özellikleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-26) Vuruşkan, Berna Aytaç; Yirmibeş, Selin; Vuruşkan, Hakan; Yavaşcaoğlu, İsmet; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-9549-8435; 0000-0002-8211-6175; 0000-0002-3917-4847; 0000-0002-1788-1997Mesane kanseri tedavisinde yaygın olarak uygulanan radikal sistoprostatektomi materyallerinde klinik bulgu vermeyen, insidental prostat kanserlerine sıklıkla rastlanmaktadır. Çalışmamızda, merkezimizde radikal sistoprostatektomi uygulanan hastalarda prostat kanseri insidansını, evresini, histopatolojik özellikleri ve bu tümörlerin prognoza etkisini değerlendirmeyi amaçladık. 2006 - 2020 arasında merkezimizde mesane kanseri nedeniyle radikal sistoprostatektomi uygulanan 499 hastaya ait dosyalar retrospektif olarak incelendi. İnsidental prostat tümörü 141 (%28,3) olguda tespit edildi. Tümörlerin tamamı prostat asiner adenokarsinomu olarak tanı aldı. 127 (%90,1) hasta pT2, 10 (%7,1) hasta pT3a ve 4 (%2,8) hasta pT3b tümöre sahipti. 35 (%24,8) hastada klinik ol arak önemli prostat kanseri mevcuttu. Ameliyat öncesi artmış PSA değerine sahip 14 hastadan 4’ü klinik olarak anlamlı prostat tümörüne sahipti. Radikal sistoprostatektomi materyallerinde insi- dental prostat tümörü saptanma oranları yüksektir ancak tümörlerin çoğu klinik olarak önemsiz grupta yer alır. Serum PSA değerinin ameli- yat öncesi insidental tümörü tespitinde faydası sınırlıdır. İnsidental prostat tümörüne sahip hastalarda olumsuz klinik seyir izlenmemekle birlikte prognozun asıl belirleyicisi mesane tümörüdür.Item Vasküler Behçet hastalığı tanısı olan hastalarımızın klinik özellikleri, tedavi protokolleri ve relaps oranları: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Yağız, Burcu; Çakan, Zeliha; Coşkun, Belkıs Nihan; Pehlivan, Yavuz; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı/Romatoloji Bilim Dalı.; 0000-0003-0298-4157; 0000-0002-7054-5351; 0000-0001-8645-2670Bu çalışmada, vasküler Behçet Hastalığı (BH) tanısı ile izlediğimiz hastaların klinik, demografik verilerinin değerlendirilmesi, relaps sıklığı ve kullanılan tedavilerle olan ilişkisinin irdelenmesi amaçlanmıştır. BH tanılı 512 hastanın dosyası geriye dönük incelenerek 68 vasküler tutulumlu Behçet hastası tespit edildi. Demografik özellikler, birinci vasküler olay ve varsa nüksü, tedavi protokolleri kaydedildi. Vasküler tutulum sıklığı %13,28’idi. Hastaların %85’i erkekti. En sık alt ekstremitelerde venöz tutulum görüldü (%77,9). İlk vasküler relaps, hastaların %29,4’inde, ikinci vasküler relaps ise %8,8’inde gelişti. Vasküler tutulumlu Behçet hastalarında vasküler tutulumun tespit edilmesini takiben hastaların %73,5’i sistemik immünsüpresif (İS) tedavi, %45,5’i antikoagülan tedavi almıştı. İS tedavi almayan grupta relaps riski anlamlı olarak yüksek bulundu. (p=0.001) Antikoagülan tedavi alan grupta relaps oranı daha fazla olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.61). Vasküler tutulum sıklıkla erkeklerde görülmektedir. Tedavide İS'ler ve antikoagülanlar kullanılmaktadır. İmmünsupresif tedavi kullanımı vasküler relaps riskini azaltabilir, ancak antikoagülan tedavinin ek faydası gösterilememiştir. Bu konuda daha fazla sayıda hasta ile yapılacak çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Türkiye’de afet hemşireliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Şimşek, Perihan; Gündüz, AbdülkadirDeprem, sel, kasırga gibi doğa kaynaklı ve savaşlar, endüstriyel kazalar gibi insan kaynaklı olaylar, çok ciddi acil durumlara ve afetlere yol açabilmekte; doğal yaşam koşullarını değiştirebilmektedir. Afet durumunda acil müdahalenin sağlanabilmesi ve afetler nedeniyle değişen yaşam şartlarında sağlık hizmetlerinin sürdürülebilmesi için hemşirelerin “afet hemşireliği” ile ilgili özel bilgi ve becerilere sahip olması önemlidir. Bu makalede dünya çapında afetlerin yaygınlaşmasıyla birlikte daha fazla dikkat çekmeye başlayan afet hemşireliğinin Türki- ye’deki durumunun ele alınması; afet hemşireliğine ilişkin eğitim olanakları, bilimsel araştırmalar ve hemşirelerin afet durumundaki görev ve sorumluluklarına ilişkin alan yazın bilgisinin sunulması amaçlanmıştır. Türkiye’de afet hemşireliği halen gelişme aşamasındadır. Özelleşme sürecini tamamlayarak hemşireliğin diğer uzmanlık alanları gibi ayrı bir uzmanlık dalı haline gelememiştir. Türkiye’de lisans düzeyinde eğitim veren hemşirelik programlarının müfredatlarında afetlerle ilgili dersler yer almaktadır. Ancak bu derslerin kapsamı ile ilgili bir stan- dardizasyon oluşturulmamıştır. Türkiye’de hemşirelerin yetkilerini belirleyen yasalarda da, afet durumundaki görev ve sorumlu luklar konu- sunda oldukça sınırlı bir düzenleme bulunmaktadır. Hemşireler afet durumunda, görevli oldukları sağlık kuruluşlarında, arama kurtarma örgütlerinin gönüllü üyeleri olarak ya da bir sosyal hizmet kuruluşu olan Kızılay bünyesinde sağlık hizmeti verebilmektedir. Türkiye’de afet hemşireliği alanında yapılan araştırmalar incelendiğinde hemşirelerin kendilerini afetlere müdahale konusunda yeterli görmedikleri ve afet hemşireliği konusunda eğitim gereksinimleri olduğu dikkat çekmektedir. Söz konusu eğitim gereksiniminin karşılanabilmesi ve Türkiye’de afet hemşireliğinin gelişim sürecinin hızlanması için lisans düzeyinde standartlaştırılmış, ortak bir çerçeve ve çekirdek müf redatın oluşturul- ması önem taşımaktadır.Item Silimarin SLIT2 proteinini aktive ederek ve CXCR4 ekspresyonunu baskılayarak A549 hücrelerini inhibe etti(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Kaçar, Sedat; Aykanat, Nuriye Ezgi BekturAkciğer kanseri, dünya çapında hem erkeklerde hem de kadınlarda kansere bağlı önde gelen ölüm nedenlerindendir. SLIT2/ROBO1 sinyali, çeşitli kanser tiplerini inhibe ettiği bildirilen çok önemli bir yolaktır. CXCR4, kanser ilerlemesinde rol oynayan bir kemokin reseptörüdür. Silimarin, başta karaciğer hastalıkları olmak üzere akciğer kanseri de dahil çeşitli kanserlerde anti-kanserojen aktivitesi öne sürülen bir fitokimyasaldır. Ancak silimarinin akciğer kanserinde SLIT2–ROBO1–CXCR4 ekseni üzerindeki etkisini inceleyen çalışma bulunmamaktadır. Burada amacımız silimarinin A549 hücreleri üzerindeki sitotoksik ve morfolojik etkilerini araştırmak ve SLIT2-ROBO1-CXCR4 yolağındaki rolünü ortaya çıkarmaktır. İlk olarak, silimarinin doz analizi için 24, 48 ve 72 saat uzunluğunda sitotoksisite testleri yapıldı. Ardından değişen dozlarda silimarin ile morfolojik değerlendirme için hücreler H-E ile boyandı. Daha sonra SLIT2, ROBO1 ve CXCR4 proteinleri için western blot ve immünositokimya analizleri yapıldı. MTT analizine göre, A549 hücrelerine karşı silimarinin IC50 konsantrasyonları 24, 48 ve 72 saatlik uygulamaları için sırasıyla 930.1, 432.1 ve 99.8 μM olarak saptandı. H-E boyama yapılarak morfolojik olarak incelendiğinde sitoplazmik vakuoller, küçülmüş heterokromatin çekirdek ve bazofilik sitoplazmalı hücreler gözlendi. 750 μM silimarin ile SLIT2, ROBO1 ve CXCR4 proteinleri için Western blot ve immünositokimya analizleri yapıldı. 750 μM silimarin, kontrol grubuna kıyasla SLIT2 ve ROBO1 ekspresyonlarını arttırırken CXCR4'ü azalttı. Sonuç olarak silimarin, SLIT2 ve ROBO1 protein ekspresyonunu aktive ederek ve CXCR4 ekspresyonunu inhibe ederek A549 hücrelerini doza bağlı olarak inhibe etmiştir. Silimarinin akciğer kanseri üzerindeki etkileri literatürde belirtilmiştir. Ancak bu çalışma, A549 hücrelerinde SLIT2–ROBO1–CXCR4 proteinleri ile silimarin arasındaki etkileşimi inceleyen ilk çalışmadır. Çalışmamızın bundan sonraki araştırmalara yeni ufuklar açacağına inanıyoruz.Item Bazal vasküler tonusun düzenlenmesinde rol alan mekanizmaların sıçan torasik aort modelinde incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Şahintürk, Serdar; İşbil, Naciye; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fizyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-7612-0055; 0000-0002-8792-2555Bu çalışmada, endotelyal nitrik oksit sentaz (eNOS)/nitrik oksit (NO), siklooksijenaz (COX), AMP ile aktive olan protein kinaz (AMPK), mitojen ile aktive edilen protein kinaz (MAPK) ve apelin reseptörü (APJ) sinyal ileti yolakları ile potasyum kanallarının vasküler tonus üzerindeki etkisinin belirlenmesi amaçlandı. Wistar Albino erkek sıçanların torasik aortlarından elde edilen 4 mm’lik damar halkaları izole organ banyosu sistemine yerleştirildi. Damar gerimi 1 gram olarak ayarlandı. Sinyal ileti yolaklarının ve potasyum kanallarının bazal damar tonusu üzerindeki etkilerini belirlemek için 1 saatlik dengelenme periyodunu takiben inhibitör madde uygulamaları yapıldı. İnhibitör madde uygulamalarından önceki ve sonraki periyodlardaki gerim değerleri kaydedildi. Nω-Nitro-L-arginin metil ester ve tetraetilamonyum uygula- maları bazal damar gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde artışa neden oldu (sırasıyla: p < 0,001; p < 0,05). İndometazin ve dorsomorfin uygulamaları bazal damar gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azalmaya neden oldu (p < 0,05). F13A ve U0126 uygulamaları bazal damar gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir değişikliğe neden olmadı. Bu çalışmanın verileri eNOS/NO, COX ve AMPK sinyal ileti yolakları ile potasyum kanallarının bazal vasküler tonus regülasyonunda önemli birer etken olduğunu göstermektedir. Buna karşın MAPK ve APJ sinyal ileti yolaklarının sıçan torasik aortundaki bazal vasküler tonus düzenlenmesinde önemli birer faktör olmadığı düşünülmektedir.