2002 Cilt 28 Sayı 2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18063

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 11 of 11
  • Item
    Topluma yönelik – topluma dayalı tıp eğitimi
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-09-30) Aytekin, Necla Tugay; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Bilim Dalı.
    Topluma dayalı eğitim, tıp fakültesi öğrencilerinin, eğitimlerinin erken dönemlerinden başlayarak ilerde hizmet edecekleri toplumun sorunlarıyla karşılaşmalarını amaçlayan bir yaklaşımdır. Erken dönemde ve yoğun olarak bu sorunlarla karşılaştıkları için, gelecekte sorunlarla daha rahat başa çıkabilecekleri düşünülmektedir. Topluma yönelik eğitim ise, içinde yaşanılan toplumun sağlık gereksinimlerini göz önüne alan bir yaklaşımdır.
  • Item
    Çocukluk çağı kafa travmaları
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-08-21) Şahin, Soner; Doğan, Şeref; Aksoy, Kaya; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroşirurji Bilim Dalı.
    Pediatrik kafa travmaları, kanser ve konjenital malformasyonlardan iki kat daha fazla ölüme neden olmaktadır. Beyin ve koruyucu yapıların gelişimi dinamik bir süreçtir ve travmanın etkileri hasarlanma zamanının, nöral doku gelişiminin hangi evresinde olduğuna bağlıdır. Bu derlemede, pediatrik populasyondaki travmaların epidemiyolojisi, patogenezi, bulguları ve semptomları, tanı metodları, kitle lezyonları ve intrakraniyal hipertansiyonun tedavi protokolleri tartışılmıştır.
  • Item
    Olgu sunumu: primer testis lenfoması
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-09-30) Kanat, Özkan; Kurt, Ender; Evrensel, Türkkan; Adım, Şaduman Balaban; Demiray, Mutlu; Gönüllü, Güzin; Arslan, Murat; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilimdalı/Rıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Bilim Dalı.
    Primer testis non-Hodgkin lenfoması nadir görülen bir hastalıktır. Tüm testis malignitelerinin %1-9’unu oluşturur. Nadir görümesine rağmen, 60 yaşın üzerinde en sık görülen testis malignitesidir. En sık rastlanan histolojik tipi diffüz büyük B hücreli lenfomadır. Özellikle erken evre hastalıkta standart bir tedavi mevcut olmamakla birlikte, evre I ve II hastalıkta, orşiektomi sonrası doksorubisinli kemoterapi uygulaması önerilmektedir. İleri evre (evre III ve IV) hastalıkta kombinasyon kemoterapisi tercih edilen tedavi modalitesidir. Primer testis lenfomalı, 69 yaşındaki erkek hasta, hastalığın klinik özellikleri ve tedavi modaliteleri ile birlikte tartışmaya sunuldu.
  • Item
    Güney Marmara Bölgesi hodgkin hastalığının epidemiyolojik özellikleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-11-01) Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Manavoğlu, Osman; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilimdalı/Onkoloji Bilim Dalı.
    Hodgkin Hastalığı’nın ülkeler arasında epidemiyolojik farklılıklar gösterdiği bilinmektedir. Çalışmamızda, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı’nda 1978-1994 yılları arasında takip ve tedavi edilen toplam 86 Hodgkin Hastalığı olguları, yaş, cinsiyet, histolojik alt grup, evre ve yaşanılan bölge parametrelerine göre epidemiyolojik yönden incelendi. Erkeklerin %57, kadınların %43 oranlarını oluşturdukları, erkek/kadın oranı 1.3, ortalama yaş 38, en küçük yaş 14 ve en büyük yaş 71 olarak saptandı. Adolesan döneminden itibaren insidansın arttığı ve 20-34 yaşları arasında birinci, 55-59 yaşları arasında ikinci pik oluşarak bimodal yaş dağılımının bulunduğu tesbit edildi. Histolojik alt grup dağılımında %61.6 oranıyla mikst sellüler tipin hakim olduğu belirlendi. Ann Arbor Evrelemesine göre olguların %86 oranı ile ileri evrede (%41.8 evre III-B, %44.2 evre IV) müracaat ettikleri saptandı. Serbest meslek sahiplerinin (esnaf) %18.6, işçilerin %10.5, çiftçilerin %16.3, öğrencilerin %5.8, memurların %5.8, ev hanımlarının %43 oranlarını oluşturdukları ve olguların %74.4'nün kentte, %25.6'nın kırsal kesimde yaşadıkları tesbit edildi. Sonuç olarak; Güney Marmara Bölgesi Hodgkin Hastalığı olgularında bimodal yaş dağılımının bulunduğu, mikst sellüler alt grubun hakim olduğu ve olguların ileri evrede (evre III-B ve IV) hastahaneye müracaat ettikleri belirlendi.
  • Item
    Güney Marmara Bölgesi akut miyeloid löseminin epidemiyolojik özellikleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-11-04) Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tülay; Ozan, Ülkü; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilimdalı/Hematoloji Bilim Dalı.
    Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalında 1994-1999 yılları arasında takip ve tedavi edilen de novo akut miyeloid (AML) lösemi olguları cinsiyet, yaş, morfolojik alt grup, meslek, yaşanılan bölge özelliklerine göre retrospektif olarak incelendi. Toplam 165 akut miyeloid lösemi olgusundan erkeklerin %59,4 (98 olgu), kadınların %40,6 (67 olgu) oranını oluşturduğu, en küçük yaşın 14, en büyük yaşın 89 ve ortalama yaşın 46 olduğu saptandı. Erkek/kadın oranı 1.4/1 olarak belirlendi. En fazla olgunun (%32,7) 46-60 yaş döneminde olduğu tesbit edildi Erkek ve kadın olgularının aynı yaş grupları içersinde farklılık göstermeden dağılımı belirlendi. Alt grupların dağılımında M0: %5,5, M1: %12,1, M2: %27,9, M3: %15,7, M4: %21,8, M5: %9,7, M6: %3,6, M7: %3,6 oranında saptandı. Erkek ve kadınlar arasında alt grup dağılımı yönünden fark gözlenmedi. Olguların %69,1'nin şehir ortamında ve %30,9'nun kırsal kesim ortamında yaşadıkları belirlendi. Çiftçilerin %13,3, işçilerin %15,8, esnafların %13,3, masa başı görev yapan memurların %8,5, emekli memurların %10,9, sağlık mensublarının %2,4, öğrencilerin %3 ve ev hanımlarının %32,7 oranını oluşturdukları saptandı.
  • Item
    Bası yaralarında tedavi prensiplerimiz ve sonuçlarımız
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-10-24) Özgenel, Güzin Yeşim; Kahveci, Ramazan; Akın, Selçuk; Özbek, Serhat; Özcan, Mesut; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada, 1993 ve 2001 yılları arasında, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi - Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalında tedavi edilmiş 43 bası yaralı olgu ile ilgili deneyimlerimiz sunulmaktadır. Olgular yaş, cinsiyet, etyolojik faktörler, bası yarasının anatomik lokalizasyonu ve evresi, tercih edilen cerrahi yöntemler ve karşılaşılan komplikasyonlar dikkate alınarak incelendi. Kırküç olguda toplam 70 bası yarası tespit edilmiş olup, olguların 33’ü erkek, 10'u bayan hasta idi. Olguların yaş ortalaması 48 idi. Bası yarası oluşmasında en sık karşılaşılan etyolojik faktör 34 olgu ile parapleji idi. Parapleji nedenleri arasında ilk sırayı trafik kazası 15 olgu ile almaktaydı. Olgularımızda bası yarası 30 olgu ile en sık sakral bölgede görüldü. Klinik evrelendirmelerine göre 61 bası yarası evre III ve 9 bası yarası evre IV olarak saptandı. İlk tedavi seçeneklerimiz, sakral bası yaralarında gluteus maksimus kas-deri flebi, trokanterik bası yaralarında tensor fasya lata kas-deri flebi ve iskiyal bası yaralarında ise inferior gluteus maksimus kas-deri flebi idi. Olgularımızda operayon sonrası en sık karşılaşılan erken komplikasyon 6 olgu ile hematom ve seroma oluşumu idi. Nüks sadece 3 olguda gözlendi.
  • Item
    Reseptör immünohistokimyasında mikrodalga ışınımlı “antijen retrieval” yönteminin kullanımı
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-10-11) Minbay, F. Zehra; Eyigör, Özhan; Çavuşoğlu, İlkin; Kahveci, Zeynep; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilimdalı.
    Reseptör immünohistokimyasında önemli problemlerden biri olan antijen miktarının azlığı veya maskelenmesi sorununun giderilmesi amacıyla, doku ya da kesitlere; antijen retrieval (AR) yöntemleri uygulanmaktadır. Çalışmamızda, pek çok antijen için başarılı sonuçlar verdiği bilinen mikrodalga ışınımlı AR (MW–AR) yönteminin kainat reseptör altünitesi GluR5’e özgün antikor (anti-GluR5) için gerekli olup olmadığı, gerekli ise hangi AR solüsyonunun uygun olabileceği araştırıldı. Bu amaçla, perfüzyon yoluyla fikse edilen sıçan beyin dokusundan 50 µm kalınlığında vibratom kesitleri alındı. Kesitlere, taze hazırlanmış iki farklı solusyonda (50 mM trisodyum sitrat solüsyonu, pH 4.5 ve 6.0 ya da 10 mM EDTA solüsyonu, pH 8.0) MW–AR işlemini izleyen, yüzen kesit immünohistokimyası uygulandı. Işık mikroskobik incelemelerde, 50 mM trisodyum sitrat solüsyonu (pH 6.0) ile AR uygulanan kesitlerde özgün immün işaretlemenin olduğu ve bu kesitlerde zemin boyanmasının olmadığı gözlendi. Sonuç olarak, kullanılan antikor için AR’ın gerektiği ve özgün bir immün reaksiyon için AR solüsyonunun pH’nın ve erişilen son sıcaklığının önemli olduğu belirlendi.
  • Item
    Cisplatin’e bağlı böbrek toksisitesi ve sentetik oral prostaglandin E1 analoğunun etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-09-30) Kurt, Ender; Evrensel, Türkkan; Gönüllü, Güzin; Kanat, Özkan; Demiray, Mutlu; Arslan, Murat; Ünlü, Özgür; Dilek, Kamil; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İstatistik Bilim Dalı.
    Bir oral prostaglandin E1 analoğu olan misoprostolün steroid olmayan antienflamatuar ilaçlar (NSAID) ve siklosporin nefrotoksisitesinde protektif etkisi olduğu gösterilmesine karşın, cisplatin nefrotoksisitesindeki rolü incelenmemiştir. Çalışmamızda cisplatine bağlı gelişen akut böbrek yetmezliğinin ve misoprostolün akut cisplatin nefrotoksisitesindeki etkinliğinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla cisplatin+etoposid kemoterapi rejimi alması planlanan 28 akciğer kanserli hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Misoprostol grubu kemoterapinin yanısıra çalışma süresince günde 4 kez 100 µg dozda misoprostol aldı. Kontrol grubu sadece kemoterapi aldı. Her iki grupta renal fonksiyonlar kemoterapi başlamasından önce ve kemoterapinin 2. ve 6. günlerinde değerlendirildi. Sonuç olarak, cisplatin kullanımına bağlı gelişen fonksiyonel bozukluklarda misoprostolün koruyucu etkinlik gösteremediği saptandı
  • Item
    Anjiyotensin II reseptör antagonisti losartanın hipertansif hemodiyaliz olgularında ambulatuar kan basıncı üzerine etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-07-22) Ersoy, Alparslan; Ersoy, Canan; Dilek, Kamil; Usta, Mehmet; Güllülü, Mustafa; Yavuz, Mahmut; Yurtkuran, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Bilim Dalı.
    Bu çalışmada, 28 hipertansif hemodiyaliz olgusunda anjiyotensin reseptör antagonisti losartanın ambulatuar kan basıncı (AKB) üzerine etkisi araştırıldı. Olgular 2 gruba ayrıldılar. Losartan grubundaki 17 olgu 16 hafta boyunca 50-100 mg/gün losartan tedavisi aldı. Kontrol grubundaki 11 olgu ise herhangi bir tedavi almadı. Tüm olgularda hemen tedavi öncesi ve sonrası prediyaliz 24 saatlik AKB takibi yapıldı. Losartan grubunda 24 saatlik, gün boyu ve gece boyu sistolik kan basıncı (SKB) ve diyastolik kan basıncı (DKB) değerlerindeki tedavi sonrası değişiklikler tedavi öncesi ile karşılaştırıldığında, gün boyu SKB dışındakiler anlamlı olarak azaldı. Fakat kontrol grubu ile karşılaştırıldığında sadece gece boyu ortalama SKB ve DKB’ndaki değişiklikler arasında fark vardı (sırasıyla -%6 ± 9’a karşılık %1 ± 4 ve -%8 ± 12’ye karşılık %1 ± 7, p>0.05). Tedavi sonrası losartan grubunda SKB’nı 140 ile 160 mmHg arasında okuma oranı (%20), kontrol grubundan (%70) daha düşüktü. Losartan grubundaki iki olgunun diurnal varyasyonu düzeldi. Losartan grubunda gece boyu SKB’nı >140 mmHg ve 24 saatlik ve gece boyu DKB’nı >90 mmHg okuma yüzdeleri anlamlı azaldı. Losartan tedavisi olgular tarafından iyi tolere edildi. Sonuç olarak, hipertansif hemodiyaliz olgularında losartanın kan basıncını ve basınç yükünü azalttığı ve daha iyi gece boyu kan basıncı kontrolü sağladığı kanaatine vardık.
  • Item
    Entegre eğitim sisteminde uygulanan sınavlardaki doğru yanıt seçeneklerinin dağılımı
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-03-26) Cankur, N. Şimşek; Ediz, Bülent; Sırmalı, Şahin A.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anatomi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.
    Çoktan seçmeli sorularla hazırlanan sınavlar, öğrencilerin bilgi birikimlerinin değerlendirilmesinde yaygın olarak tercih edilen yöntemlerdir. Diğer sınav yöntemlerine oranla daha nesnel olmalarına karşın, soru hazırlama aşamasında dikkat edilmesi gereken özelliklere sahiptir. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde üç yıl süre ile uygulanan entegre eğitim sisteminde yapılan tüm yazılı sınavlarda çoktan seçmeli soru yöntemi kullanılmıştır. Geriye dönük olarak yapılan bu çalışmanın amacı, sorulan soruların doğru yanıt seçeneklerinin dağılımının saptanmasıdır. En az ve en çok kullanılan seçenekler, birinci sınıf sınavları için E ve B; ikinci sınıf sınavları için A ve C olmuştur. Bazı anabilim dallarının doğru yanıt seçeneklerini hazırlarken yeterince seçici davranmadıkları sonucuna varılmıştır
  • Item
    Farklı dozlarda vitamin C tedavisinin renal anemi üzerine etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2002-07-22) Ersoy, Alparslan; Ersoy, Canan; Dilek, Kamil; Usta, Mehmet; Güllülü, Mustafa; Yavuz, Mahmut; Yurtkuran, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada, 55 stabil hemodiyaliz hastasında farklı dozlarda vitamin C tedavisinin renal anemi üzerine olan etkisini inceledik. Hastalar dört gruba bölündü. Üç gruba 100, 1000 ve 2000 mg/gün dozlarında oral vitamin C üç ay süreyle verildi. Kontrol grubuna ise vitamin C uygulanmadı. Tedavi öncesi, tedavinin 1., 2. ve 3. aylarında hemoglobin (Hb), hematokrit (Hct), eritrosit ve serum ferritin düzeyleri ölçüldü. Üç ay sonra, 100 ve 1000 mg/gün vitamin C tedavisi alan gruplarda tedavi öncesi ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığı zaman ortalama Hb, Hct ve eritrosit düzeylerinde anlamlı değişiklik saptanmadı. 2000 mg/gün vitamin C tedavisi alan grupta tedavi öncesi ile karşılaştırıldığı zaman ortalama Hb, Hct ve eritrosit düzeyleri anlamlı artış gösterdi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında ise anlamlı değişiklik saptanmadı. Bu grupta anemide görülen olumlu etkinin vitamin C tedavisine bağlı olup olmadığını daha iyi değerlendirebilmek amacıyla vitamin C tedavisi 3 ay süreyle kesildi. Tedavi kesilmeden önceki değerlerle karşılaştırdığımızda ortalama Hb, Hct ve eritrosit düzeylerinde anlamlı azalma olmadı. Tedavi öncesi ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığı zaman her üç grupta da ferritin düzeylerinde anlamlı bir değişiklik olmadı. Sonuç olarak çeşitli dozlarda vitamin C tedavisinin hemodiyaliz hastalarında renal anemi üzerine etkisi olmadığı kanaatine vardık.