2017 Sayı 28
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13176
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Spinoza and international law: Bleak take on self-help or a strong belief in humanity?(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-07) Güneysu, GökhanSpinoza foresees a state of nature among states, just like the one among human beings. Human beings, under this chaotic condition, are not bound by the contracts they have concluded, if these contracts have lost their utility. States, too, may cease to observe those international agreements, if obedience to these is not advantageous any more for the state concerned, or whenever there is a more advantageous alternative than those perks offered by the international agreement. These findings have led many scholars of International Relations and International Law to deem Spinoza as a thinker in the mold of Hobbes or the like, someone who allocates no place for morality in political affairs. Spinoza proves at times to be a stingier critic of morality than Hobbes, yet he still calls for cooperation on international fora. This he does by distancing himself from the rhetoric of natural law. International solidarity, according to him, will enable participating states to be more powerful and to enjoy more rights. Yet again, he does not set idealistic goals and just underlines the more advantageous state to be created owing to the establishment of such a peaceful cooperation.Item Sosyolojik reçetelerle sağlık(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-20) Bingöl, OrhanToplumsal yapının varlığı ve devamı bazı alternatifsiz koşullara bağlıdır. Toplumun sağlıklı olarak devam etme zorunluluğu o koşulların başında yer alır. Böyle bakıldığında sağlık, toplum için mecburi bir hayat sigortasını andırmaktadır. Bundan ötürü sağlık odaklı çalışmalar uzmanlaşarak, özerkleşerek ve çoğalarak bugünlere dek uzanmıştır. Sağlık çalışmalarının içerisinde önemli bir bölgeyi tıp oluşturmaktadır. Tıp, hastalıklar ve sağlık konusunda vazgeçilmez bir bilim, profesyonel bir meslek ve müdahale edici bir güç olarak ciddiyetini korumaktadır. Buradan, hastalıklara ve sağlığa tamamen tıbbi cepheden yaklaşmak gerektiği kanaati çıkmaktadır. Söz konusu kanı, sağlık alanındaki tıbbi tekeli sağlamlaştırmaktadır. Hastalıkların ve sağlığın ilaçları neredeyse sadece hekimlerde ve tıptadır. Doğru fakat eksik olan bu kabul, sağlığı tıp dünyası içerisinde sıkışık bırakmaktadır. Oysa sağlık sırf tıbbi bir konu olmaktan uzaktadır. Özellikle son yıllarda hastalıkların ve sağlığın değişen yapısı ile bunların ele alınışları mevcut değişimi onaylamaktadır. Örnekse hastalıklar listesi hızla güncellenmektedir. Listeye yeni hastalıklar eklenmekte, bazıları eksiltilmektedir. Benzer olarak sağlıktan anlaşılanlar daima genişlemekte ve derinleşmektedir. Örneğin sosyoekonomik eşitsizliklerin payı, sağlıkta artık daha etkindir. Bu gelişmelerin temel nedenleri bilimdeki ilerlemeler veya hızlı teknolojik atılımlar gibi değişkenlere bağlanabilmektedir. Ama buradaki asıl ilişki yenilenen toplumsal gelişmeler ve yaşam standartları ile tıbbi paradigmadaki dönüşüm arasında geçmektedir. Öyle ki sağlığın öteden beri zaten var olan kültürel yüzü, modern toplumsal yaşamla birlikte şimdi çok daha belirgindir. Beraberinde tıp, gecikmeli de olsa sağlığı kendi elinde tutma eğilimini gevşeterek işin sosyolojik tarafına daha fazla yer açmaktadır. Sağlıkta bundan böyle sosyoloji de vardır. Bu makale, sağlıkta gerçekleşen söz konusu değişimi işlemektedir. Değişim tıbbı, toplumu ve sosyolojiyi; sağlık sosyolojisini ilgilendirmektedir. O nedenle “hastalıkların ve sağlığın adresi yalnızca tıp değil, aynı zamanda sosyolojidir” yargısı, bu makalenin peşinden gittiği temel iddiayı dile getirmektedir.Item Evolutionary and cognitive aspects of beauty (attractiveness)(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-21) Demuth, Andrej; Demuthova, SlavkaThe subjective nature of aesthetic experience and the different aesthetic evaluation of the same impulses raise the suspicion of many thinkers to see beauty as a matter of a percipient’s individuality, and of beauty’s formation through external historical and cultural influences. Authors impeach this thesis and present the questions, whether it is possible to find cognitive aspects or purposes in aesthetic judgements and in beauty perception, and if it is possible to meaningfully build cognitive aesthetics as a science about the epistemic background of beauty and art. On the example of attraction, the mechanisms of evolutionarily universalistic approach are shown. In this case, an attractiveness evaluation can be understood as an unconscious calculating process where we evaluate sensory inputs without consciously regarding the evaluation algorithms which were acquired in the course of evolution or upbringing. At the same time, authors add the cognitive approach stressing the idea, that the attractiveness of an average object proves that it has a higher degree of correspondence with its prototype. For this reason our ideal of beauty is often conditioned by our education, individual history, and culture. The clarification of functioning of these mechanisms enables to present a model of how both systems work together, and so provides an explanation of why there are objects which we all like and why we are sensitive to very similar impulses, but on the other hand, this could also explain why there is an individual, historical, and cultural interdependence of aesthetic values.Item Heidegger’de varolanlar ile dünyanın ilişkisi üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-26) Gür, AysunHeidegger metinlerinde varolanlara farklı adlar verir. Varolanların adları değiştikçe anlamları da değişir. Varolanların anlamları da dünya ile ilişkisinde açığa çıkar. Öyleyse varolanlarla birlikte dünyanın anlamı da değişir. Fakat bu değişmelere rağmen, varolanların anlamının her zaman Varlık ve dünya ile ilişkisinde açığa çıkması gibi, izini sürebileceğimiz benzerlikler de vardır.Item Üst insanın hakikati(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-06) Kef, Emineİnsan, tanrısallığını hatırlayabilmek için Tanrı’yı öldürmek zorunda olan bir varlıktır. Çünkü doğabilen bir Tanrı hayatta olduğu müddetçe insan köle olmaya mahkumdur. Senaryosu çok eskilere dayanan Tanrı hikayesindeki oyunu ise oyun oynamayı çok iyi bilen birisi görebilecektir. Bu kişi, çocuk olmayı başarabilen üstinsandır. Ancak öncelikle üstinsanın tözünü ruhunda taşıyan kadın ve erkek, bu hikayede kendileriyle ilgili bütün anlatıları unutmalıdır. En çok da kadın!Item Panopticon ve synopticon geriliminde özgürlük paradoksu(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-08) Demir, AyselBu çalışmada, Foucault’nun özgürlük paradoksu temelinde, özne-iktidar ilişkisi üzerine analizler yapılacaktır. Foucault, öznelerin özgür olduğunu ve iktidarın öznenin özgürlüğüyle ancak kendini var ettiğini iddia etmesine rağmen, bu makalede, bu paradoksun geçerli olmadığı iddia edilecektir ve öznenin iktidar ilişkileri içinde kendine nasıl yabancılaştığı gözler önüne serilecektir. Panopticon ve Synopticon’un ne olduğu belirlenerek, öznenin bunlardan nasıl pay aldığı gösterilecektir. Bu bağlamda, bir güç kaynağı olan iktidar tarafından kontrol altında tutulan özne, nasıl özgür olduğunu iddia edebilir? Öznenin iktidar temelli bir yapıda kendini gerçekleştirip, özgürleşmesi mümkün müdür? Özneler iktidar oyunu içerisindeki yerlerinin farkında mıdır? Panopticon ve Synopticon gölgesinde öznelerin üzerlerinde oynanan oyunlar nelerdir? gibi soruların cevapları aranacaktır.Item The cognitive significance of African traditional metaphysics(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-17) Idjakpo, Onos GodvinThe paper examines the issue of African metaphysics which revolves round the conception of a vital force which the Africans take as the primary unifying stuff of the universe permeating all existing being, physical, quasi-physical or spiritual. The paper finds that this unifying force is significant or dynamic. The method of analysis is conceptual. The paper concludes that in African traditional metaphysics lies a fertile source of knowledge and values exploration that are essential in a changing world.Item Kant ve Lyotard’da bir farklılık politikası olarak yüce(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-10) Sütçü, Özcan YılmazBu makalede Lyotard’ın Kant’ın yüce (sublime) kavramını yeniden ele aldığı Lessons on the Analytic of the Sublime metninden hareketle “yargılama nedir” sorusuna odaklanılmıştır. Lyotard’ın Kant’a olan ilgisinin kaynağında, modern dünyanın birçok alanda yaşadığı “yargı krizi” vardır. Modernistler, bu yargı krizinden ortak duyu (sensus communis) kavramı ile yeni bir çıkış yolu ararken Lyotard gibi postmodern filozoflar, yargının çoğulluğuna kapı açan “yüce” kavramıyla bir çıkış ararlar. Lyotard, “yüce duygusu” ile Kant’ın felsefesinde “bütünlük ideasi”na yol açan yargıyı aşmaya çalışır. Lyotard yüce duygusunda, düşüncedeki farklılığı ya da düşünce yetilerindeki “adaleti” bulur. Kant yüce kavramıyla aklın düzenleyici ve bütünleştirici idealarını devre dışı bırakarak onun kendi güç ve imkânları ile karşılaşmasını gündeme getirmişti. Aklın kendi gücü ve imkânlarıyla karşılaşması bir “idea”ya ulaşmaktan ziyade hayranlık ve korku ile karışık bir “coşku”ya yol açar. Kant’a göre bu coşku, yüce bir varlık karşısında yaşanır. Ancak Fransız devrimi gibi hayal gücünün sınırlarının zorlandığı ve hatta aşıldığı toplumsal durumlarda da böyle bir coşku yaşanabilir. Burada yüce, devrimin seyircisi konumundaki halkların içinde yeşeren duygudur. Lyotard ise politik bir olay karşısında yaşanan bu coşkuyu daha fazla ön plana çıkararak Kant’ın yüce kavramına yeni bir bakış açısı getirir.Item Halk ve entelektüel arasındaki karşıtlığı aşmak üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-09) Sam, Rıza; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüGünümüzde halk ve entelektüeller arasındaki sorunların çözümsüzlüğünün temel sebeplerinden biri, her iki tarafın aynı dili konuştukları halde anlam ve sembollerin aktarımında etkin bir iletişim ve etkileşim tarzını karşılıklı olarak pozitif bir biçimde gerçekleştirmeyi başaramamış olmalarıdır. Bu başarısızlık durumu, tarafların birbirlerini negatif söylemler üzerinden suçlamaları ile adeta kronik bir hastalığa dönüşmüştür. Bu kronik hastalığın izlerini, gerek halk gerekse entelektüel tarafta yer alanların “zihinsel ve fiziki güçlerini” birbirlerine üstünlük kurmak üzere “tahammül edilemeyen hınç yüklü nefret söylemleri” ile dile getirdikleri her yerde görmek mümkündür. Her iki taraf arasında hınca dayalı nefret söylemi devam ettiği sürece toplumsal kutuplaşmanın, kindarlığın ve düşmanlığın yok edici etkileri ile karşılaşılması kaçınılmazdır. Bu nedenle tarafların “en çözülemez konularda bile uzlaşma sağlayabilecekleri” üretken bir ortak paydanın yakalanması gerekmektedir. Bu gereklilikten hareketle, halk ve entelektüellerin birbiriyle yüzleşmesine ve uzlaşmaya varmasına vasıta olacak ortak bir iletişim platformunun ve bu platformun ilkelerinin nasıl oluşturulacağının incelenmesi bu makalede tartışma konusu yapılmıştır.Item Orhan Kemal’in romanlarında “otorite ve otorite sahibi olma” değeri(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-15) Yumuş, Seval; Üstünova, Mustafa; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüKültür ve değerler, bir toplumun manevî temelini oluşturan birbirini bütünler nitelikte iki konudur. Değerler konusu son yıllarda dünya genelinde farklı disiplinlerde çalışılan bir konu olmakla beraber Türk edebiyatı eserlerinde de farklı yazar ve şairler tarafından doğrudan veya dolaylı olarak ele alınmış bir konudur. Orhan Kemal’in de romanlarında değerlere sıklıkla yer verdiği tespit edildiğinden otorite sahibi olma değerinin Orhan Kemal’in eserlerinde ne şekilde ele alındığı bu çalışmanın konusu olmuştur.Item Korsgaard on self-constitution(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-28) Turner, Zeynep TalayChristine Korsgaard claims that Kantian moral law means the law of selfconstitution and that unless we fully understand what self-constitution means in Kant, we cannot comprehend Kantian morality. Korsgaard’s idea of selfconstitution is based on the idea that the unity of an action and the unity of an agent are not detachable. In this paper, I will examine Korsgaard’s Kantian notion of the self, and, correspondingly, her idea of a good action. However, in doing so, I will claim that her account of the self begins from an assumption, that is the mind is transparent, in other words, we are completely aware of our desires, motives and inclinations.Item Postmodern siyaset felsefesi(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-20) Küçükalp, Derda; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi; Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi BölümüPostmodern siyaset felsefesi modern siyaset felsefesinin radikal bir eleştirisi olarak kendini gösterir. Özcülük modern siyaset felsefesinin en temel özelliğidir. Postmodern siyaset felsefesi özcülüğe karşıdır. Postmodern siyaset felsefesi özcülüğün farklılıkların bastırılmasını meşrulaştırdığını iddia eder. Postmodern siyaset felsefesine göre, benlik, tarih ve siyasal düzen olumsaldır. Buna rağmen post modern siyaset felsefesi siyaseti kendisine göre değerlendirebileceğimiz bir etik ölçüt sunar. Bu ölçüt farklılıklara yönelik duyarlılıktır. Agonistik demokrasi postmodern siyaset felsefesinin siyasal önerisi olarak görülebilir. Agonistik demokrasi farklı yaşam tarzlarının kendilerini ifade edebilmelerine imkan sağlar.Item Dört bireyci kuramın toplumsal adalet sorununu ele alışlarındaki temel varsayımlarının bir eleştirisi(Uludağ Üniversitesi, 2017-08-24) Kibar, SibelBu çalışmada, bireycilik düşüncesinin liberal adalet kuramları üzerindeki etkisi incelenmiştir. Öncelikle, bireycilik düşüncesi tartışılmış ve bireyin insanlık tarihinde her zaman aynı bu şekilde kurgulanmamış olduğu ortaya konmuştur. Sonra, liberal adalet kuramlarının ilk temsilcileri olarak sayılabilecek, klasik liberalizmin babası kabul edilen Locke’un ve faydacılığın etkili bir ahlaki ve siyasi bir kuram olarak kabul görmesini sağlayan Mill’in bireyci yaklaşımlarına yer verilmektedir. Ardından, uygulamalı etik, ahlak ve hayvan hakları denince ilk aklına gelen ismi ve faydacılığın günümüzdeki en önemli temsilcisi Singer’ın ve kendisini Locke’un mülkiyet görüşünün çağımızdaki sürdürücü olarak tanımlayan ve liberal yelpazenin en ucunda yer alan Nozick’ın adalet kuramları değerlendirilmiştir. Bu dört önemli liberal düşünürün toplumsal adaletle ilgili sorunlara bireyi merkeze alan çözümlerinin temelinde genel geçer ve mutlak anlamda rasyonel birey varsayımlarının hatalı olduğu bu nedenle de adalet sorunlarına bu kuramların gerçekçi bir çözüm oluşturamayacağı ortaya konmuştur. Adalet toplumsal bir sorundur ve adaletsizliklerin ortadan kaldırılması, birey ve toplumu karşıt bir ilişki içerisinde kurgulamakla mümkün görünmemektedir çünkü aynı gemide yaşayan insanların kaderleri birdir ya birlikte batar ya da birlikte yüzerler.