Dinler tarihinde bir mukayese örneği: G. Parrinder’in bakış açısıyla avatara ve enkarnasyon

Thumbnail Image

Date

2019-06-21

Authors

Arslan, Hammet

Journal Title

Journal ISSN

Volume Title

Publisher

Bursa Uludağ Üniversitesi

Abstract

Mukayeseli metot, Dinler Tarihi alanında yapılan çalışmalarda sıkça uygulanan bir araştırma yöntemidir. Bu yöntem sayesinde farklı dinlere ait inanç ve uygulamalar arasındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulabilmektedir. Ayrıca değişik dinlerdeki kavramların geçirdiği anlamsal değişikliklerin tespiti de yapılabilmektedir. Bir takım benzer ve farklı yönleri ihtiva ettiği ileri sürülen avatara ve enkarnasyon öğretisi bu konuda önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu makalede, G. Parrinder’in bakış açısıyla, Hintlilerin avatara öğretisi ile Hıristiyanların enkarnasyon inancı arasındaki benzerlik ve farklılık iddialarını ortaya koymaya gayret edeceğiz.
The comparative method is a research method that is frequently applied in the field of History of Religions. Thanks to this method, similarities and differences between beliefs and practices of different religions can be revealed. Besides, semantic changes of some terms in different religions can be determined. In this regard, the case of avatara and incarnation doctrines, which contain a number of similarities and differences, is an important example. In this article, from G. Parrinder's point of view, we will try to put forward the claims of similarities and differences between the Indians' doctrine of avatara and the Christians’ doctrine of the incarnation.

Description

Dinler Tarihi bilim dalında yapılan araştırmalarda kullanılan mukayeseli yöntem, bir taraftan dinlerdeki bir takım benzerlik ve farklılıkların tespit edilmesi, diğer taraftan da tarihsel süreç içerisinde benzer inanış ve davranış biçimlerinin ortaya konulmasına imkân verir. Böylelikle tarihin erken dönemlerindeki inanış ve uygulamalardaki gelişim, değişim ve dönüşüm daha net anlaşılabilmektedir. Mukayeseli yönteme dayalı din çalışmaları, özellikle çok dinli toplumlarda dini inanış ve yaşayış çeşitliliğini ortaya koyma ve dinleri bütünsel biçimde anlayabilme çabası olarak değerlendirilebilir. Dinler arasında bir takım mukayeselerin yapılıp yapılamayacağı konusu araştırmacılar tarafından daima tartışılmıştır. Bazı araştırmacılar dinlerin farklı bir tarihe, inanç esaslarına, ibadetlere, gelenek-göreneğe ve kültüre sahip olması sebebiyle hiçbir karşılaştırmanın mümkün olamayacağını öne sürer. Buna karşın bazı araştırmacılar ise, mukayesenin objektif bir şekilde ve bilimsel araştırma tekniğine uygun yapılması koşuluyla yararlı olabileceği kanaatindedir. Ancak karşılaştırma yapılırken inançların birbirinden üstün veya aşağı konumda olduğuna yönelik bir yargılama yapılmaması dikkat edilmesi gereken en önemli husus sayılır. Ulaşım ve iletişim teknolojisinin hızlı biçimde gelişmesi sayesinde insanların muhtelif inanışlara sahip toplulukları değişik nedenlerle sıkça ziyaret eder hale gelmesi, farklı dini inanış ve uygulamaların anlaşılması ihtiyacını ve mukayese edilmesi sürecini doğurmuştur. Dolayısıyla yirminci asrın sonlarından itibaren mukayeseli din çalışmaları, modern teolojik disiplinlerin en popülerlerinden birisi haline gelmiştir. Aslında bu durum, insanın doğasının anlaşılmasına ve doğru bilgiye ulaşılmasına yönelik entelektüel bir girişimdir. Dolayısıyla, diğer dini inançları ve ibadet şekillerini önyargısız ve doğru bir şekilde anlayabilmek için objektif ve dürüst araştırmalar yapmak bir ihtiyaçtır. Mukayeseli yöntemle gerçekleştirilen din çalışmalarında dinin bütün yönünü ele alan araştırmalardan ziyade, birbiriyle bağlantılı konular arasında ve sınırlı alanlarda yapılan çalışmalara ‘konulu karşılaştırma’ denilmektedir. Bu tür çalışmalar, konunun belli başlı sınırlamalar dâhilinde ele alınmasından, ayrıntılı ve net bir anlayışa ulaştırmasından ötürü oldukça yararlı kabul edilmektedir. Hintlilerin avatara inancı ile Hıristiyanların enkarnasyon inancı arasında yapılacak bir çalışma da konulu karşılaştırmaya bu çerçevede değerlendirilebilir. Önemi ve içeriği farklı olmakla birlikte avatara öğretisine, Hint kökenli dini geleneklerde rastlanabilir. Ancak günümüzde avatara denildiğinde akla ilk olarak Hinduizm gelmektedir. Hinduizm’in ayırt edici özelliklerinden birisi kabul edilen avatara inancının tarihsel gelişim seyrine dair ve süreç içerisinde ne gibi değişimlere uğradığıyla alakalı farklı fikirler ortaya atılmıştır. Hinduizm’de avatara denildiğinde, genel olarak Tanrının yeryüzünde görünmesi veya gökten inişi kastedilse de, bu sözcük özelde Vişnu’nun dünyadaki tezahürleri ve dünyaya müdahalesi için kullanılmaktadır. Avatara kelimesi, Vedalarda ve klasik Upanişadlarda geçmemekle birlikte, fiil formunda Vedalar ve Upanişadlar sonrası metinlerde; isim formunda ise Puranalarda geçer. Tanrının, özellikle Vişnu’nun, dünyada avatara olarak bedenleşmesi ise net bir şekilde ilk olarak destanlarda göze çarpar. Bu yüzden avatara terimi teolojik olarak Vişnu ile ilişkilendirilir. Mahabharata destanında Vişnu’nun avatarası Krişna’dan detaylıca bahsedilir. Orada defalarca farklı avataralar ve Tanrının tezahürü zikredilmektedir. Mahabharata destanında on avataradan bahsedilir. Bunlar, kuğu, balık, kaplumbağa, domuz, insan-aslan, cüce, baltalı Rama, Rama, Krişna ve henüz gelmemiş olan Kalki’dir. Avatara öğretisi Hint alt kıtasında sadece Hinduizm’e özgü olmayıp bölgede ortaya çıkan diğer dinlerde de yer almaktadır. Budizm’de belirgin bir Tanrı anlayışı olmadığı için enkarnasyon öğretisi Budda veya Buddalar merkezinde temellenir. Bu açıdan, Parrinder’a göre, Budda, Vişnu’ya benzetilebilir. Caynizm’de azizler, “muzaffer” anlamına gelen Jina/cina veya “geçiş açan” manasında Tirhankara olarak isimlendirilir. Mükemmel dinginlik hâlini ifade eden cinalardan ilki, Vişnu Purana gibi bazı Hindu metinlerinde zikredilen ve milyonlarca yıl önce yaşayan Rishabha’dır. Onu yirmi üç cina takip eder. Bunların son ikisi de Parsva ve Mahavira olarak bilinir. XV. yüzyılda Hint alt kıtasında ortaya çıkan bir başka gelenek olan Sihizm’in öncülerinden sayılan Kâbir, Rama’ya hürmet etmesine rağmen Sih gelenekte Rama, Vişnu’nun avatarası kabul edilmez. Sih dininin kurucusu Nanak’a göre sadece gurular ve Tanrı hatadan münezzehtir. Sihizm’de toplam sayıları on olan gurular model olarak alınmıştır. Öte yandan Hıristiyanlığın en bariz inanç esaslarından enkarnasyon inancı da Hıristiyanların kendi dinlerinin biricikliğini ve en yüce hakikat olduğunu delillendirmede kullandıkları temel esaslardan biridir. Enkarnasyon, “somut bir bedenin içinde bedenlenme veya ete kemiğe bürünmek” demektir. Terim olarak ise asli mahiyeti itibarıyla ruhani olan tanrısal gücün canlı bir varlık formunda doğmasıdır. Aynı zamanda Tanrının gökyüzünden inerek yeryüzünde, insanlar arasında bedenlenmesi manasına gelir. Parrinder’a göre, Tanrının insanlar arasında tezahürü Hıristiyanlıktaki en temel inanç esaslarından biridir. Dirilme ve haça gerilme dünyada kötülüğe karşı Tanrının eylemi olarak enkarnasyon inancını tamamlar. İsa’nın çarmıha gerildiği, aynı zamanda dirildiği ve yaşadığı inancı enkarnasyon doktrininin temelidir. Avatara sözcüğünün Batı dillerine “enkarnasyon” olarak çevrilmesi, hem teknik olarak hem de kavramların geliştiği geleneklerdeki zenginliği yansıtmaları açısından bazı problemlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Çünkü Hıristiyan teologlar, enkarnasyonun somut olarak ete kemiğe bürünmüş ve dolayısıyla kusurlu olduğunu sorgularken, öte yandan avataranın efsanevi ve mükemmel olduğu üzerinde durur. Biz de burada hem avatara hem de enkarnasyon inancını kısaca anlatmaya ve iki inanç arasındaki benzer ve farklı yönleri Parrinder’in bakış açısıyla ortaya koymaya gayret edeceğiz.
The comparative method used in the researches of History of Religions provides the opportunity to identify some similarities and differences in religions on the one hand and to reveal similar beliefs and behaviors in the historical process of the religions on the other hand. Thus, the development, change, and transformation of beliefs and practices in the early periods of history can be understood more clearly. Comparative methodological studies can be considered as an effort to reveal the diversity of religious beliefs and lifestyles and understand the religions in a holistic way, especially in multi-religious communities. It has always been debated by the researchers whether or not some comparisons can be made between religions. Some researchers argue that no comparison is possible because religions have different historical processes, beliefs, worship, tradition, and culture. On the other hand, some researchers believe that the comparison can be useful provided that it is conducted objectively and under scientific research techniques. However, the most important issue that should be taken into consideration when making a comparison is that beliefs are should not be accepted superior or inferior to each other. Due to the rapid development of transportation and communication technology, Easterners frequently visit the West, and Westerners often visit the East for different reasons, resulting in the understanding of religious beliefs and practices and their comparison process. Therefore, comparative studies of religion have become one of the most popular theological disciplines since the end of the twentieth century. This is an intellectual attempt to understand the nature of man and to reach the right information. Therefore, it is necessary to conduct objective and fair research to understand other religious beliefs and forms of worship accurately and without prejudice. In the comparative studies of religion, rather than the studies that deal with the whole aspect of religion, the studies carried out between the interrelated subjects and in the limited areas are called ‘thematic comparison’. Such studies are considered to be very useful in that they deal with the subject within certain limitations and provide a detailed and clear understanding. A comparison between Indians' doctrine of avatar and Christians' incarnation can also be considered in this context. Although its importance and content are different, the doctrine of avatara can be found in the religious traditions of India. At present, however, when it is said avatar, Hinduism comes to mind first. Different ideas have been put forward about the historical development of avatara doctrine, one of the distinguishing features of Hinduism, and how it has changed in the process. Although in Hinduism, the avatar is generally meant that God appears on earth or descends from heaven, this word is used in particular for the manifestations of Vishnu in the world and its intervention in the world. Although the word avatara is not mentioned in the Vedas and classical Upanishads, it can be found in the verb form in the post Vedic and Upanishadic texts; in the name form in the Puranas. The incarnation of God, especially Vishnu, as avatara in the world, clearly stands out in the epics first. The term avatara is therefore theologically associated with Vishnu. In the Mahabharata, Vishnu's avatar Krishna is mentioned in detail. There are repeatedly mentioned different avatars and manifestations of God. Ten avatars are mentioned in the Mahabharata. These are a swan, fish, turtle, boar, man-lion, dwarf, Rama with an axe, Rama, Krishna and Kalki the future. The doctrine of avatara is not only peculiar to Hinduism in the Indian subcontinent but also takes place in other religions in the region. In Buddhism, since there is no clear understanding of God, the teaching of incarnation is rooted in the center of Budda or Buddhas. In this respect, according to Parrinder, Budda can be compared to Vishnu. In Jainism, saints are called Jina, meaning “victorious” or Tirthankara in the meaning of “fordmaker”. The first Jina was Rishabha, who lived millions of years ago, mentioned in some Hindu texts such as Vishnu Purana. Twenty-three Jina follow him. The latter two are known as Parsva and Mahavira. Although Kabir, one of the pioneers of Sikhism, revered Rama, in the Sikh tradition Rama is not considered an avatar of Vishnu. According to Nanak, the founder of the Sikh religion, only gurus and God are unmistakable. The ten gurus in Sikhism is taken as a model. On the other hand, the belief of incarnation, one of the most obvious beliefs of Christianity, is one of the fundamental principles that Christians use to prove that they are the uniqueness and supreme truth of their religion. Incarnation means embodied in a concrete body or shaping in flesh and bones. Technically, it is the birth of divine power in the form of a living being, which is essentially spiritual in nature. It also means that God descends from the sky and incarnates among people on earth. According to Parrinder, the manifestation of God among people is one of the most fundamental beliefs in Christianity. Resurrection and crucifixion complement the belief of incarnation as the act of God against evil in the world. The belief that Jesus was crucified, resurrected, and lived at the same time is the basis of the doctrine of the incarnation. The translation of the word avatara into Western languages as incarnation has led to some problems, both technically and in terms of reflecting the richness of the traditions in which concepts have developed. Because Christian theologians question the incarnation as being concretely fleshed and hence defective, on the other hand, it emphasizes that the avatar is legendary and perfect. Here we will endeavor to briefly describe both the avatar doctrine and the belief of incarnation, and reveal similar and different aspects between the two beliefs from Parrinder's point of view.

Keywords

Avatara, Enkarnasyon, Hinduizm, Hıristiyanlık, Parrinder, Inkarnation, Hinduism, Christianity

Citation

Arslan, H. (2019). “Dinler tarihinde bir mukayese örneği: G. Parrinder’in bakış açısıyla avatara ve enkarnasyon”. Oksident: Yahudilik, Hıristiyanlık ve Batı Araştırmaları Dergisi, 1(1), 41-58.

20

Views

9

Downloads

Search on Google Scholar