2014 Cilt 40 Sayı 2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18443

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 12 of 12
  • Item
    Ağrılı ve ağrısız tiroiditler
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-12-05) Cander, Soner; Gül, Özen Öz; Ersoy, Canan; Tıp Fakültesi; Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı
    Tiroidit, tiroidin çeşitli nedenlerle ortaya çıkan inflamasyonudur. Birçok neden, otoimmünite, enfeksiyonlar, radyasyon, ilaçlar tiroidit gelişimine neden olabilmektedir. Tiroiditlerin nedenleri gibi klinik tabloları da çok çeşitlidir. Bu nedenle ayrım ve sınıflama yapmak her zaman mümkün olamamaktadır. Hastalarda herhangi bir semptom olmaksızın tanı tesadüfen konulabildiği gibi, hastalar boyunda şiddetli ağrı, şişlik, guatr ile de başvurabilmektedirler. Hastalar ötiroidik olabilmekte, hipotiroidi veya tirotoksikoz da görülebilmektedir. Tedavi genellikle semptomları düzeltmeye yöneliktir. Tiroid disfonksiyonu saptanması halinde etyolojide göz önünde bulundurularak tedavi planlanmalıdır
  • Item
    Hipoparatiroidizmin tanı ve tedavisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-11-11) Şişman, Mete; Şişman, Pınar; Ersoy, Canan; Tıp Fakültesi; Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı
    Hipoparatiroidizm; hipokalsemi, hiperfosfatemi ve parathormon düzeylerinin düşük ya da uygunsuz normal olması ile karakterize bir hastalıktır. Konjenital ve kazanılmış nedenlere bağlı olabilir. En sık nedenleri tiroid ve paratiroid cerrahisi sonrası görülebilen iyatrojenik hipoparatiroidizm ve otoimmun hipoparatiroidizmdir. Parestezi ve tetani sık görülen bulgular olmakla birlikte hastalık akut olarak kasılma, bronkospazm, laringospazm veya kardiyak ritm bozuklukları ile ortaya çıkabilir. Semptomatik hipokalsemi varlığında ya da serum total kalsiyumu 7 mg/dL’nin altında parenteral tedavi gerekirken asemptomatik ve ılımlı kalsiyum düşüklüklerinde oral kalsiyum ve D vitamini tedavisi tercih edilir. Uzun dönem tedavide kalsiyum, D vitaminine ilaveten gerektiği taktirde hiperkalsiüriyi önleme amaçlı tiyazid diüretikleri tedaviye eklenebilir. Rekombinan human parathormon üriner kalsiyum atılımını azaltıp fosfat atılımını arttırır. Bununla birlikte uzun dönem kullanımının güvenli olduğuna dair kanıtlar yeterli olmadığından kullanımının yaygınlaşması için ileri çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
  • Item
    MikroRNA’lar (miRNA) ve kanser
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-10-01) Bağcı, Özkan
    mikroRNA’lar (miRNA) bitkiler, hayvanlar ve bazı virüslerde gen ifadesini düzenleyen, protein kodlamayan küçük ve kısa RNA’lardır. miRNA’lar, protein kodlayan genlerin transkriptleri olan hedef mRNA’lara bağlanabilirler ve translasyonu negatif olarak regüle edebildikleri gibi, mRNA’ları degradasyona uğratarak da işlev gösterebilirler. miRNA’lar apoptoz, kök hücrelerin farklılaşması, hücre siklusunun regülasyonu ve kanser patogenezi gibi birçok biolojik süreçte işlev gösterebilmektedirler. Karsinogenez süreci ile ilişkili miRNA’lar hedef aldıkları mRNA’lara göre tümör baskılayıcı veya onkojenik özellik gösterebilirler. Bu derlemede kanserin patogenezinde epigenetik mekanizmalardan miRNA’ların etkisi tartışılmıştır.
  • Item
    Primer testis lenfoması: Olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-11-24) Küçük, Şirin; Çekiç, Sema
    Testisin primer non-Hodgkin lenfoması nadir görülen bir hastalıktır1-13. Tüm testis malignitelerinin %1-9’unu ve tüm non-Hodgkin lenfomaların yaklaşık %1-2’sini oluşturur2,4,7,8,10,13. Nadir görümesine rağmen, 60 yaşın üzerinde en sık görülen testis malignitesidir2-8,13. Genellikle ileri yaşlarda rastlanır. Ortalama yaş 60’tır6-8 . Tanı histopatolojik olarak konulur3,11. Diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) en sık görülen histolojik alt tipidir1-6,10-13. Prognozu belirleyen en önemli parametre evre ve histolojik derecedir. Prognozu diğer testis tümörlerinden kötü olup, ilk 1 yıl içinde yayılım bulgusunun olmaması iyi prognoz işareti olarak kabul edilir1-6,9. Yaygın nodal lenfomalarda testis tutulumuna daha sık rastlanırken, testisin primer lenfoması nadirdir. Primer testis lenfoması olgularının %57’si evre I, %22’si evre II ve %21’i de evre III-IV olarak karşımıza çıkmaktadır1,2,4. Özellikle erken evre hastalıkta standart bir tedavi mevcut olmamakla birlikte, evre I ve II hastalıkta, orşiektomi sonrası doksorubisinli veya antrasiklinli kemoterapi uygulaması önerilmektedir7,8. İleri evre (evre III ve IV) hastalıkta kombinasyon kemoterapisi tercih edilen tedavi modalitesidir1,2. Bu makalede nadir görülen PTL tanısı alan olgunun klinikopatolojik bulgularının literatür bilgileri eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır
  • Item
    Teofilin zehirlenmesinde hemoperfüzyon: olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-01-23) Çalışkan, Gülbahar; Girgin, Nermin Kelebek; Uran, İsa; Gül, Bülent; İşçimen, Remzi; Kahveci, Ferda; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı; Yoğun Bakım Bilim Dalı
    Teofilin bronkospastik hastalıkların tedavisinde kullanılan bir metilksantin derivesidir. Terapötik aralığı çok dar olup kan teofilin düzeyi 15 μg/mL’nin üzerinde olduğunda zehirlenme için risk oluşturmaktadır. Ciddi teofilin zehirlenmeleri fatal sonuçlanabileceği için yoğun bakımda tedavi edilmelidir. Bu olgularda mide yıkama, nazogastrik sonda aracılığı ile aktif karbon ve semptomatik tedavi uygulanır. Bu tedavilere cevap alınamayan durumlarda ekstrakorporeal bir yöntem uygulanabilmektedir. Yüksek doz teofilin alımı sonrası, klasik tedavi yöntemlerine yanıt alınamayan ve etkin hemoperfüzyon uygulanan iki olguyu sunduk. Birinci olguda tedaviye dirençli bulantı, kusma ve tremor mevcuttu. İkinci olguda ise tonik klonik nöbet, hipotansiyon, atriyal fibrilasyon ve kardiyak arrest gelişti. Kardiyopulmoner resüsitasyona yanıt alındı. Her iki olgu hemoperfüzyon uygulanmasını takiben başarıyla yoğun bakımdan taburcu edildi. Sonuç olarak; destekleyici klasik tedavi yöntemleriyle iyileşme sağlanamayan teofilin zehirlenmelerinde aktif karbon filtreli hemoperfüzyon, serum teofilin düzeyinin düşürülmesinde etkin bir yöntem olarak düşünülmelidir
  • Item
    İmmünsüprese bir hastada salmonella enteritidis’in etken olduğu gluteal apse
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-07-22) Özvatan, Tülay Şener; Ceylan, Serkan; Kırdak, Türkay; Kazak, Esra; Cilo, Burcu Dalyan; Yılmaz, Emel; Tıp Fakültesi; Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı
    In this study it was aimed to investigate interrelationships between complaints, diagnoses, and psychotropic drug usage of children and adolescents applied to a child and adolescent psychiatric outpatient clinic. Medical files of the patients who had been examined for the first time between July 2012, and December 2012 in Outpatient Clinics of Child and Adolescent Psychiatry of Uludag University Hospitals of Medical Faculty were evaluated. The total number of cases evaluated was 953, the age range was 1-17 and the mean age was 9, 5 ± 4, 6. The most frequently encountered presenting complaints were determined as naughtiness, and disobedience (188-19.7 %) and the most frequently detected diagnoses were attention deficit hyperactivity disorder (ADHD) (180-18.8%). Mostly selective serotonin reuptake inhibitors 208 (21.8 %), atypical antipsychotic 143 (14.8%), and psycho stimulants 79 (8.3 %) were recommended in decreasing order of frequency. Recognition of frequently detected complaints, and diagnoses, determination of differences in diagnoses according to gender, and age groups of patients, evaluation of the drugs used, and their relationship with relevant diagnoses will contribute favourably to the improvement and standardization of health care services provided in the outpatient clinics of child and adolescent psychiatry and identifying areas of sociodemographic characteristics.Salmonelloz dünyada yaygın olarak görülen bir halk sağlığı sorunudur. Çok sayıda türü olan Salmonella, farklı klinik tablolara sebep olmaktadır. Ülkemizde zaman zaman küçük çaplı salgınlara yol açması ve bazı bölgelerde hala endemik olması etkene yönelik gıda endüstrisi ve hayvancılıkta çeşitli önlemlerin alınmasına sebep olmaktadır. Son yıllarda tüm ülkelerde nontifoidal salmonelloz olguları artmaktadır. Bu olguların çoğunda kendi kendini sınırlayan enfeksiyonlara sebep olurken immünsüprese hastalarda önemli morbidite ve mortaliteye yol açan değişik yer ve lokalizasyonlarda enfeksiyonlara neden olur. Sunulan hasta uzun süre immünsüpresif tedavi aldıktan sonra yaptırdığı intramusküler (İM) enjeksiyon bölgesinde apse gelişmesi nedeniyle merkezimize başvurmuştur. Gluteal apse materyalinde Salmonella Enteritidis üremesi oldu. Olgu farklı bulaş yolu olması nedeniyle ve nontifoidal salmonellozun etiyoloji ile klinik önemini tartışmak üzere sunuldu.
  • Item
    Bir çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran hastaların yakınma, tanı ve ilaç uygulamaları karakteristiklerinin değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-12-08) Uçar, Halit Necmi; Vural, Ayşe Pınar; Kocael, Ömer; Köle, İsmail Hasan; Dağdelen, Fatih; Kırtıl, İsmail Yasin; Tıp Fakültesi; Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
    Bu çalışmada bir üniversite hastanesinin çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran hastaların yakınma ve tanılarıyla uygulanan medikal tedavi arasındaki ilişkinin ve ilaç kullanım oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniği’nde Temmuz 2012 ile Aralık 2012 arasında ilk kez muayene edilmiş olan tüm hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirmeye alınmıştır. Değerlendirilen toplam olgu sayısı 953 olup yaş aralığı 1–17 ve yaş ortalamaları 9,5 ± 4,6 idi. En sık başvuru yakınması 188 (%19,7) olgu ile yaramazlık ve söz dinlememe; en sık teşhis edilen bozukluk 180 (%18,9) olgu ile dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olarak belirlenmiştir. En fazla reçete edilen ilaç grupları sırasıyla seçici serotonin geri alım inhibitörleri 208 (%39,7), atipik antipsikotikler 143(%27,3) ve psikostimülanlar 79 (%15,1) olarak bulunmuştur. Sık saptanan yakınmaların ve tanıların bilinmesi, cinsiyetler arası tanı farklılıklarının ve yaş gruplarına göre olası tanıların belirlenmesi, kullanılan ilaçların ve bu ilaçların tanılarla olan ilişkisinin değerlendirilmesi çocuk ve ergen psikiyatrisi poliklinik hizmetlerinin iyileştirilmesine, standardizasyonuna ve bölge sosyodemografik özelliklerinin tespit edilmesine katkıda bulunacaktır.
  • Item
    FRAX ile yapılan kırık riski değerlendirmesi ve geleneksel risk faktörleriyle ilişkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-12-08) Gökmen, Neşe Eroğlu; Kandemirli, Güzin Çakır; Baştuğ, Erol; Avşaroğlu, Burcu; Ok, Nurfiliz; Ünal, Sümeyra Tekiner; Bilgiç, Adnan; Coşgun, Şeyma; Altuğ, Gamze; Aslan, İbrahim; Biçer, Zemzem Tuba; Ocakoğlu, Gökhan; Alp, Alev; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim Dalı
    Bu çalışmanın amacı, kliniğimizde yatarak tedavi gören 50 yaş üzeri kadınlarda kırık riski ve ilgili faktörlerin araştırılmasıdır. Çalışmaya 1 Ocak 2013-31 Aralık 2013 tarihleri arasında yatarak tedavi gören 50 yaş üstü 341 kadın hasta dahil edilmiştir. Hastalar Türkiye kırık Riski Değerlendirme Anketi (FRAX) ile ve günlük çay tüketimi, kapalı giyim, bifosfonat kullanımı açısından sorgulanmış, hastalara 3 metre kalk yürü testi uygulanmıştır. Dual energy X-ray Absorptiometry ile ölçülmüş kemik mineral yoğunluğu (KMY) olan ve olmayan tüm hastaların major osteoporotik kırık (OK) ve kalça kırığı riski hesaplanmıştır. KMY ölçümü olan (n=85) ve olmayanlarda (n=256) 10 yıllık OK ve kalça kırık riskleri sırasıyla %1,17, %16,4 ve %2,3, %16 idi. Sonuç olarak, çalışmamızda KMY'si olan ve olmayan 50 yaş üzeri kadınlarda kırık riski tahmini benzer olup, KMY’si olmayanlarda fiziksel aktivite düzeyi (p=0.009, r=0.16) ve çay tüketiminden (OK p=0.030, kalça kırığı p=0.004) etkilenmektedir
  • Item
    Baş ve boyun doku defektlerinin rekonstrüksiyonu: 33 serbest flebin analizi
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-12-08) Ersen, Burak; Şakı, Mehmet Can; Tunalı, Orhan; Aksu, İsmail; Kalay, Ayşe; Karabulut, Furkan; Çeçen, Süleyman; Akın, Selçuk; Tıp Fakültesi; Plastik, Rekonstruktif ve Estetik Ana Bilim Dalı
    Çalışmamızın amacı; kliniğimizce baş ve boyun rekonstrüksiyonu amacı ile yapılan 33 serbest flep olgunun sonuçlarının incelenmesidir. 33 flebin 28`i tümör rezeksiyonuna, 5`i travmaya bağlı oluşan defektlere uygulandı. Kliniğimizin serbest flep kaybı oranı %9 olarak bulundu. Baş ve boyun rekonstrüksiyonunda en sık kullanılan flebin serbest radial ön kol flebi olduğu görüldü (%54). Cerrahi müdahale yapılan hastaların mortalite oranı %9, morbidite oranının %33 olduğu görüldü. Yüksek serbest flep başarı oranı görülmesine rağmen operasyon sonrası takip periodunda yüksek mortalite ve morbidite olanları dikkat çekmiştir
  • Item
    Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinde sigara içme prevalansı ve etkileyen etmenler ile sigara yasağına karşı düşünceleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-12-04) Emiroğlu, Pelin Şavlı; Taneri, Petek Eylül; Yapa, Ayşe Betül; Göksal, Elife; Çakır, Rukiye; İrgil, Emel; Tıp Fakültesi; Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı
    Bu çalışmanın amacı, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi (UÜTF) öğrencilerinde sigara içme prevalansını, nikotin bağımlılığını ve etkileyen etmenleri saptamaktır. Kesitsel tipte planlanan araştırmanın evrenini 2012-2013 öğretim yılında UÜTF’de okumakta olan 1440 öğrenci oluşturmuş olup 902 (%62,7) kişi çalışmaya katılmıştır. Çalışmamızda sigara içme sıklığı %22,8 olarak bulundu. Erkekler kadınlara oranla daha erken yaşta sigaraya başlamakta ve daha uzun süre içmektedirler. Öğrencilerin %29,9’u ve sigara içenlerinse %77,7’si sigara dışında tütün ürünleri kullanmaktadır. Öğrencilerin %96,5'sı (n:863) 4207 sayılı kanununun gerekli ve %63,5'i(n:565) sigarayla ilgili kamu spotu ve sigara paketlerinin üzerindeki uyarıların yararlı olduğunu düşünmektedir. Sigara kullanmayan öğrenciler kullanan öğrencilere göre yasayı daha gerekli bulmakta (χ2: 52,1 p< 0,05); kamu spotlarının (χ2: 48,8 p< 0,05) ve sigarayla ilgili sansürlerin daha yaralı olduğunu düşünmektedir(χ2: 17,6 p< 0,05) Hekim adaylarının hem kendi sağlıklarını hem de toplumun sağlığını korumak ve geliştirmek için tütün ürünlerinin zararlarıyla ilgili farkındalıklarının artırılması ve aktif öğrenci katılımının olduğu eğitim modüllerinin geliştirilmesi faydalı olabilir.
  • Item
    Dorzolamid-timolol ve brinzolamid-timolol kombinasyonlarının karşılaştırılması: yan etki profili ve hastaların tercihi
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-12-02) Baykara, Mehmet; Poroy, Ceren; Bydak, Berna Akova; Asadova, Vusala; Can, Başak; Çiçek, Serhat; Tıp Fakültesi; Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı
    Çalışmanın amacı, glokom nedeniyle dorzolamid-timolol ya da brinzolamid-timolol fiks kombinasyonundan birini kullanmakta iken herhangi bir sebeple diğer kombinasyona geçilen hastalarda kombinasyonları yan etkiler açısından karşılaştırmak ve hastaların damla tercihini ve tedaviye uyumunu değerlendirmektir. Uludağ Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı glokom polikliniğinde takip edilen ve dorzolamidtimolol ya da brinzolamid-timolol kombinasyonundan birini kullanırken diğerine geçilen 30 hastaya yan etkilerin ve tercih edilen damlanın sorgulandığı bir anket uygulanmıştır. Yaşları 14-81 arasında değişen 9 erkek, 21 kadın toplam 30 hastaya anket uygulanmıştır. Otuz hastanın % 66,7’ si dorzolamid-timolol kullanımı sonrasında batma, % 46,6’sı ise kızarıklık tariflemiştir. Bu durum brinzolamid-timolol kullanımı sonrasına oranla daha sıktır ve istatistiksel olarak anlamlıdır. (p değerleri sırasıyla 0,002 ve 0,012) Bulanık görme ise brinzolamid-timolol sonrası daha sık görülmekle birlikte (% 43,3) istatistiksel olarak anlamlı değildir.(p= 0,426) Hastalar genel izlenimleri ve tedaviye uyumları açısından sorgulandığında 30 hastanın 12’si (% 40) dorzolamid-timolol, 15’i (% 50) brinzolamid-timolol kombinasyonunu tercih etmiştir. Üç hasta (% 10) damlalar arasında fark olmadığını belirtmiştir. Bizim çalışmamızda brinzolamid-timolol kombinasyonu kullanımında daha az batma, kızarıklık ve daha fazla bulanık görme şikayeti görülmüştür. Her iki damla da etkinlik açısından kabul edilebilir tedavi seçenekleri olmakla beraber hastalar tercihlerini farklı yan etkilerden hangisini daha tolere edilebilir bulduğuna göre yapmaktadır.
  • Item
    Ağrılı göze sahip terminal glokom olgularında siklokrioterapi
    (Uludağ Üniversitesi, 2014-11-21) Baykara, Mehmet; Başyaka, Kevser; Yayla, Uğur; Budak, Berna Akova; İncebıyık, İlker; Tıp Fakültesi; Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı
    Siklokriyoterapi non-invaziv ve göreceli olarak uygulaması kolay bir yöntemdir. Bu çalışmada ağrılı göz nedeniyle siklokriyoterapi uygulanmış hastalarda uygulamanın etkinliği ve komplikasyon gelişme oranları araştırıldı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde Ocak 2012 –Şubat 2014 tarihleri arasında siklokriyoterapi uygulanmış olan 38 hastanın 39 gözü retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 67,5 ±10.6 idi. Otuz bir göz neovasküler glokom tanısı almıştı. Yedi göz son dönem primer açık açılı glokom, 1 göz açı kapanması glokomu tanısı almıştı. Tedaviyi takiben ortalama göz içi basıncı düşüşü primer açık açılı glokomda 9,2 ±14.3 mm Hg iken, neovasküler glokom grubunda 14.1±14.7 mm Hg idi. Göz içi basınç kontrolü tüm gözlerin sadece 17’sinde (% 41) sağlanabilmişti, primer açık açılı glokomu grubunda 1 gözde (% 14), neovasküler glokom grubunda 13 gözde (% 41) gib kontrolü sağlanmıştı. Ağrılı gözlerin % 79 ’unda tedaviyi takiben rahatlama sağlanmıştı. Takiplerde hiçbir hastada ftizis bulbi ya da hipotoni gelişmedi. Siklokriyoterapinin çeşitli glokom türlerinde basınç kontrolü olmadan da iyi ağrı kontrolü sağladığı sonucuna varabiliriz.