1990 Cilt 17 Sayı 1

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/22047

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 20 of 29
  • Item
    Sol akciğer lingulasında soliter hyalin vasküler tip castleman hastalığı
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Tolunay, Şahsine; Yerci, Ömer; Gücin, Zuhal; Erol, Oktan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.
    Castleman hastalığı ilk kez 1956 yılında tanımlanmış ve etyopatogenezi henüz tam olarak açıklanamamış olan benign lenfoproliferatif bir bozukluktur. En sık mediastende görülürse de lenfoid doku bulunan herhangi bir organda karşılaşmak olasıdır. Olgular genellikle soliterdir. Histolojik olarak hyalen vasküler ya da plazma hücreli subtiplere ayrılır. Son yıllarda, daha çok plazma hücreli tipinde, multisentrik, multisistemik tutulumunda görüldüğü yayınlanmıştır. Bizim olgumuz sol akciğer lingulasında soliter, hyalen vasküler tip Castleman hastalığıdır. Ender görülen bu hastalığın, yine ender bir lokalizasyonu, son yayınlar ile birlikte sunulacaktır.
  • Item
    Beş aylık kız çocuğunda bilateral yerleşimli adrenal korteks tümörü
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Yerci, Ömer; Tolunay, Şahsine; Gücin, Zuhal; Avşar, Talat; Özuysal, Sema; İnce, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.
    Virilizan adrenal korteks tümörleri çocuklarda nadirdir. Heme'radar bu tümörlerin benign ve malign şekillerin ayrımı çok zorsa da çoğunluğu malign potansiyele sahiptir. Bu tümörler bütün karsinoma olgularının % 0,2'sini ve çocukluktaki adrenal tümörlerin % 6'sını oluştururlar. Olgumuz beş aylık kız çocuğu olup kliniğe başvurduğunda virilismus saptanmıştı. Gönderilen tümöral oluşumların histopatolojik incelemesinde, her iki adrenal tümörün benzer yapıda ve kötü diferansiye tümörler olduklan saptandı. Tümöral dokularda hücre çekirdekleri ileri derecede hiperkromazi, pleomorfizm göstermekte olup bazıları dev hücre şeklinde ve bizare görünümde idi. Sitoplazmaları bol ve granüler yapıda olup çok az mitoz gözlendi. Tümöral dokuda kapsüler invazyon mevcuttur. Kaynakların ışığında bu tümörün apple mikroskobik incelemeleri sonunda olgunun malign potansiyele sahip, fonksiyone bir tümör olduğu kanısına varıldı.
  • Item
    Penetran kalp yaralanmalarının tanı ve tedavisi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Özkan, Hayati; Şenkaya, Işık; Özdemir, Okan; Cengiz, Mete; Özdemir, İ. Ayhan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı.
    Son on yıl içinde kalp yaralanması nedeniyle tedavi edilen 48 olgu arda dönük olarak incelendi. Olguların 45'i erkek, üçü kadındı. Yaralanma 34 olguda delici-kesici aletle, 9 olguda ateşli silahla, 5 olguda künt travmayla oluşmuştu. Kırk sekiz olguda 55 kalp yaralanması vardı. Olguların 25'inde sağ ventrikül, 14'ünde sol ventrikül yaralanmıştı. Olguların dördünde yaralanmaya bağlı intrakardiak şant vardı. İki olguda VSD, bir olguda aorttan sağ ventriküler şant, bir olguda sol.vetfkülden pulmoner artere şant saptandı. Tüm intrakardiak şantlar açık kalp tekniği ile başarılı olarak tedavi edildiler. Kalp yaralanması tanısını destekleyen en önemli bulgu yaralanmanın yeri yanı sıra santral venöz basıncın yüksek olması, paradoks nabız ve hipotansiyon saptanması oldu. Değişik derecede şok ve kalp tamponadı tablosu ile hastaneye başvuran 33 olguda kalp yaralanması belirgin ve olgular hızla ameliyathaneye götürülerek torakotomi yapıldı. Bu olgulardan 8'i kaybedildi. Stabil nornatiransif veya hafif hipotansif durumda olan onbeş olguya ameliyat öncesinde tam klinik muayene ve laboratuvar incelemesi yapıldı. Bu gruptaki olguların hepsi yaşatıldı. Ateşli silah yaralanması ve künt travma geçiren olgularda mortalite, kesici-delici alet yaralanmalarına göre çok yüksek bulundu: İki olgu kontrol edilemeyen kanama ve irreversibl şok nedeniyle ameliyatta, bir olgu miyokard kontüzyonu, bir olgu ise irreversibl beyin ölümü nedeniyle ameliyat sonrası dönemde kaybedildiler. Diğer dört olgunun kaybedilmesinin nedeni karaciğer, beyin ve özofagus gibi diğer organ yaralanmalarıydı.
  • Item
    Mitral pozisyonda bloprotez uygulaması ve erken sonuçları
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Özkan, Hayati; Şenkaya, Işık; Özdemir, Okan; Cengiz, Mete; Özdemir, İ. Ayhan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı.
    Son iki yıl içinde mitral kapak hastalığı bulunan 60 olguya Carpentier-Edwards tipi mitral biyoprotez replasmanı yapıldı. Olguların kadın erkek oranı 45/15 ve yaş ortalaması 30.6 yıl olarak saptandı. Kırkbir olguda mitral stenozu, on olguda mitral yetmezliği, dokuz olguda ise mitral stenozu ile birlikte mitral yetmezligi ardı. Kılpak lezyonlar tüm olgularda romatizmal kardit sonucu oluşmuştu. Onüç olguda sol atrial trombüs vardı. Olguların beşi daha önce kapalı mitral komissürotomi ameliyatı geçirmişti. Ameliyat öncesinde ortalama pulmoner arter basıncı (MPAP) 43 mm Hg, pulmoner arter wedge basıncı (PAUP) 27 mm Hg ve kardiak indeks (Cl) 2.6 Lidakim2 olarak saptandı. Ameliyat sonrasında bu değerler MPAP 30 mm Hg, PAUP 15 mm Hg ve CI 3.1 L/dak/m2 olarak belirlendi. Ameliyatta olgu kaybedilmedi. Ameliyat sonrası ilk ayda üç olgu miyokard yetersizliği nedeniyle kaybedildi. Olgular ortalama 10 ay ( 4-25 ay) süreyle izlendiler. Bir olguda sol hemiparezi, diğer bir olguda antikoagülan kullanımına bağlı subdural hematom oluştu.
  • Item
    İnternal meme lenfosintigrafisinin meme karsinomalarında radyoterapi alanının belirlenmesi amacıyla uygulanması
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Bayhan, Hikmet; Öztürk, Emel; Güneş, İlknur; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.
    Radiocolloid internal meme lenfosintigrafisi (IML) meme karsinomalı hastaların evrelendirilmesi, takibi ve radyoterapi alanının seçimi açısından basit ve güvenilir bir yöntemdir. Radyoterapi alanının daha doğru seçilebilmesi amacıyla GATA Nükleer Tıp A.B.D. 'da 17 meme karsinomlı hastada radyoterapi öncesi IML çalışması yapıldı. Sintigrafik olarak izlenen 83 IM lenf nodunun midsternal hattan uzaklığı ve cilt yüzeyinden derinliği ölçülerek geleneksel tedavi alanı içine girmeyen nod sayısının 38 olduğu görüldü (% 45.7). Genel değerlendirme sonucunda 5 hastanın tedavisinde yetersizlik saptandı (% 30) ve lenfosintitrafinin radyoterapi öncesi her hasta için rutin uygulanması gereken bir metod, olduğu kanısına varıldı.
  • Item
    Venöz tromboz oluşturulan tavşanlarda defibrotide'in antitrombotik etkisinin araştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Ulutin, Orhan N.; Noyan, Behzet; İşbil, Naciye; Özlük, Kasım; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fizyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada tavşanlarda trombojenik bir ajan olan tavşan beyin tromboplastini enjeksiyonu ve stazla birlikte vena jugularis extema'da venöz tromboz oluşturuldu. Profilaktik olarak hayvanlara intravenöz ve cilt altı farklı dozlarda defibrotide enjeksiyon ile yapıldı. Sonuçta Lv. 5 mg/kg tek dozun ve 5 mg/kg cilt altı üç gün tekrarlanan dozun tam olarak antitrombotik etki gösterdiği görüldü.
  • Item
    Obstrüktif üropatilerde perkütanöz nefrostomi drenajı
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Oktay, Bülent; Özyurt, Mustafa; Şimşek, Ümit; Savcı, Gürsel; Yavaşçaoğlu, İsmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.
    Obstrüksiyondaki bebeğin fonksiyonlarının geriye dönebilirliğinin değerlendirilmesinde, perkütan nefrostominin kullanımı tanımlandı. Yaş ortalaması 40 olan 15 olguya üriner obstrüksiyon nedeniyle perkütanöz nefrostomi drenajı uygulandı. Sonuçlar değerlendirildi. Perkütan nefrostomi, bugün obstrüksiyonun ani olarak kaldırılmasında en kullanışlı yöntemdir.
  • Item
    Çocuklarda görülen gastrointestinal sistem yabancı cisimleri
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Ildırım, İbrahim; Özdemir, Ayhan; Çil, Ergün; Cengiz, Mete; Dönmez, Osman; Özkan, Hayati; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı.
    Oyun çocukluğu döneminde Gastrointestinal sistemde (GİS) yabancı cisimler genellikle oyuncak parçalan ve madeni paralardır. Büyük olanlar özofagusun darlıklarında takılırken diğerleri cinsine göre daha aşağılara inerken kendiliğinden çıkabilmektedir. Ağustos 1988 ile Temmuz 1989 arasında kliniğimize yabancı cisim yutma anamnezi ile gelen 14 olgu incelendi. Yaşlan 2 ay ile 10 yaş arasında, ortalama 4.0 + 3.2 yaş idi. Olguların % 86'sı hemen, yabancı cisim yutma şikayeti ile başvurdu. 13 olguda yabancı cisim üst GİS te 1 olguda ise barsaklardaydı. Yabancı cisimlerin % 57'si madeni para idi. 13 olguda yabancı cisim özofagoskopi ile çıkarıldı. Bir olguda ise kendiliğinden gaita ile çıktı. Hiçbirinde komplikasyon gelişmedi.
  • Item
    Süt çocukluğunda kolitis ülseroza bir olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Özeke, Turgut; Çil, Ergün; Gürsucu, Sultan; Doğruyol, Hasan; Balkan, Emin; Yerci, Ömer; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.
    Kolitis ülseroza yaşamın her döneminde görülmekle birlikte süt çocukluğunda oldukça nadirdir. 50 günlükken kanlı, mukuslu gaita yakınması başlayan ve uygulanan tedavilere yanıt vermeyen 4 aylık erkek çocugu kliniğimize malnütrisyon, anemi ve kronik inflamatuar barsak hastalığı ön tamlanan ile yatırıldı. Klinik, laboratuvar ve histopatolojik incelemeler sonucu kolitis ülseroza tanısı kondu. Olgu, süt çocukluğunda nadir görülmesi nedeniyle literatürle karşılaşanlara tanışıldı.
  • Item
    Vajenden prolabe olmuş ektopik üreterasel
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Oktay, Bülent; Özyurt, Mustafa; Şimşek, Ümit; Bağcıoğlu, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.
    Üreterin ender doğumsal hastalıklarından olan ektopik üreterosel, üretraya doğan sarkmaya başladı, üriner sistemde tama yakın tıkanıklığa sebep olur ve ivedilikle tedavisi gerekir. Çocuğun böbrek işlevleri hızla bozulurken, radikal bir tedaviye pek olanak ve zaman bulunmaz. Bu durumda akılcı bir yaklaşım ile soruna çözüm aranırken hastanın genel durumunun hızla düzeltilmesi için çaba gösterilmelidir. Burada ektopik üreterosel vajinadan prolabe olarak üretral tıkanıklık yapmış iki olgu, uygulanan tedavi yöntemleri kaynak bilgileri ile karşılaştırılarak sunulmuştur.
  • Item
    Von Hippel - Lindau sendromu (olgu sunumu)
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Sadıkoğlu, M. Yurtkuran; Özkan, Ragıp; Adapınar, Baki; Savcı, Gürsel; Tuncel, Ercan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.
    Von Hippel-Lindau (VHL) sendromu nadir görülen heredofamilyal bir hastalıktır. Klasik bulgulan retinatla anjiomlar ve serebellumda hemanjioblastomlardır. Bu çalışmada iki VHL sendromu olgusu sunularak ilgili literatür gözden geçirilmiştir.
  • Item
    Fallot tetrolojisi olgularında uygulanacak palyatif veya korrektif cerrahi seçimini etkileyen faktörler
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Özler, Azmi; Gürsoy, Nihat; Narin, Ahmet; Canik, Sevim
    Günümüzün modem kardiak cerrahi merkezlerinde total korreksiyon uygulanması öncelik kazanmıştır. İstanbul Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Merkezi'nde de aynı görüş benimsenmekle birlikte hasta için en iyi tedavi yolunu seçmek korrektif cerrahiyi takiben prognozu değerlendirebilmek için önemli bazı parametreler üzerinde durulmaktadır. Bu parametreler ise şunlardır. 1) Pulmoner arter dallarının ve pulmoner vasküler yatağın gelişme derecesini gösteren oranlar:2) Sol ventrikül kavitesinin durumu, 3) Hastanın hematokriti 4) Preoperatif sineanjiogramlar yardımıyla hesaplanabilir postrepair olması muhtemel P RV/LV basınç oranı. Formüller için dosyaya bakınız.
  • Item
    Uzun süreli difenil hidantoin kullanımına bağlı gelişen serebellar atrofinin komputerize tomografi ile incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Zarifoğlu, Mehmet; Deniz, Engin; Balkır, Nihat; Oğul, Erhan; Sadıkoğlu, Sadık; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.
    Diphenylhydantoin (DPH) toksik etkiyle akut serebellar tablo ortaya çıkarması yanında uzun süreli kullanımında serebelluma etkileri üzerinde klinik, radyolojik ve histopatolojik çalışmalar yayınlanmıştır. Bu konuda hala bazı aydınlatılmamış noktalar vardır. Çalışmamızda uzun süreli DPH kullanan 50 epileptik hastanın klinik ve radyolojik bulguları incelenmiş ve aradaki ilişki araştırılmıştır.
  • Item
    Myotonik sendromlar - Klinik elektrofizyolojik ve histopatolojik özellikleri (15 olgunun analizi)
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Zarifoğlu, Mehmet; Bora, İbrahim; Turan, Faruk; Sadıkoğlu, Sadık; Oğul, Erhan; Balkır, Nihat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.
    Çizgili kasta aktif bir kontraksiyonu takiben hareket impulsu kesilmesine rağmen kas kontraksiyonunun devam "Miyotoni" denir. Myotonik fenomenin görüldüğü, klinik olarak daha sık görülen, otozomal dominant geçişli üç sendrom vardır. 1-Myotonia Congenita, 2- Myotonic Dystrophy, 3- Paramyotonia Congenita. Çalışmamızda Myotonik Sendromlu 15 olgu klinik laboratuvar, tedavi ve prognoz açılanından değerlendirilmiştir.
  • Item
    Subklinik diabetik polinöropati tanısında Hoffmann Refleksi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Kurtulmuşlar, Şemsettin; Sadıkoğlu, Sadık; Balkır, Nihat; Oğul, Erhan; Bora, İbrahim; Zarifoğlu, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.
    Diabetes Mellitus'un en sık görülen komplikasyonlardan biri olan polinöropatiyi (PNP) klinik olarak yerleşmeden önce tespit etmek ancak elektrofizyolojik yöntemlerle mümkündür. Çalışmamızda subklinik diyabetik PNP tanısında Hoffman Refleksinin (HR) tanı değeri üzerinde durulmuştur. Çalışmaya kontrol grubu olarak diyabeti olmayan 10 sağlıklı kişi hasta grubu olarak da diyabetik olup klinik PNP'li 20 klinik PNP'si olmayan 20 hasta alınmış ve tümünde H-R çalışılmıştır. Kontrol ve hasta gruplarında H-R sonuçların karşılaştırılarak istatistiki olarak değerlendirilmiş ve sonuçta H-R ölçümlerinin subklinik diyabetik PNP'de tanı değeri olduğu gösterilmiştir.
  • Item
    Aspirin ve parasetamolü 26 hafta süreyle hergün verdiğimiz sıçanların akciğerlerinde oluşan histopatolojik değişiklikler
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Tolunay, Şahsine; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.
    Aspirin ve parasetamol yaygın olarak kullanılan analjezik ve antipiretik ilaçlardır. Kaynaklarda her ikisinin de hepatotoksik etkilerinin bulunduğu bildirilmiştir. Parasetamolü tek yüksek dozda (15 gr. in üstünde) alanlarda karaciğerde sentrilobüler nekroz, yüksek tedavi edici dozlarda uzun süre kullananlarda kronik hepatitis oluştuğu bildirilmiştir. Aspirin birkaç kere yüksek tedavi edici dozlarda alındığında, romatizmal hastalığı olan kişilerde daha çok olmak üzere karaciğerde fokal nekroz, hücresel dizilerinde düzensizlik, dejeneratif değişiklikler, portal alanda genişleme ve çok ender olarak kronik aktif hepatit oluşturduğu yayınlanmıştır. Bu çalışmada aspirin ve parasetamol sıçanlara ayrı ayrı ve birlikte, içme sularında eritilerek 26 hafta süreyle her gün verildi. Bu süre sonunda akciğerlerin mikroskobik incelenmesinde deney gruplarındaki sıçanlarda belirgin sinüzordal dilatasyon ve sentrilobüler konjesyon, hepatositlerde hücresel şişme ve hücre diziliminde düzensizlik oluştuğu dikkati çekti. Nekroz ve kronik aktif hepatitis gibi ciddi bozukluklara hiç rastlanmadı. Sentrilobüler konjesyon ve dilatasyon ile hepatositlerdeki hücresel şişmenin aspirin ve parasetamolü birlikte alan sıçanlarda, ayrı ayrı alan sıçanlara göre daha yüksek oranda oluştuğu gözlendi.
  • Item
    Alüminyum ansefalo-nöro-myopati yapıcı etkisinin sıçanlarda incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Zarifoğlu, Mehmet; Oğul, Erhan; Sadıkoğlu, Sadık; Bora, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.
    Günlük hayatta besinler, bazı ilaçlar, spreyler, maden ocakları, diyaliz mayii gibi değişik şekillerde karşılaşılan alüminyumun Alzheimer Hastalığının etyolojisinde ve karakteristik histopatolojik görüntüsü olan nörofibriler yumak oluşumunda rol oynadığı ileri sürülmektedir. Çalışmamız alüminyumun bu etkisini deneysel olarak sıçanlarda göstermeyi, ek olarak kaslar ve periferik sinirler üzerinde de toksik etkisini incelemeyi amaçlamıştır.
  • Item
    Anneden bebeğe tüberkülin immünitesinin geçişi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Ildırım, İbrahim; Çil, Ergün; Cengiz, Candan; Tuncel, Bengi; Çavuşoğlu, Bülent; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.
    Daha önce yapılan araştırmalarda tüberkülin immünitesinin transplasental olarak bazı olgularda geçebileceği belirtilmiş ve bu olayın lenfosit blastogenesis yöntemi ile tespit edilebileceği bildirilmişti. Bu konuda PPD nin yeri hakkında geniş kapsamlı herhangi bir çalışmaya rastlanmadı. Yaptığımız bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde doğan 93 sağlıklı bebekte tüberkülin immünite sınırı anneden bebeğe geçişinin PPD ile incelenmesi amaçlandı. Çalışma sonucunda bu geçişin PPD ile gösterilemeyeceği kanısına varıldı.
  • Item
    Subkortikal patolojilerde ortaya çıkan afazi profillerinin incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Bakar, Mustafa; Oğul, Erhan; Zarifoğlu, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.
    Dominant hemisferin subkortikal lokalizasyonlu değişik patolojilerinde farklı tiplerde afaziler hakkında son yıllarda çok sayıda klinik çalışmalar bildirilmiştir. Çalışmamızda subkortikal bölge lezyonları ile ortaya çıkan farklı afazi tipi gösteren 13 olguda kranial komputerize tomografide (CT) saptanan lezyon ,lokalizasyon ile afazi testi sonucu elde edilen afazi tipleri arasındaki ilişki incelenmiştir.
  • Item
    Afazili hastalarda komputerize tomografi ile lezyon lokalizasyonu ve afazi tipi ilişkisinin incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1990) Bakar, Mustafa; Oğul, Erhan; Zarifoğlu, Mehmet; Balkır, Nihat; Sadıkoğlu, Sadık; Bora, İbrahim; Deniz, Engin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.
    Afazi, serebral hemisferlerdeki kortikal ve subkortikal yapılar ve bunlar arasındaki bağlantıların fonksiyonel ve anatomik olarak bozulması sonucu oluşan lisan bozukluğudur. Çalışmamız 60 afazik hastayı kapsar nokta olup bunların kranial CT ile saptanan lezyon lokalizasyonları ile Gülhane Afazi Testi (GAT) ile saptanan afazi tipi arasındaki ilişki araştırılmıştır.