2021 Cilt 30 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27734
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item İslâm hukukunda sosyal sorumluluk -Âkıle örneği-(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-18) Mazlum, Elif; Okur, Kâşif HamdiGerek klasik gerekse güncel meselelerle ilgili çalışmalarıyla öne çıkan Kâşif Hamdi Okur tarafından kaleme alınan eserde, âkıle müessesesi farklı boyutlarıyla ele alınarak İslâm hukukundaki yeri tespit edilmeye çalışılmıştır. Yazarın doktora tezine dayanan kitapta, kasıtsız fiiller neticesinde meydana gelen ölüm ve cismanî zarar hallerinde ödenmesi gereken diyetle ilgili "mağdurun zararını giderme" ve "failin yükünü hafifletme" hususlarının önemine dikkat çekilmiştir. Girişin ardından üç bölüm ve sonuçtan oluşan çalışmada hem âkıle müessesesinin tarihsel seyri üzerinde durulmuş hem de günümüzde âkıle fonksiyonunun nasıl sağlanacağına dair önerilerde bulunulmuştur.Item Abbasilere yönelik dinî ve siyasî isyanlar: Ebû Cafer el- Mansur dönemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-18) Zorlu, Cem; Yanç, Mustafa; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü; 0000-0002-7960-1655Emevîlere karşı Muhammed b. Ali ile başlatılan Abbâsî daveti, ardından onun oğlu İbrahim tarafından devam ettirilmiş, nihayet diğer bir oğlu olan Ebu’l-Abbâs es-Seffâh’ın Kûfe şehrinde Abbâsî ailesi adına biat almasıyla birlikte amacına ulaşmıştır. Ebu’l-Abbâs ile filizlenmeye başlayan devlet onun dört yıllık hilafet döneminde öncelikle Emevîlerin hatırasını kanlı bir şekilde silmiştir. Bu dönemde devleti sarsacak veya varlığını tehdit edebilecek boyutlarda isyanlarla karşılaşılmamıştır. Ebu’l-Abbâs’ın vefatıyla birlikte halifeliği üstlenen Ebû Cafer el-Mansûr ilk olarak isyan hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır. Yirmi yıllık halîfeliği döneminde irili ufaklı pek çok isyan hareketiyle uğraşmak zorunda kalan Mansûr, mezkûr başkaldırıların tamamından galibiyetle ayrılması, yine devletin temellerini sağlamlaştırması sebebiyle Abbâsîlerin asıl kurucusu olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Mansûr gibi bir halîfeyi tanıtacak, ayrıca döneminin belirgin özelliklerini ve hadiselerini tasvir edecek eserlere ihtiyaç vardır. Cem Zorlu’nun doktora tezi olarak hazırlanmış bu kitabı Ebû Cafer el-Mansûr dönemi isyanlarını etraflıca konu edinmektedir.Item Mazdek hareketi üzerine bir araştırma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-21) Hala’tberi, Allahyar; Mehrvarz, Abbas Zarei; Akyar, Nevfel; İlahiyat Fakültesi; Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü; 0000-0002-2712-7576Eski tarihçilerin İslamiyet öncesi İran tarihi hakkında Farsça veya Arapça nakilleri önemli bir kaynağa, yani Sâsânî saltanatının sonunda (muhtemelen III. Yezdicerd döneminde) Pehlevî dilinde kaleme alınmış yarı resmi bir metin olan Ħudâynâme’ye dayanır. Onun Arapça çevirileri arasında en bilineni İbnü’l-Mukaffa’nın tercümesidir. İbnü’l-Mukaffa ve Pehlevî Ħudâynâme’nin diğer yazarları, Sâsânî saltanat yıllıkları veya mezkûr yıllıklara dayanan başka kaynaklardan faydalanmışlardır. Ħudâynâme’de olayların gidişatı hükümdarların, soyluların ve Zerdüştî din adamlarının bakış açısıyla ifade edilmektedir. Bu bakış açısı Müslüman tarihçi ve yazarların metinlerine doğrudan yansımıştır. İslam tarihçileri sayılı birkaç örnek haricinde her ne kadar menşeini ve kaynaklarını belirtmemiş olsalar da yazdıklarını Ħudâynâme’nin Arapça çevirisinden alıntılamış oldukları açıktır.Item İbn Haldûn’un siyaset teorisi’nin islami kökeni(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-16) Gibb, H. A. R.; Ötenkaya, YusufVon Kremer’in çalışması ve konunun önemine dikkat çeken farklı ülkelerden araştırmacıların birkaç kısa makalesini saymazsak, de Slane’in Mukaddime çevirisini takip eden elli yılda, Dr. Taha Hüseyin’in bu konuda ilk müstakil çalışmayı yayımladığı 1917 yılına kadar Mukaddime hakkında herhangi bir çalışmanın olmadığı göz önünde bulundurulduğunda son üç yıl içerisinde İbn Haldûn’un bu eserinin merkeze alındığı dört farklı çalışmanın olması son derece şaşırtıcıdır. Önceki makalelerin çoğu gibi Taha Hüseyin’in bu çalışması da temelde İbn Haldûn’un tarih teorisinin sosyolojik yönleriyle ilgilenmekteydi. Söz konusu ilgi, 1917’den beri yayımlanan üç ya da dört makalenin biri hariç hepsinde baskındır. En son çalışmalarda mezkûr sosyal yöne ağırlık verilmesine rağmen, bu incelemelerin bir bütün olarak daha geniş bir alanı kapsadığı söylenebilir. Dr. Gaston Bouthoul gerçekten de İbn Haldûn’un “Sosyal Felsefesi” başlığı içerisinde kendini sınırlandırmaktadır. Ancak yazısının özellikle de ilk otuz sayfasında bu sınırları aşarak tarihçi İbn Haldûn’un kişiliği ve entelektüel görünümü hususunda ufuk açıcı analizlerde bulunmuştur. Prof. Schmidt’in tezi5 ise daha çok alan incelemesi mahiyetinde olup, bu çalışmasında İbn Haldûn’un eserinin (Mukaddime) farklı yönleri üzerinde duran daha önceki araştırmacıların görüşlerini derleyip incelemiş ancak kendisine ait herhangi bir sentez ortaya koyma- mıştır. Son olarak Dr. Kamil Ayad ve Erwin Rosenthal’in Almanca olarak yayımladıkları eserler, münhasıran Mukaddime’nin tarihsel düşüncesine yöneliktir ve özellikle de ikincisi hususi olarak İbn Haldûn’un siyaset teorisini8 ele alan ilk müstakil çalışmadır. Bu iki kitap plan itibariyle önemli derecede farklıdır. Dr. Ayad, İslami kül- tür ve entelektüel gelişiminin genel eğilimleri noktasında kapsamlı ve felsefi giriş yaptıktan sonra İbn Haldûn’un tarihsel metodu analizinde dakik bir inceleme ve gözlem isabetliliği sergilemiş ve çalışmasını İbn Haldûn’un sosyal teorisini ana hatlarıyla inceleyerek neticelendirmiştir. Diğer taraftan Dr. Rosenthal ise, İbn Haldûn’un bizzat kendisini ifade etmesine izin vererek, kendi çalışmasını, “metinle sıkı bir bağ kurup, sınırlı tarihsel yorumla birlikte onun devlet teorisini analiz ettiği Mukaddime adlı eserin en önemli pasajlarının mümkün olduğunca en isabetli çevirisi yoluyla İbn Haldûn’un devlet düşüncesini resmettiği ve bu kaynağa dayanarak tarihçiyi takdim ettiği mütevazı bir teşebbüs olarak” tasvir etmiştir.Item Abdurrahman el-Hayyir’in Târîḫu’l-ʿAleviyyîn adlı esere yönelik eleştirileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-08) Sonay, AhmetMuhammed Emîn Gâlib et-Tavîl’in (ö. 1932) Lazkiye’de 1924 yılında yayımladığı Târîḫu’l- ʿAleviyyîn adlı eseri, ülkemizde Nusayrîler adıyla bilinen Arap Alevîlerinin geçen yüzyılda kendi tarihlerini yazmaya yönelik ilk girişimi sayılabilir. Ancak hiçbir yazılı kaynağa dayanmayan ve sözlü gelenek esas alınarak yazılan eserin ilmî değer taşıdığını söyleyebilmek zordur. Ekolün önde gelen âlimlerinden Şeyh Abdurrahman el-Hayyir (ö. 1986), bahsi geçen eserdeki bazı hususları eleştiren uzun bir yazı kaleme almıştır. Bu yazı, eserin 1966 yılında Beyrut’ta yayımlanan baskısında ve sonraki baskılarında “Nakd ve Takrîz” başlığı altında yer almıştır. Bu makalenin ana konusu, Hayyir’in Târîḫu’l-ʿAleviyyîn’e yönelik eleştirileridir. Söz konusu eleştiriler, Arap Alevî ekolün itibar sahibi bir merciinin kaleminden çıkmış olmaları hasebiyle önem taşımaktadır. Makale, bu eleştirileri gündeme getirmek suretiyle Arap Alevî âlimlerin zihinlerindeki Alevîlik tasavvurunun anlaşılmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Makalede tasvirci metot takip edilmiş, ayrıca sosyal bilimlerde kullanılan anlayıcı-yorumlayıcı yaklaşım doğrultusunda, Târîḫu’l-ʿAleviyyîn’e ve el-Hayyir’in eleştirilerine ilişkin değerlendirmelere de yer verilmiştir. Bu sadette Hayyir’in Arap Alevîliğini Usûlî İmâmîlikle özdeşleştiren yaklaşımı, dönemin sosyo-politik şartları göz önünde bulundurularak anlamlandırılmaya çalışılmıştır.Item İbn Ebî Hâtim’in (öl. 327/938) el-Cerḥ ve’t-taʿdîl’inde Ricâle dair yazışmalar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-25) Angay, Mehmet; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0001-6212-5413İbn Ebî Hâtim’in (öl. 327/938) el-Cerḥ ve’t-taʿdîl adlı eseri, hicrî ilk üç asırdaki ricâl çalışma- larına ışık tutması açısından oldukça önemli bir kaynaktır. Özellikle kitabına yazdığı giriş mahiyetindeki Taḳdime bölümü, cerh-taʿdîl faaliyetlerini hoca-talebe ilişkileri bağlamında takip etmek isteyen araştırmacılar için yol gösterici bir niteliğe sahiptir. İbn Ebî Hâtim Taḳdime’de, Mâlik b. Enes’ten başlayarak babası Ebû Hâtim’e kadar on sekiz muhaddis zikretmiş ve bunların münekkit olduğuna işaret eden rivayetlere yer vermiştir. Münekkit olarak belirlediği kişilerin ricâle dair kanaatlerini bir araya getirmek için büyük çaba göstermiş ve başta bu münek- kitlerin talebeleri olmak üzere, pek çok kimse ile irtibata geçmiştir. Bu isimlerden bazılarının meclislerinde bulunmuş ve kitaplarını kıraat veya semâ yoluyla almış, bazılarıyla da yazışmak (mükâtebe) suretiyle irtibata geçmiştir. Yazışmak suretiyle elde ettiği metinler hem kitabının oluşumunda yardımcı kaynak olma görevini üstlenmiş hem de birçok münekkidin değerlendirmelerine ulaşmasını sağlamıştır. Bu çalışmada, ilk olarak İbn Ebî Hâtim’in mükâtebe yoluyla irtibata geçtiği muhaddisler ile bunların kendisine gönderdiği yazılı belgelerin içeriği tespit edilmeye çalışılacaktır. Daha sonra da seçilen örnek tercemelerden hareketle bu yolla elde ettiği metinlerin el-Cerḥ ve’t-taʿdîl’e katkısı sayısal olarak ortaya koyulacaktır.Item Osmanlı sosyal hayatında seyyidler: 18. ve 19. yy. Diyarbekir örneği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-04) Güler, ÜmitHz. Peygamber’in soyunu devam ettiren kızı Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin nesline seyyid ve şerif unvanları verilir. Osmanlı’da Hüseynîler’in seyyid, Hasenîler’in şerif olarak adlandırıldık- ları yönünde yaygın bir bilgi bulunsa da bu doğru bir genelleme değildir. Zira bu dönemde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in nesliyle ilgili net bir ayrım söz konusu olmamıştır. Mamafih Osmanlı Diyarbekiri’nde de hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin’in nesline seyyid unvanı verilmiş ve şerif tabiri kullanılmamıştır. Seyyidler, toplumsal rolleri ve konumları itibariyle Osmanlı sos- yal tarihinin en önemli konularından biridir. Bu çalışmanın amacı, 18. ve 19. yüzyıl Diyarbekir şer‘iyye sicilleri ve ahkâm defterlerinden hareketle seyyidlerin sosyal hayatlarına ışık tutmak- tır. Araştırmada toplumsal konum ve rollerine bağlı olarak seyyidlerin sosyal hayattaki görü- nürlüklerinin yüksek olduğu tespit edilmiş; bu dönemde seyyidlerin, oldukça etkili mesleki ve sosyal sahalarda varlık gösterdikleri anlaşılmıştır. Seyyidler umumiyetle, toplum içerisinde saygın ve seçkin bir konumda yer almakla birlikte Hz. Peygamber’in soyunu temsil etmeleri itibariyle taşıdıkları manevi sorumluluğa muvafık bir yaşam tarzına sahip olmuşlardır.Item Arap ve Türk atasözlerinde ortak çağrışımlar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-03) Kavak, Fadime; İlahiyat Fakültesi; Arap Dili ve Belagatı Bölümü; 0000-0002-8817-4771Yaşanan acı tatlı olaylar, mutluluklar, felaketler, tarihi hadiselerden edinilen deneyim ve tecrübeler neticesinde ortaya çıkan, her milletin kültür ve medeniyetini, hayat tarzını, yaşam şeklini yansıtan ve söyleyeni belli olmayan meseller (atasözleri); soyut düşünceleri somut şekle büründüren, bir olayı tek cümleyle ifade eden hikmetli sözlerdir. Az sözle çok şey anla- tan, verilmek istenen manayı en iyi şekilde ifade eden, teşbih ve kinaye gibi edebi sanatların çokça yer aldığı bu sözler aynı zamanda edebiyatın en güçlü kaynaklarındandır. Milletler arası kültür alışverişi mesellere de yansımış, gerek dini, sosyal ve ticari ilişkiler, gerekse Arapça kaynakların Türkçeye tercüme edilmesiyle Türkler Arap edebiyatındaki meseller ile tanışmış- tır. Köklü ve zengin tarihi bir geçmişe sahip olan, Türk edebiyatını da etkilediği görülen bu mesellerle Türk atasözleri kıyaslandığında aralarında benzerlikler olduğu dikkat çekmektedir. Bu benzerlik bazen hem lafız hem mana, bazen de sadece mana yönündendir. Mana yönünden uyumlu olan mesellerin bazıları, kısmî kelime benzerliğinden dolayı bazen lafızdan, bir bö- lümü de ancak ortaya çıkış hikâyesi öğrenildiğinde anlaşılabilmektedir. Bu yüzden araştırma- daki bazı meseller, daha iyi anlaşılması için hikâyeleriyle birlikte ele alınacaktır.Item Aristoteles’in Poetika’sı bağlamında İslam dünyasında Tragedya: Yunanca, Süryanice, Arapça tercüme, şerh, telhis sürecinde tragedya(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-27) Taşkent, AyşeAristoteles’in Poetika adlı eseri 9. yy. sonu ile 10. yy.’ın başlarında Süryaniceye tercüme edilmiştir. Ebû Bişr Mettâ b. Yûnus el-Kunnâî (Yûnânî) (ö.940) tarafından ise Süryaniceden Arapçaya tercüme edilmiştir. Günümüze ulaşan bu tercüme Paris’te Bibliotheque Nationale Arapça yazmalar kısmında 2346 sayısıyla numaralandırılmıştır. Bu Arapça tercümenin yanı sıra Poetika’nın Süryanice-Aramice tercümesinin küçük bir parçası günümüze ulaşabilmiştir. Tragedya hakkındaki bu Süryanice fragman, Severus bar Şakko’nun (Yaᶜḳûb bar Şakko) (ö. 1241) “Diyaloglar Kitabı”nda (‘Ktaba da-Dyalogo) yer almaktadır. Makalemizde “Poetika’nın Süryaniceden Arapçaya ilk tercümeleri hakkında bilgi verilerek Severus Bar Şakko’nun Sür- yanice fragmanında ve Mettâ b. Yûnus’un Poetika tercümesinde tragedyanın nasıl tanımlan- dığı Aristoteles’in tragedya tanımlaması ile karşılaştırılmalı olarak incelenecektir. Mettâ b. Yûnus (ö.940) ve İbn Rüşd’de (ö. 520/1126) medih sanatı; Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ’da (ö. 428/1037) ise tragedya olarak anılan söz konusu türün nitel ve nicel analizi yapılacaktır. Tragedyanın nitel analizinde Aristoteles’in Poetika’sında yer verilen tragedyanın altı ögesi; muthos (öykü), ethos (karakter), leksis (sözel ifade), dionoia (düşünce), opsis (sahne düzeni), harmonia (harmoni) ele alınacaktır. Nicel analizinde ise “prolog, episodlar, eksodos, koro şarkısı” ögeleri ele alınarak nitel ve nicel ögelerin Mettâ b. Yûnus, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’ün eserlerine nasıl nakl edildiği ve nasıl yorumlandığı incelenecektir.Item Tartışılan bir Râvi: İbn Lehîʿa(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-04) Karahan, Abdullah; Shaba, Tahir; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bölümleri Bölümü; 0000-0001-9777-3605; 0000-0001-9646-2063Abdullah b. Lehîʿa (ö. 174/791) etbâʿu’t-tâbiîn nesli önemli âlimlerindendir. Mısır diyarının muhaddisi, fakihi ve kadısı olarak şöhret salan İbn Lehîʿa, hayatının erken dönemlerinden iti- baren ilme, özellikle de hadis ve fıkha ilgi duymuş, daha sonra ilmî seviyesi, hadis bilgisi, mü- ellefatının fazlalığı ve şeyhlerinin çokluğu ile bölgenin en meşhur isimleri arasında yer almayı başarmıştır. Birçok âlim tarafından “asrın âlimi ve muhaddisi”, “ilmin inceliklerini kavrayan”, ilim konusunda “Mısır’ın liderlerinden biri” ve “ilim denizlerinden bir deniz” olarak nitelen- dirilmiştir. Ayrıca Süfyân es-Sevrî, İmâm Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis ilminde otorite olan şahısların yanı sıra onu çok iyi tanıyan Ahmed b. Sâlih ve Abdullah b. Vehb gibi ilmî açı- dan sözlerine itibar edilebilecek kişiler onu öven ifadeler kullanmıştır. Fakat Mısır’daki ilmî konumuna ve hakkındaki övgülere rağmen İbn Lehîʿa, hadiste zayıf bulunmuş, rivayetlerinin sağlamlığını zedeleyen farklı açılardan cerhlere maruz kalmıştır. Sebebi açıklanmayan cerh- leri bir yana bırakacak olursak İbn Lehîʿa’nın “teşeyyuʿ, tedlîs, kitaplarının yanması, hafıza za- yıflığı, iḫtilâṭ ve rivayette gevşeklik” gibi beş farklı hususta tenkit edildiği anlaşılmaktadır. Ri- vayet ehliyetini zedeleyen bu tür kusurlardan dolayı İbn Lehîʿa’nın rivayetleri hüccet kabul edilmemiştir. Bu çalışmada, âlimlerin İbn Lehîʿa’ya yönelttikleri leh ve aleyhteki açıklamalara dayanarak, onun hadis rivayetine ehliyeti tespit edilmeye çalışılmıştır.Item Hasidism under the influence of hesychasm and sufism: Baal Shem Tov – a jewish sufi and hesychast?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-16) Şenay, Bülent; İlahiyat Fakültesi; Dinler Tarihi Bölümü; 0000-0002-4683-3417This paper is an attempt to bring to light the manner in which Hasidism emerged inside the Jewish tradition not just as a climax of previous mystical developments, but also under the direct influence of Hesychasm and Sufism. All of these types of mysticism seem to have met in 18th century Moldova (the Bogdan province of the Ottoman Empire), in the new and revolutionary outlook of an unusual man called Israel ben Eliezer, also known as Baal Shem Tov (“the master of the good name”), who appears to have been born there, although he started preaching only after moving to Poland. Regardless of how much of his story as we know it today is true or legendary, his imprint on the evolution of the oldest monotheistic religion is undeniable and still awaits further scrutiny, despite the number of works written about him so far. Considering that the movement he set in motion, which started as an offshoot of mainstream Judaism meant to solve a religious crisis by straying partially away from the established religious practices, proposing to worship God not just through prayer but also through storytelling, music and dance, and to replace the rabbi with the tzaddik (righteous/wise man), has nowadays ended up by being the most ultra-Orthodox form of Jewishness, it is interesting to fathom the extent to which it was infused by Islamic ideas. The article therefore also takes into account the Islamic influence on the evolution of Jewish mysticism, from the emergence of Islam until today’s Jewish liturgical and meditative practice.Item Sûfîler ve Kur’ân okuyucuları: Sünnî tasavvuf geleneğinde Kurrâ eleştirileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-27) Başer, Hacı BayramBu makalede tasavvufun erken döneminde sûfîlerin kurrâya yönelik eleştirileri ele alın- maktadır. Makalenin amacı, bu eleştirilerin tasavvufun teşekkül sürecinin dinamikleri bakı- mından nasıl anlaşılabileceğini saptamaktır. Bu minvalde kurrâ kavramının geçirdiği anlam dönüşümleri irdelenmekte ve sûfîlerin muhatap aldığı kurrâ zümresi belirginleştirilmektedir. Sûfîlerin kurrâ eleştirileri, hicrî ilk asırdan başlayarak beşinci asrın sonlarına kadar telif edilen tasavvuf literatürü kapsamında, kronolojik ve teorik bir sistematik dâhilinde incelenmektedir. Bu çerçevede sûfîlerin hicrî ikinci asırdan önce, âlimler ve zâhidler tarafından kurrâya yönel- tilen eleştirileri miras alarak, hem Kur’ân okuyucuları anlamındaki kurrâya hem de âbid ve zâhid anlamındaki kurrâya tenkitler yönelttikleri tespit edilmektedir. Makalede sûfîlerin baş- larda belirli kāriʾ tiplerinde gözledikleri ahlâkî ve meslekî yetersizlik ya da bozulmaları eleş- tirseler bile, tasavvufun bir dinî ilim karakteri kazanması sürecinde bu eleştirilere Kur’ân ve semâʿ ilişkisi açısından da baktıkları ortaya konulmaktadır. Bu bakımdan sûfîlerin kurrâ eleş- tirilerinin, tasavvufun diğer dinî ilimler ile ilişkisini anlamada kilit bir role sahip olduğu iddia edilmektedir.Item Ortaçağ müslüman toplumlarında folklor ve mizah ögesi olarak yüzük kaşlarına yansıyan edebiyat(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-10-27) Ataman, Murat; Şahin, Şener; İlahiyat Fakültesi; Arap Dili ve Belagatı Bölümü; 0000-0002-7049-3125; 0000-0002-2499-7672Yüzük, eski çağlardan beri farklı birçok işleve sahip olagelmiştir. Kadın-erkek arasındaki sevgi ve evlilik bağını temsil etmesi, siyasi yazışmalarda damga işlevi görmesi, kudret ve egemenliği sembolize etmesi vs. bu işlevlerden bazılarıdır. Yüzük, bireylerin sosyo-ekonomik durumlarını, inanç, meşrep ve eğilimlerini, yine işgal ettikleri statü ve iştigal ettikleri mes- lekleri gösteren birer nişan olduğu gibi, bu küçük hacimli süs objesi tarih boyunca sanat, kültür, folklor, mizah ve din alanlarının kayıtsız kalmadığı cazip bir ilgi odağı olmuştur. Bunların yanı sıra, hususan yüzük kaşları üzerine yazı nakşetmenin Ortaçağ Müslüman top- lumlarında yaygın bir gelenek olduğu da görülmüştür. Öyle ki yüzük kaşları, sosyal hayata dair önemli ayrıntıların kendisi aracılığıyla okunabildiği toplumsal bir ayna işlevi görmüştür. Yüzük kaşlarında bulunan yazılar çoğu defa yüzük sahibine motivasyon kazandıran, sorum- luluk hatırlatan içeriğe sahiptir. Keza muhatabı iğneleme, sitem, şifa ümidi, aşk gibi birçok konu veya temanın yüzük kaşlarında sanatlı bir şekilde ele alındığı bilinmektedir. Ayrıca dönemin sosyo-politik koşulları ve kültürel durumu hakkında kültür tarihçilerinin bigâne kalamayacakları başkaca çok önemli malumat da verebilmektedir. O nedenle bu makale çalışmasında, klasik Arap edebiyatı kaynaklarında zengin bir içeriğe sahip olan yüzük kaşları üzerindeki edebi malzeme incelenecektir.