Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/25

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 20 of 539
  • Item
    Diyabetli ratlarda deneysel yara iyileşmesinde farklı nano ozon kullanımının epitelyal-mezenkimal geçiş (EMT) üzerine etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-11-19) İşbilir, İhsan; Özyiğit, M. Özgür; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Patoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-6906-5695
    Yapılan bu çalışmada diyabetik yaralarda nano ozon ve farklı uygulama yöntemleri kullanarak yara iyileşme sürecinde gözlemlenen epitelyal-mezenkimal geçiş (EMT) belirteçleri (E-Kadherin, N-Kadherin, Vimentin, Snail, Slug, MMP-2 ve MMP-9) incelenerek değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, 12-16 haftalık, 250-300 g ağırlığındaki Sprague-Dawley ırkı sıçanlar kullanıldı. Tek doz intraperitoneal 50mg/kg dozunda Streptozotosin uygulaması yapılarak diyabet oluşturulan hayvanların sırt kısım orta hattan skapulaların kaudal sınırına yaklaşık 1 cm mesafe bırakılacak şekilde 1,5 cm x 1,5 cm genişliğinde iki adet kare şeklinde tam kat yara modeli oluşturuldu. Tüm gruplarda yaralar günlük olarak takip edilirken 7, 14, 21 ve 28. günlerde punch biyopsi yöntemi ile örneklem yapıldı. Çalışmamızda 4 gruba ayrılan hayvanlara sırasıyla ilk grupta intraperitoneal + yara içi ozon, ikinci gruba intraperitoneal ozon, üçüncü gruba yara içi ozon uygulandı. Kontrol grubuna herhangi bir uygulama yapılmadı. EMT sürecini oluşturan E-Kadherinin ozon uygulanmış olan gruplarda kontrol grubuna kıyasla daha başarılı olduğu gözlendi. MET süresi boyunca ise Slug bütün gruplarda, Snail intraperitoneal uygulamada, N-Kadherin de ise yara içi ozon uygulamasında başarılı olduğu gözlendi. Sonuç olarak gerek intraperitoneal gerekse lokal olarak kullanılan ozon uygulamasının kolajen üretiminde kontrol grubuna göre düşük olduğu, bununla birlikte EMT belirteci olan E-Kadherini erken dönemde azaltarak EMT sürecini başlattığı belirlendi. MET belirteci olan Slug, Snail, MMP-9, Vimentin ve N-Kadherin’de son haftalarda (21. ve 28. günlerde) skor değerlerinin düşük olması yara iyileşmesinin kontrolünde önemli olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan ozon uygulamasının hem yara iyileşmesi hem de skar oluşumunun önlenmesi yönünden kullanılabileceği düşünülmektedir. Klasik yara iyileşmesi tedavilerini desteklemek amacı ile kullanılması için etken maddedeki doz miktarlarının, farklı yöntem ve formlarının araştırılması gerekmektedir.
  • Item
    Ohmik ısıtma destekli ekstraksiyon yönteminin arı poleninin biyoaktif bileşenleri üzerine etkisinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-11-19) Çelik, Muhammed Alpgiray; Soyutemiz, Gül Ece; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5193-5293
    Türkiye’nin farklı bölgelerinden toplanan 15 adet arı poleni ile yapılan bu çalışmada, geleneksel ve yenilikçi ekstraksiyon yöntemleri kullanılarak biyoaktif bileşenler yönünden bölgesel farklılıkların belirlenmesi hedeflenmiştir. Bu amaçla örneklerin toplam fenolik (TP), toplam flavonoid (TF) ve antioksidan kapasite (AK) içerikleri ile sıvı kromatografisi tandem kütle spektrometresi (LC-MS/MS) kullanılarak fenolik ve flavonoid madde profilleri araştırılmıştır. Arı polenlerinden biyoaktif bileşenlerin yenilikçi yöntemlerden ohmik ısıtma ile ekstraksiyonu aşamasında yüzey yanıt yöntemi (RSM) kullanılarak Box-Behnken deneme desenine göre optimum ekstraksiyon parametreleri belirlenmiştir. En yüksek TP ve TF içerikleri ile AK’ye sahip olan ve istatistiksel olarak anlamlı farklılık (p<0,05) oluşturduğu belirlenen Muğla ili Seydikemer ilçesi Sahilceylan bölgesinden temin edilen arı poleninde en yüksek TP içeriğine göre (270,27 mg GAE/100 g KM) belirlenen ohmik ekstraksiyon koşulları; numune/solvent oranı 1/23,9681 g/mL, sıcaklık 55,5789 °C ve voltaj gradyanı 39,7913 V/cm olarak saptanmıştır. Arı polenlerinden biyoaktif bileşenler ayrıca diğer yenilikçi ekstraksiyon yöntemlerinden ultrasonik (US) ve mikrodalga (MD) yöntemleri ile ve bunların ohmik ısıtma ile birlikte kombinasyonları (ohmik destekli ultrasonik [OH-US] ve ohmik destekli mikrodalga [OH-MD]) kullanılarak da ekstrakte edilmiş ve tüm bu yöntemler, geleneksel ekstraksiyon yöntemi olarak uygulanan maserasyon (M) ile kıyaslanarak, istatistiksel farklılıklar ortaya konmuştur. Sonuç olarak, ohmik ekstraksiyonun US ve MD ile kombine halde kullanımı, hem arı poleninden biyoaktif bileşenlerin daha yüksek düzeyde ekstraksiyonunu sağlamış, hem de ekstraksiyon süresini önemli ölçüde azaltmıştır. Sıvı kromatografisi tandem kütle spektrometresi (LC-MS/MS) ile yapılan fenolik bileşik analizlerinde arı poleni örneklerinde 10 fenolik asit, 20 flavonoid ve diğer biyoaktif bileşikler olmak üzere tolam 31 adet bileşik tanımlanmıştır.
  • Item
    Meta analizinde heterojenlik ölçütlerinin karşılaştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-05-20) Toluk, Özlem; Ercan, İlker; Sağlık Bilimleri Enstitüsü ; Biyoistatistik Ana Bilim Dalı; 0000-0001-6495-0839
    Meta analiz farklı araştırmacılar tarafından, farklı zaman, örneklem ve yerlerde yapılmış olan çalışmaların verilerinin birleştirilip analiz edilerek klinik karar sürecine destek olmayı sağlayan önemli bir yöntemdir. Tez çalışmasında meta analizine alınan çalışmalar homojen ve heterojen olarak türetilmiştir. Hastalık-etken olasılıkları P=0,5; 0,6; 0,7; 0,8 ve 0,9 alınarak, 1.000.000 birimden oluşan varsayımsal anakütleler oluşturularak, 1.000 defa örnek çekilmiştir. Farklı P olasılıklarına sahip varsayımsal anakütlelerden farklı örneklem büyüklükleri (n) ve farklı çalışma sayılarına (k) göre alınan örneklemler ile meta analizi yapılmış, 𝜏2, 𝐼2, 𝑅𝑏 ve H heterojenlik ölçütlerinin performansları karşılaştırılmıştır. Tezin ikinci kısmında literatürde geçerli olan 𝐼2 ölçütüne göre çalışmalarda az, orta ve yüksek heterojenlik oluşturulmuştur. Heterojen çalışmalar farklı örneklem büyüklükleri, farklı çalışma sayıları ve farklı hastalık-etken olasılıklarına göre oluşturulmuştur. Heterojen çalışmalara meta analiz yapılarak 𝜏2, 𝐼2, 𝑅𝑏 ve H heterojenlik ölçütlerinin performansları karşılaştırılmıştır. Ölçütlerin performanslarının yanında homojen ve heterojen çalışmalar için Cochran’ın Q istatistiğine yönelik performans değerlendirmesi yapılmıştır. Yüksek örneklem büyüklüklerinde ve yüksek çalışma sayılarında en iyi performansı 𝜏2 göstermiş onu H ölçütü izlemiştir. 𝐼2 ve 𝑅𝑏 heterojenlik ölçütleri genel olarak küçük çalışma sayıları ve küçük örneklem büyüklüklerinde iyi performans göstermişlerdir.
  • Item
    Merkezi olarak uygulanan glisil glutaminin septik şokta kan basıncı ve enflamatuar yanıt üzerine etkilerinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-10-30) Yanar, Yusuf Berkcan; Yılmaz, Mustafa Sertaç; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0303-2935
    Glisil Glutamin (Gly-Gln), merkezi sinir sisteminde ağırlıklı olarak komisural nükleusda bulunan POMC nöronları tarafından, ß-endorfin (1-31)’in son iki peptitinin enzimatik olarak kesilmesi sonucunda ortaya çıkan biyolojik olarak aktif b􀵴r dipeptittir. Santral opioiderjik sistem dolaşım şoku sırasında aktive olarak kan basıncı düşüşüne katkı sağlamaktadır ve opioiderjik sistem antagonistlerinin kan basıncı düşüşünü engellediği veya zayıflattığı hem klinik hem de klinik öncesi, çeşitli çalışmalarda raporlanmıştır. Gly-Gln’nin dolaşım şokunda kan basıncı düşüşünü zayıflattığı ilk defa Owen ve arkadaşları tarafından 1997 yılında, hemorajik şok modeli üzerinde gösterilmiştir. Gly-Gln’nin septik şok sırasında kan basıncı, organ hasarı veya enflamatuvar yanıt üzerindeki etkisi daha önceden araştırılmamıştır. Bu çalışmada, santral olarak uygulanan Gly- Gln’nin kan basıncı, enflamatuvar yanıt ve organ hasarı üzer􀵴ne koruyucu etkileri araştırıldı. Sevofluranla anestezi altına alınan sıçanların; kan basıncı takibi ve kan örneklerinin toplanması için sol kommon karotis arterleri, santral ilaç enjeksiyonu için sol lateral ventrikülleri kanüle edildi. Septik şok benzeri hastalık tablosu oluşturmak için de çekal ligasyon ve insizyon (CLİ) operasyonu uygulandı. Kan örnekleri CLİ operasyonu öncesinde, operasyondan 1 ve 3 saat sonra toplandı. Gly-Gln uygulaması CLİ operasyonundan 1 saat sonra yapıldı. Kan basınçları 3 saat boyunca takip edidi ve 3. saatin sonunda hayvanlar termine edildi. Santral Gly-Gln uygulaması CLİ tarafından tetiklenen kan basıncı düşüşünü azalttı, kalp atım hızı artışı üzer􀵴nde etki göstermedi. CLİ tarafından tetiklenen plazma IL-6 seviyelerindeki artışı zayıflattı, plazma TNF-alfa seviyelerindeki artışıysa azaltma eğilimi gösterdi. Elde edilen bulgular sıçanlarda septik şok modelinde santral olarak uygulanan Gly-Gln’nin literatürde ilk defa kan basıncı düşüşünü zayıflattığı ve enflamatuvar cevabı düzenlediğini göstermektedir.
  • Item
    Geleneksel gıdalardan izole edilen bazı laktik asit bakterilerinin genotipik tanımlanması, antimikrobiyal direnç, ekzopolisakkarit ve bakteriyosin üreten genlerinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-10-11) Özcan, Ali; Yıbar, Artun; Sağlık Bilimleri Enstitüsü ; Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-1338-7852
    Çalışmada, Laktik Asit Bakterileri’nin (LAB) bazı genetik özellikleri incelenerek starter kültür seçimine katkı sağlanması amaçlandı. Çalışma kapsamında, ISO 15214 standardında belirtilen yöntemlere göre tanımlanmış 50 LAB suşu, doğrulama amaçlı olarak MALDI-TOF MS ve Ribotiplendirme yöntemleri kullanılarak yeniden tanımlamaları yapıldı. NGS tekniği ile sekans analizleri gerçekleştirildi ve elde edilen ham verilerin FastQC aracı ile kalite kontrolleri yapıldı. Bu kontroller sonrasında seçilen 35 adet suşun gen annotasyonları Geneious Prime 2022.1.0 programı kullanılarak yapıldı. Web tabanlı NCBI AMRFinder, BAGEL4 ve antiSMASH araçları kullanılarak, antibiyotik direnç gen bölgeleri, bakteriyosin ve ekzoselüler polisakkarit (EPS) üreten gen bölgeleri tespit edildi. Çalışmada yer alan Enterococcus faecium izolatlarında aminoglikozid, MLSB ve vankomisin direnç genlerinin yaygın olduğu bulundu. Özellikle SY16 suşunda vanC ve vanD tipi vankomisin direnç genlerinin bulunması, bu suşun nadir bir genotip olduğunu göstermektedir. Lactobacillus delbrueckii subsp. bulgaricus izolatlarında aacA-ENT1, eat(A), msr(C), tet(A)(60) ve vanR-N genleri tespit edildi. Streptococcus thermophilus izolatlarında ise lmo0919, tet(B)(60) ve vanT-Cd genleri bulundu. Bu genler linkozamid, tetrasiklin ve vankomisin direnci hakkında fikir verdi. Ayrıca, S. thermophilus izolatlarının daha geniş bir bakteriyosin gen çeşitliliğine sahip olduğu belirlendi. Bu türde mutacin IV, bovicin 255, streptide ve thermophilin A/B gibi bakteriyosinler tespit edildi. L. delbrueckii subsp. bulgaricus izolatlarında Enterolysin A geni yaygınken, E. faecium izolatlarında Enterocin A, Enterocin P ve Enterolysin A genleri bulundu. EPS üretimi ile ilişkili olarak, E. faecium, S. thermophilus ve L. delbrueckii subsp. bulgaricus izolatlarında çeşitli gen bölgeleri tespit edildi. LAB türlerinin antibiyotik direnci, bakteriyosin ve EPS üretim potansiyelinin belirlenmesi için bu alanlarda derinlemesine daha fazla çalışma faydalı olacaktır.
  • Item
    Metastatik kolorektal kanserde dolaşımdaki tümör hücresi durumuyla ilişkili aday biyobelirteçlerin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-04-19) Doğan, Berkcan; Pirim, Dilek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Translasyonel Tıp Ana Bilim Dalı; 0000-0001-8061-8131
    Kolorektal kanser (KRK), dünya genelinde en yaygın üçüncü kanser türüdür. Son yıllarda, dolaşımdaki mikroRNA (miRNA) profillerinin dolaşımdaki tümör hücreleri (CTC) durumunu ile ilişkili biyobelirteç özelliğine dair veriler elde edilmiştir. Bu kapsamda metastatik kanser risk değerlendirmesi için bu iki biyobelirtecin kombine analizlerinin kullanım potansiyeli umut vericidir. Bu tez çalışmasında, metastatik KRK (mKRK) hastalarında CTC durumu ile ilişkili dolaşımdaki miRNA imzaları araştırılmıştır. Tez çalışmasında mKRK hasta örneklerinde (n=48) tümör hücrelerini kolon-spesifik belirteçlere göre tespit eden immünomanyetik temelli AdnaTest ColonCancer teknolojisi ile CTC analizi yapılmıştır. Sağlıklı kontrol (n=8), mKRK-CTC negatif (n=8) ve mKRK-CTC pozitif (n=8) hasta gruplarından seçilmiş örneklerde Agilent miRNA mikroarray platformu ile miRNA profillemesi gerçekleştirilmiştir. Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalar ve istatistiksel analizler sonucunda CTC durumu ile potansiyel ilişkili aday iki farklı diferansiyel olarak eksprese edilen miRNA (DEM) grubu belirlenmiştir (p<0,05). CTC durumu ve metastaz ile anlamlı ilişkisi bulunan ve aday biyobelirteç özelliği gösteren DEM'lerin etkileşimde olduğu biyomoleküller ve moleküler yolaklar tespit edilmiştir. Ek olarak, tüm DEM grubunda yer alan miRNA'lar ve hedef genlerin The Cancer Genome Atlas (TCGA) ve Genotype-Tissue Expression (GTEx) veri tabanlarında anlatımları kıyaslanmıştır. DEM grupları arasında yer alan hsa-miR-181c-5p, hsa-miR-199a-5p, hsa-miR-500b-5p ve hsa-miR-769-5p ile ilgili kanser türlerine ait TCGA ve GTEx veri setleri ile karşılaştırıldığında sonuçlarımız ile uyumlu ve anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Sonuç olarak, bulgularımız mKRK risk değerlendirmesinde ve mKRK ilişkili CTC tespitinde kullanım potansiyeli olan yeni aday biyobelirteçleri ortaya çıkarmıştır. İleri ve geniş validasyon çalışmaları ve fonksiyonel analizlerle, elde edilen sonuçların mKRK yönetiminde kullanılacak yeni translasyonel tıp uygulamalarına yol açma potansiyeli yüksektir.
  • Item
    Süt ineklerinde farklı senkronizasyon protokollerinde enerji takviyesinin gebelik performansına etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-09-13) Demir, Mustafa; Gençoğlu, Hıdır; Sağlık Bilimleri Enstitüsü ; Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0009-0008-0313-3948
    Bu araştırmanın amacı, süt ineklerinde tohumlamaya yakın dönemlerde enerji takviyesinin yapılıp yapılmamasının ve/veya farklı enerji takviyelerinin fertilite üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Araştırmanın deneysel aşaması iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamasında, 392 adet holstein inek dört farklı gruba şu şekilde ayrılmıştır: Kontrol1 Grubunda (n=94) ineklere enerji takviyesi yapılmamış ve 46 adet ineğe Ovsynch, 48 adet ineğe ise Modifiye G6G protokolü uygulanmıştır. 2. Grup (n=96) ineklere suni tohumlama öncesi üç gün enerji içerikli bolus uygulanmış ve 48 adet ineğe Ovsynch, 48 adet ineğe ise Modifiye G6G protokolü uygulanmıştır. 3. Grup (n=105) ineklere suni tohumlama sonrası üç gün enerji içerikli bolus uygulanmış ve 55 adet ineğe Ovsynch, 50 adet ineğe ise Modifiye G6G protokolü uygulanmıştır. 4. Grup (n=97) ineklere suni tohumlama öncesi üç gün ve suni tohumlama sonrası üç gün enerji içerikli bolus uygulanmış ve 50 adet ineğe Ovsynch, 47 adet ineğe ise Modifiye G6G protokolü uygulanmıştır. Araştırmanın ikinci aşamasında ise 100 adet holstein inek Kontrol2, Gliserol, Propilen glikol (PG) ve Bolus olmak üzere dört farklı gruba ayrılmış ve Modifiye G6G protokolü uygulanmıştır. Kontrol2 grubuna enerji takviyesi yapılmamış, PG grubuna 350 ml monopropilen glikol, Gliserol grubunda 450 ml gliserol ve Bolus grubuna ise enerji içerikli bolus suni tohumlama öncesi üç gün, suni tohumlama gününde ve suni tohumlamadan sonraki üç gün olmak üzere toplam yedi gün uygulanmıştır. Gebelik muayeneleri suni tohumlamadan 30 ve 70 gün sonra ultrason kullanılarak yapılmıştır. Çalışmanın birinci aşamasında, Ovsynch ve Modifiye G6G protokollerinde, gruplar arasında birinci ve ikinci gebelik performansı ve süt verimleri bakımından fark gözlemlenmemiştir (P>0,05). Çalışmanın ikinci aşamasında, birinci ve ikinci gebelikte gruplar arasında gebelik performansı ve süt verimleri bakımından fark saptanmamıştır (P>0,05). Bu araştırmadan, tohumlama öncesi veya sonrası dönemde yapılan kaynağı farklı enerji takviyesinin gebelik performansı ve süt verimi üzerine etkisi olmadığı sonucu çıkarılmıştır.
  • Item
    Holstein ırkı dişi buzağılarda antibiyotikli süt ile beslemenin büyüme performansı ve genel sağlık durumuna etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-09-13) Kara, Esra; Gençoğlu, Hıdır; Sağlık Bilimleri Enstitüsü ; Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2567-1033
    Bu araştırmada süt sığırı işletmelerindeki antibiyotikli sütlerin buzağıların tüketimine sunulmasının; antibiyotik kalıntısı içermeyen süt ile beslenen buzağılara göre büyüme performansı (Canlı Ağırlık; CA, Günlük Canlı Ağırlık Artışı; GCAA, Yem Tüketimi; YT, Yemden Yararlanma Oranı; YYO, Vücut ölçüleri; Cidago yüksekliği, göğüs çevresi uzunluğu, boy uzunluğu), genel sağlık parametreleri (Klinik ve solunum skorlaması, dışkı skorlaması, dışkı pH ölçümü) ve bağırsak mikrobiyatasına (Tür ve filum düzeyinde bakteri çeşitliliği) üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Toplam 46 adet Holstein dişi buzağı (3 günlük) canlı ağırlıkları (39,87 ± 1,18 kg), kolostrum tüketim miktarları ve ineklerin laktasyon sayıları da dikkate alınarak rastgele gruplandırılmıştır. Gruplar, antibiyotik kalıntısı içeren süt (Deneme; n= 23) ve temiz süt (Kontrol; n= 23) ile beslenmiştir. Ağırlık artışlarını belirlemek için buzağılar 7’şer gün aralıklarla tartılmıştır. Vücut ölçüleri, dışkı pH ölçümleri ve klinik, solunum, dışkı skorlamaları da 7’şer gün aralıklarla takip edilmiştir. Dışkı mikrobiyota analizi için 75. gün dışkı numunesi alınmıştır. Hayvanların yem tüketimi ve yemden yararlanma değerleri ve vücut ölçülerinin gruplar arası karşılaştırmaları Independent Sample T-test ile yapıldı. Verilerin grup içi karşılaştırılmaları ise GLM prosedürüne göre yapıldı, model olarak full factorial analiz seçildi ve post test olarak Tukey testi kullanıldı. Gruplar arasında sütten kesim döneminde günlük kuru madde tüketiminde istatistiksel fark gözlenmemiştir (P>0,05). Gruplar arasında sütten kesim günü vücut ölçülerinde istatistiksel olarak fark tespit edilmemiştir. Gruplar arasında sütten kesim dönemi klinik, solunum ile dışkı skorlamasında ve dışkı pH sonuçlarında istatistiksel olarak fark tespit edilmemiştir (P>0,05). Dışkı mikrobiyota analiz sonucunda Oscillospiraceae ve Ruminococcus deneme grubunda kontrol grubuna göre daha fazla bulunmuştur. Patojen mikroorganizma grubunda bulunan Enterobacter, Escherichia- Shigella ve Salmonella deneme grubunda oransal olarak daha az tespit edilmiştir. Sonuç olarak, antibiyotik kalıntısı içeren süt ile besleme yapılan buzağıların dışkı mikrobiyotasında oransal olarak yararlı mikroorganizma sayısının arttığı, patojen mikroorganizma sayısının azaldığı sonucuna varılmıştır.
  • Item
    Besi danası rasyonlarında farklı enerji kaynakları kullanımının taban yastığı kalınlığı ve ayak sağlığı üzerine etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-09-13) Acar, Aykut; Gençoğlu, Hıdır; Sağlık Bilimleri Enstitüsü ; Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0000-0001-9292-0434
    Bu çalışmada, iki farklı besi danası ırkı rasyonlarında farklı enerji kaynakları kullanımının kuru madde tüketimi, yemden yararlanma oranı, taban yastığı kalınlığı ve ayak sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışma Ocak-Temmuz 2020 tarihleri arasında Bomonti Hayvancılık işletmesinde (Kırklareli, Türkiye) gerçekleştirilmiştir. On dört Holstein friesian besi danası (405  50 kg başlangıç vücut ağırlığı) ve on dört Simmental besi danası (450  50 kg başlangıç vücut ağırlığı) rastgele dört gruba ayrıldı ve her grup 7 hayvandan oluşturuldu. Tüm hayvanlar enerji kaynakları bazında yağ kaynaklı veya nişasta kaynaklı toplam karma rasyon (TMR) ile beslendi. Gruplardaki rasyonlar izokalorik ve izonitrojenik olarak tasarlandı. Araştırma sonunda hayvanlar kesime gönderildi. Hayvanlar kesildikten sonra, her hayvanın 4 ayağı toplandı. Toplanan ayaklardaki taban yastıkları ultrasonografi ile görüntülendi. Çalışmanın başından itibaren hayvanların önünde kalan yemler toplandı, gruplar bazında günlük kuru madde tüketimleri ve yemden yararlanma oranları hesaplandı. İstatistiksel analizler SPSS (v28,0) paket programı ve Medcalc (11,5, 2011) programı kullanılarak yapıldı. Yağın ve nişastanın performans üzerindeki etkilerini değerlendirmek için ONE WAY ANOVA kullanıldı. Roc Curve Analizi, hücre infiltrasyonu ve toplanan ayaklardaki taban yastığı kalınlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için kullanıldı. Simmental Nişasta (SN) (0.14±0,003) ve Holstein Nişasta (HN) (0.13±0,006) gruplarının yemden yararlanma oranları Simmental Yağ (SY) (0.10±0,008) ve Holstein Yağ (HY) (0.11±0,01) gruplarından daha yüksek bulundu. HY ile beslenen hayvanların taban yastığı kalınlığı (1.2104); HN (1.0993) ve SN (1.1293) (P <0,05) ile beslenen gruplara göre daha yüksek saptandı. SY grubundaki Taban yastığı yağ kalınlığı (1.2289); HN (1.0993) ve SN (1.1293) (P<0,05) gruplarına göre daha yüksek tespit edilmiştir. Hücre infiltrasyonu ile taban yastığı yağ kalınlığı arasındaki ilişki açısından tüm gruplar arasında fark saptanmamıştır. Bu araştırmanın sonuçları dikkate alındığında; yağ bazlı TMR ile beslemenin besi danalarında ayak sağlığı üzerine olumlu bir etkisinin olabileceği sonucuna varılmıştır.
  • Item
    Broyler yenilebilir iç organlarında Salmonella varlığının ISO 6579-1:2017 ve Salmonella-spesifik real-time PCR ile belirlenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-09-03) Akgün, Zeyneb; Eyigör, Ayşegül; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı; 0009-0002-2280-3555
    Çalışmada, bir kanatlı kesimhanesinde kesilen broylerlere ait sevkiyat öncesi paketlenmiş yenilebilir iç organlardan karaciğer, kalp, dalak (KKD) ve taşlık (T) örneklerinden izole edilen salmonellaların varlığı ve serotipinin belirlenmesi amacıyla sırasıyla uluslararası referans metot olan revize ISO 6579:2017-1 ve ISO 6579:2014-3 kullanımı yanı sıra metot etkinliğinin Salmonella-spesifik real-time PCR (Salm-PCR) ve S. Enteritidis ve S. Typhimurium spesifik r-PCR (SE/ST-PCR) ile doğrulanarak değerlendirilmesi amaçlandı. Bunun için, 30 KKD ile 30 T olmak üzere toplamda 60 örnek Salmonella varlığı yönünden ISO 6579:2017-1 ile analiz edildi. Tür ve SE/ST serovar doğrulaması sırasıyla Salm-PCR ve SE/ST-PCR ile, SE/ST-PCR ile konvansiyonel serotiplendirme arasındaki uyum ise ISO 16140- 6:2019 değerlendirildi. Tüm KKD (%100,00-30/30) ve %90,00 T (27/30) örneğinin Salmonella taşıdığı, genel prevalansın %95,00 (57/60) olduğu bulunurken Salm-PCR ile izolatların tümünün (%100) Salmonella olduğu doğrulandı. Konvansiyonel serotiplendirme ile broyler yenilebilir iç organlarında en yüksek düzeyde bulunan serovarın S. Virchow (%80,70-46/57), bunu %19,30 (11/57) ile S. Enteritidis’in izlediği tespit edildi. Konvansiyonel serotiplendirmenin S. Enteritidis olarak saptadığı bir T izolatı, SE/ST-PCR ile tespit edimedi (%17,54-10/57). Yüksek rölatif doğruluk (%98,25), duyarlılık (%100,00) ve özgünlük (%100,00) değerleri ile yöntemler arasındaki yüksek uyum (κ: 0,94), SE/ST-PCR’ın, SE/ST deteksiyonunda konvansiyonel serotiplendirmeye alternatif olarak kullanılabileceğini gösterdi. Kesimhane kaynaklı broyler yenilebilir iç organlarında tespit edilen yüksek Salmonella prevalansının, bu patojeni ilk kez en yüksek duyarlılık ve özgünlükle tespit edebilen uluslararası referans bakteriyolojik metot ile belirlendiği çalışma verileri, orijinal nitelikte olup halk sağlığı yönünden önem arz etmektedir. Ayrıca, dominant serovar olarak S. Virchow’un bulunması, S. Enteritidis’in nispeten düşük prevalansta olup örneklerin hiçbirinde S. Typhimurium’a rastlanılmaması, kanatlı endüstrisinde sirküle eden güncel serovar bilgisi açısından ulusal/uluslararası literatüre ve mevzuata tarafsız veri oluşturacağı düşünülmektedir.
  • Item
    Yaban hayvanı üretim istasyonunda yetiştirilen Arap Kum Ceylanı (Gazella Marica) yavrularında bazı bireysel, sosyal ve beslenme davranışları
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-28) Uztemur, Adil; Orman, Abdülkadir; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Zootekni Ana Bilim Dalı; 0000-0003-4866-2663
    Bu çalışmada yaban hayvanı üretim istasyonunda yetiştirilen ceylan yavrularıyla doğada serbest halde yaşayan ceylan yavrularında yapılmış olan çalışmalar arasındaki beslenme ve davranış ilişkilerindeki benzerlikler ile farklılıklar araştırılmıştır. Çalışmada el dürbünü, teleskop, dijital kamera, cep telefonu ve kronometre kullanılmıştır. Odak Hayvan Örnekleme Metoduyla Mayıs 15-31tarihinden Ağustos 1-31 tarihleri de dâhil olmak üzere toplam 401 saat ceylan yavruları gözlemlenmiş ve davranışları kaydedilmiştir. Her davranış için farklı sayıda yavrular üzerinden gözlem yapılmıştır. Sonuçlara göre tekil doğan yavruların ortalama emme süresi ikiz doğan yavruların ortalama emme süresinden düşük bulunmuştur (P<0,05). Kısa emzirmeler arasındaki aralıklar Mayıs 15-31 tarihinde minimum ve her iki haftada bir yoğun şekilde arttığı ve yaban hayatındaki ceylan yavrularıyla benzer olduğu bulunmuştur (P<0,001). Ancak tarihler arası detaylı incelendiğinde farklılıklar mevcuttur. Yataklık tercihi ile vücudun bir tarafına yatma süresi bakımından karşılaştırıldığında aralarında anlamlı farklar vardır (P<0,005). Üretim istasyonundaki ceylan yavruları yabanıl ceylan yavrularından yataklık tercihlerine göre yatma süreleri daha uzun bulunmuştur. Erişkin erkekler en fazla yavrulara karşı agresif davranışlarda bulunmuştur. Bunlar sırasıyla tos vurma, kovalama-takip, kafa-alın tehdidi ve kafa hareketleridir (P<0,05). Yabanıl ceylanlarda ise en fazla agresif davranışları yavrulara erişkin dişiler göstermiştir (P<0,001). Yavru ceylanlar en seyrek Mayıs 15-31 tarihinde otlamıştır. En sık olarak da Ağustos 1-31 tarihleri arasında otlamıştır (P<0,05). Üretim istasyonundaki ceylan yavruları yonca yemlikleri başında harcadıkları süre arpa yemlikleri başında harcadıkları süreye göre ortalama 7,3 dakika daha fazla olduğu tespit edilmiştir (P<0,05).Sonuç olarak her davranıştaki farklılıkların en aza indirilmesi için incelenen davranışlarda gerekli düzenlemeler yapılarak ceylanların doğal ortamlarına salındıkları sırada doğaya uyum sağlamaları ve çoğalmalarını kolaylaştıracaktır.
  • Item
    Kuru köpek maması üretiminde lif kaynağı olarak farklı meyvelerin kullanılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-22) Şimşek, Nuray; Deniz, Gülay; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0009-0007-1369-5429
    Bu çalışma; kuru köpek mamalarında lif kaynağı olarak farklı meyvelerin kullanılmasının, besin madde sindirilebilirliği, kolon uçucu yağ asitleri (UYA) düzeyi, dışkı kalitesi ve mamanın lezzeti üzerindeki etkilerini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Araştırmada; 18 adet yetişkin Golden Retriever ırkı köpek kullanılmış ve her biri 6’şaradet köpek içeren 3 grup oluşturulmuştur. Kontrol grubunun mamasında lif kaynağı olarak buğday kepeği kullanılırken, Deneme 1 ve Deneme 2 gruplarının mamalarında sırasıyla; % 1 düzeyinde elma kurusu (EK) ve % 1 düzeyinde Trabzon hurma kurusu(HK) kullanılmıştır. Araştırmanın sonunda; grupların kuru madde (KM), organik madde (OM), ham yağ (HY), ham selüloz (HS) ve ham protein (HP) sindirilebilirlikleri arasında önemli bir farklılık gözlenmemiştir (p>0,05). EK ve HK gruplarının dışkı KM değerleri arasında fark gözlenmemiş, ancak kontrol grubunun dışkı KM değeri bu iki gruptan önemli düzeyde daha düşük bulunmuştur (p<0,05). Dışkı miktarları bakımından en yüksek değer kontrol grubuna ait iken, en düşük dışkı skoru yine kontrol grubunda gözlenmiştir. EK ve HK gruplarının 12, 24 ve 48. saatlerdeki toplam kısa zincirli yağ asidi(KZYA) değerleri benzer, ancak kontrol grubundan daha yüksek bulunmuştur. Araştırmada belirlenen in vitro organik madde sindirilebilirliği (IVOMS); 12. saat için HK grubunda kontrol grubundan daha yüksek iken (p=0,017), EK ve kontrol grubu benzer bulunmuştur. HK grubunun 24 (p= 0,002) ve 48. (p= 0,001) saatlerdeki IVOMS değerinin, EK ve kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu gözlenmiştir. EK ve HK içeren mamalar, kontrol mamasına göre (p<0,05), EK içeren mama ise HK ilave edilen mamaya göre köpekler tarafından daha fazla tercih edilmiştir (p=0,038).
  • Item
    Enerji metabolizmasında rol oynayan hipotolamik nöropeptitler Nesfatin-1, Oreksin A, speksin ve phoenixin’in insan glioblastoma ve nöroblastoma hücreleri üzerindeki etkilerinin in vitro olarak araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-16) Oy, Ceren; Minbay, Fatma Zehra; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2828-1196
    Glioblastoma, yüksek mortalitesi ile erişkinde gözlenen en kötü huylu beyin tümörüdür. Nöroblastoma ise en yaygın pediatrik solid tümördür, çocukluk çağı kanserine bağlı ölümlerin %15'ini oluşturur. Enerji metabolizması ile yakından ilişkili olduğu bilinen dört farklı peptitin (nesfatin- 1, oreksin-A, speksin ve phoeniksin) nöroblastoma üzerinde, speksin ve phoeniksinin ise glioblastoma ve nöroblastoma dahil kanser hücrelerinde etkilerini gösteren bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmada dört farklı nöropeptitin glioblastoma ve nöroblastoma hücreleri üzerindeki etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla, oreksin-A, speksin ve phoeniksin peptitlerinin 1 nM-1 μM,nesfatin-1 peptidinin 1 nM-100 nM aralığındaki dozlarının insan glioblastoma (U373-MG ve U87-MG) ve nöroblastoma (SH-SY5Y) hücre canlılığı üzerindeki etkileriCCK8 testi ile araştırılmıştır. Speksin ve phoeniksin peptitlerinin hücre migrasyonu, koloni oluşumu, hücre proliferasyonu üzerine etkileri sırasıyla, yara iyileşmesi, koloniformasyonu testi, Ki-67 immünfloresans yöntemi ile; apoptoz, invazyon, otofaji yolağıüzerindeki etkileri ise western blot yöntemi ile araştırılmıştır. Düşük dozlarda nesfatin-1, oreksin-A, speksin, phoeniksin nöropeptitlerinin glioblastoma ve nöroblastoma hücre canlılığı üzerinde farklı yönde etkilerigösterilmiştir. Speksin ve phoeniksinin nöroblastoma ve glioblastoma hücrelerinde apoptoz, otofaji, tümör baskılayacılar, invazyon belirteçleri ve hücre proliferasyonu üzerinde çeşitli etkileri belirlenmiştir. Speksin U373-MG glioblastoma hücrelerinde kesilmiş kaspaz 3 ve 9, PTEN, p53, beklin 1 ekspresyonlarını arttırmış, MMP19 ekspresyonunu ve hücre proliferasyonunu azaltmıştır. Phoeniksin SH-SY5Yhücrelerinde tümör baskılayıcıların ekspresyonunu tetikleyerek nöroblastom hücrelerinde koloni oluşumunu azaltmış apoptoz ve otofajiyi tetiklemiştir. U87-MGglioblastoma hücrelerinde ise apoptozu tetikleyerek koloni oluşumunu azaltmıştır. Sonuçlarımız özellikle speksinin daha yüksek dozlarda kullanıldığında U373-MG glioblastoma hücreleri üzerinde etkili bir antikanserojen ajan olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma speksin ve phoeniksin peptitlerinin iki farklı sinirsistemi tümörünün progresyonu üzerindeki etkilerine ve bu tümörlerde kanser sağaltımı veya prognozu ile ilişkilerine ışık tutan ilk çalışma olarak literatüre önemli bir katkı sağlayacaktır.
  • Item
    Koyunlarda in vitro oosit maturasyonu sırasında uygulanan melatonin hormonunun sıcaklık stresi üzerine etkisinin tüm genom ekspresyonu düzeyinde araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-28) Aktar, Ahmet; Alçay, Selim; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Dölerme ve Suni Tohumlama Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2975-2594
    Çalışmada koyunlarda in vitro maturasyon sırasında uygulanan melatonin hormonunun sıcaklık stresi üzerine etkisinin embriyonik gelişim ve tüm genomekspresyon düzeyinde araştırılması amaçlanmıştır. In vitro embriyo (IVF) üretim aşamlarından en kritik noktalardan birisi de invitro maturasyon aşamasında oositlerin mature olma oranlarıdır. Bu aşamada meydana gelen streslere bağlı olarak reaktif oksijenlerin artması hücrelerde hasarlara sebep olmaktadır. Melatonin hormonunun sıcaklık stresine karşı koyun oositlerinde meydana gelen embriyonik gelişim ve morfolojisi üzerine etkisi, maturasyon ilişkili genlerine kspresyon seviyeleri değerlendirildi. Maturasyon medyumu içerisine farklı sıcaklıklarda 10-7 M melatonin hormunu ilave edildi. Mezbahada kesilen koyunların ovaryumlarından oositler elde edildi. Uygun şartlar altında laboratuvar ortamında hazırlanan solüsyonlar ile inkübasyon işlemleri gerçekleştirildi. Embriyonik gelişim aşamaları bölünme, marula, blastosit aşamaları olarak değerlendirildi. Bölünme oranları kıyaslandığında en yüksek oran G39M, en düşük değer G41 elde edildi ve istatiksel olarak anlamlı bir fark vardır (P<0,05). Morula oranlarında ise en yüksek değer G39M gözlenirken en düşük değer G41 elde edildi (P<0,05). Elde edilen blastosist oranları en iyi G39M de elde edildi. Buna göre melatonin sıcaklık stresindebölünme ve marula aşamasında etki gösterirken blastosit aşamasında anlamlı ölçüde azalma oldu. (P<0,05)Melatoninin maturasyon aşamasında oositler üzerine çeşitli gen ekspresyonlarında tüm deney gruplarında olan anti apoptatik gen düzeyleri (BAX,Bcl2), kumulus ve sitoplazmik olgunlaşma (PTX3, HAS2, EGFR, FSHR, LHR), mitokondiryal fonksiyonlar etkisi incelendiğinde, apoptoz faktörleri, olgunlaşma ve mitokondriyal fonksiyonlar (SIRT1, AKT2, Polg2) üzerinde artma ve azalma gözlemlendi. Sonuçların istatiksel analiz sonucunda gen ekspresyonları anlamlı olarak çıktı (P>0,05). Bu çalışmada melatoninin in vitro maturasyon medyumuna ilave edilmesinin önemi ortaya çıkmış ve kullanılan konsantrasyonların embriyonik gelişimde etkili rol oynadığı kanısına varıldı.
  • Item
    Broyler kesim aşamalarından farklı örnekleme metotları ile alınan karkaslarda Salmonella spp., Salmonella Enteritidis ve Salmonella Typhimurium prevalansının ISO 6579-1:2017 ve real-time PCR ile belirlenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-04-18) Coşkun, Ahmet Gökhan; Temelli, Seran; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-5181-7577
    Çalışmada, broyler kesimhanesinde farklı örnekleme metotları ile çeşitli örnekleme yerlerinden alınan karkas örneklerinde, Salmonella spp., S. Enteritidis ve S. Typhimurium varlığının belirlenmesi ve örnekleme metotlarının etkinliğinin karşılaştırılması amaçlandı. Ağustos 2021-Ocak 2022 arasında, Bursa’da bir kanatlı işletmesinde boyun derisi eksizyonu, bütün karkas yıkama ve surfaktan ilave edilmiş bütün karkas yıkama metotları kullanılarak kesimin farklı kontaminasyon düzeylerindeki tüy yolumu sonrası, iç organ çıkartma sonrası ve soğutma sonrası aşamalarından örneklemeyapıldı. Her bir örnekleme yerinden 14 birim, her bir örnekleme metodundan 42 birim olmak üzere toplam 126 birim örnek alındı. Salmonella spp. varlığının belirlenmesi için EN/ISO 6579-1:2017 metodu uygulanırken, elde edilen izolatların doğrulanmasında Salmonella spesifik real-time PCR (Salm-rPCR) analizi uygulandı. Salmonellaların serotiplendirilmesi, EN/ISO 6579-3:2014 metoduna göre yapıldı. Ayrıca S. Enteritidis ve S. Typhimurium varlığının belirlenmesi amacıyla, bu serovarlara spesifik rPCR (SE/ST-rPCR) analizi uygulandı. Örneklerin %83,33 (105/126)’ünün Salmonella spp. taşıdığı belirlendi ve tüm izolatlar Salm-rPCR analizi ile doğrulandı. Salmonella’nın tespiti yönünden etkinliği karşılaştırılan örnekleme metotları arasında istatistiksel olarak önemli bir farkın olmadığı, örnekleme yerleri arasındaki farkın ise önemli (p<0,05) bulunduğu saptandı. Serotiplendirme ile izolatların hiçbirinin S. Enteritidis ve S. Typhimurium olmadığı, yapılan SE/ST-rPCR analizi ile doğrulandı. En yaygın serovarın Virchow (%82,86) olduğu bunu Schwarzengrund (%14,29) ve Bredeney (%0,95) serovarlarının izlediği tespit edildi. Broyler kesim aşamalarındaki Salmonella spp. ve serovarlarının EN/ISO’nun ilgili güncel standartları kullanılarak belirlenmesinin ilk kez örnekleme metotlarının karşılaştırılması ile birlikte yapıldığı bu çalışma, literatüre ve kanatlı sektörüne güncel ve orijinal veri katkısı sağladı. Ayrıca, broylerlerin SE/ST’den farklı olarak, Virchow ve Schwarzengrund patojen Salmonella serovarlarının asemptomatik taşıyıcısı olduğu belirlendi.
  • Item
    Köpeklerde görülen transmissible venereal tümör olgularında kemoterapi protokolüne eklenen propolisin etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-12) Usta, Hikmet Aysın; Oruç, Hasan Hüseyin; Nak, Deniz; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Farmakoloji ve Toksikolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6075-5814
    Transmissible venereal tümör (TVT), dişi ve erkek köpeklerde görülen, genellikle çiftleşmeyle bulaşan bir tümördür. Bu çalışmada, vinkristin sülfat ile standart medikal tedavi (intravenöz yolla 0,025 mg/kg, haftada bir) alan TVT’li köpeklerde, farklı yollarla propolisuygulamasının, iyileşme süresi, bazı karaciğer enzim düzeyleri ve kanparametrelerine etkisinin incelenmesi amaçlandı. Çalışmaya 24 TVT’li köpek (9erkek, 15 dişi), ırk ve yaş gözetmeksizin dahil edildi. Çalışma, kontrol (n=6, sadece vinkristin sülfat), oral (n=7, vinkristin sülfat+ ham propolis 100 mg/kg, günde bir),lokal [n=5, vinkristin sülfat+ ham propolis 100 mg/ml (70 mg reçine/ml), günde bir, sprey] ve oral+lokal [n=6, vinkristin sülfat + ham propolis 100 mg/kg, günde bir, oral+ham propolis 100 mg/ml (70 mg reçine/ml) günde bir, lokal, sprey] olarak dörtgruba ayrılarak yapıldı. Her hafta, klinik kontrolden sonra smear ve kan alındı. Diff-quick boyama testi ile boyama ve histopatolojik inceleme yapıldı. Beyaz kanhücreleri, bunlardan nötrofil, lenfosit, monosit ve eozinofil ile hemoglobin, hematokrit ve platelet, alanin aminotransferaz, aspartat aminotransferaz, alkalenfosfataz, gama glutamil transferaz ve laktat dehidrojenaz tedavi başlangıcında vesonrasında ölçüldü. Ortalama iyileşme süresi kontrol grubu için 5,00; oral grup için 4,42; lokal grup için 3,60 ve oral+lokal grup için 4,16 hafta olarak tespit edildi. İstatistiki olarak fark bulunmamakla birlikte propolis ilave edilen tüm gruplarda iyileşme süresinindaha kısa olduğu görüldü. Propolisin dozu düşük kalmış olabilir veya propolis TVT’ye yeterince etkili olmayabilir. Tüm gruplarda, tedavi gören köpeklerin bir kısmında nötrofili, nötropeni, lökositoz ve lökopeni tespit edildi. Kontrol ve deneygrubu köpeklerin karaciğer enzim düzeylerinin referans değer aralığında olduğugörüldü ve vinkristin sülfatın hepatotoksisiteye neden olmadığı kanısına varıldı.
  • Item
    Kedi ve köpeklerde Salmonella taşıyıcılık oranı ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-05-30) Yıldız, Merve; Demirbilek, Serpil Kahya; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Mikrobiyolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2883-2338
    Salmonelloz gıda kaynaklı zoonotik bir hastalık olarak kabul edilmesine rağmen, evcil hayvanlar sahipleriyle yakın temas halinde olmaları nedeniyle antimikrobiyal dirençli Salmonella bakterilerinin insanlara yayılmasında önemli bir rol oynayabilirler. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'deki evcil kedi ve köpeklerde Salmonella prevalansını, risk faktörlerini, bazı virülans faktörlerini, serotiplerini ve antimikrobiyal direnç profillerini belirlemek ve halk sağlığı riskini değerlendirmek ve ayrıca, Salmonella-pozitif ve Salmonella-negatif hayvanların bağırsaklarındaki laktik asit bakterilerinin(LAB) makroskopik karşılaştırmasını yapmaktır. Üç yüz kırk sekiz rektal sürüntüörneğinde Salmonella'nın tanımlanmasında; Uluslararası Standartlar Örgütü (ISO) 6579-1:2017 ve Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) yöntemleri olmak üzere 2 kültür yöntemi etkinliği karşılaştırılmıştır. Elde edilen Salmonella’ların identifikasyonu BD Phoenixotomatize sistemi ve 16S rDNA gen analizi ile gerçekleştirilmiştir. Pozitif izolatlarWhite-Kauffmann-Le Minor şemasına göre lam aglütinasyon yöntemi kullanılarak serotiplendirilmiş ve bazı virülans genlerinin (invA ve stn) varlığı polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile değerlendirilmiştir. Antimikrobiyal aktivite, Kirby-Bauer diskdifüzyon yöntemiyle, Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI) kılavuzlarına göre test edilmiştir. Salmonella prevalansı köpeklerde %5,73 (9/157) ve kedilerde %0,0 (0/191) olarak bulunmuştur. Sekiz (8/9) izolat ISO yöntemiyle ve 5 (5/9) izolat FDA yöntemiyle kültüre edilebilmiştir. Makroskopik sonuçlar Salmonella etkenlerinin bağırsaklardaki LAB üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını ortaya koymuştur. Üç farklı Salmonella serotipi tespit edilmiş ve tüm izolatlar virülans genleri açısındanpozitif bulunmuştur. Antibiyotik direnç profili, izolatların %11,1'inin MDR (Multidrug resistance) olduğunu ve en yüksek direncin siprofloksasin için bulunduğunu göstermiştir. Köpek izolatlarında MDR dirençli S. Virchow ve karbapenem dirençli S. Enteritidis tespit edilmiştir. Çiğ et tüketimi ile Salmonellataşıyıcılığı arasında ilişki anlamlı bulunmuştur (p<0.01). Çalışma sonucunda, köpeklerin Salmonella enfeksiyonunun potansiyel taşıyıcıları olabileceği sonucuna varılmıştır. Salmonella' nın ishalli köpekler yerine sağlıklı köpeklerden izole edilmesi, asemptomatik taşıyıcılığa dikkat çekmiştir. Zoonotik Salmonella izolatları arasında direncin ortaya çıkması halk sağlığı için de salmonellozun önemli bir tehdit olduğunu ortaya çıkarmıştır.
  • Item
    Siyah alaca sütçü düvelerde serum anti müllerin hormon (AMH) serum laktat, akut faz proteinleri, pro/anti-inflamatuar sitokin düzeyleri ile akut septik metritis oluşumu arasındaki ilişkilerin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-06-26) Avcılar, Talha; Nak, Yavuz; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veterinerlik Doğum ve Jinekolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-7034-9644
    Bu çalışmanın amacı, holştayn ırkı düvelerde AMH, laktat, akut faz proteinleri(AFP), pro/anti-inflamatuar sitokinler gibi biyokimyasal parametrelerin kan serumu düzeyleri ile akut septik metritis (ASM) oluşumu arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemektir. Ayrıca bu parametrelerin infertilitenin önemli bir nedeni olan metritislerin önceden belirlenmesinde erken tarama biyobelirteçleri olarak kullanılıp kullanılmayacağını araştırmaktır. Bu amaca yönelik olarak 11-13 aylık yaşında gebe olmayan 250 adet siyah alaca düveden AMH ölçümü için kan serumu örnekleri alındıve düveler gebe bırakıldı, doğum öncesi 8. (DÖ-8) ve 4. (DÖ-4) haftalarda akut fazproteinleri, laktat ve pro/anti-inflamatuar sitokinleri belirlemek için kan serumu örnekleri toplandı. Postpartum (pp) ASM’li [Grup ASM (n=15)] ve sağlıklı [Grup K(n=15)] hayvanlar belirlenerek kan örnekleri alındı. Yapılan biyokimyasal analizler sonucu Grup ASM’nin AMH değerlerinin Grup K’ya göre daha düşük olduğu belirlendi (P: 0,044). AMH değeri için ROC analizi yapıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir cutoff değeri tespit edildi. Grup ASM’nin (DÖ-8)’deki kan serumu IL-6 veSAA değerlerinin Grup K’dan daha yüksek olduğu belirlendi (p <0,001, p: 0,001). Grup ASM’nin (DÖ-4)’deki IL-6, IL-10, TNF-α, SAA düzeylerinin daha yüksek olduğu gözlemlendi (p <0,001, p <0,001, p <0,001, p <0,001). Tanı anında da Grup ASM’nin IL-6, IL-8, IL-10, TNF-α, SAA ve Hp düzeylerinin önemli derecede yüksek olduğu belirlendi. Sonuç olarak postpartum dönemde ASM gibi yangısal süreçlerin önceden tanısında AMH’nın çok erken bir biyobelirteç olarak kullanılabilme kapasitesine sahip olabileceği kanısına varıldı. Ayrıca, DÖ-8’de, IL-6 ve SAA’ın, DÖ-4’te ise IL-6, IL-10, TNF-α, SAA’ın ASM gibi postpartum yangısal süreçlerin erken tanısı açısından prognostik bir değer taşıdıkları değerlendi.
  • Item
    Hemodiyaliz sırasında uygulanan sanat terapinin diyaliz semptomları ve spiritüel iyilik haline etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-08-20) Kahraman, Beyza Nur; Pehlivan, Seda; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Hemşirelik Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0604-7996
    Araştırmanın amacı; hemodiyaliz sırasında uygulanan sanat terapinin diyaliz semptomları ve spiritüel iyilik haline etkisini incelemektir. Bu araştırma, Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi diyaliz ünitelerinde hemodiyaliz alan, araştırmaya katılmaya gönüllü olan 60 hasta ile yapıldı. Araştırmacılar tarafından hazırlanan, hastanın sosyodemografik özelliklerini içeren 12 sorudan oluşan Hasta Tanıtım Formu, Diyaliz Semptom İndeksi ve Spiritüel İyilik Hali ölçeği kullanıldı. Hastalar kontrol grubu ve uygulama grubu olarak rastgele örneklem seçimiyle 2’ye ayrıldı. Diyaliz esnasında kontrol grubuna herhangi bir işlem yapılmazken, deney grubuna sanat terapi uygulandı. Sanat terapi uygulaması, diyaliz sırasında resim boyama ve resim yapma şeklinde 4 hafta boyunca uygulandı. Araştırmanın verileri, çalışmanın başlangıcında (hafta 0), uygulamaların bitiminde (hafta 4) ve uygulamanın bitiminden 4 hafta sonra (hafta 8) toplandı. Veriler SPSS 21.0 kullanılarak analiz edildi ve p<0,05 anlamlı kabul edildi. Deney grubunun Hafta 0 ve Hafta 4 Diyaliz Semptom İndeksi puanları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,001). Deney kontrol gruplarına göre Hafta 0, Hafta 4 ve Hafta 8 Spiritüel İyilik Hali Ölçeği Puanı istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklılık göstermektedir (p<0,05). Bulgular göz önüne alındığında sanat terapi uygulamasının diyaliz semptomlarını azalttığı, kişiyi ruhen ve bedenen olumlu yönde etkilediği sonucuna varıldı. Hastanelerde hemodiyaliz alan hastalara tedavi, sırasında çalışmamızda uyguladığımız resim boyama tekniğine benzer uygulamalar (çini boyama, ebru sanatı, müzik terapi) yapılması desteklenmelidir.
  • Item
    Trakeostomili hastaların bakım vericilerine trakeal aspirasyon uygulamasının öğretilmesinde similasyon maketi ve mobil uygulamanın etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-24) Alakan, Yeliz Şapulu; Akansel, Neriman; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Hemşirelik Ana Bilim Dalı; 0000-0003-4140-7141
    Bu çalışma, taburculuk öncesi dönemde mobil destekli bir uygulama ve simülasyon temelli eğitim yöntemleri ile verilen trakeostomiden aspirasyon eğitimlerinin hastaların bakım vericilerinin uygulamaya ilişkin bilgi ve becerilerine etkisini belirlemeyi amaçlamaktadır. Çalışma ön test-son test kontrol gruplu tam deneysel bir araştırma olarak planlandı. Araştırmanın örneklemine trakeostomi ve trakeotomili hastaların primer bakım vericileri dahil edildi (toplam 66 katılımcı). Katılımcılar blok randomizasyon ile “simülasyon grubu”, “mobil öğretim grubu” ve“ kontrol grubu” olmak üzere gruplara atandı. Verilerin toplanmasında “Tanıtıcı Bilgiler Formu”, “Trakeostomi Aspirasyonu Bilgi Değerlendirme Formu”, “Trakeostomi Aspirasyonu Beceri Değerlendirme Formu”, “Verilen Eğitimi Değerlendirme Formu” ve “Sonuç Değerlendirme Formları” kullanıldı. Veriler araştırmacı tarafından eğitimlerden hemen sonra yüz yüze görüşme yöntemi ile eğitimden sonra 30. günde telefon görüşmeleri ve aspirasyon işlem videolarının değerlendirilmesi ile toplandı. Araştırmadan elde edilen veriler, IBM SPSS Statistics23 programı kullanılarak analiz edildi. Gruplar arasında memnuniyet, bilgi, beceri vesonuç değerlendirme puan ortalamalarındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi (p=0,000). Katılımcıların eğitim değerlendirme puanları en yüksekten en düşük olana doğru sıralandığında, en yüksek puanın simülasyon eğitimi verilen grubaait olduğu, bunu mobil öğretim yöntemi ile eğitim veren grubun izlediği ve en düşük değerlendirme puanının kontrol grubundaki katılımcılara ait olduğu belirlendi. Bilgi ve beceri puanlarında ölçüm zamanları arasındaki değişim analiz edildiğinde, eğitim sonrası 30. gün izlem puanlarının, eğitimden hemen sonraki ölçüm puanlarından yüksek olduğu görüldü. Trakeostomi aspirasyonu eğitiminin simülasyon maketi kullanılarak verilmesinin mobil uygulamadan daha etkili olduğu görüldü. Simülasyon eğitiminin diğer yöntemlere göre en etkili eğitim yöntemi olduğu, araştırmamız kapsamında geliştirilen mobil destekli uygulamanın trakeostomiden aspirasyon uygulamasını öğretmede hasta yakınlarının ihtiyacına cevap verebilecek nitelikte olduğu belirlendi.