2024 Cilt 50 Sayı 2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/48919

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 20 of 33
  • Publication
    Otoimmün hastalıkların tedavisi için yeni bir umut: piperin
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-24) Işkın, Ali Eren; Şimşek, Abdurrahman; Budak, Ferah; Işkın, Ali Eren; ŞİMŞEK, ABDURRAHMAN; BUDAK, FERAH
    Çoğunlukla tropikal ve subtropikal bölgelerde yetiştirilen ve "Piperaceae" familyasında yer alan Piper nigrum, ‘‘Baharatların kralı’’ olarak kabul edilen bir bitkidir. Uzun biberin ve karabiberin acı tadından sorumlu olan ve doğal bir bileşik olarak tanımlanan piperin, P. nigrum’da bulunan bir alkaloiddir. Piperinin, gıda koruyucusu ve bir gıda bileşeni olarak kullanılmasının yanı sıra immünomodülatör, antikanser, antioksidan, nöroprotektif ve antienflamatuvar gibi özellikleri nedeniyle geleneksel tıpta kullanılmaktadır. P. nigrum ve Piper longum gibi doğal ürünlerden elde edilen bileşiklerin nörodejeneratif, kanser, otoimmün ve kronik hastalıkların tedavisinde kullanılması nedeniyle çok sayıda araştırmanın odak noktası haline gelmiştir. Bu derlemedeki amacımız, otoimmün hastalıklarda piperin bileşiğinin terapötik olarak kullanılabilirliğini değerlendirmektir.
  • Publication
    Mesafe koşularında performansı etkileyen fizyolojik, mekanik ve genetik farklılıklar
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-05-18) Yıldız, Selen; Vardar, Selma Arzu; Yok
    Koşu sporuna katılım dünyada her geçen gün artmaktadır. Koşu yarışları mesafe uzunluklarına göre sprint, orta mesafe, uzun mesafe ve ultramaraton olarak sınıflandırılmaktadır. Amatör veya profesyonel koşucular yarışı rakiplerinden erken bitirmek ve kişisel rekorlarını kırmak için çabalamaktadır. Maksimal oksijen tüketimi (VO2maks), koşu ekonomisi, kas lifi özellikleri gibi fizyolojik özellikler ile yarışa başlangıç aşamaları, adım uzunluğu ve frekansı, ayak vuruş şekli gibi mekanik özellikler koşu performansını etkileyen faktörlerdendir. Ayrıca alfa- aktinin-3 (ACTN3) ve anjiotensin dönüştürücü enzim (ACE) gibi genlerin de koşu performansıyla ilişkili olabileceğini gösteren çalışmalar mevcuttur. Bu derlemede sprint koşularından ultramaraton koşularına kadar olan çeşitli mesafelerde yarışan koşucuların performansını etkileyen fizyolojik, mekanik, genetik faktörleri incelenmek amaçlanmıştır. Koşu performansını etkileyen bu faktörlerin yarış mesafesine göre değişkenlik gösterdiği görülmektedir. Koşu antrenmanlarının ve yarış sırasındaki koşu tekniğinin fizyolojik, mekanik, genetik faktörlerle ilişkisinin incelenmesi, koşucu performansının iyileştirilmesinde ve koşu sırasında mevcut performansın etkin kullanımında rol oynayabilir. Ayrıca bu konuda bilgi düzeyinin artması koşu öncesi ve yarış esnasındaki sakatlanmalar gibi olumsuz tıbbi durumların önüne geçilmesine yardımcı olabilir.
  • Publication
    Tanımlayıcı epidemiyoloji
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-10) Uzar, Hanife; Karadoğan, Eda; Çakır, Banu; Yok
    Epidemiyoloji “sağlık araştırmaları yöntem bilimi” olarak tanımlayıcı, analitik ve deneysel araştırma tasarımları ile farklı amaçlara yönelik kanıta dayalı bilgi üretmek için sağlık çalışanlarının vazgeçilmez araçlarındandır. Her sağlık çalışanı hastasına en güncel, akılcı ve uygun bakımı sunmak için araştırma sonuçlarını okumak ve hastası için kullanılabilirliğini değerlendirmek ihtiyacı duyar ki, bu nedenle temel epidemiyoloji bilgisi çalışma alanından bağımsız tüm sağlık çalışanları için gereklidir. Tanımlayıcı epidemiyoloji yöntemler içinde en yaygın kullanılan araştırma başlığı olup, bir hastalığın veya sağlık durumunun kişi, yer ve zamana göre dağılımını inceler; ileri incelemeler için hipotez yaratmaya yarar. Araştırma tasarımı tanımlayıcı olmasa dahi tüm epidemiyolojik araştırmalarda ilk analitik adımlar tanımlayıcı özelliktedir; makale ve raporların ilk tabloları sık olarak etkenle karşılaşan ve karşılaşmayanlar, müdahale/vaka veya kontrol grubunun tanımlayıcı özelliklerini veren, grubu tanımlayan tablolardır. Bu şekilde hem çalışma grubu tanımlanmış olur, hem de sağlık çalışanı araştırma bulgularının kendi hasta grubu için uygunluğunu değerlendirebilir. Eski yıllardaki yaygın görüşün aksine tanımlayıcı araştırmalarda da analitik çalışmalarda olduğu gibi çok değişkenli analizler yapılabilmektedir. Tanımlayıcı araştırmalarda kullanılan çok değişkenli analizler ilişkileri, olası karıştırıcı faktörleri ve etkileşimleri inceleyebilmek için yararlıdır. Öte yandan, ayarlanmış ölçütlerin nedensellik tartışması yapılmadan sunulması önemlidir; bu incelemeler hipotez yaratma/tarama amaçlı olup, iç geçerlilik ve genellenebilirliği kısıtlı olacaktır. Bu derleme ile, sadece tanımlayıcı epidemiyolojik çalışmalar tasarlarken değil, araştırma sorusu belirlerken ve çalışma tasarımından bağımsız olarak ilk adım analizleri yaparken sağlık çalışanına yol gösterici olmak ve tanımlayıcı adımlarda doğru yöntemsel yaklaşımlar konusunda okuyucuya sistematik bir bakış açısı kazandırmak amaçlanmıştır. Okuyucunun tanımlayıcı araştırma yaparken kaçınılması gereken hataları değerlendirip önleyebilmesi için sık yapılan hata kaynakları sunulmuştur.
  • Publication
    Çocuklarda cinsel istismar ile karıştırılabilecek anogenital bulgular
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-10) Atılgan, Mehmet; Kılınç, Okan; Toksoy, İrem Tuğçe; Tatar, Tansu Bensu; Yok
    Çocuğun cinsel istismarının tanı ve tedavisinde etik, ahlaki ve kanuni açıdan sorumlulukları olan hekimlerin, cinsel istismarın bulgu ve semptomlarını iyi bilmeleri gerekmektedir. Anatomik varyasyonlar ve fizyolojik durumlar, hiperpigmentasyon oluşturabilen durumlar, dermatitler, cinsel istismar dışı travmalar, travma veya cinsel temas dışı nedenlerle oluşan durumlar (labial adezyon, anal fissürler, kabızlık, anal dilatasyon, üretral prolapsus, liken sklerozus, hematolojik/otoimmün hastalıklar, rektal prolapsus), anogenital bölge neoplazileri ve enfeksiyonların bazılarında görülebilen anogenital bulgular (eritem, ekimoz, sıyrık, purpura-peteşi, laserasyon vb.), çocuğun cinsel istismarıyla karışabilecek niteliktedir. Cinsel istismarda görülebilen bulgular spesifik olmadığından, benzer şekilde bulgu veren tıbbi durumların; güvenilir ve detaylı anamnez, ayrıntılı ve tam fizik muayene, özgeçmiş ve soygeçmiş sorgulama, temel ve ileri laboratuvar tetkikleri ile gerekli konsültasyon/sevkler ile ayırıcı tanısının yapılması, hem asılsız cinsel istismar iddialarının önüne geçilmesi hem de cinsel istismarın atlanmaması ve aydınlatılması açısından oldukça önemlidir. Bu makalede, ulusal ve uluslararası literatür gözden geçirilerek, çocuğun cinsel istismarıyla benzer bulgu verebilen normal ve patolojik durumların değerlendirilmesi, ayırıcı tanıda dikkat edilmesi gereken hususların vurgulanması ile konu hakkındaki bilgi düzeyinin artırılması hedeflenmiştir.
  • Publication
    RNA temelli terapötik yaklaşımlar
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-05-23) Korkmaz, İsmail; Arslan, Serdal; Yok
    RNA temelli terapötikler, RNA moleküllerinin hücresel süreçlerdeki etki mekanizmalarının aydınlatılması ve gelişen teknoloji ile oldukça yüksek potansiyele sahip terapötik stratejileri oluşturmaktadır. Bu stratejiler, birçok hastalığın mekanizması, patofizyolojik süreçleri, teşhisi, tedavisi ve hastalığın önlenmesi konusunda yeni alternatifler sunmaktadır. Ayrıca daha önce ‘‘hedeflenemez’’ olarak bilinen birçok patofizyolojik yollara yeni kapılar açmaktadır. RNA bazlı terapötiklerin sağladığı çeşitli moleküler bazlı ajanlar sayesinde tedavisi yeterli düzeyde olmayan hastalıklara umut verici yeni tedavi yöntemleri geliştirlebilecektir. Günümüzde bilinen 16 adet FDA onaylı RNA terapötik ilaç klinikte kullanılmaktadır. Bunun yanında çok sayıda RNA terapötiği geliştirilme aşamasındadır ve bu durum yakın gelecekte birçok hastalık için yeni tedavi yöntemlerine kapı açacaktır. Bu derleme makalesinde halihazırda kullanılan RNA terapötik stratejilerinin mekanizması, sentezlenmesi, paketlenmesi, hedefe iletimi gibi konular araştırılmıştır ve bunun yanında aday terapötik stratejilere de değinilmiştir.
  • Publication
    Capgras syndrome accompanying schizophrenia: An adolescent case report
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-25) Eroğlu, Mehtap; Yok
    In Capgras syndrome, the patient believes that the original person or objects have been replaced by identical ones (fakes). The syndrome rarely occurs in its pure form. It often accompanies psychotic illness and organic pathology. Capgras syndrome can occur in all age groups and is more common in women. In this article, the case of a 16-year-old female patient who applied to the hospital with complaints of aggression, harming her environment and wanting to have a DNA test will be presented. During her first admission examination, she was found to have Capgras delusions, and she was hospitalized and monitored in a psychiatric clinic. The patient, who was followed up with a diagnosis of early-onset psychotic disorder, was determined to be a case of CS accompanying Schizophrenia. Early-onset Schizophrenia is already a rare condition, and the onset of CS at this age is uncommon. Our case is valuable as it shows that CS, a rare condition, can also be seen in adolescence.
  • Publication
    Doğu Karadeniz Bölgesi’nde sık tüketilen brassica oleracea var. Acephala (karalahana) bitkisi ve kırmızı et tüketiminin mide ve kan parametreleri üzerine etkiler
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-10-01) Aydın, Hüseyin Emre; Aydın, Muhammed; Aydın, Özge; Dülger, Ahmet Cumhur; Yok
    "En sağlıklı yiyecekler" veya "süper gıdalar" listelerindeki sebzeler arasında yer alan Brassica Oleracea var. acephala (Karalahana) bitkisi, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde sıklıkla tüketilmektedir. Bu çalışmada Doğu Karadeniz Bölgesi’nde gastroskopi ile değerlendirilmiş olan hastalarda karalahana ve kırmızı et tüketiminin mide histopatolojisi ve kan laboratuvar parametreleri üzerine olan etkisinin saptanması amaçlandı. Bu kesitsel araştırma 1 Mart 2022 – 30 Nisan 2022 tarihleri arasında Giresun Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Polikliniği’ne başvuran gastroskopi yapılmış ve mide biyopsisi alınmış olguların sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Hastalar telefonla aranarak aylık karalahana ve kırmızı et tüketim sıklıkları sorulmuştur. Olguların % 60,1’i kadındı ve ortalama yaş 55,44 ± 14,34’tü. Hastaların bir ayda, karalahana tükettiği gün sayısı medyan 4 [0 - 30] gün, kırmızı et tükettiği gün sayısı ise medyan 2 [0 - 20] gündü. Erkek hastaların gastrik biyopsilerinde Helicobacter pylori (H. pylori) pozitifliği kadınlara göre anlamlı derecede fazlaydı (sırasıyla % 50,8 ve % 32,7; p = 0,021). Karalahana ve kırmızı et tüketimi ile hastaların gastrik biyopsilerinde H. pylori, intestinal metaplazi ve atrofi varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Hastaların yaşı arttıkça kırmızı et tüketimlerinin anlamlı derecede azaldığı belirlendi (p=0,014). Hastaların aylık kırmızı et tüketimi arttıkça serum kalsiyum düzeyinin de anlamlı derecede arttığı belirlendi (p=0,025). Sonuç olarak karalahana ve kırmızı et tüketim sıklığı ile mide biyopsisinde H. pylori pozitifliği, atrofi ve intestinal metaplazi saptanma sıklığı arasında anlamlı bir ilişki bulunmazken, bu konuda yapılacak daha kapsamlı ve prospektif çalışmalarla daha net sonuçlar ortaya konulabilir.
  • Publication
    Investigation of the immunoexpression of SVIP and UPR pathway proteins in ovarian adenocarcinoma cell line OVCAR-3
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-09-03) Alimoğulları, Ebru; Kartal, Bahar; Yok
    Ovarian cancer is the deadliest gynecological cancer. The endoplasmic reticulum (ER), a vital cell organelle, is involved in the folding, synthesis, and modification of a wide range of soluble and insoluble proteins. ER stress initiates the unfolded protein response (UPR), an evolutionary conserved cell stress mechanism. The UPR is mediated by three ER transmembrane sensors: IRE1, ATF6, and PERK. An inhibitor of ERAD is a small VCP/p97-interacting protein (SVIP). The study aimed to investigate the relationship between SVIP and the ER stress protein markers in the human ovarian cancer cell line OVCAR-3. The SVIP and GRP78, PERK, ATF4 immunoexpression levels were analyzed. Furthermore, employing immunofluorescence, the colocalization of three ER sensors and SVIP was ascertained. The immunoexpression of SVIP and GRP78, ATF4, and PERK were shown in the OVCAR-3 cell line. Additionally, immunofluorescence results showed the colocalization of SVIP and UPR-related proteins in the cytoplasm of OVCAR-3 cells. In conclusion, we demonstrated the cellular localization of SVIP and the proteins involved in the UPR pathway. However, further studies are needed to determine the relation between SVIP and these proteins in cancer cells.
  • Publication
    Evaluation of the use of ıntraoperative neuronavigation in the surgery of brain tumors: single center experience and retrospective analysis of 172 cases
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-27) Türkkan, Alper; Bekar, Ahmet; BEKAR, AHMET
    Neuronavigation systems are computer-assisted procedures that use preoperative imaging data to ensure accurate anatomical orientation and safe resection during surgery. Despite their widespread use in neurosurgery, evidence of their effectiveness and reliability remains limited. This study aimed to examine the need for neuronavigation systems in patients with intracranial tumors, their relationship with tumor location and size, and their limitations. A retrospective analysis was conducted on 172 patients with intracranial tumors who underwent surgery using neuronavigation systems at our clinic between January 2021 and October 2023. Patients were classified based on tumor size into two groups: those with tumors <3 cm and those with tumors ≥ 3 cm. Further classification was done according to tumor locations such as supratentorial, infratentorial, and skull base, as well as based on superficial and deep-seated tumor locations. The need for neuronavigation systems was assessed using a scoring scale ranging from 0 to 2 assigned during surgery. Of the patients, 49.4% were male and 50.6% were female, with a mean age of 52.9 ± 16.2 years (range 2–80 years). The mean total score for neuronavigation system use was significantly higher in patients with tumors <3 cm and those with deep-seated tumors (p = 0.003). The need for neuronavigation was less in infratentorial tumors. Identifying anatomical and vascular structures during surgery was the surgical stage with the greatest need for neuronavigation use (n=172, 100%). Multivariate binary logistic regression analysis revealed that tumor size ≥3 cm and superficial location were risk factors determining the need for neuronavigation systems. İdentifying anatomical and vascular structures in supratentorial and deep-seated tumors, and evaluating surgical resection in tumors <3 cm are the areas where the use of neuronavigation systems is necessary.
  • Publication
    Klinik bir örneklemde ergenlerde akran zorbalığı sıklığı, zorbalık özellikleri ve zorbalığın algılanan sosyal destekle ilişkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-26) Coşkun, Fatma; Emre, Ayşegül Metin; Selen, Ayşegül Tuğba Hira; Yok
    Ergenlerde zorbalığa katılma ciddi psikiyatrik, sosyal ve fiziksel sonuçları olabilen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Aile ve arkadaşlarla kurulan destekleyici sosyal ilişkilerin zorbalığa katılma riskini azaltabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmada; çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran ergenlerde akran zorbalığı sıklığı, zorbalık özellikleri ve akran zorbalığının ergenlerin algıladıkları sosyal destekle ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamıza çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran 12-18 yaş aralığında 100 ergen dahil edilmiştir. Ergenlerde akran zorbalığını değerlendirmek için Olweus Öğrenciler İçin Akran Zorbalığı Anketi (OÖAZ) ve algılanan sosyal desteği değerlendirmek için Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) kullanılmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda ergenlerin %50’sinin akran zorbalığına katıldığı bulunmuştur. Akran zorbalığına katılan grupta ÇBASDÖ aile alt ölçek puanı anlamlı olarak daha düşük bulunurken (p=0.014), ölçek toplam ve diğer alt ölçek puanlarında gruplar arasında anlamlı farklılık bulunamamıştır. Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde akran zorbalığına katılmayanlarda algılanan aile desteğinin daha iyi olduğu görülmektedir. Bu algılan aile desteğinin akran zorbalığı sıklığını azaltabileceğini ve akran zorbalığına katılanlarda gelişebilecek olumsuz sonuçların iyileştirilmesinde etkili olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışmanın sonuçlarının akran zorbalığının önlenmesi, erken dönemde tanınması ve müdahalesine yönelik uygun stratejilerin geliştirilmesinde katkı sunacağı düşünülmektedir.
  • Publication
    0-24 Aylık bebeği olan annelerin emzirme tutumları ve obezite ön yargısı ile ilişkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-23) Uncular, Gülser; Borlu, Arda; Yok
    Bu çalışmada 0-24 aylık bebeği olan annelerin emzirme tutumlarının; Beden Kitle İndeksi (BKİ) değerleri, ağırlık durumları hakkında kendi düşünceleri ve obezite ön yargılarıyla ilişkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. Kesitsel, tanımlayıcı tipteki çalışma 0-24 aylık bebeği olan 506 anne ile anket formu aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Çalışmada annelerin tanımlayıcı özellikleri, BKİ değerleri, Emzirme Tutum Değerlendirme Ölçeği (ETDÖ) ve GAMS-27 Obezite Ön Yargı Ölçeği (OÖÖ) kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen veriler IBM SPSS 24.0 istatistik programı ile değerlendirilmiştir. İstatistik testlerde anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde ANOVA testi, post hoc analizlerde Tukey testi, yapılmıştır. Ölçekler arasındaki puanlar arasındaki ilişki için Spearman korelasyon analizi uygulanmıştır. Annelerin ETDÖ ortalama puanı 106,5 ± 12,6 olarak tespit edilmiştir. Gebelik öncesi ağırlık durumlarında kendilerini normal olarak değerlendiren annelerin ETDÖ puan ortalamalarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Annelerin çoğunun (%91,7) obeziteye karşı bakışları ön yargılı veya ön yargılıya eğilimlidir. Çocuğunun ağırlık durumunu normal olarak değerlendiren annelerin ETDÖ puanları, normalden az olarak değerlendiren annelere göre olarak anlamlı bir şekilde daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Annelerin emzirme tutumları ortalama düzeyde bulunmuştur. ETDÖ ile OÖÖ puanları arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Ancak annelerin büyük çoğunluğunun şişman olmayı kozmetik bir problem olduğunu ifade etmeleri ve OÖÖ göre ön yargıya eğilimli ve ön yargılı olarak değerlendirilmeleri dikkate alınarak, obeziteye karşı kalıp yargıların oluşmaya başladığı öngörülmektedir. Bu nedenle, annelerin obezite ön yargısına karşı farkındalığının artırılması ve emzirme sürecinde desteklenmesi önemlidir.
  • Publication
    Dermatomiyozit ve polimiyozit tanılarıyla izlediğimiz hastaların klinik özellikleri ve tedavi yönetimi: tek merkez deneyimi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-20) Kutlu, Nagehan Dik; Güdücü, Hakan; Coşkun, Belkıs Nihan; Yağız, Burcu; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Pehlivan, Yavuz; DİK KUTLU, NAGEHAN; GÜDÜCÜ, HAKAN; COŞKUN, BELKIS NİHAN; YAĞIZ, BURCU; DALKILIÇ, HÜSEYİN EDİZ; PEHLİVAN, YAVUZ
    Dermatomiyozit (DM) ve polimiyozit (PM) çizgili kas enflamasyonunun yanısıra diğer otoimmün hastalıklar veya malignitenin eşlik edebildiği sistemik hastalıklardır. Biz de merkezimizde takipli DM ve PM tanılı hastaların demografik özelliklerini, organ tutulumlarını, klinik seyirlerini incelemeyi amaçladık. Ocak 1990-Aralık 2022 arasında merkezimizde takipli Bohan ve Peter kriterlerini karşılayan 69 DM ve PM tanılı hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. DM tanılı hastaların %85’i, PM tanılı hastaların %70’i kadındı. Ortalama başvuru yaşı DM tanılı hastalarda 41,5 ± 13,5, PM tanılı hastalardaysa 48,2 ± 13,8 idi. Gottron papülleri görülen en sık cilt bulgusuydu. Bazı hastalarda akciğer tutulumu ve disfaji gözlenmişken kardiyak tutulum hiçbir hastada görülmemişti. DM hastalarında daha yüksek oranda (%73,9) anti nükleer antikor (ANA) pozitifliği mevcuttu (p<0,01) ve anti Jo-1 antikoru İAH ile ilişkiliydi (p<0,01). Hastaların %13’ünde maligniteyle ilişkili miyopati görülmüştü. Tek ve çok değişkenli Cox regresyon analizinde tanı yaşı, takip süresi ve malignite mortaliteyle ilişkili bulundu. Hastalarımızın hastalık seyrinin diğer çalışmalarla birçok benzerlik yanında çarpıcı farklılıklar da göstermektedir. Bu durum genetik ve çevresel faktörlere ve tarama şartlarına bağlı olabilir. DM/PM prognozunun bu olası faktörlerle ilişkisini ortaya koymak ve mevcut sonuçları doğrulamak için çok merkezli prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Publication
    COVID-19 pandemi sürecinde serebrovasküler hastalık tanısı ile acil servise başvuran hastaların analizi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-20) Uslusoy, Duygu Karakaş; Durak, Vahide Aslıhan; Ulusoy, İbrahim; Aydoğan, Göksel; Çıraklılar, Halil İbrahim; DURAK, VAHİDE ASLIHAN; AYDOĞAN, GÖKSEL; Çıraklılar, Halil İbrahim
    Serebrovasküler hastalık günümüzde yetişkinlerde yaygın ciddi nörolojik durumlardan birisi olmaya devam etmektedir. Akut serebrovasküler hastalık, ister iskemik ister hemorajik olsun, zamana duyarlı ve dinamik seyirli olması nedeniyle hızlı tanı ve tedavi gerektirmektedir. Akut iskemik inme hastalarının prognozunu iyileştirmek için acil servislerde kardiyovasküler ve metabolik stabilizasyon, acil tromboliz, antikoagülan ve antiagregan tedaviler veya mekanik trombektomi gibi uygun tedavi yöntemleri başlanmalıdır. Bu çalışmada COVID-19 pandemi sürecinin acil servise serebrovasküler hastalık tanısıyla başvuran hastalara etkilerinin retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Acil servise başvuran toplam 543 hasta retrospektif kesitsel olarak incelenerek, pandemi öncesi dönemde (1 Nisan 2019- 1 Mart 2020) başvuran 352 hasta ve pandemi dönemi (1 Nisan 2020- 1 Mart 2021) başvuran 191 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.Pandemi öncesi ve sonrası dönemde acile gelen hastaların şikâyet dağılımları karşılaştırıldığında senkop (p=0,024) ve genel durum bozukluğu (p=0,030) şikayetleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunurken diğer şikayetler açısından anlamlı farklılık bulunmamıştır. Acile senkop şikâyeti ile gelen hastaların pandemi sonrasında (%12,5) öncesi döneme (%6,82) göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Pandemi öncesi dönemdeki hemorajik SVH öykü oranı %2,8 ile pandemi sonrası döneme göre (%0) daha yüksek bulunurken SVH öyküsü olmayanların oranı (%84,3) pandemi sonrası dönemde daha yüksek bulunmuştur. COVID-19 pandemisi retrospektif çalışmaların ve vaka sunumlarının literatüre katkısını bir kez daha göstermiştir. Bu çalışmanın örneklerinin artmasıyla birlikte elde edilen veriler daha da güçlenecek, dünya genelinde fazla sayıda ve her yaş grubundan insanı etkileyen COVID-19 hastalığının serebrovasküler hastalık için bir risk faktörü olup olmadığına ışık tutacaktır.
  • Publication
    Fiberoptik bronkoskopi işlemi uygulanan hastalarda preoperatif anksiyete düzeyini etkileyen etmenler
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-20) Güçlü, Özge Aydın; Öztürk, Nilüfer Aylin Acet; Demirdöğen, Ezgi; Süleymanova, Samira; Dilektaşlı, Aslı Görek; Ursavaş, Ahmet; Kuşku, Çiğdem; Karadağ, Mehmet; AYDIN GÜÇLÜ, ÖZGE; ACET ÖZTÜRK, NİLÜFER AYLİN; DEMİRDÖĞEN, EZGİ; SULEYMANOVA, Samıra; GÖREK DİLEKTAŞLI, ASLI; URSAVAŞ, AHMET; Kuşku, Çiğdem; KARADAĞ, MEHMET
    Preoperatif anksiyete, kişinin hastalık, hastanede yatma, anestezi veya cerrahi gibi durumlarla karşı karşıya kalacağına dair bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir endişe veya huzursuzluk hali olarak tanımlanmaktadır. Çalışmamızda, fiberoptik bronkoskopi (FOB) yapılan hastalarda preoperatif anksiyete düzeylerini State Trait Anxiety Inventory (STAI-1) anketi ile belirlemek ve bu düzeylerin klinik ve demografik faktörlerle ilişkisini araştırmayı amaçladık. Kasım 2021-Ocak 2024 tarihleri arasında FOB yapılan 158 olgu kesitsel anket çalışmasına dahil edilmiştir. Olguların sosyo-demografik özellikleri, işlem endikasyonları ve önceki cerrahi girişimleri hakkında bilgiler kaydedilmiştir. Bireylerin geçici anksiyete düzeylerini değerlendirmek için STAI-1 anketi, işlemden 15 dakika önce hastalara uygulanmıştır. Hastaların 51’i (%32,3) kadın olup yaş ortanca değeri 58 (20-84) yıl idi. Olguların 65’ine (%41,1) işlem bilinçli sedasyon altında uygulanmış olup işlemin sedasyon altında olması ile lokal anestezi ile uygulanması arasında preoperatif anksiyete düzeylerinin istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermediği belirlenmiştir (p=0,917). Olguların 64’ünde (%41,1) işlem ile ilgili endişe mevcut iken 17’sinde (%10,8) anestezi ile ilişkili endişe bulunmaktaydı. İşlem ile ilgili ve anestezi ile ilgili endişe hisseden olguların istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek preoperatif anksiyete düzeyi olduğu saptanmıştır (p<0,001, p=0,009). Çok değişkenli analizde kadın cinsiyetin preoperatif anksiyete düzeyini predikte eden bağımsız faktör olduğu belirlenmiştir [OR: 1,99, %95CI: 1,05-3,94, p=0.04]. Fiberoptik bronkoskopi öncesi preoperatif anksiyete düzeylerinin sosyodemografik ve klinik özelliklerle ilişkisini inceleyen bu çalışma, kadın cinsiyetin anksiyete düzeyleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymuş olup preoperatif anksiyetenin yönetiminde cinsiyet farklılıklarının göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamaktadır.
  • Publication
    Kronik kalp yetmezliği hastalarında uyku yapısının polisomnografik verilerle değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-13) Yaşar, Ebru; Sarıdaş, Furkan; Yaşar, Bilnur; Demir, Aylin Bican; SARIDAŞ, FURKAN; BİCAN DEMİR, AYLİN
    Kardiyovasküler hastalıklarda uyku ile ilgili bozuklukların önemine dair farkındalık artmaktadır. Uyku bozuklukları kalp yetmezliğinde yaygındır ve uykusuzluk, uyku mimarisinde bozulma, periyodik bacak hareketleri ve periyodik solunumu içerir. Uykuyu başlatma veya sürdürmede zorluk, çok erken uyanma ve tekrar uykuya dalamama ve gün içi uykululuk sıklıkla görülür. Biz çalışmamızda kronik, kompanse ve stabil seyirli kalp yetmezliği hastalarında polisomnografik olarak uyku mimarisi farklılıkları ve bu değişimlerin sol ventrikül sistolik fonksiyonu ile ilişkisinin polisomnografi (PSG) ve transtorasik ekokardiyografi ile ortaya çıkarılması amaçlandı. Transtorasik Ekokardiyografi ile değerlendirilmiş uyku şikayetleri olan 18-75 yaş hastalar dahil dahil edildi. En az dört hafta optimal Kalp Yetmezlik tedavisi alıyor olmak şartı arandı. Kalp kapak hastalıklarına bağlı kronik kalp yetmezliği, kalp nakli için listeleye alınma, yaşamı tehdit eden bilinen hastalıklar, oksijen veya pozitif hava yolu basıncı ile mevcut tedavi alıyor olmak, son 3 ay içinde kararsız anjina pektoris, akut myokard enfarktüsü ve kardiyak cerrahi öyküsü dışlama kriteri olarak belirlendi. Kalp yetmezlikli hastalarda N1 evre yüzdesi, total AHI, total RDI, total RERA, toplam obstrüktif apne sayısı, toplam desaturasyon süresi, total aurosal indeks, NREM evresinde poziyondan bağımsız olarak AHI, RERA ve RDI, REM evresinde poziyondan bağımsız olarak RDI, supin pozisyonda ise AHI kontrol grubuna göre daha yüksekti. Kalp yetmezliği erken evrede bile olsa uyku bozuklukları açısından dikkat edilmesi, uzun vadeli sonuçlar üzerinde muhtemel olumlu etkisi göz önüne alınarak kalp yetmezliği hastalarında uyku ve solunum bozukluklarının zamanında doğru tanımlanması ve tedavisi için önemli bir vurgu yapmakta, ayrıca klinik uyku yönetimi ve tedavisi için belirli bir teorik destek sağlamaktadır.
  • Publication
    Treatment strategies for unknown anatomic pathology ventriculus terminalis case series: single center experience
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-06) Özmarasalı, Ali İmran; Yağubov, Fakhraddin; Eser, Pınar; Doğan, Şeref; YAGUBOV, FAKHRADDIN; Eser, Pınar; DOĞAN, ŞEREF
    The ventriculus terminalis is a cavity in the conus medullaris, bounded by ependymal cells, associated with the central canal. It is an anatomical structure that is very rare in adults, with a limited number of surgical cases that have been reported in the literature. In children, it is regarded as a normal congenital variation, known to regress before five years of age, and very few symptomatic cases have been reported in both pediatric and adult populations. It is often asymptomatic in adults and is detected incidentally. Although potentially nonsignificant individually, symptoms can range from nonspecific low back pain to sphincter dysfunction and focal neurologic deficits. Our purpose is to discuss our management strategy in comparison to the existing literature. A retrospective review was conducted of all adult patients (aged 17 years and older) diagnosed with ventriculus terminalis who were referred to the hospital between 2010 and 2020. Clinical classification was made according to the classification defined by Batista. In addition, Ganau's classification was also used. Five patients were included in the study. The majority of these patients (n=4, 80%) were symptomatic at the time of diagnosis, with nonspecific back pain being the most common symptom (n=3, (60%). None of the patients required neurosurgical intervention during the follow-up period of 21.6±8.9 months, as there was no clinical deterioration observed. Ventriculus terminalis is a rare pathology that may develop de novo in adults, often remaining undiagnosed until the cyst enlarges, and can manifest with a wide spectrum of symptoms. When identified, it requires careful management, involving surgery when necessary and a conservative approach when appropriate.
  • Publication
    Acil serviste Covid-19 salgını öncesi ve Covid-19 salgını döneminde akut koroner sendrom tanısı alan hastaların epidemiyolojik incelenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-26) Aydoğan, Ayşe Armağan; Aydoğan, Göksel; Aydın, Şule Akköse; Durak, Vahide Aslıhan; AYDOĞAN, GÖKSEL; AYDIN, ŞULE; DURAK, VAHİDE ASLIHAN
    Kardiyovasküler hastalıklar; yetişkinlerde mortalite ve morbiditenin başlıca nedeni olup Türkiye'deki tüm ölümlerin ise yaklaşık yarısı kardiyovasküler hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Çalışmamız kapsamında, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisi'ne COVID-19 salgını öncesi ve sonrası 1 yıllık süreçte başvuran ve akut koroner sendrom tanısıyla değerlendirilen hastaların epidemiyolojik olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Acil servise, COVID-19 pandemisi öncesi 01.04.2019-31.03.2020 ve pandemi sonrası 01.04.2020-31.03.2021 tarihleri arasında başvurarak akut koroner sendrom tanısı konulan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiş olup hastaların yaş, cinsiyet, laboratuvar değerleri (tam kan sayımı, troponin, kreatinin kinaz, D-dimer, üre, kreatin, kreatinin kinaz izoenzim-MB), başvuru anındaki COVID-19 PCR, eşlik eden hastalıklar, başvuru şikayeti ve EKG bulguları kaydedilmiştir. Hastaların %72,7’sinin erkek cinsiyette olduğu; %31,8’inin sigara içtiği, %2,6’sının morbid obez olduğu görülmüştür. Hastaların yaş dağılımında, COVID-19 öncesi ve sonrası grup karşılaştırılmasında istatistiksel fark belirlenmiştir Akut koroner sendrom tanısı konulan hastaların %84,4 oranında tipik göğüs ağrısı şikayeti ile hastaneye başvurdukları görülmüş olup COVID-19 sonrası hastalarda; NSTEMI tanıları artarken, STEMI ve USAP tanıları ise azalma saptanmıştır. Hasta sonlanımı olarak bakıldığında ise COVID-19 sonrası hastalarda sevk oranı azalmış ancak ölüm oranının ise arttığı görülmüştür. COVID-19 enfeksiyonları akut koroner sendrom, miyokard enfeksiyonu, kalp yetersizliği ve aritmiler de dahil birçok klinik sonuçla beraber kardiyak oksijen sunum yetersizliği, artmış koagülabilite, enflamasyon, sitokin fırtınasına bağlı olarak kardiyak hasara sebep olmaktadır. Çalışmamızdan elde edilen verilerin ulusal ve uluslararası literatüre katkı sağlamakta olduğunu ve olası risk faktörlerinin belirlenmesi ile acil hekimlerine yol gösterici olacağı düşünülmektedir.
  • Publication
    Adölesanlarda işitsel işleme becerileri ile akademik başarı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-25) Gökay, Nuriye Yıldırım; Kamışlı, Gurbet İpek Şahin; Yok
    Günlük yaşamda özellikle okul ortamları olmak üzere gürültülü, sessiz, çok ses kaynaklı gibi farklı dinleme koşulları ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu çalışma 13-18 yaşları arasındaki adölesanların; dikotik dinleme ve gürültüde konuşmayı ayırt etme becerilerinin, akademik performansları ile ilişkili olup olmadığını araştırmaktadır. Çalışmaya toplamda 74 gönüllü katılmış olup, gürültüde konuşmayı anlama şikâyetlerinin olup olmamasına göre iki gruba ayrılmışlardır. Gönüllülerin dikotik işitsel işlemleme becerileri “Dikotik Cümle Testi” ile, gürültüde konuşmayı ayırt etme becerileri ise “İşitsel Figür Zemin Testi” ile değerlendirilmiştir. Adölesanların güncel not ortalamaları ve “Akademik Başarıyı Etkileyen Riskleri Tarama Ölçeği” skorları, akademik başarılarını değerlendirmede kullanılmıştır. Bulguların analizinde SPPS v.24 programı kullanılmıştır ve tip 1 hata düzeyi 0,05 olarak saptanmıştır. Sonuçta gürültüde konuşmayı anlama şikâyeti olan bireylerle, olmayan bireyler arasında; kişisel kulaklık günlük kullanım süreleri, not ortalaması, işitsel işlemleme test skorları ve akademik başarı ölçeği skorlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır (p < 0,05). Akademik başarı ölçeği skorları ile işitsel işlemleme skorları arasında orta ve güçlü düzeylerde anlamlı korelasyonlar (p < 0,05 ve r = 0,631, r = 0,571, r = 0,566, r = 0,495) elde edilmiştir. Gürültü varlığı, yüksek sesle uzun süre kişisel kulaklık kullanımı, zayıf işitsel işlemleme becerileri adölesanların akademik başarısını olumsuz etkileyebilmektedir. Mevcut çalışma bu konuda uzmanlara yol gösterici olmayı, adölesanlarda işitme sağlığı açısından farkındalık yaratmayı öngörmektedir.
  • Publication
    Protective effect of mesenchymal stem cells and melatonin on testicular torsion-ınduced infertility
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-25) Neşet, Gül; Çil, Nazlı; Mete, Gülçin Abban; Yok
    We aimed to explore the effects of systemic melatonin and intratesticular Adipose tissue-derived mesenchymal stem cells (AdMSCs) administration on rats with acute unilateral testicular torsion. Rats were randomized into Sham group (S) (n=8), torsion/detorsion group (T/D by torsion of right testis with rotated 720° counter clockwise for 3 h, then detorsion) (n=8), Melatonin group given 25 mg/kg after torsion/detorsion (M) (n=8), Adipose tissue-derived mesenchymal stem cell-treated group after torsion/detorsion (MSC) (n=8), Adipose tissue-derived mesenchymal stem cell-treated group with melatonin after torsion/detorsion (MSC+M) (n=8). We measured MDA, Testosterone, FSH and LH levels, performed histopathological analyses in testicles, and identified SOX, VASA and Caspas-3 reactions immunohistochemically. Testosterone, FSH, LH values did not yield any significant difference between the groups. While the Johnson score in the right testis remained the lowest in T/D, the highest score was noted in the S. The T/D manifested some degenerative seminiferous tubules, abnormal spermatogenesis and maturation arrest. The degenerative appearance monitored in M, MSC and MSC+M groups persisted in some tubules, while markedly reduced degeneration was observed in some other tubules. The highest Caspase-3 expression in T/D, whereas SOX-9 expression remained significantly higher in the treatment groups. Another aspect deserving attention is that MSC were characterized by low VASA expression. Our experimental trial suggests that the torsion-induced degeneration in testicular tissue was ameliorated in all the treatment groups. Although MSC, MSC+M and M administrations decreased the torsion-induced degeneration in the testicular tissue, these treatments did not prove to be superior to each other.
  • Publication
    Primer sjögren sendromunda ekstra-glandüler bulguların oto-antikorlarla ilişkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-24) Yıldırım, Nurdan; Yardımcı, Hasan; Yok
    Primer Sjögren sendromunda (pSS) serumdaki oto-antikorların varlığı hem daha şiddetli glandüler tutulum hem de daha fazla extra-glandüler bulgu prevalansı ile ilişkilendirilmektedir. Bu çalışmanın amacı pSS hastalarındaki extra-glandüler bulguların sıklığının saptanması ve oto-antikorların varlığı ve sayısı ile ilişkisinin belirlenmesidir. Bu retrospektif kesitsel çalışmaya 2018-2023 tarihleri arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Romatoloji polikliniğinde pSS tanısı ile takip edilmiş olan 209 hasta dahil edildi. Hastaların demografik ve klinik verileri, extra-glandüler bulguları ve serum oto-antikor profili analiz edildi. Hastaların 92’sinde (%44) ekstra-glandüler bulgu mevcuttu. En sık olarak artrit görülürken, bunu interstisyel akciğer hastalığı takip etmekteydi. Erkeklerde ekstra-glandüler tutulum sıklığı kadınlardan daha fazla bulundu (p=0.050). Anti-SSB pozitifliği olanlarda interstisyel akciğer hastalığı (İAH) ve polinöropati (PNP) daha sık saptanmıştır (sırasıyla p=0.002, p=0.050). RF pozitifliği olanlarda ise artrit ve lenfomanın daha sık görüldüğü gözlenmiştir (sırasıyla p=0.031, p=0.011). Tüm oto-antikorları negatif hastalarda extra-glandüler tutulum daha az saptandı (p=0.005). Anti-SSA ve SSB’nin birlikte pozitif olduğu hastalarda İAH ve PNP daha sıktı (p=0.004 ve p=0.043, sırasıyla). pSS’unda hastaların yaklaşık yarısında extra-glandüler bulgular eşlik etmekte olup, otoantikor oluşumu ve bunların birlikte pozitifliği daha fazla sistemik tutuluma neden olmaktadır. Anti-SSB antikor pozitifliği PNP ve İAH gelişimi riski ile ilişkili iken RF pozitifliği ise artrit ve lenfoma riski ile ilişkilidir.