2013 Cilt 11 Sayı 1

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/8095

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 8 of 8
  • Item
    Niemann Pick Sendromlu bir hastada anestezik yaklaşım
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-10-26) Mercanoğlu, Esra; Akoğul, Zeynep; Bebek, Ayşe; Karaman, Emine; Ahun, Filiz; Özcan, Berrin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı
    Niemann Pick Sendromu (NPS), sfi ngomiyelin metabolizma bozukluğuna bağlı olarak lipozomlarda sfi ngomiyelin ve kolesterol depolanmasına bağlı genetik (otozomal resesif) geçişli bir hastalıktır. Klinik belirti ve bulgular arasında disfaji, motor fonksiyon kaybı, hepatosplenomegali, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, nöbet, mental retardasyon, spastisite, miyoklonik nöbetler ve ataksi bulunmaktadır fakat hastalığın tipine göre de değişiklik göstermektedir. Gözlenen patolojiye göre özel tedavi gerekmektedir. Bu grup hastada patolojinin yüksek prevalansından dolayı, çoğunlukla genel anestezi gerektiren cerrahi girişimlere ihtiyaç duyulmaktadır. NPS’lu hastalarda anestezistler bazı sorunlar yaşamaktadırlar. Bunlardan biri hepatosplenomegaliye bağlı ventilasyon, diğeri ise entübasyon zorluğudur. Ayrıca kronik antikonvülzan ilaç kullanımı bazı anestezik ilaç metabolizmalarını etkileyebilir. Karaciğer fonksiyon testleri yüksek, trombosit sayısı düşüktür. Burada nadir görülen bir hastalık olan Niemann Pick Sendrom’lu bir kız çocukta acil olarak uygulanan anestezi yaklaşımı, zorlukları ve post-op bakımı sunulmuştur. NPS’li hastalarda anestezistler ventilasyon ve entübasyon zorluğu yaşamaktadırlar. Bu durumda düşük tidal volüm ve yüksek frekans ile ventilasyon yapılması gerekir. Karaciğer hasarı yapabileceğinden anestezik ajanlar dikkatli kullanılmalıdır. Sonuç olarak, tüm bu patolojiler akılda tutularak bu hastalara anestezi yaklaşımda dikkatli olunmalıdır.
  • Item
    Yenidoğanda alkol intoksikasyonu: Bir olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-12-12) Özdemir, Özmert M. A.; Küçüktaşçı, Kazım; Şahin, Özlem; Akpınar, Alper; Ergin, Hacer
    Alkol intoksikasyonu yenidoğan döneminde oldukça nadirdir. Klinikte letarji, tremor, hafif ateş, hipoglisemi, hipotoni, solunum depresyonu ve koma bulguları görülmektedir. İntoksikasyon genellikle ailenin ihmali veya kazayla bebeğe alkol verilmesi şeklinde gelişmektedir. Tedavide temel prensip alkolün vücuttan eliminasyonu gerçekleşene kadar bebeğin klinik stabilizasyonunun sağlanması ve destek tedavisidir. Annesi tarafından yanlışlıkla %70 etil alkol, gaz damlası sanılarak bebeğinin ağzına damlatılırken, açılan ilaç kapağından bolca alkol döküldükten sonra hastanemiz acil sevisine 25 günlük bir kız olgu getirildi. Fizik muayenesi normal, serum etil alkol düzeyi 12,3 mg/dl (0,12 promil) saptandı. Klinik stabilizasyonu sağlanan ve sadece destek tedavisi uygulanan olgu dört gün sonra şifa ile taburcu edildi. Bu olgu sunumu ile yenidoğanlarda ilaç uygulaması konusunda ailelerin ve/veya bakıcıların iyi eğitilmesi gerektiği vurgulanmak istendi.
  • Item
    Yenidoğan döneminde hipoglisemiye yaklaşım
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-07-26) Sangün, Özlem; Dündar, Bumin
    Yenidoğanların enerji gereksinimi fazla, birçok enzim sistemleri ve substratları ise sıklıkla yetersizdir. Bu yüzden yenidoğan döneminde hipoglisemiye yatkınlık fazladır. Bu dönemde gözlenen hipoglisemiler, sıklıkla geçici karakterde olup, spesifi k klinik bulgu vermezler. Yenidoğanın keton ve laktat gibi alternatif enerji kaynakları düşüktür ve glukoz yenidoğanın başlıca enerji kaynağı olup, temel olarak beyin tarafından kullanılır. Günümüzde hipogliseminin nörogelişimsel gerilik ve kalıcı nörolojik hasarla ilişkili olduğu bilinmekte ve riskli bebeklerin korunması için hipoglisemi sınırları, izlem gerektiren durumlar ve tedavi protokolleri konusunda yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılmaktadır. Hipoglisemi tedavisi özellikle de hasta semptomatikse acildir ve nedene yönelik araştırmalar devam ederken başlatılmalıdır. Postnatal erken dönemde ve özellikle anne sütü ile beslenme yenidoğanı hipoglisemiden korumakta oldukça etkilidir. Dirençli ve uzun süren hipoglisemilerde ileri araştırmalar yapılmalı ve nedene yönelik tedaviler uygulanmalıdır.
  • Item
    Çocukluk çağı obezitesine genel bakış
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-07-04) İnal, Sevil; Canbulat, Nejla
    Türkiye’de yakın zamana kadar çocuklardaki şişmanlık üzerinde pek durulmamış ve “şişman çocuk sağlıklı çocuk” anlayışı aileler tarafından yaygın bir biçimde kabul görmüştür. Ancak son yıllarda dünya ile birlikte ülkemizde de artan obezite prevalansı ve çocukluk çağı obezitesiyle hipertansiyon, diyabet, kardiyovasküler hastalıklar gibi birçok hastalık arasında yakın ilişki olduğunun anlaşılması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hem sağlık profesyonellerinin hem de toplumun çocukluk çağı obezitesine bakışını değiştirmiştir. Ülkemizde okul çağındaki çocuklarda obezite prevalansını ve etkileyen faktörleri araştıran ülke genelinde yapılmış çalışmalar olmasa da, çeşitli illerde yapılan çalışmalarda okul çağındaki çocuklarda fazla tartılı çocuk oranının %4-13 arası, obez çocuk oranının ise %9-27 arası olduğu bildirilmektedir. Literatürde, Türkiye’de çocukların obezitesi ile fast-food restoranlara gitme sıklığı, çocukların tabağındaki yemeği bitirmeye zorlanması, aile bireylerinden birinin ya da ikisinin obez olması arasında pozitif korelâsyon bulunmuştur. Bunun yanı sıra kahvaltı etme sıklığı ile çocukluk çağı obezitesi arasında negatif korelâsyon olduğu belirlenmiştir. Bu makalede, Türkiye’deki çocukluk çağı obezitesiyle ilgili risk faktörleri incelenecektir.
  • Item
    Türkiye’nin batısında solunum yolu enfeksiyonu geçiren çocuklarda alternatif tedavi uygulamaları
    (Uludağ Üniversitesi, 2013-03-12) Topaloğlu, Naci; Yıldırım, Şule; Tekin, Mustafa; Uludağ, Ayşegül; Özgen, Kenan
    Giriş: Toplumlar arası farklılıklar ve uygulamalar ne olursa olsun her geçen gün alternatif tedavilere eğilimin arttığı bilinmektedir. Bu çalışmada bölgemizde solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle çocuklara uygulanan alternatif tedavilerin ve ailelerin bu tedaviler hakkındaki düşüncelerinin saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Ekim 2011-Şubat 2012 tarihleri arasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Genel Polikliniğine; ateş, öksürük, boğaz ağrısı, hırıltı gibi şikâyetlerle başvurup üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı alan 214 çocuk ve ebeveyni alındı. Bulgular: Ebeveynlerin %93,7’si değişen sıklıklarda ilaç dışı uygulamalardan faydalanmakta idi. Ailelerin alternatif uygulamaları %62,7 ilaç tedavisinden önce, %28,7 ilaçlarla birlikte, %6,7 ilaçlarla cevap alınamazsa, %1,9 hiç kullanmadıkları görüldü. En sık yapılan uygulamaların öksürüğü azaltmak için sade bal verilmesi (%30,6) ve ateşi düşürmek için ılık duş uygulaması (%48,1) olduğu belirlendi. Ailelerin bu uygulamalarla ilgili bilgi kaynakları %69,4 oranında akrabalar ve aile bireyleri idi. Alternatif tedavi uygulamaları ile ilgili bilgi alınmak istenen kaynak olarak ise %84,5 ile doktor ve hemşire gibi sağlık çalışanları gösterildi. Eğitim durumu ile ilaç dışı uygulama sıklığı arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptandı. Ancak bilgi edinilmek istenen kaynak eğitim durumuna göre değişiklik göstermiyordu. Sonuç: Çocuk sağlığı ve hastalıkları hekimlerinin ve hemşirelerinin alternatif tedaviler hakkında bilgi edinip ailelere doğru yaklaşımlar hakkında yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyoruz.
  • Item
    Ortaokul öğrencilerinin tıbbi işlem korkuları ve etkileyen faktörler
    (Uludağ Üniversitesi, 2013-02-19) Maraşuna, Oya Adsız; Eroğlu, Kafiye
    Giriş: Bu çalışma ortaokul çocuklarının tıbbi işlem korkularını ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Örneklem seçiminde öncelikle Mağusa bölgesindeki ortaokullar kırsal ve kentsel okullar olarak gruplandırılmış ve tabakalı örnekleme yöntemi ile alınacak öğrenci sayısı evrenin bilindiği durumlarda örneklem hesabı formülü ile belirlenmiştir. Daha sonra her bir okuldan alınacak öğrenci sayısının yarısını kız, diğer yarısını erkek öğrenciler oluşturacak şekilde basit rastgele örneklem yöntemi ile 332 öğrenci çalışmaya alınmıştır. Veriler Tıbbi İşlem Korku Ölçeği ve Tanımlayıcı Soru Formu aracılığı ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, yüzde, ortalama, t-test’i ve tek yönlü varyans analizi (Anova) kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada öğrencilerin toplam tıbbi işlem korku puan ortalaması 42,14±9,73 olup, ‘biraz korkan’ grupta yer aldıkları tespit edilmiştir. Öğrencilerin %87,3’ünün tıbbi işlemlerden biraz korktuğu, %4,8’inin hiç korkmadığı, %7,8’inin ise çok korktuğu belirlenmiştir. Hastanede yatma nedenleri, yatma süresi, daha önce yapılmış tanı ve tedavi yöntemleri (ağız muayenesi hariç), daha önce uygulanmış tedaviler, ebeveyn mesleği, gelir düzeyi, annenin eğitim düzeyi ile tıbbi işlem korku puanları arasındaki farklar istatistiksel açıdan anlamsız (p>0,05) bulunmuştur. Buna karşılık cinsiyet ve babanın eğitim düzeyi ile toplam tıbbi işlem korku puanı ve korkunun dört boyutunda istatistiksel olarak anlamlı farklar saptanmıştır (p<0,01). Kız öğrencilerin ortalama korku puanları 44,74±10,25; erkek öğrencilerinki ise 39,61±8,48 olarak bulunmuştur. Babası okuryazar olanların ortalama korku puanı 50,29±11,53 iken babası üniversite mezunu olanların ortalama korku puanı 41,16±10,18 olarak saptanmıştır. Ağız muayenesi, yaş değişkenleri ile tıbbi işlem korkusunun işlemsel, çevresel, kişisel ve kişilerarası korku boyutları arasında anlamlı farklar saptanmıştır (p<0,05). Sonuç: Çocukların tıbbi işlem korkularının olumlu hekim-hemşire ilişkisi ile azaltılabileceği ve sağlık personelinin sevecen yaklaşımlarla yapılacak işlemleri açıklamalarının korkuları azaltmada etkili olacağı sonucuna varılmıştır.
  • Item
    Nöroblastomlu çocukların klinik özellikleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2013-01-25) Sevinir, Betül; Demirkaya, Metin; Güler, Salih; Hekim, Hanife; Akaltun, Filiz; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı
    Giriş: Bu çalışmanın amacı nöroblastomlu (NBL) çocuklarda tanısal özelliklerin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Hastaların kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Yaş, başvuru yakınmaları ve süreleri, tümör yerleşimi ve evre belirlendi. Hemogram, laktat dehidrogenaz (LDH) ve VMA sonuçları kaydedildi. Veriler istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: NBL’lu 115 hastanın ortalama yaşı 2,57±2,49 yıl (sınırlar 0-12) olup %32’si bir yaşından, %89’u ise beş yaşından küçüktü. Hastaların %74,8’inde abdominal (%66’sı adrenal, %8,8’i adrenal dışı), %12’sinde paraspinal, %7’sinde mediastinal ve %3,5’inde pelvik kitle saptandı. Olguların %30,4’ünde evre 1 ve 2, %13’ünde evre 3, %46,1’inde evre 4 ve %10,4’ünde evre 4S hastalık belirlendi. Olguların %11’i klinik özellikler, sitolojik bulgular ve VMA ölçümü ile tanı aldı. VMA yüksekliği %83 oranında idi. Ortanca yakınma süresi 6,5 hafta olarak bulundu. En sık gözlenen yakınmalar solukluk, karın şişliği, karın ağrısı ve kemik ağrısı idi. Sonuç: NBL küçük çocukların tümörüdür. Primer yerleşime ve yaygınlığa göre klinik bulgular değişmektedir. Anemi, karın ağrısı ve kemik ağrıları uyarıcı bulgulardır.
  • Item
    İnaktive poliovirüs ve oral poliovirüs aşılarının karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2013-01-03) Korkmaz, Hüseyin Anıl; Aydın, Adem; Ünal, Belgin
    Giriş: Bu çalışmada inaktive poliovirüs aşısı (İPV) ve oral poliovirüs (OPV) aşılarının uygulandıkları 2., 4., 6. ve 18. aylarda oluşturdukları sistemik yan etkiler ve ateş reaksiyonları açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma grubunu 2003 ile 2008 yılları arasında 2, 4, 6 ve 18 aylıkken İPV ve OPV uygulandıktan sonra değerlendirilen 1634 sütçocuğu oluşturmuştur. Tüm aileler çocuklarında oluşan sistemik ve ateş reaksiyonları ile ilgili yan etkileri araştırmacıya bildirmiştir. Bulgular: OPV uygulanmasından sonra oluşan sistemik ve ateş reaksiyonları İPV’ye göre anlamlı derecede yüksek bulundu (sırasıyla %2,33’e karşılık %1,12 ve %5,2’ye karşılık %2,8; p<0,05). İkinci ayda İPV uygulanan süt çocuklarında 4., 6. ve 18. ayda uygulananlara göre daha fazla oranda sistemik reaksiyon saptandı (sırasıyla %1,8, %0,77, %0,67 ve %0,62; p<0,05). Dördüncü ve 6. ayda İPV uygulanan bebeklerde 2. ve 18. ayda uygulananlara göre daha fazla oranda ateş reaksiyonu saptandı (sırasıyla %1,64, %3,81, %3,52 ve %0,62; p<0,05). Benzer şekilde, 2. ve 4. ayda OPV uygulanan bebeklerde 6. ve 18. aylarda uygulananlara göre daha fazla oranda sistemik ve ateş reaksiyonu saptanmıştır (sistemik reaksiyonlar sırasıyla %15, %11,11, %0,77 ve %0,17; ateş reaksiyonları ise sırasıyla %27,1, %24,6, %2,7 ve %1,02; p<0,001). Ateş yüksekliği ve huzursuzluk en sık rapor edilen semptomlar olarak bulundu. Sonuç: Bu çalışma İPV’nin OPV’ye göre daha az yan etkiye sahip olduğunu ortaya koymakta ve aşı yan etki izlem sisteminin önemini vurgulamaktadır.