Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Gönderiler

Şimdi gösteriliyor 1 - 20 / 515
  • ÖgeAçık Erişim
    Sıçanlarda deneysel sistemik inflamasyonda all-trans retinoik asit (ATRA)'in hipokampustaki etkilerinin EphA4 ve EphB2 ekspresyonu ile araştırılmas
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-02-12) Yavaş, Senem Esin; Ersoy, Semiha; Bursa Uludağ Üniversitesi::Enstitüler::Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı; 0000-0002-6949-1210
    Sistemik inflamasyon, nöroinflamatuvar değişikliklere neden olarak birçok kronik psikiyatrik bozukluğun da gelişiminden ve ilerlemesinden sorumludur. Retinoik asit beyinde proliferasyon, diferansiyasyon, hücrelerin sağkalımı gibi biyolojik olayları düzenlerken, yüksek dozlarda nörotoksiktir. Eph reseptörleri hem işlevsel hem de yapısal nöronal plastisiteyi modüle ederek, hipokampal davranışları düzenlerler. Çalışmamızda nöroinflamasyon ve yüksek retinoik asit düzeylerinin hipokampusta EphA4 ve EphB2 reseptörlerinin ekspresyonları üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlandı. Çalışmada Wistar albino dişi sıçanlar kullanıldı. Akut sistemik inflamasyon intraperitoneal 5mg/kg lipopolisakkarit (LPS) ile, kronik sistemik inflamasyon intraperitoneal 0,5mg/kg/7 gün LPS ile indüklendi. Kronik gruplarda immün yanıtın uzun süreli devamlılığı için 7 günlük aralarla 3 idame doz LPS uygulandı. Akut all trans retinoik asit (ATRA) uygulamaları 50 mg/kg dozda, kronik ATRA uygulamaları 28 gün 6 mg/kg dozda intragastrik gavaj ile gerçekleştirildi. Deneklerden elde edilen parafin beyin kesitlerine Nissl boyaması, TUNEL metodu, Iba-1, EphA4 ve EphB2 immünohistokimyası uygulandı. Akut ve kronik sistemik inflamasyonun hipokampusta mikroglial yanıtı tetiklediği, nöronal dejenerasyon ve apoptoza neden olduğu belirlendi. Sağlıklı koşullarda kronik ATRA uygulamasının düşük derecede aseptik nöroinflamatuvar yanıta neden olduğu, LPS ile indüklenen kronik mikroglial yanıtı kısmen baskıladığı saptandı. Akut ve kronik nöroinflamasyonda EphA4 ekspresyon düzeylerinin arttığı, EphB2 ekspresyonlarının azaldığı görüldü. Tekrarlanan retinoik asit uygulamaları özellikle EphB2 ekpsresyon düzeylerinde azalmaya neden oldu. Sonuç olarak, LPS ve yüksek retinoik asit kaynaklı nöronal fonksiyon kaybı Eph reseptörlerindeki azalış/artış ile ilk kez gösterildi. İnflamatuvar süreçler sonrası gelişen nöropatolojilere yönelik yeni terapötik stratejiler geliştirmede Eph reseptör ekspresyonları ile plastisitenin modülasyonu ve monitorizasyonunun yararlı olacağı düşünüldü.
  • ÖgeAçık Erişim
    Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme tekniği ile uyanık köpeklerde işitme fonksiyonunun meta-analizi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-25) Ülger, Ebru Yalçın; Sonat, Füsun Ak; Andics, Attila; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veterinerlik Fizyolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0003-1756-1288
    Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme teknolojisi kullanılarak, uyanık köpeklerin işitsel algılarına yönelik yanıtlarının incelenmesi, veteriner tıpta işitme fonksiyonlarının daha iyi anlaşılması için büyük öneme sahiptir. Yeni geliştirilen yöntemler sayesinde, genellikle sedatif uygulaması gerektiren bu süreç, köpeklerin stres yaşamadan ve uyanıkken görüntülemeye tabi tutulmasına olanak sağlamaktadır. Son on yıl içinde bu tekniği kullanan ses ve konuşma algısına yönelik 11 çalışmadan 43 köpeğe ait 174 testin dahil olduğu veri seti üzerine yapılan bu meta-analiz, köpeklerin primer işitsel kortekslerinin detaylı bir karakterizasyonunu amaçlar. fMRI cihazlarının yüksek maliyeti ve uzman ekip gereksinimi nedeniyle, kısıtlı verilerin meta-analizi, daha geniş bir örneklem ve daha doğru sonuçlar elde etmeyi hedefler. Meta-analiz sonuçları, köpeklerin primer işitsel alanının literatürde belirlenen konumundan farklı olarak kaudal sylvian girus bölgesinde yer aldığını ve sağ hemisferde en geniş küme boyutuna sahip olduğunu gösterir. İlginç bir şekilde, bu lokasyon dişi ve erkek köpekler arasında farklılık göstermiştir. Bu bulgular, köpeklerin işitsel işlemlerini daha iyi anlamamıza ve işitsel kortekslerinin daha detaylı haritalanmasına olanak sağlayabilir. Veteriner tıpta işitme bozuklukları için yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine yönelik temel oluşturabilir. Optimum sonuçlar elde etmek ve köpek beyin şablonlarını geliştirmek adına, bu alandaki çalışmalar yeni teknikler ve programlarla devam etmektedir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Yara iyileşmesinde tannik asit ve çinko oksit'in epitelyal-mezenkimal geçiş (EMT) üzerine etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-02-16) Sarıçetin, Aysun; Özyiğit, Musa Özgür; Bursa Uludağ Üniversitesi::Enstitüler::Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Veterinerlik Patolojisi Anabilim Dalı; 0000-0002-8290-8201
    Hem beşeri, hem de veteriner hekimlik alanında yara iyileşme süreci güncel ve önemi koruyan bir alandır. Canlı bir organizma olan hayvanlarda ve insanlarda yara iyileşmesi Epitelyal-Mezenkimal Geçiş (EMT) ile yönetilen dinamik ve çok aşamalı bir süreçtir. Yara iyileşme süreçlerinde EMT üzerine çalışmalar yer almaktadır. Ayrıca çinko oksit güncel olarak yara tedavilerinde yer aldığı görülmektedir. Tannik asit ise çinko okside göre daha yeni bir ajan olup kullanımı literatürde görülmektedir. Bu iki ajanının yara iyileşme sürecinde EMT üzerine etkilerine ilişkin spesifik bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmada sıçanların sırt bölgesinde oluşturulan tam kat eksizyonel yaraların toz tannik asit ve çinko oksit farmakolojik ajanlarının kullanımı ile yara iyileşmesinin EMT ile ilişkisi incelendi. Sıçanların sırt bölgesinde skapula gerisinde, dorsal orta hattın sağ ve sol tarafında (1,5x1,5cm) ebatlı tam kat eksizyonel yara modeli oluşturuldu. Denekler 4 gruba ayrıldı. Her bir grupta 6 denek kullanıldı. Gruplar kontrol, tannik asit, çinko oksit, tannik asit & çinko oksit grubu olarak ayrıldı. Tüm gruplarda deneklerin hem sağ, hem de sol taraftaki yaralarına 21 gün boyunca günlük olarak topikal tedavi uygulandı ve yaralar her gün kontrol edildi. 7., 14. ve 21 günlerde biyopsi örnekleri alınarak histopatolojik ve immunohistokimyasal (E-cadherin, N-cadherin, Snail&Slug, Vimentin, MMP-9) boyamalar yapılarak semi kantitatif olarak değerlendirildi. Bu çalışmada yara tedavisinde tannik asit ve çinko oksitin EMT sürecine etkileri incelenmesi amaçlandı. Çalışma sonucunda tannik asitin yara kapanma sürecini ve EMT sürecini başarılı bir şekilde tamamlayarak, yara tedavisinde kullanılabileceği sonucuna varıldı.
  • ÖgeAçık Erişim
    Köpeklerde meme tümörü oluşumunda paklitaksel ve ozon kullanımının hıf-1α ve vaskülogenezis üzerine etkilerinin incelenmesi: Deneysel fare modeli
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-02-09) Küpeli, Zehra Avcı; Özyiğit, M. Özgür; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veterinerlik Patolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0003-1853-4679
    Meme tümörü en sık görülen kanser türlerinden biridir. Üçlü negatif meme kanseri (TNBC), hormonal tedavilere, östrojen, progesteron ve HER2 reseptörlerinin eksik veya düşük seviyede üretilmiş olması nedeniyle yanıt verememektedir. Tümör mikro çevresi, tümörün hızlı büyümesi ile yetersiz kan perfüzyonundan dolayı hipoksiktir. Hipoksi, HIF-1α'yı arttırarak tümör büyümesi, metastazı ve vaskülogenezin şekillenmesinde rol oynayan VEGF-A, PDGF gibi birtakım genlerin transkripsiyonunu başlatır. Kanser tedavisinde kullanılan bazı terapötik ajanlar, HIF-1α veya VEGF-A'yı hedef alarak tümör mikro çevresindeki hipoksiyi ve vaskülogenezi ekarte etme gibi tedavi yaklaşımlarını barındırır. Ozon tedavisi ile terapötik hiperoksinin amaçlandığı tedavi yöntemleri bulunmakdadır. TNBC'de sıklıkla tercih edilen kemoterapötik bir ajan olan PTX çeşitli yan etkileri nedeniyle organizmada ciddi hasara yol açmaktadır. PTX'in düşük ve etkin doz çalışmaları üzerine hala araştırmalar devam etmektedir. Bu tez çalışması kapsamında PTX'in dozu azaltılarak ve ozon ile birlikte kanser hastalarına uygulandığında, HIF-1α'yı azaltabileceği, vasküler ağın şekillenmesinin engellenebileceği ve daha az toksik etki bırakarak kemoterapi etkinliğini arttırabileceği düşünülmektedir. Deneysel meme tümörü fare modelinde primer meme tümör dokularında immunohistokimyasal yöntemle Ki-67, CD31, VEGF-A, HIF-1α'nın immun ekspresyonu incelenmiştir. Primer meme tümör dokularında RT-qPCR ile VEGF-A, HIF-1α, PDGF ve VHL genlerinin mRNA ekspesyonları değerlendirilmiştir. Akım sitometri yöntemi ile dalak ve kemik iliğinden immün hücrelerin CD11b+Gr-1+ yüzey ekspresyonları analiz edilmiştir. Yüksek doz ozon tedavisi uygulanan farelerde, anti-tümöral immun yanıtlar üzerinde pozitif yönde bir ilişkinin olduğu ve Ki67 immun ekspresyon seviyesindeki azalma ile tümör hücresi proliferasyonunu baskılayabileceği düşülmüştür. HIF-1α'nın hem immun hem mRNA ekspresyonunun düşük doz ozonda azaldığı gözlenirken vasküler sistem üzerindeki etkisi belirsizliğini korumaktadır.
  • ÖgeAçık Erişim
    Köpeklerde multisentrik lenfomanın tanısında rutin biyokimyasal parametreler ile güncel biyobelirteçlerin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-02-07) Bozkurt, Nihat Can; Cihan, Hüseyin; Bursa Uludağ Üniversitesi::Enstitüler::Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Veterinerlik İç Hastalıkları Anabilim Dalı; 0000-0002-9738-958X
    Kanser tüm insanlığı tehdit eden ölümcül hastalıkların başında gelirken; son derece sevilen evcil hayvanlardan biri olan köpeklerin her yıl 4 milyona yakınının ölümünden sorumludur. Ayrıca Multisentrik Lenfomanın köpeklerdeki en yaygın hematopoietik neoplazi olduğu bilinmektedir. Bu çalışma lenfoma tanısı koyulmuş köpeklerde moleküler düzeydeki kanser biyobelirteçlerinin seviyelerindeki değişimlerin, kontrol grubuna kıyasla anlamlılığını belirlemek ve bunların klinik pratikte kullanıma kazandırılmasını hedeflemektedir. Dolayısıyla TK-1, MMP-9 ve VEGF parametrelerin köpeklerde rutin biyokimyasal belirteçler yanında tanısal açıdan uygun biyobelirteçler olup olmadıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada yer alan hayvanlar, Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı kliniklerine getirilen farklı yaşta, ırkta, cinsiyette ve vücut ağırlığındaki köpeklerdir. Hastaneye generalize lenfodenopati, anoreksi, halsizlik, dispne, egzersiz intoleransı, yüksek ateş ve benzeri farklı şikâyetlerle getirilen multisentrik lenfomalı (CL grubu) (n=15) ve klinik olarak sağlıklı (n=9) köpekler olmak üzere toplam 24 köpekten oluşan 2 grupta incelenmiştir. CL grubunun yüzde 86,6'sında en az bir klinik bulgu not edilerek 'b alt evre' saptanmıştır. CL grubuna dahil edilen tüm hastalar WHO kriterleri göz önüne alınarak yüksek dereceli (>Evre III) olarak evrelenmiştir CL grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı nötrofilik lökositoz, normositik normokromik non-rejeneratif anemi ve trombositopeni saptanmıştır. Biyokimyasal parametrelerden ALP, LDH, C-RP ve CRE istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek seyrederken; TK-1, MMP-9 ve VEGF yüksek seyretse de yalnızca MMP-9'da istatistiksel fark gözlenmiş ve tanı aşamasında diğer biyobelirteçlerden daha hassas olabileceği anlaşılmıştır. Hemogram, seçilen biyokimyasal enzimler ve biyobelirteçlerden hiçbirinin tanı için tek başına anlamlı olmadığı, köpeklerde lenfoma tanısının altın standardının hala şüpheli lezyonların sitolojisi ve/veya histopatolojisi olduğu fikri benimsenmiştir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Saanen keçilerde farklı senkronizasyon yöntemlerinin başlıca verim özellikleri üzerine etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-02-12) Tezcanlı, Öznur; Üstüner, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Zootekni Anabilim Dalı.; 0000-0002-4402-2434
    Araştırmanın amacı; Saanen ırkı keçilerde farklı senkronizasyon yöntemlerinin döl verimi, süt verimi, oğlaklarda büyüme, somatik hücre sayısı ve yaşama gücüne etkisinin belirlenmesi ve oğlaklarda melatonin uygulamasının büyüme performansına olan etkisinin belirlenmesidir. Araştırma materyali, Bursa Uludağ Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde bulunan 58 baş keçi ve oğlaklardan oluşmaktadır. Keçiler, Kontrol grubu (n= 16), Melatonin Grubu (n=22) ve CIDR grubu(n=20) şeklinde 3 gruba ayrılmıştır. Süt verimi için bir laktasyon boyunca 20 gün aralıklarla sağım yapılarak süt örnekleri alınmış ve süt verim parametreleri belirlemiştir. Keçilerde doğum kayıtları tutularak; östrus oranı, gebelik oranı, doğum oranı, tek doğum oranı, ikiz doğum oranı, üçüz doğum oranı, abort oranı, oğlak verimi ve bir batındaki oğlak verimi parametreleri hesaplanmıştır. Oğlaklar melatonin hormonunun büyümeye etkisinin tespiti için 3 gruba ayrılmıştır. Kontrol Grubu oğlaklara herhangi bir uygulama yapılmamıştır (n=11) (K=Kontrol). G30 grubu oğlaklara 30. Günde melatonin uygulaması yapılmıştır (n=12) (G30). G60 grubu oğlaklara 60. Günde melatonin uygulaması yapılmıştır (n=12) (G60). Araştırma sonucunda genel olarak keçilerde östrus oranı %94,8, gebelik oranı %86,2; abort %2; doğum %84,5; tek doğum oranı %28,6; ikiz doğum oranı %63,3; oğlak verimi %151,7ve bir doğuma düşen yavru sayısı 1,79 olarak tespit edilmiştir. Oğlaklarının genel ağırlık ortalaması sırasıyla doğum ağırlığı 3,29 kg, 30. gün ağırlığı 8,02 kg, 60. Gün ağırlığı 12,68 kg, 90. gün ağırlığı 18,41 kg, 120. gün ağırlığı 21,26 kg olarak belirlenmiştir. Yaşama gücü ise; 60. günde %100, 120. günde %97,1 olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak, senkronizasyon yöntem farklılıklarının Saanen keçilerde verim performansına etkisi anlamlı bulunmamış olup, sezon ve ekonomik veriler dikkate alınarak tercih yapılmalıdır.
  • ÖgeAçık Erişim
    Farklı oranlarda royal jelly (arı sütü) içeren sulandırıcılarla dondurulan köpek spermasının in vitro olarak değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-18) Bekil, Emine; Sağırkaya, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı.; 0000-0003-0251-987X
    Takdim edilen bu çalışmada, İngiliz Bulldog ırkı köpek spermasında kriyoprezarvasyon aşamasında gerçekleşen hücre hasarına karşı korumak ve oksidatif stresin önüne geçmek adına antimikrobiyal, antioksidan ve fertilite üzerine olumlu etkileri olan Royal Jelly (RJ)’nin tesirlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda spermatolojik değerlendirme ışığında 10 farklı İngiliz Bulldog ırkı köpekten değişen zamanlarda 5 sefer sperma alınmıştır. Alınan taze spermatozoitlere plazma membran bütünlük testi yapılmış ve motilite değerleri incelemeye alınmıştır. Sonrasında ise biri kontrol olan %1, %2, %4, %8 RJ içeren 5 grup tris bazlı yumurta sarılı sulandırıcı yardımıyla dondurulmuştur. Ardından en az 24 saat bekletildikten sonra çözdürülen spermatozoitlerin motilite, plazma membran bütünlüğü, DNA bütünlüğü ve akrozom bütünlüğü incelenmiştir. İngiliz Bulldog ırkı köpek spermatozoalarıyla dondurulduktan sonra ideal koşullarda yapılan çözdürme sonucunda RJ’nin %1, %2, %4 ve %8 oranlarında sulandırıcıya ilave edilmesi değerlendirildiğinde; spermanın uygun koşullarda çözdürülmesi sonucu motilite oranı %8 RJ ilave edilen grup hariç diğer gruplarda istatistiksel anlamda değerli neticeler tespit edilmiştir, plazma membran bütünlüğü incelendiğinde ise %1 ila %2 RJ ilave edilen sulandırıcılarda istatistiksel anlamda kıymetli bir fark gözlemlenmiştir ancak %4 ila %8 RJ eklenen gruplarda fark görülmemiştir, akrozom bütünlüğü değerlendirildiğinde ise %8 RJ ilave edilen grup dışındaki gruplarda istatistiksel farklılık belirgin şekilde tespit edilmiştir. Ayrıca DNA bütünlüğü araştırıldığında, gruplar arasında istatistiksel manada bir değişiklik gözlemlenmemiştir. Yapılan çalışmamızda da çözdürülen spermatozoitlerde, %1, %2, %4 konsantrasyonlarında eklenen RJ’nin %8’e göre spermatozoanın akrozom yapısını koruyarak motilitesini daha etkili şekilde iyileştirdiği ve %1 ila %2 RJ oranlarının %4 ila %8 RJ’ e kıyasla spermatozoanın membran yapısını daha yüksek ölçüde koruduğu neticesine ulaşılabilir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Melatonin ilave edilmiş sulandırıcılarla dondurulan arı (apis mellifera) spermasının in vitro olarak değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-18) Akkaşoğlu, Mustafa; Alçay, Selim; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı.; 0000-0002-8410-6579
    Ülkemiz bal üretimi istatistikleri üzerinden, dünyada ikinci sırada bulunmaktadır, ancak koloni başına bal verimi açısından diğer ülkelerin gerisinde kalmaktadır. Arı ırklarının dayanıklılığı bu konuda önemlidir. Gezginci arıcılıkda yanıklı ırkların kaybına neden olmaktadır ve kontrolsüz çiftleşme sonucu ırkların saflığı bozulmaktadır. Bu nedenle, kaliteli ve üstün genetiğe sahip arılardan sperma alınmalı ekonomik ve sürdürülebilir arıcılık için saklanmalıdır. Arı spermaları üzerinde dondurma ve çözdürme işlemleri fiziksel, fonksiyonel ve biyokimyasal özelliklerine olumsuz etkileri olmaktadır. Dondurma işlemleri sırasında ortaya çıkan lipid peroksidasyon spermanın motilite ve fertilizasyon yeteneğini düşürmektedir. Yapılan çalışmada melatonin ilavesinin arı spermasının dondurulması üzerindeki etkilerini değerlendirmesi amaçlandı. Melatonin ilavesinin antioksidan özellikleri nedeniyle sperm membranlarını koruma potansiyeli olduğu ve dondurma çözdürme işlemleri sonrasında spermatolojik parametrelerde olumlu etkiler sağlayabileceğini gördük. Çalışmamızda pooling yapılan taze arı sperma örneklerinin dondurulması işlemi sonrasında sperm kalitesindeki değişiklikleri ve melatonin ilavesinin bu değişikliklere olan etkileri incelendi. Yeni alınmış sperma örneklerinde motilite, plazma membranı fonksiyonel bütünlüğü, akrozom bütünlüğü ve DNA sağlamlık oranları belirlendi. Dondurma işleminin, özellikle motilite, plazma membran ve akrozomal bütünlük üzerinde olumsuz etkiler olduğu tespit edildi (P<0,05). Çalışmada, sulandırıcılara melatonin ilavesinin eritme sonrası spermatolojik parametrelerde olumlu etkilere neden olduğu görüldü. Özellikle Mel0,5 ve Mel1gruplarında kontrol ve diğer gruplara göre daha yüksek motilite değerleri elde edildi(P<0,05), en yüksek motilite Mel0,5 grubunda bulundu. Melatonin ilavesinin plazma membran ve akrozomal bütünlük üzerinde de koruyucu etkileri belirlendi (P<0,05).Sonuçlar, melatoninin arı spermasının dondurma-çözdürme işlemleri sonrasında sperm kalitesini artırıcı potansiyele sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bulgular, arı üretiminde kriyoprezervasyon tekniklerinin geliştirilmesi ve genetik materyalin korunması için melatoninin kullanımının potansiyel bir strateji olabileceğini göstermektedir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Köpeklerde nano-ozon solüsyonunun in vitro nükleer oosit maturasyonu üzerine etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-01) Bari, Özge; Özalp, Rabia Gözde; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-7017-5485
    Köpek oositlerinin in vitro maturasyon (IVM) oranları diğer türlere göre oldukça düşüktür. IVM’deki önemli problem, reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumu olup, bunun önlenmesinde en basit yaklaşım, medyumların antioksidan madde ile hazırlanmasıdır. Bu çalışmada, hem oksidan hem de antioksidan özelliğe sahip nano-ozon solüsyonu kullanıldı. Nano-ozon solüsyonunun köpek oositlerinde nükleer morfolojiye etkisi, kültür medyumunun oksidan/antioksidan durumu ve maturasyon ilişkili genlerin (Siklin bağımlı kinaz 1 (CDK1) ve Siklin B1)ekspresyon seviyeleri değerlendirildi. Ek olarak, antioksidan kapasitenin değerlendirilmesi için demir iyonu indirgeyici antioksidan güç (FRAP) testi kullanıldı. Kumulus-oosit kompleksi (COCs) 130 köpekten toplandı. COCs farklı konsantrasyonlarda nano-ozon solüsyonu eklenen maturasyon medyumunda inkübe edildi (0, 0,5, 1, 2, ve 5 µg/ml). Kültür medyumları toplanarak Malondialdehit (MDA), Glutatyon (GSH), Süperoksit-dismutaz (SOD) ve FRAP ölçümü için saklandı. Parteno genetik aktivite sonrasında, nükleer morfolojiler mikroskop altında germinal vezikül (GV), germinal vezikül parçalanması (GVBD), metafaz I (MI), metafaz II (MII), ve dejenere (DEG) oosit olarak değerlendirildi. Aktivasyon sonrası toplanan oositlerde, CDK1 ve Siklin B1 gen ekspresyonları Real-Time PCR ile değerlendirildi. Nükleer morfoloji oranları gruplar arasında farklı bulundu (p<0,05). Mayotik süreci tamamlayan oosit oranı (MI+MII) en yüksek Grup B ve C’de bulunurken, MII aşamasına ulaşan en yüksek oosit sayısı Grup C’de gözlendi. MDA ve SOD konsantrasyonları arasında fark bulunamadı (p>0,05) ancak GSH ve FRAP düzeyleri istatistiksel olarak farklı bulundu (p<0,05). Bunun ötesinde CDK1 ve Siklin B1 gen ekspresyonları gruplar arasında farklı bulundu (p<0,05). En yüksek oran Grup B ve C’de belirlendi. Sonuçlarımız nano-ozon’un IVM’de oksidatif stres parametrelerini hafifleterek MII aşamasına gelişimi indüklemiş ve maturasyon-ilişkili genekspresyonunu artırmıştır. En uygun doz olarak 0,5 µg/ml, 1 µg/ml nano-ozon katkısının IVM’de kullanılması önerilebilir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Clostridioides difficile'nin pastörize süt, yoğurt ve kefirdeki davranışı ve nisinin etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-08) Dal, Ayşe Gül; Çıbık, Recep; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-0607-2182
    Çoklu ilaç direncine sahip olan ve nozokomiyal bir patojen olarak bilinen Clostridioides difficile tedavisi zor enfeksiyonlara yol açmaktadır. Son yıllarda toplum ilişkili vakalardaki artış, etkenin zoonoz özelliğine ve gıdalar yolu ile bulaşma şekline dikkatleri çekmiştir. Çalışmamızda klasik kültürel yöntemleri kullanarak etkenin sporlarının pastörize inek sütünde, yoğurtta ve kefirde canlılığı ve davranışı depolama süresince izlenmiştir. İnoküle edilen sporların süt ürünlerinden geri kazanımında kayıpların yüksek olduğu ve etkenin % 90'dan fazlasının kullanılan besiyerinde yeniden çimlendirilemediği saptanmıştır. Sporların uygulanan pastörizasyon işlemlerinden etkilenmediği, ayrıca depolama süresi boyunca pastörize süt, yoğurt ve kefir örneklerinde anlamlı bir yıkımlanmaya maruz kalmaksızın canlılığını sürdürdüğü belirlenmiştir. Bazı gram pozitif bakteriler ile sporlar üzerine inhibe etkisi olduğu bilinen bir bakteriyosin olan nisinin etkisini belirlemek amacıyla, farklı dozlardaki (7,5-12,5-25-50 ppm) Nisin A pastörizasyon sonrası süte ilave edilmiş ve depolama süresince sporlar üzerine etkisi incelenmiştir. Farklı Nisin A inokülasyon düzeylerinde etkenin tamamen yıkımlanamadığı, en yüksek yıkımlanmanın 25 ve 50 ppm nisin eklenen gruplarda sırasıyla 1,80 log ve 1,83 log olarak gerçekleştiği saptanmıştır. 50 ppm uygulanan gruptaki yıkımlanma ilk analiz gününde kontrol grubuna göre yaklaşık 1 log seviyesinde ölçülmüştür. Sonuç olarak, etkenin sporlarının süt ürünlerinden geri kazanımının düşük olduğunu, buna neden olan koşulların incelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ayrıca ısıya ve depolama koşullarına dirençli olan sporların, gıdalar vasıtasıyla insanlara bulaşmada önemli ve etkin rol oynayabileceğini işaret etmektedir. Diğer sporlu basillus ve klostridialardan farklı olarak üzerinde nispeten daha az çalışma ve bilgi bulunan C. difficile hakkında kapsamlı ve multidisipliner çalışmaların yapılması halk sağlığı açısından bir gereklilik olarak görülmektedir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Yenidoğan sıçan beyninde hiperoksinin neden olduğu nöron ölümünde nesfatin-1 peptitinin koruyucu etkisinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-11) Halk, Kıymet Zülal; Minbay, Fatma Zehra; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-8226-221X
    Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde prematür yenidoğanlara, resüsitasyon pulmoner hipertansiyon ve solunum sıkıntısı gibi durumlarda tedavi amaçlı verilen suprafizyolojik dozlarda oksijen, retina ve akciğer gibi organların yanısıra beyine de hasar verir. Hiperoksinin apoptitoz, oksidatif stres, inflamasyon gibi nöronal sağkalımı etkileyen süreçlerde patolojik değişikliklere neden olduğu neonatal hayvan modellerinde gösterilmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalar hiperoksinin neden olduğu nöronal hasarı azaltmayı amaçlayan nöroprotektif ajan arayışları üzerine yoğunlaşmıştır. Anoreksijenik bir peptit olan nesfatin-1’in, anti-inflamatuar ve anti-apoptotik etkileri olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, nesfatin-1 peptitinin gelişmekte olan sıçan beyninde hiperoksinin neden olduğu beyin hasarına etkisinin olup olmadığını ve bu etkisini hangi mekanizmalar üzerinden gerçekleştirdiğini göstermektir. Çalışmada Wistar albino cinsi 6 günlük sıçanlar kullanıldı. Normoksi+SF, hiperoksi+SF, hiperoksi+nesfatin-1, normoksi+nesfatin-1, grupları oluşturuldu. 2veya 5 gün sürelerle hiperoksiye maruz bırakılan yavrulara iki farklı dozda nesfatin-1intraperitoneal yolla verildi. Işık mikroskobik değerlendirmelerde etkin dozun20μg/kg/gün olduğu belirlendi. Takiben etkin doz verilen yavru sıçanların tüm beyin homojenatlarında, otofaji, apoptoz, inflamasyon ve oksidatif stres süreçlerine özgü proteinler ile nörotrotrofinlerin ekspresyonlarındaki değişiklikler değerlendirildi. Elde ettiğimiz bulgulara göre, nesfatin-1’in, hiperoksi nedeniyle azalan nöronsayısını anlamlı ölçüde artırdığı ve hipomiyelizasyonu düzelttiği gözlendi. İki günlük hiperoksi süresince uygulanan nesfatin-1’in, hiperoksinin nedeni ile artan beklin-1,ATG5 ve LC3A-B gibi otofaji belirteçlerinin düzeyleri ile BAX ve IL-18ekspresyonlarını anlamlı ölçüde azaltırken, 5 günlük hiperoksinin etkisi ile ekspresyonları azalan BDNF ve GDNF gibi nörotrofinler ile SOD ve GSH-Pxantioksidan enzim düzeylerini anlamlı olarak artırdığı tespit edildi. Sonuç olarak, nesfatin-1 peptitinin hiperoksinin neden olduğu beyin hasarını azalttığı, bozulan hücresel ve moleküler mekanizmalar üzerine koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Poliamin biyosentezi ve glikoliz yolaklarının inhibisyonunun pankreatik adenokarsinoma tedavisindeki etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-10) Bozkurt, Aybike Sarıoğlu; Güneş, Nazmiye; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; 0000-0002-8287-6617
    Pankreas kanserlerinde 5-yıllık sağ kalım oranı yaklaşık %6-8 dolaylarında olup yeni tedavi yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Pankreas kanserlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan pankreatik duktal adenokarsinom (PDAK)'ların %90'ından fazlasında KRAS geninin aktive edici mutasyonlarına rastlanmaktadır. KRAS aktivasyonu PDAK hücrelerinin özgün metabolik bağımlılıklar geliştirmesine neden olur. Yapılan çalışmalar KRAS'ın glikoliz ve poliamin biyosentezi yolaklarının aktivitesini arttırdığını göstermektedir. Bu tez çalışmasında; KRAS mutasyonuna sahip olan ve metabolik olarak agresif oldukları bilinen PDAK hücre modellerinde glikolitik regülatör 6-fosforukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bisfosfataz-3 (PFKFB3) ve poliamin biyosentez yolağı hız sınırlayıcı enzimi ornitin dekarboksilaz (ODC1)'ın genetik ve farmakolojik yöntemler kullanılarak tekli ve kombine inhibisyonlarının hücrelerin in vitro metabolik, proliferatif ve onkojenik potansiyelleri üzerindeki etkisi araştırıldı. Çalışmada hücre modelleri olarak PANC1 ve MIA PaCa-2; genetik baskılama yöntemi olarak siRNA ve farmakolojik hedefleme olarak PFKFB3 için AZ PFKFB3 26 (AZP3-26) ve ODC1 için diflurometilornitin (DFMO) kullanıldı. qPCR, Western blot, F2,6BP ve metabolik analizler PDAK hücrelerinde PFKFB3 ve ODC1'nin birbirlerinin aktivitelerini düzenleyebildiğini gösterdi. PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin siRNA ve özgün kimyasal inhibitörlerle birlikte baskılanması PDAK hücrelerinin proliferasyonunu tekli baskılamalara göre daha yüksek oranda azalttı. PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin AZP3-26 ve DFMO ile inhibisyonu tekli kullanımlara göre her iki hücre hattının yumuşak agarda büyüme ve koloni oluşturma kapasitelerini önemli oranda düşürdü. Ayrıca PANC1 hücrelerinde, AZP3-26 ve DFMO'un birlikte kullanımı, tekli kullanımlara göre, hücrelerin Matrijel invazyon kapasitesini daha anlamlı olarak azalttı. Bu tez çalışması kapsamında elde edilen veriler; metabolik agresifliği ve plastisitesi ile öne çıkan PDAK tümörlerinde PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin baskılanmasının in vitro olarak tekli inhibisyonlara göre daha kuvvetli anti-onkojenik etkiye sahip olabileceğini göstermektedir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Malign melanom hastalarında tümör ile ilişkili antijenlerin belirlenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-18) Karaçay, Mehmet; Oral, Haluk Barbaros; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp Fakültesi/İmmünoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-5301-6626
    Adoptif hücre tedavileri (ACT) son yıllarda malign melanomlu hastalar için mevcut en iyi immünoterapi seçeneklerinden biridir. Tümörün baskılayıcı mikroçevresinden dolayı anti-tümör immün yanıtların yetersiz kalması, kansere bağlı ölümlerin artmasına neden olmaktadır. Verimli bir tedavi yaklaşımı için geniş bir hasta grubunun antijen özgüllüklerinin, önceden tanımlanmış olması oldukça önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda malign melanomun farklı alt grup ve evrelerinde benzerlik ve ortaklık gösteren hücre içi antijenlerin tanımlanması amaçlanmıştır. Çalışmamızda kutanöz, üveal ve mukozal melanomlu hastaların doku örneklerinin hem in situ hem de invaziv alanlarında, literatürde daha önce melanom ile ilişkilendirilmiş MART-1, HMB-45, TYR, TRP-1, TRP-2, MAGE-A, MAGE-C1 ve NY-ESO-1 antijenlerinin ifade düzeyleri belirlenmiştir. Çalışmanın sonucunda, hasta kontrol gruplarına kıyasla, HMB-45, MAGE-A ve MAGE-C1 antijenlerinin, melanom dokularının in situ ve invaziv alanlarında ve tüm alt grup ve evrelerinde benzer şekilde, istatistiksel olarak anlamlı derece yüksek ifade edildikleri tespit edilmiştir. Ayrıca bu antijenlerin, hastalığın metastatik evrelerinde primer evrelerine kıyasla daha yüksek ifade edildikleri de gözlemlenmiştir. Belirlenen HMB-45, MAGE-A ve MAGE-C1 antijenlerinin tanınmasına yönelik gerçekleştirilecek immünoterapi yaklaşımları sayesinde efektif anti-tümör immün yanıtların artması, metastazların kontrol altına alınması ve melanoma bağlı ölümlerin azalmasına aracılık edebileceği düşünülmektedir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Üridin ve üridin nükleotidlerinin nöroendokrin nöronlar üzerindeki aktive edici etkilerinin immünohistokimyasal olarak araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-26) Akbulut, Nursel Hasanoğlu; Eyigör, Özhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-5704-5793
    Tez çalışmasında intraserebroventriküler (i.s.v.) yolla uygulanan üridin ve üridin nükleotidleri olan üridin monofosfat (UMP), üridin difosfat (UDP), üridin trifosfat (UTP)'ın vazopressin, oksitosin ve nesfatin-1 nöronları üzerindeki aktive edici etkilerinin araştırılması ve bu etkide reseptör antagonistlerinin olası baskılayıcı rolünün değerlendirilmesi amaçlandı. Bu amaçla çalışmada 4-6 aylık Sprague Dawley cinsi erkek sıçanlar etken madde ve antagonist uygulamaları için 8 gruba ayrıldı (n=5/grup). Deney hayvanlarına salin (5 mikrolitre), üridin (1μmol), UMP (1μmol), UDP (1μmol), UTP (1μmol) i.s.v olarak uygulandı. Antagonist gruplarda UTP için P2Y₂ reseptör antagonist (AR-C118925XX-0,1μmol) UDP için hem P2Y₆ reseptör antagonisti (MRS2578-1μmol) ve hem P2Y₁₄ reseptör antagonisti (PPTN hidroklorür-1μmol) i.s.v. olarak etken maddelerin verilmesinden 15 dk önce uygulandı. Son enjeksiyonu takip eden 90. dakika sonunda perfüzyonla fikse edilen dokulardan alınan yüzen kesitlerde ikili indirekt immünoperoksidaz yöntemi kullanılarak vazopressin, oksitosin ve nesfatin-1 nöronlarında c-Fos işaretlemeleri yapıldı. Sonuçlar, ikili işaretlenen (aktive olan) nöron yüzdesi olarak değerlendirildi. Merkezi yolla uygulanan üridin, UMP ve UTP'nin kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, supraoptik (SON), paraventriküler (PVN) ve periventriküler (PeV) çekirdeklerde istatistiki olarak anlamlı sayıda nesfatin-1 nöronunu aktive ettiği belirlendi. Benzer olarak SON ve PVN'de oksitosin nöronlarındaki aktivasyon artışı üridin, UMP ve UTP uygulanmasında anlamlı bulundu. Üridin ve nükleotidlerinin vazopressin nöronlarında aktive edici etkisi incelendiğinde hem SON hem de PVN'de UMP ve UTP'nin vazopressin nöronlarını salin grubuna göre anlamlı olarak aktive ettiği belirlendi. Tüm nöron gruplarında en yüksek aktivasyon artışı gösteren UTP'nin etkisi, P2Y₂ reseptör antagonist ön uygulanmasıyla baskılandığı gösterildi. İkili immünofloresans boyama ile tüm nöron tipinde P2Y₂ varlığı belirlendi. Sonuç olarak UTP'nin vazopressin, oksitosin ve nesfatin-1 nöronlarında lokalize P2Y₂ reseptörüne bağlanarak nöronları aktive ediyor olabileceğini düşündürdü.
  • ÖgeAçık Erişim
    Bıldırcınlarda nar kabuğu ekstraktı ile prebiyotiğin birlikte kullanılmasının besi performansı ve bazı kan parametreleri üzerine etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-17) Kubad, Evrim; Biricik, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Hayvan Besleme Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0001-9900-608X
    Bu araştırmanın amacı; bıldırcın rasyonlarında prebiyotik (1 g/kg) ile nar kabuğu ekstraktının düşük (% 7,5 mg/kg) ve yüksek (% 17,5 mg/kg) dozlarının ayrı ayrı ve prebiyotik ile birlikte kullanımının; performans parametreleri (Canlı Ağırlık; CA, Canlı Ağırlık Artışı; CAA, Yem Tüketimi; YT, Yemden Yararlanma Oranı; YYO sıcak-soğuk karkas ağırlığı ve randımanları), et kalitesi (göğüs ve but etinin L*, a*, b*ve pH değerleri), kan serumundaki bazı antioksidan enzimlerin aktivitesi (Süperoksit Dismutaz; SOD ve Toplam Antioksidan Kapasitesi; TAK), karaciğer yağlanması ve hidropik dejenerasyon, ince bağırsak villus yüksekliği (VY), kript derinliği (KD), villus yüksekliği/kript derinliği (VY/KD), villus genişliği (VG) üzerindeki etkilerini saptamaktır. Toplam 240 adet kuluçkadan yeni çıkmış bıldırcın kullanılmıştır. Bıldırcınlar, CA’ları (7,68 ± 0,63) ve cinsiyetleri yönünden eşit şekilde altı gruba dağıtılmıştır. Rasyonlar; 0 (Kontrol), 1 mg/kg prebiyotik (Pr), 7,5 mg/kg nar kabuğu ekstraktı (NKE1), 7,5 mg/kg nar kabuğu ekstraktı + 1 g/kg prebiyotik (NKE1+Pr), 17,5 mg/kg nar kabuğu ekstraktı (NKE2) ve 17,5 mg nar kabuğu ekstraktı/kg + 1 g/kg prebiyotik (NKE2+Pr) katılmıştır. Bıldırcınlar, 7’şer gün aralıklarla tartılmıştır; en yüksek CA değeri; NKE1’de, en yüksek YT;, K’de, en iyi YYO, NKE2+Pr’de gözlenmiştir (p<0,05). But etinin a* ve b* değerleri, NKE2+Pr’de yüksek, en düşük göğüs eti pH değeri NKE1, en yüksek TAK değeri ise NKE2’de gözlenmiştir (p<0,05). Karaciğer yağlanması en az NKE1’de, VY en yüksek NKE2’de, KD en düşük NKE2+Pr’de, VY/KD ve VG değerleri ise en yüksek NKE2+Pr’de olduğu görülmüştür. Sonuç olarak bıldırcın rasyonlarına ilave edilen 17,5 mg/kg dozunda NKE’nin; performans parametreleri, et kalitesi, kan serumu TAK değeri, karaciğer-bağırsak histomorfolojisini olumlu yönde etkilemiştir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Buzağılarda (0-2 aylık) biberiye uçucu yağının yem katkı maddesi olarak kullanım olanakları
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-21) Bıyık, Firdevs; Biricik, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-3451-8521
    Bu araştırmanın amacı; 0-2 aylık buzağılarda Rosmarinus officinalis esansiyel yağının büyüme performansı, rumen ve dışkı parametreleri ile kan metabolitleri üzerine olan etkisini belirlemektir. Araştırmada toplam 42 baş buzağı, cinsiyet ve doğum ağırlıkları gözetilerek bir kontrol ve 3 deneme grubu olmak üzere toplam 4 ana gruba ayrılmıştır. Buzağılar süt ikame yemi, buzağı başlangıç yemi ve yonca kuru otu ile beslenmişlerdir. Buzağılara süt ikame yemi içinde sırasıyla 0 (KG), 500 (DG1), 1000(DG2) ve 2000 (DG3) mg/gün biberiye esansiyel yağı verilmiştir. Buzağıların yem tüketimleri günlük olarak belirlenmiştir. Tüm buzağılar, 3., 28. ve 56. Günlerde tartılmışlardır. Ayrıca, 28 ile 56. günlerde buzağılardan kan numuneleri alınmıştır. Çalışmanın 56. gününde ise buzağılardan dışkı numunesi ve rumen içeriği alınmıştır. Çalışma sonunda toplam canlı ağırlık artışları KG’de 19,33 kg; DG1’de 25,55 kg; DG2’de25,27 kg; DG3’te ise 22,60 kg olarak bulunmuştur (P˂0,05). Biberiye esansiyel yağı katkısı kuru madde tüketimini, buzağı başlangıç yemi tüketimini ve yemden yararlanma oranını arttırmıştır (P˂0,05). Biberiye esansiyel yağı rumen pH’sı, dışkı pH’sı ve dış kıskorunu etkilememiştir. Rumen amonyak azotu en yüksek DG1’de, en düşük DG3’te ölçülmüştür (P˂0,05). Rumen total uçucu yağ asidi konsantrasyonu DG1’de, KG ve DG3’e göre daha yüksek bulunmuştur (P˂0,05). DG2 ve DG3’te 56. gün total kolesterol seviyesi en düşük ölçülmüştür (P˂0,05). Biberiye esansiyel yağı kan immunoglobulin G, ghrelin, BHBA, glikoz seviyelerini arttırmıştır (P˂0,05). Farklı dozlarda biberiye esansiyel yağı katkısının buzağılarda canlı ağırlık artışını, kuru madde ve yem tüketimini, yemden yararlanma oranını, rumen fermentasyonunu, IgG ve ghrelin seviyelerini olumlu bir şekilde etkileyebileceği sonucuna varılmıştır.
  • ÖgeAçık Erişim
    Hipotalamik nöroendokrin hücre aktivasyonunda glutamat agonistlerinin rolü
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-25) Kafa, İlker Mustafa; Eyigör, Özhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-8309-0934
    Glutamat agonistlerinin hipotalamustaki belirli nöron grupları üzerine olan etkileri, çalışmanın ana amacını oluşturmuş ve bu çerçevede sıçan beyinlerinde, vazopresin, oreksin ve kisspeptinnöronlarının dağılımları ve glutamaterjik sistem ile olan reseptör ve aktivasyon düzeyindeki ilişkileri incelenmiştir. İlgili alanlarda, farklı glutamat agonistlerinin ve antagonislerinin adı geçen nörongruplarına olan etkileri immünohistokimyasal yaklaşımla araştırılmıştır. Çalışmanın ana iskeletinde, glutamatın NMDA ve non-NMDA reseptörlerine ait agonistlerinden AMPA ve kainik asitin (veantagonistlerinin) intraperitoneal olarak uygulanmasını takiben ilgili nöron popülasyonları c-Fosekspresyonu açısından değerlendirilmiştir. Oreksin nöronları açısından, bu nöron grubunun, glutamaterjik inervasyon aldığı, AMPA ve kainik asit reseptör alt birimlerini eksprese ettikleri ve non-NMDA agonistleri ile aktivasyon gösterip, uygun antagonist ile baskılanabildiği gösterilmiştir. Vazopresinerjik sistem açısından da vazopressin nöronları üzerinde glutamat agonistlerinin uyarıcı etkileri olduğu, glutamatın etkisini vazopressin nöronlarında reseptörleri aracılığı ile yaptığı bulunmuştur ve daha ileri çalışmalarımız için bu sonuçların ışık tutucu ve yol gösterici olduğu düşünülmüştür. Nispeten daha yeni bir alan olan kisspeptin nöronları konusunda elde ettiğimiz dağılım alanları ve glutamaterjik sistemle olan bağlantılarına yönelik sonuçlar, bu nöronların çalışma alanımızında ötesinde daha pek çok fonksiyonel bağlantısı ve görevi olduğunu da göstermektedir. Çalışmalarımız sonucunda da literatürdeki veriler ile uyumlu olarak kisspeptin nöronlarının glutamat agonistleri ile aktivasyon gösterip, uygun antagonist ile baskılanabildiği morfolojik düzeyde gösterilmiş ve diğer metodlar ile elde edilen sonuçlara katkı sağladığı düşünülmüştür.
  • ÖgeAçık Erişim
    Köpeklerin bilişsel fonksiyon bozukluğu tedavisinde orta zincirli trigliserit molekülleri içeren diyete çevresel modifikasyon tekniklerinin etkisinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-10-03) Kurum, Hilal; Yalçın, Ebru; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-1394-7984
    Çalışmanın amacı; köpeklerde bilişsel fonksiyon bozukluğunun (CCD)tedavisinde orta zincirli trigliserid (MCT) takviyeli diyete ek olarak çoklu çevresel modifikasyon tekniklerinin (MEMO) uygulanarak, bilişsel fonksiyon bozukluğu tanı skalasında sonuçların karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Çalışma, 8 yaşın üzerindeki farklı yaş, ırk, cinsiyet ve vücut ağırlığındaki sorumluluğu hasta yakınlarındaki toplam 20 köpekten oluşmuştur. ‘’Köpeklerin bilişsel fonksiyon bozukluğu sendromu değerlendirme skalası’’ derecelendirme sistemine göre sınıflandırılmıştır. CCD davranış kriterleri (DISHAA) gösteren hastalar, ayırıcı tanı için klinik muayeneye alınmıştır. Ayrıntılı muayeneden geçen, yapılan analizlere (hemogram, serum biyokimyasal, akut faz proteinleri, kortizol) göre sağlıklı göstergeleri olan CCD’li hastalar 2 farklı tedavi grubuna ayrılmıştır. Grup I için hastalara tedavi olarak %6,5 MCT içerikli reçeteli diyet, grup II için ise; diyet ile birlikte MEMO için belirlenen koşullar uygulanmıştır. Tüm değerlendirmeler 30günlük tedavi sonunda tekrar yapılmıştır. Sonuç olarak; birinci grupta, 30 gün sonunda 6 DISHAA kategorisindendis oryantasyon dışındaki 5 kategorideki skorlar, ikinci grupta ise 6 DISHAA kategorisinin tamamı istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük (p<0,05) gözlenmiştir. Tedavinin son gününde; sosyal ilişkiler ve etkileşim, aktivite, anksiyete skorları ikinci grupta, birinci gruba göre; toplam CCD skorlandırması ise tedavi sonunda, ikinci grupta birinci gruba göre istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük olduğu gözlenmiştir. Serum kortizol değerleri ikinci grupta, birinci gruba göre 30. günde istatiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Hemogram, serum biyokimyasal, akut faz proteinleri parametrelerinde istatiksel açıdan önemli bir fark gözlenmemiştir. MCT takviyeli diyetin 30 gün sonunda CCD ile ortaya çıkan davranış bulgularını geriletmede etkili olduğu görülmüştür. Modifikasyon tekniklerinin, multitedavi seçeneği olarak, özellikle stres ve sosyal ilişkiler düzeyinde etkili olduğu, hastalığın semptomlarını ve prognozunu yavaşlattığı görülmüştür.
  • ÖgeAçık Erişim
    Buzağı ishal olgularında Bovine Rotavirus (BRV) ve Bovine Coronavirus (BCoV) tespiti ve karakterizasyonu
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-28) Ateş, Özer; Yeşilbağ, Kadir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Viroloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-7676-9033
    Neonatal döneminde en önemli mortalite sebebi olan buzağı ishalleri birçok faktöre bağlı olarak gelişmekte ve büyük ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Türkiye’ de bugüne kadar yapılan epidemiyolojik çalışmalarda, BRV ve BCoV’ un yeni doğan buzağılarda önemli oranda ishal olgularına neden olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada Türkiye’ nin farklı illerinden toplanan dışkı örneklerinde BRV ve BCoV’un rolü tespit edilmek istenmiştir. Projede kapsamında toplanan ve ishal semptomu gösteren bir aylık ve daha küçük yaştaki toplam 213 dışkı örneğinden 69 adedi (%32,39) BRV yönünden ve 17 adedi (%7,98) BCoV yönünden pozitif bulundu (Tablo4.2). Örneklerinin 82 adedinde (% 38,5) araştırılan viruslardan en az birisi (BRV ve/veya BCoV) tespit edilirken, 65 (%30,52) adet dışkı örneğinde tek BRV, 13(%6,10) adet dışkı örneğinde tek BCoV ve 4 (%1,88) adet dışkı örneğinde BRV ve BCoV ikili enfeksiyonu saptandı. Hücre kültüründe virus izolasyon çalışması sonucuMA-104 hücre hatında 2 adet (RV-36, RV-38) saha izolatı başarılı bir şekilde izole edildi. BRV antijen ELISA kiti ile pozitif tespit edilen 69 adet dışkı örneğinin 54 adedi RT-PCR yöntemi ile BRV yönünden pozitif olarak saptandı. BCoV antijen ELISA kiti ile pozitif tespit edilen 17 adet dışkı örneğinin 14 adedi Nested-PCR yöntemi ile BCoV yönünden pozitif olarak tespit edildi. 69 adet dışkı örneğine uygulanan G genotiplendirme RT-PCR sonuçlarına göre, G6 genotipinin tespit edilmesi amaçlanan genotipler arasında daha yüksek olmasına karşın belirgin olarak baskın bir genotip olmadığı tespit edildi. Ayrıca RT-PCR uygulamaları sonucu tespit edilmesi hedeflenen P genotipleri arasında da baskın bir genotipin bulunmadığı, P[5] ve P[11] genotiplerinin birbirine yakın düzeylerde görüldüğü saptandı. Tespit edilen BRV genotip kombinasyonları sonucu baskın olan genotipin G10P[11] olduğu belirlendi. Çalışmada 69 adet dışkı örneğindeki BRV segmentlerinin poliakrilamid jel üzerinde 4/2/3/2 şeklinde sıralandığı gösterilmiştir. Bu sonuçlar, Ag ELISA ve PCR ile BRV yönünden pozitif tespit edilen örneklerin, SDS-PAGE testi ile bant profillerine göre grup A'da olduğunu göstermektedir. Türkiye’ nin farklı illerinden yapılmış örnekleme çalışması sonrası elde edilen veriler doğrultusunda neonatal buzağı ishallerine sebep olabilen önemli viral etkenlerden BRV ve BCoV’ un yaygınlığı tespit edilmiştir ve işletmelerde kayıplara neden olabileceği gösterilmiştir.
  • ÖgeAçık Erişim
    Repeat breeder (döl tutmayan) ineklerde plateletten zengin plazma (PRP) uygulamasının fertilite üzerine etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-12) Ortaç, Cihan Tolga; Gümen, Ahmet; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-8948-3835
    Bu çalışmada; platelet zengin plazma (PRP) kullanılarak repeat breeder ineklerde fertilitenin arttırılması hedeflendi. Bu amaçla çalışmaya, 3 ve üzeri tohumlandığı halde gebe kalmayan ve laktasyon sayısı 1-7 arasında değişen (primipar, n= 110; multipar, n= 250), toplam 360 adet Holştayn ırkı inek dahil edildi. İşletmenin reprodüktif yönetimine göre ineklere resenkronizasyon amaçlı zaman ayarlı suni tohumlama protokolü (Resynch-Ovsynch) uygulandı ve tohumlama anında inekler rastgele iki gruba (PRP ve Kontrol) ayrıldı. PRP grubundaki ineklere (n= 180), suni tohumlamadan 24 saat sonra otolog olarak hazırlanan PRP (15 ml) intrauterin yolla tek doz uygulandı. Kontrol grubundaki (n=180) ineklere suni tohumlama sonrası herhangi bir uygulama yapılmadı. Farklı nedenlere bağlı olarak gebelik muayenesi öncesinde PRP grubunda 27, Kontrol grubunda 30 inek çalışma dışı bırakıldı. Transrektalu ltrasonografi ile tohumlama sonrası 30. ve 60. günlerde gebelik muayenesi gerçekleştirildi. Gruplar arasında, sağılan gün, laktasyon ve tohumlama sayısı açısından istatistiksel bir fark bulunmadı. Gebelik oranları 30. günde; PRP grubunda%36,6 (56/153), Kontrol grubunda %34,7 (52/150) olarak saptandı. Gebelik oranları60. günde; PRP grubunda %33,3 (51/153), Kontrol grubunda %31,3 (47/150) olarak belirlendi. Embriyonik ölüm oranları, PRP grunda %8,9 (5/56), Kontrol grubunda%9,6 (5/52) olarak tespit edildi. Gruplar arasında 30. ve 60. gün gebelik oranları ile embriyonik ölüm oranları açısından istatistiksel bir fark bulunmadı. Çalışma sonucunda tohumlama sonrası tek doz intrauterin otolog PRP uygulamasının repeat breeder ineklerde döl verimi üzerine herhangi bir etkisi saptanamadı. Bununla birlikte, repeat breeder ineklerde fertilitenin arttırılması amacıyla intrauterin PRP kullanımında standardizasyonun sağlanması için uygulama zamanı, sıklığı ve miktarını değerlendirebilecek daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğu sonucuna varıldı.