2021 Cilt 47 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27275
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Memenin fibroepitelyal lezyonlarının US bulgularının eksizyonel biyopsi sonuçlarıyla karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-16) Kandemirli, Sedat Giray; Kaya, Mehmet Onur; Gürsel, Başak Erdemli; Tolunay, Şahsine; Topal, Naile Bolca; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0047-1780; 0000-0002-9038-0515; 0000-0002-4821-242XÇalışmamızın amacı, ultrasonografi (US) eşliğinde kesici iğne biyopsi (KİB) sonucu fibroepitelyal lezyon (FEL) olan lezyonların klinik ve US bulgularını, patolojik ayrımda kullanılan Ki-67 indeksini, eksizyonel biyopsi sonuçlarıyla karşılaştırarak ayırımda yararlı olabilecek bulguların araştırılmasıdır. 2009-2013 yılları arasında US eşliğinde KİB yapılmış 50 olguda, sonucu FEL olan 53 lezyon değerlendirilmiştir. Elliüç lezyonun 43’ü histopatolojik olarak FA, 10 tanesi de filloides tümör (FT) tanısı almıştır. Hastaların klinik bulguları, lezyonların BIRADS sınıflamasına göre yapılan ultrasonografik özellikleri ve KİB preparatlarının Ki-67 proliferatif indeks değerleri belirlenmiştir. Ayrıca meme radyolojisi konusunda 20 yıllık deneyim olan bir radyolog, eksizyon sonuçlarını bilmeden, lezyonların sonografik görüntülerini yorumlamıştır. Buna göre hiçbir klinik ve ultrasonografik parametrenin FA ve FT ayrımında özgün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. KİB preparatlarından yapılan Ki-67 proliferatif indeks değerleri de ayırıcı tanıya katkı sağlamamıştır. Ancak meme radyolojisi konusunda uzman radyoloğun öngörüsü ile cerrahi sonuçlar arasında istatistiksel olarak anlamlı uyumluluk bulunmuştur. Bu nedenle KİB sonucu FEL gelen ancak uzman radyoloğun benign olarak yorumladığı seçilmiş olgularda yakın takip alternatif bir seçenek olarak değerlendirilebilir.Item Yutma bozukluklarında tele-sağlık uygulamaları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-19) Yılmaz, Abdullah Yiğit; Arslan, Selen SerelYutma bozukluğu birçok hasta grubunu etkileyebilen ve yarattığı komplikasyonlar nedeniyle erken dönemde sağlık hizmetlerine erişim gerektiren bir durumdur. Uzaklık, ekonomik kısıtlılıklar, hastalara ait hareket engeli, pandemi gibi bulaş riski yüksek durumlar yutma değerlendirmesi ve tedavisine erişimde engellere sebep olabilmektedir. Bu nedenle günümüzde, yutma bozukluklarında tele-sağlık uygulamalarının önemi artmıştır. Tele-sağlık uygulamaları hastalara bilgi ve iletişim teknolojileri kullanarak uzak mesafeden sağlık hizmeti sağlanmasını ifade etmektedir. Bu uygulamalar yutma bozukluklarının değerlendirme ve tedavisinde hastalar ve klinisyenler açısından kolaylık sağlayabildiği gibi sağlık harcamalarında ciddi ölçüde azalmaya sebep olmaktadır. Tele-değerlendirme, klinik ve aletsel yutma değerlendirme basamaklarının çevrimiçi ortama adapte edilmesi yolu ile yapılabilmektedir. Farklı hasta gruplarında yapılan tele-değerlendirme çalışmalarında hasta memnuniyet düzeyleri ve yüz yüze değerlendirmeyle uyumun yüksek olduğu görülmektedir. Tele-rehabilitasyon alanında yapılan çalışmalar az sayıda olsa da klinisyenlere yol göstermesi açısından ümit vericidir. Sonuç olarak, yutma bozukluklarında tele-sağlık uygulamaları gelişmekte olan bir alan olup bu alanda yapılan çalışmaların standardizasyona, yaygınlaştırılmaya ve kanıt düzeylerinin artırılmasına ihtiyaç vardır.Item Halk sağlığında yapay zekanın kullanımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-08) Alıcılar, Halit Emin; Çöl, MeltemTeknolojik gelişmelerin sağlık sektörüne her geçen gün daha fazla dahil olmasıyla tıp alanında yapay zekaya verilen önem de giderek artmaktadır. Son dönemde yaşanan gelişmeler tüm alanlarda olduğu gibi Halk Sağlığında da umut ve heyecan vericidir. Geleceğe yönelik olarak yapay zekanın uygulama olanakları ve özellikle büyük verinin potansiyeli oldukça büyüktür. Halk Sağlığında yapay zeka uygulamaları için sürveyans sistemleri, epidemiyolojik analizler, sağlık risklerinin saptanması, hastalıkların erken tanısı, salgın yönetimi ve aşı çalışmaları gibi birçok kullanım alanı bulunmaktadır. Bunun yanında yapay zekanın modern tıbba entegre edilmesinin bazı potansiyel olumsuz sonuçları da mevcuttur. Bu derlemenin amacı, yapay zeka kavramı hakkında bilgi vererek çeşitli uygulama örnekleri üzerinden Halk Sağlığında yapay zekanın kullanım alanlarını, potansiyel faydalarını ve geliştirilmesi gereken yönlerini değerlendirmektir.Item Androgenetik alopesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-31) Şahin, Gökhan; Özdemir, Hilal; Aydın, FatmaAndrogenetik alopesi genetik yatkınlığı olan kişilerde farklı patolojik mekanizmalarla ortaya çıkabilen, erkek ve kadınlarda kliniği değişiklik gösterebilen bir saç dökülme şeklidir. Androgenetik alopesi her ne kadar sık görülüyor ve tanısı genellikle kolay koyuluyor olsa da hasta yönetimi için standart bir tedavi rehberi yoktur. Androgenetik alopesi yönetiminde amaç foliküler minyatürizasyonu durdurmak ve saç dansitesini arttırmaktır. Androgenetik alopesi yönetiminde kullanılan tedaviler potasyum iyon kanalı düzenleyicileri (topikal minoksidil ve oral minoksidil), 5α redüktaz inhibitörleri (oral finasterid, topikal finasterid ve oral dutasterid), androjen reseptör antagonistleri (spironolakton, siproteron asetat, flutamid, korteksolon 17 alfa propionat ve topikal fluridil), diğer medikal tedaviler (topikal prostoglandin analogları, topikal ketokonazol, topikal melatonin, Wnt/β katenin sinyal yolağı aktivatörleri ve JAK-STAT yolağı inhibitörleri), fiziksel tedaviler (düşük dereceli lazer ışık tedavisi, lazer tedavileri, mikro iğneleme, mezoterapi, PRP ve kök hücre tedavileri), tamamlayıcı tedaviler (saç transplantasyonu, besin takviyeleri ve kamuflaj yöntemleri) ve kombinasyon tedavileridir. Bu derlemede erkek ve kadında androgenetik alopesi yönetiminde güncel tedavi yöntemleri hakkında bilgi verilmesi amaçlanmıştır.Item Hematopoetik kök hücre transplantasyonu sonrası yaşam: Hemşirenin bakım rolü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-29) Kara, Hava; Arıkan, FatmaHematopoetik kök hücre transplantansyonu (HKHT), yüksek riskli, ancak iyileştirici bir tedavidir. HKHT’de her aşama önemli olmakla birlikte tedavi sürecindeki geçişler bireyin sağ kalımında anahtar rol oynamaktadır. HKHT hastalarında taburculuk sonrası süreçte takip ve yönetim zordur. Birey, nakil merkezinden sonra çeşitli sorunlarla karşı karşıyadır. HKHT taburculuk sonrası süreçte bireylerin en sık karşılaştığı geç komplikasyonlar; graft versus host hastalığı (GVHD), enfeksiyöz komplikasyonlar, yorgunluk, sosyal uyumsuzluk (cinsellik, işe dönüş), psikolojik sıkıntı (depresyon, anksiyete) ve sekonder malign hastalıklardır. Birey maruziyetlerine dayalı olarak tarama ve önleyici yaşam boyu takibi gerekli olan bu özel grubun değerlendirilmesinde hemşirelik bakımı, bireye ve aileye rehberlik etmek ve tavsiyede bulunmak için en iyi konumdadır. Bireylerin uzun vadeli sağlığını korumak için hasta merkezli ve multidisipliner koordineli hemşirelik bakımı sağlanmalıdır. Bu derlemenin amacı, hematolojik maligniteleri olan yetişkinler için HKHT taburculuk sonrası yaşamla ilgili güncel literatürün kapsamlı genel görünümünü sağlamaktır ve taburculuk sonrası hemşirelik bakımını vurgulamaktır.Item Fiziksel aktivitenin kısıtlanması: Yetişkin ve yaşlı yetişkin bireyler arasındaki farklılıklar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-23) Değer, Ecem Büşra; Vardar, Selma ArzuFiziksel hareketsizlik, vücut yapılarının ve işlevlerinin genelde azalma eğilimi gösterdiği ve kardiyovasküler hastalıklar, hipertansiyon, tip 2 diyabet, dislipidemi gibi hastalıkların oluşumu açısından risk artışına neden olan bir süreçtir. Koronavirüs (Covid-19) pandemisi ileri yaşlı kişilerde fiziksel aktivite düzeylerinin azalmasına, fiziksel hareketsizliğin artmasına neden olmuştur. Fiziksel aktivite düzeyinin azalmasına neden olan bu pandemi döneminde ileri yaştaki bireylerin fiziksel hareketsizlik durumundan etkilenme riskleri genç yaşlardaki bireylere göre daha fazladır. Bu derlemede, fiziksel aktivite azlığının yaşlıların kas iskelet sisteminde ve performansında yaratacağı değişimler ile kronobiyolojik değişimler incelenmektedir. Ayrıca yetişkinler (18-64 yaş) ile yaşlı yetişkinler (≥65 yaş) arasında metabolik süreçler, kardiyak ve bağışıklık sistemi açısından görülen farklılıklar üzerinde durulmaktadır.Item İndüklenmiş pluripotent kök hücrelerin elde edilmesi ve rejeneratif tıpta uygulanabilirliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-18) Cesur, Nevra Pelin; Laçin, Nelisa Türkoğlu2006 yılında Takahashi ve Yamanaka dört transkripsiyon faktörünün (Oct4, Sox2, Klf4 ve c-Myc) fibroblast hücrelerine aktarılması ve bu transkripsiyon faktörlerinin ifadesinin pluripotent kök hücre elde etmek için yeterli olduğunu bildirmiş ve somatik hücrelerin geriye prog ramlanarak elde edilen bu hücreler indüklenmiş pluripotent kök hücreler (İPKH) olarak adlandırılmıştır. Daha sonraki yıllarda transkripsiyon faktörleri ve yeniden programlama şartlarının optimizasyonu ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bugüne kadar farklı somatik hücrelere transkripsiyon faktörlerinin farklı metotları ile tanıtımı ya da transkripsiyon faktörlerinin farklı kombinasyonlarının kullanımının etkisi araştırma konusu olmuştur. Somatik hücrelerin yeniden programlanması amacı ile birçok farklı vektör sistemi bulunmaktadır. Bu vektör çeşitlerinin İPKH eldesi için verimlilikleri birbirlerinden farklılık göstermektedir. Bu derlemede, kök hücrelerin genel özellikleri ve uygula ma alanlarının irdelenmesinin yanı sıra ağırlıklı olarak indüklenmiş pluripotent kök hücrelerinin elde edilmesi üzerinde durulmuştur. Ayrıca İPKH’lerin klinik amaçlı kullanım potansiyellerine de değinilmektedir.Item Primer sezaryen doğum oranını etkileyen faktörler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-19) Bülbül, MehmetBu çalışmada artan sezaryen doğum (SD) oranlarının sebeplerinin araştırılması amaçlanmıştır. Hastanemizde 2014-2017 yılları arasında tek bir hekimin sorumluluğunda doğum yapan kadınlar retrospektif olarak değerlendirildi. SD oranları ve nedenleri araştırıldı. Bu süre içinde 3488 doğum gerçekleşti. Bunların 2108’i (%60,4) vajinal doğum, 1380’i (%39,6) SD idi. SD’ların yaklaşık yarısı (%49,6) primer SD (PSD) idi. Hiçbir hastaya isteğe bağlı SD yapılmadı. PSD oranı %19,6 olarak saptandı. PSD olan kadınların %61,5 nullipar, %38,5’i multipardı. Multipar gebelerde en sık PSD endikasyonları sırasıyla fetal distres (%23,9), uzamış eylem (%14,8) prezentasyon anomalisiydi (%14,5). Nullipar gebelerde ise uzamış eylem (%28,5), fetal distres (%21,4) ve baş pelvis uyuşmazlığı (%18,8) en sık nedenlerdi (p<0,05). Ayrıca zaman içinde SD oranlarında bir miktar artış saptandı. Sonuçlarımıza göre isteğe bağlı SD yapılmadığında, tüm sevkleri alan tersiyer bir merkezde bile PSD oranı %19,6 civarındadır. PSD’ların en sık sebebi uzamış eylem, fetal distres, baş pelvis uyuşmazlığı ve perzentasyon anomalisiydi. Sadece ihtiyacı olan kadına SD uygulamak hem PSD hem de mükerrer SD oranlarını azaltacaktır.Item Postoperatif ağrı kontrolünde preemptif ve postoperatif tek doz tenoksikam uygulamasının etkinliğinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-14) Balkaya, Ayşe Neslihan; Ata, Filiz; Karaca, Ümran; Kaya, Fatma Nur; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2655-9844Çalışmamızda mastektomi uygulanan hastalarda preemptif ve postoperatif tenoksikam kullanımının postoperatif ağrı üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Haziran 2009-Eylül 2010 tarihleri arasında mastektomi uygulanan 75 hasta çalışmaya dahil edildi. Preemptif tenoksikam grubundaki (Grup CÖ-T, n=25) hastalara cerrahi başlangıcından 30 dk önce tenoksikam 20 mg iv (2 ml), cerrahi bitiminde serum fizyolojik (SF) 2 ml iv verildi. Cerrahi sonrası tenoksikam uygulanan gruptaki (Grup CB-T, n=25) hastalara ise cerrahi başlangıcından 30 dk önce SF, cerrahi bitiminde tenoksikam uygulandı. Kontrol grubundaki (Grup Kontrol, n=25) hastalara ise cerrahi başlangıcından 30 dk önce ve cerrahi bitiminde SF uygulandı. Postoperatif hasta kontrollü analjezi başlandı. Postoperatif Görsel Analog Skala (VAS) değerleri, bulantı kusma şiddeti ve morfin kullanım miktarları ile postoperatif ilk analjezik gereksinim ve mobilizasyon zamanları, hastanede kalış süreleri, 24 saatlik morfin tüketimleri, postoperatif komplikasyonlar, hasta ve hemşire memnuniyetleri kaydedildi. Postoperatif derlenme ünitesinde yapılan ilk değerlendirme (0. saat) VAS değeri Grup CÖ-T ve Grup CB-T’de benzer, Grup-Kontrol’de yüksek bulundu. (p<0,05). Diğer saatlerde VAS değerlerinde gruplar arasında fark yoktu. Hastaların ilk analjezik gereksinim zamanı Grup CÖ-T’de en uzun, Grup Kontrol’de en kısaydı (p<0,001). Postoperatif saatlik morfin tüketimleri ve 24 saatlik toplam morfin tüketimi Grup CÖ-T’de en düşüktü. Postoperatif bulantı-kusma en fazla Grup Kontrolde gözlendi. Hasta memnuniyeti tenoksikam kullanılan gruplarda yüksek bulunurken kontrol grubunda düşüktü (p<0,05). Postoperatif ilk mobilizasyon zamanları, hastanede kalış süreleri ile hemşirelerin memnuniyet düzeyleri gruplar arasında benzer bulundu. Preemptif tenoksikam uygulamasının ilk analjezik gereksinim zamanını uzatması, postoperatif morfin tüketimini azaltması sebebiyle mastektomi uygulanan hastalarda postoperatif ağrı kontrolünde etkin olduğu kanısındayız.Item Endotel hücreleri arasında nanotüp tünellemenin ve organel iletiminin görüntülenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-13) Edis, Bilge ÖzermanNanotüp tünelleme hücreler arası iletişimde rol almaktadır. Ökaryotik hücrelerin yenilenmek, hayatta kalmak ya da strese direnmek üzere nanotüp tüneller oluşturduğu düşünülmektedir. Homotipik ya da heterotipik hücreler arasında köprüler oluşturan nanotüp tünellerin kalsiyum iyon akışı gibi sinyal moleküllerini ilettiği, organel, patojen ya da onkojenik molekülleri aktardığı gösterilmiştir. Nanotüp tünellerin temel yapısı mikrofilamentlerdir. Stres oluşturan çevresel etkenler altında aktin iskeletinin nanotüp tünellerin oluşmasını tetiklediği ve birbirinden uzak iki hücre arasında köprü oluşturduğu belirlenmiştir. Uzun-süreli hücre kültürü ortamı endotel hücrelerinde strese neden olmakta ve hücresel yaşlanma oluşmaktadır. Bu çalışmada standart hücre kültürü ortamında tekrarlayan pasajlar (P) ile çoğaltılan insan göbek kordonu damar endotel hücreleri (HUVEC) arasında nanotüp tünellemenin görüntülenmesi amaçlandı. Floresan mikroskop incelemesi için aktin iskeleti ve endozomlar sırası ile falloidin ve anti-EEA1 antikoru ile işaretlendi. Kontrol grubu (P3-4) ve deney grubu (P8-10) HUVEC’ler ile hazırlanan preparatlarda nanotüp tünel uzunlukları ölçüldü. P8-10 için ortalama uzunluk 30 µm olarak belirlendi. Endozomların nanotüp tünel yapısındaki aktin iskeleti ile birlikte konumlandığı gösterildi. Bu bulgular, hücre içinde kargo taşıyan endozomların, nanotüp tünelleme ile HUVEC’ler arasında da madde aktarımı yapabileceğini göstermektedir. Sonuçta tekrarlayan pasajlar ile çoğaltılan HUVEC’ler arasındaki nanotüp tünellerin mikrofilamentlerin dinamiğine bağlı olarak işlevsel olduğu belirlenmiştir. Hücreler arasında yeni bir iletişim yolu olarak kabul gören nanotüp tünelleme, stres cevabının irdelendiği çalışmalarda morfolojik bir parametre olarak değerlendirilebilir.Item Tip 1 diabetes mellitus hastalarında serum ürik asit düzeyinin değerlendirilmesi ve ürik asit düzeyinin mikrovasküler komplikasyonlar ile ilişkisinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-09) Çalapkulu, Murat; Sencar, Muhammed Erkan; Ünsal, İlknur Öztürk; Bayram, Seyit Murat; Sakız, Davut; Özbek, Mustafa; Çakal, ErmanTip 1 diabetes mellitus (T1DM) pankreasta bulunan beta hücrelerinin hasarı sonucu gelişen ve insülin eksikliği ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Nefropati, retinopati ve nöropati diyabetin bilinen mikrovasküler komplikasyonlarıdır. T1DM hastalarında serum ürik asit (SÜA) düzeyini değerlendiren az sayıda çalışma mevcuttur ve SÜA düzeyinin mikrovasküler komplikasyonlar ile ilişkisi tartışmalıdır. Bu çalışmada T1DM hastalarında SÜA düzeyini değerlendirmeyi ve SÜA düzeyinin mikrovasküler komplikasyonlar ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Bu çalışma 18 yaşından büyük T1DM tanısı ile takipli 160 hastanın ve 85 sağlıklı kontrolün dosyalarının retrospektif değerlendi rilmesi ile yapıldı. T1DM hastalarında kontrol grubuna göre SÜA düzeyi düşük bulundu (p:0.035) ve SÜA düzeyi ile HbA1c arasında negatif kolerasyon saptandı (r:-0.172, p:0.03). SÜA ile kreatinin düzeyi arasında pozitif kolerasyon saptandı (r:0.269, p:0.001). Nefropati gelişen hastalarda SÜA düzeyi diyabet süresinden bağımsız olarak yüksek saptanırken (r2:0.185, p:0.027) nöropati ve retinopatisi mevcut olan hastalarda SÜA yüksekliği bağımsız bir risk faktörü olarak saptanmadı. Sonuç olarak T1DM hastalarında kontrol grubuna göre daha düşük SÜA düzeyi bulunmasına rağmen diyabetik nefropati gelişen hastalarda SÜA düzeyinin yüksek olduğu saptandı. Yüksek SÜA düzeyinin diyabetik nefropati gelişiminde risk faktörü olup olmadığını belirlemek için daha ileri prospektif çalışmalar gereklidirItem Kas iskelet sistemi ağrısı ile başvuran hastalarda nöropatik ağrı sıklığı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-10) Ertem, Uğur; İrdesel, Jale; Tıp Fakültesi; Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2142-2264; 0000-0002-1456-9121Ağrı, bireyin hayatında en çok karşılaştığı hastalık semptomlarındandır. Fizik tedavi ve rehabilitasyon doktorları için de kas iskelet sistemi ağrıları meslek hayatında en sık karşılaştıkları problemlerdendir. Nöropatik ağrı, ağrının alt tiplerinden birisidir. Somatosensoriyel sistemin etkilenmesiyle meydana gelen ve klasik ağrının aksine uyuşma, karıncalanma, yanma gibi bulgularla seyreden kompleks bir durumdur. Bu çalışmada amaç, kas iskelet sistemi ağrısıyla başvuran hastalarda nöropatik ağrı sıklığını ve ilişkili olabilecek faktörleri araştırmaktır. Polik liniğe kas iskelet sistemi ağrısıyla başvuran hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların ağrı durumunun değerlendirilmesi için Nöropatik Semptom ve İşaretlerin Kendi Kendine Değerlendirilmesi (S-LANSS) skalası ve görsel analog skala (VAS) uygulandı. Çalışmaya dışlama ve katılma kriterlerine uyan 181 hasta alındı. Kas iskelet sistemi ağrısı olan hastaların %29,3’ünde nöropatik ağrının eşlik ettiği tespit edildi. Yaşın artmasıyla nöropatik ağrı sıklığı istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunurken, diğer değişkenlerle nöropatik ağrı oluşumu arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Sonuç olarak, kas iskelet sistemi ağrısı ile polikliniğe başvuran hastalarda nöropatik ağrı sıklığı yüksek bulunmuştur. Sonuçlar bu iki durumun birlikteliğinin sıklığı nedeniyle kas iskelet sistemi ağrılı hastaların tanı ve tedavisinde nöropatik komponentinin de dikkate alınması gerektiğini düşündürmektedir.Item Beyin anevrizmalarının cerrahi tedavisinde indosiyanin yeşili videoanjiografi kullanımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-04-08) Küçükyürük, Barış; Özdemir, Ahmet Faruk; Nemayire, Kelvin; Tüzgen, Saffet; Kafadar, Ali Metin; Kaynar, Mehmet Yaşar; Akar, Ziya; Sanus, Galip ZihniBu çalışmada, beyin anevrizması nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan bir hasta grubunda İndosiyanin Yeşili Videoanjiyografi (ICG-VA) yönteminin sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu intraoperatif değerlendirme yönteminin güvenilirliğini saptamak için, ICG-VA bulguları postoperative anjiyografi ile karşılaştırılmıştır ve bu yöntemin faydaları ve kısıtlılıkları tartışılmıştır. Bu çalışmaya, 75 anevrizma saptanan altmış bir ardışık hasta dahil edilmiştir. Anevrizmanın kliplenmesini takiben; anevrizmayı, ana arterleri ve perforan arterleri göz lemlemek için intravenöz yoldan ICG uygulandı. Ameliyat sonrasında tüm hastalara taburculuk öncesi anjiyografi yapıldı. Anevrizmala rın %86,6'sında, ICG-VA tatmin edici klipleme sağlandığını gösterdi ve ICG-VA bulguları postoperatif anjiyografi ile uyumluydu. Anevriz maların %6.6'sında, anormal ICG-VA bulguları saptandı ve kliplerin değiştirilmesi veya düzeltilmesi gerekli oldu. Anevrizmaların bir di ğer % 6.6'sında ise, ICG-VA herhangi bir patolojik bulgu göstermezken postoperatif anjiyografide anormal bulgular saptandı. ICG-VA ameliyat esnasında kan akımının değerlendirmesinde altın standart yöntem olan intraoperatif anjiyografinin yerini almamakla birlikte, beyin anevrizmalarının cerrahi tedavisinde hasta güvenliğine büyük katkıda bulunmaktadır. ICG-VA, iyi görüntü kalitesiyle cerrahi alanın gerçek zamanlı değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır. İşlemi gerçekleştirmek ve değerlendirmek kolaydır. Bu teknik, anevrizma cerrahisinin standart bir uygulaması olarak değerlendirilmelidir.Item Whatsapp yenidoğan ebe desteğinin postpartum sürece etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-31) Yurtsal, Zeliha Burcu; Eroğlu, VasviyeBu çalışma postpartum dönemdeki annelere Whatsapp uygulaması üzerinden verilen yenidoğan ebe danışmanlık desteğinin, annelerin, annelik fonksiyonuna, maternal bağlanmasına ve yenidoğanı algılamasına etkisini değerlendirmek amacıyla randomize kontrol gruplu müdahalesel bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini bir üniversite hastanesinde doğum yapan 60 anne oluşturmuştur (30 müda hale, 30 kontrol grubu). Veriler; Kişisel Bilgi Formu, Görsel Analog Hasta Tatmin Skalası (GAHTS), Barkin Annelik Fonksiyonu Envanteri (BAF), Maternal Bağlanma Ölçeği (MBÖ), Yenidoğanı Algılama Ölçeği (YAÖ-I-II) ile toplanmıştır. Veri toplama işlemi, araştırmacı tara fından bir kez yüz yüze görüşme yöntemi ve sonraki görüşmeler Whatsapp uygulaması üzerinden olacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Taburcu olduktan sonra müdahale grubundaki annelere postpartum 1,5 ay süresince Whatsapp’tan yenidoğan bakım danışmanlığı verilmiştir. Kontrol grubu rutin sürece bırakılmıştır. Veriler bilgisayarda SPSS 22.0 programında değerlendirilmiştir. Müdahale ve kontrol grubundaki annelerin yaş ortalaması 28,23±4,75 ve 27,86±4,84’tür. Postpartum 1,5 ay sonra danışmanlık alan annelerin BAF, MBÖ ve YAÖ- I ve YAÖ- II puan ortalamalarının kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). Ayrıca annelerin BAF ile MBÖ puanları arasında önemli düzeyde pozitif yönde bir ilişki olduğu saptanmıştır. Maternal bağlanma arttıkça annelik fonksiyonları da artmaktadır. Sonuç olarak postpartum dönemde annelere ebe tarafından Whatsapp ile verilen danışmanlığın, annelerin, annelik fonksiyonunda, yenidoğanı algılamasında ve maternal bağlanmada olumlu etkili olduğu tespit edilmiştir.Item Subklinik aterosklerozun serum endotelin-1 düzeyi ile değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-29) Günay, Şeyda; Sarandöl, Emre; Aydınlar, Ali; Tıp Fakültesi; Kardiyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0012-345X; 0000-0002-2593-7196; 0000-0002-8974-8837Ateroskleroz ve ilişkili hastalıklar tüm dünyada en önde gelen ölüm nedenidir. Koroner arterlerde aterosklerotik tutulumun başlamasından daha önce endotel işlev bozukluğu ortaya çıkar. Aterosklerozu organ tutulumu ortaya çıkmadan teşhis etmek önemlidir. Bu çalışmada, subklinik aterosklerozun serum endotelin-1 (ET-1) düzeyi ile değerlendirilmesi amaçlandı. Göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran ve koroner iskemi açısından egzersiz stres testi (EST) veya miyokard perfüyon sintigrafisi (MPS) planlanan hastalar çalışmaya alındı. Öyküsünde anji yografik olarak kanıtlanmış koroner arter hastalığı (KAH) olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. İskemi testi öncesinde hastalardan serum ET-1 ölçümü için kan örneği alındı. İskemi saptananlar koroner anjiyografi (KAG) ile değerlendirilidi. KAG sonuçlarına göre hastalar, klinik olarak anlamlı KAH olanlar (grup-1) ve olmayanlar (grup-2) olarak gruplandı. İskemi saptanmayanlar ise grup-3 olarak tanımlandı. Bilinen KAH öyküsü olmayan 48 hasta (ortalama yaş:57,4±10,9 ve 23’ü (%48) kadın) çalışmaya alındı. Hastaların 13’ü (%27) diyabetik, 26’sı (%54) hipertansif ve 10’u (%20) hiperlipidemikti. 17 hastada (%35,4) EST veya MPS ile iskemi saptanmazken (grup-3), 31 hastada iskemi mevcuttu. İskemi saptanarak KAG yapılan hastaların 21’inde (%67,7) klinik olarak anlamlı KAH saptandı (grup-1), 10’unda (%32,3) klinik olarak anlamlı KAH saptanmadı (grup-2). Medyan [min-maks] serum endotelin-1 seviyesi grup-1’de 15,9 [8,8-93,4] ng/L, grup-2’de 26,9 [8,5-55,5]ng/L, grup-3’te 21,8 [8,6-97,4] ng/L saptandı. Serum ET-1 düzeyleri açısndan gruplar arasında istatiksel açıdan anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,127). Koroner arter hastalığı şüphesi olan hastalarda serum ET-1 düzeyleri subklinik ateroskleroz için öngördürücü değildir.Item Semen parametrelerinin ve inseminasyon öncesi hazırlık periyodunun intrauterin inseminasyon başarısına etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-24) Işıklar, Seda; Aslan, Kiper; Çakır, Cihan; Kasapoğlu, Işıl; Uncu, Gürkan; Avcı, Berrin; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0003-3922-2009; 0000-0002-9277-7735; 0000-0002-8332-7353; 0000-0002-1953-2475; 0000-0001-7660-8344; 0000-0001-8135-5468Üremeye yardımcı tedavi (ÜYT) uygulamalarında ilk basamak olan intrauterin inseminasyonda (IUI) kadın yaşı, vücut kitle indeksi (VKİ), stimülasyon süresi, abstinens süresi ve semen parametreleri başarıyı etkileyen prognostik faktörler arasındadır. Her ÜYT merkezinin rutin tedavi yaklaşımları ve laboratuvar uygulamaları sonucunda elde ettiği klinik başarı dikkate alınarak kendi prognostik faktörleri oluşturulmalı ve tedavi sürecinin yönetimi bu perspektifte düzenlenmelidir. Bu retrospektif çalışmada Ocak 2019-Şubat 2020 tarihleri arasında ÜYT merkezimizde gerçekleştirilen 245 IUI siklusu değerlendirilmiştir. IUI tedavisi uygulanan hastaların etiyoloji, yaş, VKİ, ejakülatın yıkama öncesi ve yıkama sonrası sperm parametreleri, abstinens süresi ve ejakulat yıkama işlemi boyunca geçen zaman periyotları değerlendirilmiş tir. Kadın ve erkek yaşı, kadın VKİ, etiyoloji, infertilite süresi, siklus sayısı ve abstinens süresi bakımından gruplar arası farklılık saptanmaz iken, erkek VKİ artışının gebelik başarısını azalttığı saptandı. Semen volümü, yıkama öncesi ve sonrası sperm konsantrasyonu ve total motil sperm sayısının gebelik başarısı açısından belirleyici etkisinin olmadığı, yıkama sonrası motil sperm ve immotil sperm yüzdesinin belirleyici olduğu görüldü. Numune verilmesi ve yıkama sonrasından IUI işlemine kadar geçen sürelerin klinik başarıyı etkilemediği, fakat yıkama öncesi uzun inkübasyon süresinin gebelik şansını azalttığı saptandı. Küçük örneklem grubuyla yapılan bu çalışmada IUI tedavisinde klinik başarıda yıkama öncesi semen parametrelerinin belirleyici bir etkisinin olmadığı, erkek obezitesi ve numune hazırlama süreçlerinin prognostik faktörler olarak göz önünde bulundurulması gerektiği sonucuna varıldı.Item Postmenopozal osteoporozlu hastalarda patolojik kırık oluşumu öngörülebilir mi?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-17) Ertem, Uğur; İrdesel, Jale; Tıp Fakültesi; Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2142-2264; 0000-0002-1456-9121Osteoporoz (OP), kemik kütlesinde azalma ve kemik kırılganlığında artış ile karakterize metabolik bir kemik hastalığıdır. OP’nin en önemli morbidite ve mortalite nedeni osteoporotik kırık oluşumudur. Postmenopozal osteoporozda (PMO) kırık risk faktörlerini tanımlamak amacıyla yapılan birçok çalışma bulunmasına rağmen, bu çalışmalarda kırık oluşumunda gerçekte hangi risk faktörünün ne kadar etkili olduğu konusundaki bilgiler halen çelişkilidir. Bu çalışmada amaç, PMO’lu hastalarda kırık riskinin öngörülüp öngörülemeyeceğini belirlemektir. Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Polikliniği’ne başvuran PMO tanılı 124 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların kırık varlığı ve kırığa neden olabilecek risk faktörleri geriye yönelik olarak tarandı. Hastalar kırık varlığına göre, kırığı olan ve olmayan PMO’lu hastalar olarak iki gruba ayrılarak karşılaştırıldı. PMO’lu hastaların 50’sinde (%40,3) osteoporotik kırık saptanırken, 74 hastada (%59,7) kırık saptanmadı. İki grup arasında yapılan karşılaştırma sonucunda ileri yaş ile kırık oluşumu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Vücut kitle indeksi (VKİ), menopoz yaşı, 25(OH) D vitamini düzeyleri, dual-enerji X-ışını absorbsiyometri (DEXA) ile değerlendirilen kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümü T skorları ile kırık oluşumu arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Sonuçlar kırık oluşumunun tam olarak öngörülemesinin zor olduğunu düşündürmekle birlikte, daha fazla sayıda veri ile yapılacak daha geniş hasta popülasyonunun tarandığı çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir.Item Türkiye’nin en çok endüstrileşmiş bölgesinde pandemi döneminde oküler travma sebebi ile acile başvuran hastaların özellikleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-09) Akova, Berna; Kıvanç, Sertaç Argun; Tıp Fakültesi; Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0995-5260; 0000-0002-0932-6977Amacımız, pandemi döneminde karantina uygulanan Mart, Nisan ve Mayıs aylarında acil servise başvuran oküler travma hastalarının özeliklerini değerlendirmek ve karantinanın oküler travmalara etkisini araştırmaktır. Mart, Nisan ve Mayıs 2020 tarihlerinde toplam 821 hasta, 2019 yılının aynı aylarında 1356 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışma yaş gruplarına göre <19 yaş, 19-64 yaş ve> 64 yaş olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Yıllara ve karantina olup olmadığına göre 2019 2 alt gruba ve 2020 3 alt gruba ayrıldı. 2019 yılında hastaların ortalama yaşı 35,3 ± 15,3 yıl iken 2020 yılında 36,7 ± 14,6 yıl idi. (p = 0,039) Kapalı glob yaralanma insidansı 2019' da % 79,2 iken 2020' de % 83,6 idi. (p<0,05) Yanık insidansı 2019' da % 10,4 iken 2020' de % 6,6 idi. Adneksiyal yaralanma ve kapalı glob yaralanma oranları 19 yaşından küçük yaş grubunda 2020' de önemli ölçüde daha düşük bulundu. (sırasıyla <0.05, <0.05). Farklı karantina stilleri günlük oküler travma sebebi ile başvuran hasta sayılarını etkilemedi. Pandemi döneminde oküler travma mekanizmaları, yaralanma bölgeleri ve demografik özellikleri önemli ölçüde değişmiş bulundu. Pandemide kapalı glob yaralanma insidansı artmış, yanık azalmıştır. Ancak açık glob yaralanmaları ve adneksiyal yaralanmalar değişmemiştirItem Ailevi akdeniz ateşi hastalığında aksiyel spondiloartrit alt grupları arasında klinik bulguların ve patojen mutasyonların karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-02) Ayar, Koray; Ermurat, Selime; Toka, Dilara; Öztürk, Esra KösegilBu çalışmada, Ailevi Akdeniz ateşi (FMF) hastalığı olan radyografik olan ve olmayan aksiyel spondiloartrit (aks-SpA) hastaları arasında, Akdeniz Ateşi (MEFV) gen mutasyonlarının ve FMF ilişkili klinik bulguların karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada Ocak 2015- Temmuz 2020 tarihleri arasında FMF hastalığı tanısı ile takip edilmekte olan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların genetik tetkikleri, klinik bulguları ve sakroilyak eklemin röntgen ve manyetik rezonans görüntüleme tetkikleri incelendi. Uluslararası Spondi loartrit Değerlendirme Birliği (ASAS) kriterlerine göre aks-SpA hastaları radyografik olan ve olmayan şeklinde gruplandırılarak çalışmaya dahil edildi ve bulgular gruplar arasında karşılaştırıldı. Aks-SpA tespit edilen toplam 36 hasta (24 radyografik, 12 radyografik olmayan) çalışmaya dahil edildi. Test sonuçlarına ulaşılabilen 11 aks-SpA hastasının hepsinde insan lökosit antijeni (HLA)B27 genetik test sonucu negatif bulundu. Radyografik olan ve olmayan aks-SpA hastaları arasında klinik bulgular, kolşisin yanıtı ve aile öyküsü farklı değildi. M694V mutasyonunun fenotipik frekansı radyografik olan ve olmayan aks-SpA grupları arasında sırasıyla, %91,7 ve %50,0 bulundu (p=0,005). V726A mutasyonunun fenotipik frekansı radyografik olan ve olmayan aks-SpA grupları arasında sırasıyla, %0 ve %25,0 bulundu (p=0,011). Sonuç olarak FMF’ye eşlik eden aks-SpA’nın alt grupları arasında FMF klinik bulguları farklı değildir. M694V mutasyonu röntgen bulgularının belirgin olduğu SpA alt grubunda, V726A mutasyonu da röntgen bulguları belirgin olmayan SpA alt grubunda daha sıktırlar ve bu mutasyonlar sık görüldükleri SpA alt gruplarının etyolojisinde rol oynuyor olabilirler.Item Ekzojen kortikosteroide bağlı santral seröz koryoretinopatide retinal ve koroidal değişiklikler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-22) Gündüz, Gamze Uçan; Yalçınbayır, Özgür; Tıp Fakültesi; Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0000-0002-5458-1686; 0000-0002-1219-8304Bu çalışmanın amacı ekzojen steroid kullanımına bağlı santral seröz koryoretinopati (SSKR) ile idiyopatik SSKR’li gözlerde retinal ve koroidal bulguları karşılaştırmaktır. Bu retrospektif çalışmada Ocak 2017 – Ocak 2020 tarihleri arasında steroide bağlı SSKR (Grup I) ve idiyopatik SSKR (Grup II) tanısı alan olguların demografik ve klinik özellikleri karşılaştırılmıştır. Tüm hastaların en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri kaydedilmiştir. En fazla 3 ay süreyle semptomu olan ve tanı anında optik koherens tomografi (OKT) yapılmış olan olgular çalışmaya dahil edilmiştir. İki grubun santral makula kalınlığı (SMK), subretinal mayi (SRM) yüksekliği, pigment epitel dekolmanı (PED) yüksekliği ve subfoveal koroid kalınlığı (SFKK) karşılaştırılmıştır. PED varlığı, PED ve SRM ilişkisi, subretinal hiperreflektif materyal varlığı, fotoreseptör uzaması, elipsoid zon hasarı, intraretinal ödem, koroidal ve retinal hiperreflektif noktalar, sığ irregüler PED gibi OKT bulguları kaydedilmiştir. Grup I 17 olgunun 23 gözünü, grup II 22 olgunun 23 gözünü içerdi. Her iki grupta da erkek cinsiyet baskındı (p=0,458). İki grup arasında ortalama yaş açısından farklılık yoktu. Grup I’de bilateral tutulum daha fazlaydı (p=0,030). İki grup arasında SMK, SRM yüksekliği ve PED yüksekliği açısından anlamlı farklılık yoktu ancak ortalama SFKK grup I’de grup II’den daha fazlaydı (p=0,046). PED sayısı grup I’de grup II’den anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0,042). Diğer OKT bulguları iki grupta benzer oranlardaydı. Steroide bağlı SSKR’li gözlerde, ortalama subfoveal koroid kalınlığı ve PED sayısı idiyopatik SSKR’li gözlerden daha fazladır. Ekzojen kortikosteroidlerin hem koroid dolaşımını hem de retina pigment epitelini etkileyerek SSKR’ye neden olabilecekleri düşünülmüştür.