2000 Cilt 9 Sayı 9
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13999
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item İmânın sembolleri(Uludağ Üniversitesi, 2000) Tillich, Paul; Çınar, Atiye; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.İnsanın nihaî ilgisi sembolik olarak ifade edilmelidir, çünkü nihaî olanı, yalnız sembolik dil ifade eder. Bu ifade birkaç yönüyle açıklanmaya muhtaçtır. Çağdaş felesefede sembollerin anlam ve fonksiyonu hakkında devam eden birçok araştırmaya rağmen, sembol terimini kullanan her yazar onu nasıl anladığını açıklamalıdır. Sembollerin göstergelerle (signs) ortak bir özelliği vardır. Onlar kendilerinin ötesindeki başka bir şeye işaret ederler. Caddenin köşesindeki kırmızı gösterge arabaların hareketlerini belli aralarla durdurma düzenine işaret eder. Kırmızı bir işaret ile arabaların durdurulmasının birbirleriyle özde hiçbir ilişkisi yoktur. Fakat onlar, konvansiyon devam ettiği sürece, uzlaşımsal olarak birleştirilirler. Aynı şey harfler, sayılar ve hatta kısmen sözcükler için de geçerlidir. Onlar kendilerinin ötesindeki seslere ve anlamlara işaret ederler. Göstergelere bu özel fonksiyon, bir ülke içindeki uzlaşımla veya matematiksel göstergelerde olduğu gibi, uluslararası uzlaşımlar tarafından verilir. Bu türden göstergelere bazen semboller adı verilmektedir; bununla birlikte onun göstergeler ile semboller arasındaki ayırımı güçleştirmesi talihsizlik olmuştur. Semboller gösterdikleri şeyin gerçekliğinden pay aldıkları halde, göstergelerin işaret ettikleri şeyin gerçekliğinden pay almamaları belirleyici bir olgudur. Bundan dolayı, göstergeler uzmanlık ya da uzlaşım nedeniyle gösterdikleri şeyin yerine ikâme edilebilirler, oysa semboller edilemezler.Item XVII. yüzyılda Bursa’nın nüfus yapısı(Uludağ Üniversitesi, 2000) Gerber, Haim; Karataş, Ali İhsan; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Osmanlı İmparatorluğu'nun demografik analizlerindeki temel istatistiki kavram, hane terimidir. Kelime sözlükte ev, daha geniş anlamıyla da aile manasına gelir. Klasik dönem (ki bu dönem 16. yüzyılla ilgili büyük nüfus tahrirlerinin yapıldığı dönemdir) boyunca İmparatorluğunun nüfus analizlerinde hane terimiyle basitçe aile kastedilirdi. Yine de, terimin anlamıyla ilgili bu genel mütabakat, bölgede ikamet edenlerin sayısını belirlemede birçok problemi çözememektedir. Örneğin, ortalama aileyi kaç kişinin oluşturduğu açık değildir. Buna rağmen, hane kavramının aileyle eşit sayıldığı aşikardır. Bununla birlikte, bizim incelememiz, yalnızca 16. yüzyılla değil, durumun tamamen farklı olduğu 17. yüzyılla da ilgilidir. Periodik olarak yapılan ayrıntılı nüfus tahrirleri artık toplanmıyordu ve mevcut kaynaklar da son derece kıt ve kalitesizdi. Bu dönemde Osmanlı yöneticileri kırsal ve kent nüfusuna çeşitli vergiler koymuştu. Bunların en önemlisi avarız vergisiydi. Bu maksatla yapılan incelemelerde hanelerin sayısı verilmiştir ki bu hanelerin sayısına göre mahalle takdirinde bulunuldu. 17. Asrın sonlarına ait bir araştırma, Bursa’daki aile reislerini isimleriyle birlikte tam bir liste halinde içeren, dolayısıyla bu konuyla ilgili çok önemli olan , 1696 yılına ait ayrıntılı bir sicildir.Item Ergenlerde ahlâk gelişimi ve cinsellik(Uludağ Üniversitesi, 2000) Clouse, Bonnidell; Gündüz, Turgay; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bir gencin ahlâk anlayışı, çocuğun ahlâk anlayışı ile aynı olmadığı gibi, olgun bir yetişkinin ahlâk anlayışıyla da aynı olmayacaktır. Doğru ve yanlışın ne olduğu ve iyi bir kişi olmanın ne anlama geldiğinin farkına varma hususunda ilk çocukluktan yetişkinliğe kadar bir gelişme sözkonusudur. Ahlâk gelişimi, ahlâk alanına ilişkin davranışlar, duygu ve düşüncelerde zaman içinde meydana gelen değişmeleri konu edinir.Item Dinlerin geleceği(Uludağ Üniversitesi, 2000) Smart, Ninian; Sinanoğlu, MustafaDinin geleceğini tahmin denemesinin muhtemelen en verimli yolu, dinamik dünya görüşünün tahlili diyebileceğimiz metot sayesinde mümkündür. Böylece dinleri, ideolojileri de içeren dünya görüşlerinin bir türü olarak saymak yerinde olur. Her ne kadar Batı toplumu, din ile laik inanç sistemleri arasında bir ayırım yapıyorsa da, bu ayırım bizzat ideolojik veya dinîdir. Yine bu ayrım, dinlerin ve ideolojilerin, geniş boyutlar üzerinde nasıl benzer fonksiyonlara sahip olduklarını görmekteki aczi yüzünden ilmî de değildir. "Dinamik" (dynamic) kelimesi bana iki şeyi çağrıştırıyor: İlki, dinî milliyetçilikte olduğu gibi dünya görüşlerinin birbirlerini karşılıklı etkileyerek nasıl kaynaştığı; ikincisi, dünya görüşlerinin birbirleriyle ve diğer güçlerle karşılıklı etkileşimde dinamik bir şekilde nasıl geliştiği hususlarıdır. Dolayısıyla biz, dünya görüşlerinin kaynaşması ve etkileşimleri üzerinde durabiliriz. Bunlar da belirli modelleri takip ediyor görünmektedir.Item U. Ü. İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin ibadet ve ruh sağlığı (psiko-sosyal uyum) ilişkisi üzerine bir inceleme(Uludağ Üniversitesi, 2000) Hayta, Akif; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Her türlü ayin, dua, özel dinsel törenler, oruç ve benzeri eylem ve davranışları içeren dini pratikler, din psikolojisinin ana konularından birisidir. Dindar bir bireyi anlama ve ilişkilerini belirlemede ibadetlerin çok önemli etkileri bulunmaktadır. Bütün dinlerde ve inançlarda yer alan ve en sık yaşantılanan dua ve tapınma tecrübesinin insan psikolojisine etkilerinin araştırılması, din psikolojisinin bilim olarak kabulü ile birlikte başlamaktadır. İbadet fenomeni, bütün dinlerde, dindarlığın kendini gösterdiği genel boyutlardan birisidir ve insanların dini yönelimlerinin dışavurumunu içermektedir. İbadet kavramı ile bir dinin mensuplarının yerine getirdikleri tüm özel dini pratikler kastedilmektedir. Bütün dua, dini ayin ve tören gibi tapınma şekilleri bu boyut içinde yer alır. Bireysel veya toplu olarak yapılan dini pratik ve eylemler kutsalla psikolojik bir ilişki biçimi olarak da görülebilir. Bu anlamda ibadetler insanların kendi benliklerinde psikolojik bir alan oluşturarak, manevi bir coşkunluk, kendinden geçme, huşu duyma ve huzur bulma; ya da en azından toplu halde ise katılanlarda bir heyecan yaratma gücüne sahiptir. Bütün dini pratik ve eylemlerde her zaman duygusal bir motivasyon görülür, fakat bu dini eylemlerin tek özelliği değildir.Item A.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesinde bulunan Harvard The Logical Review (HTR)’in makaleler bibliyografyası -II- 1959-1997(Uludağ Üniversitesi, 2000) Tarakçı, Muhammet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.1908 yılından beri çıkmakta olan Harvard Theological Review adlı derginin makaleler bibliyografyasının ilk bölümünü geçen sayıda yayınlamıştık. Harf sırası esasına göre düzenlenen bu bibliyografayın ikinci bölümünü bu sayıda sunuyoruz. Ayrıca bibliyografyanın sonunda, derginin, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde bulunmayan sayılarını da belirttik.Item Zeydilik ve tasavvuf(Uludağ Üniversitesi, 2000) Madelung, Wilfred; Çift, Salih; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Tarih boyunca, bir mezhep olan Zeydilik ile müesseseleşmiş tasavvuf arasındaki ilişkiler genellikle düşmanca olmuştur. İhtilafın kaynağında dini otorite konusundaki çatışma yer almaktadır. Şii inancına sahip olan Zeydilik yegâne dini otoritenin ehl-i beyt olduğuna inanmaktadır. Zeydi imamlar, kendilerine bağlı olanlara, sadece politik liderler olarak değil aynı zamanda dini konularda birer öğretmen ve rehber olarak itaat etmelerini emrediyorlardı. Bununla birlikte Zeydi anlayışa göre imamlar İsnâ Aşeriye ve İsmailiyye’den farklı olarak masum değillerdir ve dini konulardaki otoriteleri de sorgulanabilir. Çoğunlukla sünni olan sûfi şeyhleri ise kendilerine bağlı olanlardan toplu itaat değil, bireysel olarak mutlak itaati isterler.Item İbn Arabi ile ilgili araştırma serüvenim(Uludağ Üniversitesi, 2000) el-Afifi, Ebu’l-Ala; Kartal, Abdullah; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Araştırma hayatımda İbn Arabi ile ilk tanışmam, 1927 senesinin son baharında Cambridge Üniversitesi felesefe bölümünde mastırı tamamlayıp aynı yerde doktoraya hazırlanma hususunda düşünmeye başladıktan sonra olmuştu. O sıralarda Cambridge Üniversitesi’nde Doğu Araştırmaları Bölümünün başkanı olan Reynold A. Nicholson’a danışmanlığında doktora yapma isteğimi bildirdiğimde, araştırmam için konu olarak İbn Arabi’yi önermişti. Zira ona göre, Mısır’da ihtisas yaptığım Doğu araştırmalarım ve Cambridge Üniversitesi’nde uzmanlaştığım felsefi araştırmalarım, islam sufisi ve filozofu olan İbn Arabi’yi incelememi mümkün kılmaktaydı.Item Hicri takvim ve arkaplanı(Uludağ Üniversitesi, 2000) Hamidullah, Muhammed; Şulul, KasımHicri takvim, nesî’in uygulanması sonucu elde edilmiş olan Mekkî Kamerî-Şemsî takvimin doğrudan halefidir. 1931’de Axel Mober’in nesî’ konusunda yaptığı araştırmalardan sonra şüphesiz yeni kaynaklar daha kullanışlı hale gelmiştir. Son üç ay hariç Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatının tamamı takvim hususunda eski usûle göre geçirdi. Bu sebeple, yeni bilgiler gün ışığına çıktıkça veya yeni yöntemler bulundukça iki takvim arasındaki münasebet noktaları araştırılmalıdır.Item Muhammed B. Abdilvehhâb(Uludağ Üniversitesi, 2000) Bâz, Abdulazîz b. Abdillah b.; Yıldırım, EnbiyaMuhammed b. Abdilvvehhâb, üzerinde yoğun spekülasyonlar olan bir isimdir. Kimileri onu Kur’ân ve sünnet eksenli bir hareketin imamı olarak kabul ederken, kimilerince ehl-i sünnet yolundan sapmış biri olarak görülür ve başlattığı hareket “Vehhâbîlik” diye isimlendirilir. Aşağıda, bugün Suud-i Arabistan’ın en yüksek dini mevkisinin başında bulunan Bin Bâz’ın 1965 yılında el-Câmiatu’l-Islâmiyye rektör vekili iken Muhammed b. Abdilvehhâb’la ilgili verdiği konferans yer almaktadır. Bu konferans Ibn Abdilvehhâb’ı bir müceddid olarak takdim ederken, -bu ülkede türbe vb. yerlere karşı gösterilen katı tutumu hazırlayan sebepler gibi- Suud-i Arabistan gerçeğiyle ilgili bazı ipuçlarını da içinde saklamaktadır. Konferans sahibinin bazı yaklaşımları ise -hiç şüphesiz- okuyucuya garip gelecektir: Suud ailesinin Muhammed b. Abdilvehhâb’la birlikte yürüttüğü bölgeye hakim olma mücadelesini sadece Kur’ân ve sünneti hakim kılma çabası olarak görmesi, bu bağlamda Türkler ve Mısırlılarla yürütülen mücadeleyi hakla batılın savaşı olarak değerlendirmesi gibi. Hanedan idaresine övgülerine bakılacak olursa, Bin Bâz’ın yönetim tarzıyla ilgili her hangi bir kaygısının bulunmadığı anlaşılacaktır.Item Kur’ân’da “din” teriminin anlamı(Uludağ Üniversitesi, 2000) Haddad, Yvonne Yazbeck; Güç, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bilim adamları, Kur’an’da din kelimesinin semantik ve etimolojik manasını anlamaya yönelik yoğun çaba sarfetmişlerdir. Değişik zamanlarda onlar, bu terimin bir kısım kullanımlarında İbranice, Habeşçe, Ermenice veya İran dilinden (Farsça) ödünç alınmış bir kelime olduğu varsayımında bulunmuşlardır. Bu terimi hüküm veya ceza, âdet veya usul ve nihayet din olarak anlamak mutad hale gelmiştir. Bu makale, din kelimesinin etimolojik kökleri ile ilgili ihtilafları çözmeye çalışmayacak; aksine, din teriminin Kur’an’da, Kur’an’ı ilk duyanlar tarafından nasıl anlaşıldığını gözönünde tutmaya çalışarak ve onun, Kur’an’ın dünya görüşündeki anlamına bakarak, ortaya çıktığı genel durum ve şartlar içerisindeki kullanımının bir tahlili üzerinde yoğunlaşacaktır.Item Etki ve edilginin kısımları(Uludağ Üniversitesi, 2000) İbn Sina; Aydın, Hüseyin; Uysal, Enver; Peker, Hidayet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bil ki, etkiler (ef'al) ve edilgiler (infialât) aklî-nefsanî ve cismani durumların çeşitliliği ölçüsünde farklılıklar gösterir. Bu nedenle, bir şeyin kendisinden başka bir şeyden daha güçlü ve daha yetkin olması durumunda, kendisinden kaynaklanan etki daha açık-seçik olur. Yine bir şey yetenek yönünden daha yetkin ve yatkınlık yönünden daha güçlü ise, kendi dışındaki bir şeyden kaynaklanan etkiyi alması, kendisinde daha açıkseçik olarak görünür. Herbir etki ve edilgi varolanların arasındaki ilişkiye (kıyas ve izafet) göre olunca, ki - bununla ben bir şeyin başka bir şeye etkisini ve bir şeyin başka bir şeyden etkilenmesini kastediyorum- var olan ya nefsani ya da cismani olunca, etki ve edilginin kısımları şu şekilde olur: a-Nefsani olanın nefsani olana etkisi, b-Nefsani olanın cismani olana etkisi, c-Cismani olanın nefsani olana etkisi, d-Cismani olanın cismani olana etkisi.Item Bir medeniyet kuramcısı olarak İbn Haldun(Uludağ Üniversitesi, 2000) Albayrak, Ahmetİnsanlık tarihinde önce yetiştikleri topluma sonra tüm insanlığa yol gösteren, belli dinamiklere bağlı olarak bir medeniyetin kurulmasında veya gelişmesinde rol oynayan “deha”lar her zaman olagelmiştir. Dehanın belki de en büyük özelliği dünü, tarihi-sosyolojik bakış açısıyla değerlendirip bugün ve yarın hakkında fikirler üreterek çağlar üstü olabilmesidir. Deha pratisyen değil teorisyendir. Teorilerini de bir fantezi olsun diye oluşturmaz. Zaten o, teori oluşturmak için yola çıkmış değildir. Herşey onun görev bilincinin ve cehdinin bir sonucudur. Tarihte ve günümüzde dehaların yeterince anlaşılamadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fikirlerinin yoğunluklarından dolayı sulandırılarak, katalizör olarak bir şeyler katılarak aktarıldıklarından1 dehaların tek boyutlu olmadıkları, olaylara bütün olarak baktıkları hep gözden kaçmıştır. Celâleddin-i Rûmî’nin malum fil hikayesi gibi çoğu kere dehalar değişik zamanlarda ve değişik kişilerce, değişik yönleriyle değerlendirilmiş ve bu değerlendirmeler bir bütün haline getirilememiştir. Böylece diyebiliriz ki Cemil Meriç’te de ifadesini bulduğu gibi2 anlaşılmamak olan dehanın kaderini İbn Haldun da paylaşmıştır.Item Arş Risalesi: Allah'ın birliği ve sıfatları üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2000) İbn Sina; Uysal, Enver; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Hamd Allah'a mahsustur. Nimetlerinden dolayı O'na hamdolsun. Bütün hallerimde O'nun keremine muhtacım. İmdi, çalışmalarımın titiz takipçilerinden biri, benden, kendisi için, Allah'a, O'nun sıfatlarına ve fiillerine inanmayı gerektirecek bir yöntemle, taklitten kaçınarak, salt araştırmaya yönelik, tevhid ilminin hakikatlerini içeren özet bir risale kaleme almamı rica etti. Ben de (bu konulara) önem veren bu şahsın ricasını, Rabbimiz Allah'tan yardım dileyerek (bu risale ile) yerine getirdim. Bu risale üç temel ilkeyi (esas) içerir: Birinci ilke: Varlığı Zorunlu (Vâcibu'l-Vücûd) olan (Allah)'ın ispatı, İkinci ilke: O'nun birliği, Üçüncü ilke: O'ndan nedenlerin olumsuzlanması.Item Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi'nde Risale-i Tasavvuf, Mecmu‘a-i Tasavvuf ve Kitab-ı Tasavvuf adını taşıyan Türkçe yazma eserler(Uludağ Üniversitesi, 2000) Erginli, ZaferYazma eser kütüphanelerinde risale, kitab veya mecmua adı altında toplanan tartışmalı kitaplar olduğu bilinen bir gerçektir. Risale kelimesinin "mektup, mesaj, broşür, küçük kitap" anlamlarından dolayı bu tür eserlere isim olduğu tahmin olunabilir. Kitap kelimesi de benzer anlamlarından dolayı bu eserlere isim olmayı hak etmektedir. Aynı paraleldeki eserlere isim olarak kullanılan mecmua kelimesi de "dergi, broşür, kolleksiyon" anlamına gelmektedir. Büyük çoğunluğu tekkelerdeki kitaplıklardan oluşan Bursa'daki eski kütüphanelerin, Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi'nde toplandığı bilinmektedir. Bu kitapların bir kısmı da kütüphaneye Şubat 1926 tarihinde -yani tekkelerin kapanmasının ardından- getirilmiştir. Yazma kitapların Arapça, Farsça ve Türkçe olarak yazıldığı ya da bu dillere tercüme edilmiş kitaplar olduğu malumdur. Bu kitaplar arasında Risale-i Tasavvuf ya da Kitab-ı Tasavvuf adını taşıyanlar varsa da, isimlendirmeler, sözü edilen kitapların gerçekten bu adları taşıdığını göstermez. Bazı kitapların kütüphanelerdeki tasnifler sırasında görevliler tarafından adları tesbit edilemediğinden, içeriklerine bakılarak bu şekilde adlandırıldığı bilinmektedir.Item Türk toplumunun evlilik konusunda bilgilenme ve bilinçlenme düzeyleri(Uludağ Üniversitesi, 2000) Bilgin, Vejdi; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bu makalede, toplumumuzun eğitim seviyesi lise ve üzeri olan fertlerinin evlenecekleri kimilerde aradıkları özellikler, evliliğin ilk yıllarındaki problemler konusunda bilgi durumları ve cinselliğe karşı olan tutumları temelde cinsiyet, medeni durum ve dinî inanç değişkenleri çerçevesinde incelenmiştir.Item Okulöncesi eğitimde taklit etkinlikleri ve din eğitimi açısından değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2000) Sağlam, İsmail; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Sözlük anlamı olarak taklit; “birinin hareketinin veya şekil ve sûretinin aynını yapma, benzemeye veya benzetmeye çalışmadır. Terim olarak ise taklit (imitation); “örnek alınmak istenen kişi ya da grupların söz, davranış veya tavırlarının başkaları tarafından aynen tekrarlanması”, “gösteri amacıyla ve çoğunlukla da üçüncü şahıslar önünde başkalarının hal, hareket, konuşma veya davranışlarının tekrarlanması”, “hareketlerin, konuşma üslûbunun, tavırların bilinçli veya bilinçsiz olarak, başka bir örneğe göre biçim alması, benzetme, yansılama” anlamlarında kullanılmaktadır. Taklitle çok yakın anlam benzerliği olan özdeşleşmenin de “bir kimsenin çocukluk döneminde beğendiği bir yetişkinin davranışlarını adeta farkında olmaksızın taklit ederek toplum içinde kendine özgü toplumsal rolleri öğrenmesi”, “bireyin, kendine olan güvenini sağlamak üzere gerçekten veya hayal ürünü olarak örnek aldığı kişi gibi davranması, kendini onunla bir tutması.” şeklinde tarif edildiği görülmektedir. Ayrıca Din Eğitimi alannda yapılan bazı çalışmalarda, “hoşa giden bir davranışın kopya edilmesi”, “ferdin içinde bulunduğu grubun, bir üyesinin duyuş, düşünüş ve davranışlarını izlemesi ve onu kendisine model alması” gibi çeşitli şekillerde tarif edildiği görülmektedir.Item Fıkhî hadislerin rivâyet değeri bağlamında “vârise vasiyyet olmaz” hadisinin tahrîc ve tenkîdi(Uludağ Üniversitesi, 2000) Kahraman, Hüseyin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bu çalışmada, İslâm mîrâs hukûkunun önemli esaslarından birine dayanak teşkil eden bir hadisin, hadis usulü açısından taşıdığı değeri ortaya koymaya çalışacağız.Item Çorum’da tarihî bir yapı: Veliyyüddin Paşa (Velipaşa) hanı ve vakfiyesi(Uludağ Üniversitesi, 2000) Ilıca, AliHan ve kervansaraylar, beldeler arası yolculuklar ve ticarî taşımacılığın hayvanların güçlerinden istifade edilerek yapıldığı dönemlerde ihtiyaca binaen ortaya çıkmış ve de büyük bir boşluğu doldurmuş olan sosyal hizmet binalarıdır. Yol boylarında ve şehir merkezlerinde yeralan bu tesisler o beldenin, ticarî hareketliliğini, devrinin mimarî özelliğini ve sosyal hayatını yansıtmak açısından önemlidirler. Zira bir beldede mevcut olan han ve kervansarayların sayısı o yerin nüfus oranı, iktisadî durumu ve halkın geçim seviyesini yansıtan en büyük kaynaklardır. Farsça kökenli olan “kârban; yolcunun konduğu ve gecelediği yer, kârbansaray; tüccarın oturduğu ve iş gördüğü yer” anlamına gelirken “daha çok şehirler arasındaki uzak mesafeler ve ıssız yerlerde yapılmış olan konaklama yerlerine kervansaray, meskûn yerlere yakın ve şehir içindeki aynı vazifeyi yapan binalara da han denilmektedir.Item Psikoterapi'de yeni bir yaklaşım: Logoterapi ve Viktor Frankl(Uludağ Üniversitesi, 2000) Bahadır, AbdulkerimBilimsel yöneliş açısından tarihe göz atıldığında Sosyololojinin yanında Psikolojinin, Astroloji - Matematik ve Fizik - Kimya ve Biyoloji şeklinde sıralanan bilimlerde meydana gelen gelişmelerden sonra, ancak 19. Yüzyılda müstakil bir bilim dalı olarak ortaya çıktığı görülür. İlk dönemlerde daha çok metafizik temele dayalı spekülasyonlarla gelişimini sürdüren Psikoloji, gittikçe gelişerek nihayet 1879 yılında ilk deneysel laboratuarına kavuşur. Sistematik-deneysel psikoloji devrinin başlangıcına işaret olarak kabul edilen bu girişimden sonra çok geçmeden, özellikle modernleşmenin beraberinde getirdiği sorunların etkisiyle Psikoloji'nin terapik yönü önplana çıkmıştır.(1) Ancak, birbirlerine alternatif düşüncelerle psikoloji sahnesine çıkan yaklaşımların çoğu, savundukları düşüncelerden ötürü genel olarak monizme ve determinizme mahkum edilmişleridir. Özellikle son yüzyılda Varoluşcu Felsefe'nin de etkisi ile, insanı doğrudan ve bütüncü tarzda ele alan yaklaşımların, kendine özel bir prensip etrafında toplandıkları müşahede edilmektedir. Çağdaş sorunlara çağdaş çözümler sunarak psikolojik donanımın "anlam" ekseninde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunan Logoterapi, sözü edilen ekollerden birisidir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »