2016 Cilt 42 Sayı 1

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 10 of 10
  • ItemOpen Access
    Karaciğer kist hidatik tedavisinde güncel yaklaşım
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-04-21) Çaycı, Murat; Tihan, Deniz
    Kist hidatik veya kistik ekinokokozis dünya üzerinde belli bölgelerde yoğun olmakla beraber her ülkede karşılaşılabilen genel bir sağlık sorunudur. En sık görülen organ tutulumu karaciğerdir. Asemptomatik olmakla beraber kist boyutları büyüyerek bası semptomlarına veya biliyer ağaca açılarak komplikasyon gelişimine neden olabilir. Kist hidatik tedavisinde medikal ajanlar ve cerrahi girişimler kullanılmakla beraber, son dönemde minimal invaziv özelliğe sahip olan perkutan girişimler ve laparoskopik cerrahi girişimler seçilmiş hastalarda güvenle uygulanmaktadır. Gözden geçirme yazımızda Science Direct ve Pubmed Central üzerinden anahtar kelime olarak ekinokokal kist, hidatik kist, hidatik hastalık, kistik ekinokokkozis, karaciğer kist hidatik, hidatidoz, cerrahi kist tedavisi, mebendazole, albendazole, praziquantel, kist kemoterapisi, PAIR, perkutan tedaviler, WHO ve Garbi sınıflaması kullanılmış, özellikle son dönemde yapılan çalışmalar incelenerek karaciğer yerleşimli kist hidatik hastalığındaki son gelişmeler takip edilmeye ve yeniden derlenmesine çalışılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Feokromositoma ve paraganglioma: Tanı, tedavi ve i̇zlem
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-01-14) Ersoy, Canan Özyardımcı; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.
    Adrenal medulladaki katekolamin sekrete eden kromafin hücrelerden köken alan tümörlere feokromositoma, sempatik ve parasempatik ganglialardaki kromafin hücrelerden köken alanlara ise paraganglioma adı verilmektedir. Bu tümörler tüm hipertansif hastaların %0.2- 0.6’sında görülen nadir neoplazilerdir. Tümörlerin %10’u malign, %25’i asemptomatik, %24’ü aileseldir. Bu yazıda feokromositoma ve paragangliomanın tanı, tedavi ve izleminde önemli noktalar güncel literatür bilgilerinin ışığında tartışılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Mandibula anterior segment rekonstrüksiyonu: Literatürün derlemesi ve bir olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2015-12-04) Ersen, Burak; Akın, Selçuk; Tunalı, Orhan; Aksu, İsmail; Çeçen, Süleyman; Köse, Mehmet; Kurt, Ozan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı.
    Çalışmamızın amacı; geçtiğimiz 30 yıl boyunda mandibula rekonstrüksiyonu hakkında yapılmış yayınların incelenmesi, özellikle mandibula anterior segment rekonstrüksiyonu için yıllar içinde değişen serbest flep tercihlerinin ve tercih sebeplerinin incelenmesi, ayrıca kliniğimizde yapılmış bir olgunun sunulmasıdır. Çalışmamız sonucunda mandibula anterior segment rekonstürksiyonunda başlıca 4 flebin sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. Bu flepler; fibula flebi, iliak flep, scapula flebi ve radial ön kol flebidir. Bu fleplerden iliak ve fibula flebi popülerliğini korumakta iken, radial ön kol ve skapula flebinin özellikle yumuşak doku komponenti ön planda olan doku defektlerinde kullanılabilir alternatifler haline geldiği görülmüştür.
  • ItemOpen Access
    Endolarengeal eksizyonla tedavi edilen larenks kondrosarkomu: Olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-07-25) Durgut, Osman; Akyıldız, Metin Yüksel; Saraydaroğlu, Özlem; Kasapoğlu, Fikret; Özmen, Ömer Afşin; Demir, Uygar Levent; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı.
    Kondrosarkomlar, larenksin nadir görülen malign tümörleridir ve sıklıkla krikoid kıkırdaktan kaynaklanır. Larenksin kondrosarkomları için genellikle kabul edilmiş tedavi şekli, larenks fonksiyonlarının korunduğu konservatif cerrahi yaklaşımlardır. Bu yazıda krikoid kartilajdan kaynaklanan larengeal kondrosarkomlu 61 yaşında erkek hasta literatür bilgisi eşliğinde sunulmuştur.
  • ItemOpen Access
    Çocukluk çağı kurşun maruziyeti: Otistik semptomlar, ayırıcı tanı ve bir yıllık bireysel eğitim süreci
    (Uludağ Üniversitesi, 2015-12-29) Köle, İsmail Hasan; Vural, Pınar; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Kurşun maruziyeti hala ciddi bir sağlık sorunudur. Küçük yaşlardaki çocuklarda normal sınırın altındaki kan düzeylerinde bile mental ve nöropsikolojik işlevlerde geri dönüşsüz bozukluklar oluşabilir. Nörotoksisite sonucunda ortaya çıkan bilişsel ve davranışsal belirtiler otizm spektrum bozukluğu ile benzer bir örüntü gösterebilir. Biz olgu sunumumuzda yirmi aylık bir erkek çocuğun daha önce kazanmış olduğu iletişim, sosyal etkileşim ve motor becerilerinde ani ve atipik başlayan gerileme ve davranış değişiklikleri nedeni ile tarafımıza başvurmasını, ayırıcı ve kesin tanı sürecini ve bir yıllık bireysel eğitim sonrasında tekrar kazandığı becerilerini sunmaya çalıştık. Ayırıcı tanı sürecinin sonunda hastanın kurşuna maruz kaldığını gördük. Bireysel eğitim sonrasında ise otistik semptomlarda bariz gerileme olmuştu. Bu olgu sunumu bize küçük çocuklarda atipik başlayan otistik belirtilerin ayırıcı tanısında çevresel faktörlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini göstermektedir. Bununla birlikte kurşun maruziyeti nedeni ile ortaya çıkan bilişsel ve davranışsal bozuklukların tedavisinde bireysel eğitimin faydalı olabileceğini düşündürmektedir.
  • ItemOpen Access
    Tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, anksiyete ve depresyon belirtilerinin sıklığı
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-05-06) Taneri, Petek Eylül; Akış, Nalan; Sarandöl, Aslı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıf öğrencilerinde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), depresyon ve anksiyete belirtilerinin prevalansının saptanması amaçlanmıştır. Araştırmaya 2014-2015 öğretim yılında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi 226 kişi dahil edilmiş, örneklem seçilmemiştir. Öğrencilerin %72.22’sine (n=163) ulaşılmıştır. Veri araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu, Beck Anksiyete Ölçeği(BAÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Kendi Bildirim Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Öğrencilerin %17.2’sinin (n=28) DEHB yönünden risk altında olduğu saptanmıştır. Katılımcıların BAÖ puanlarının ortancası 7’dir ve %6.7’sinde (n=11) ciddi anksiyete saptanmıştır. Katılımcıların BDÖ puanlarının ortancası 7’dir ve %15.3’ü (n=25) depresyon açısından risk altındadır. Elde ettiğimiz anksiyete, depresyon ve DEHB bulguları gözden geçirildiğinde tıp fakültesi öğrencilerine etkin psikolojik danışmanlık verilmesinin koruyucu ruh sağlığı açısından önemli olacağı düşünülmektedir.
  • ItemOpen Access
    Pulmoner hamartomlar: 30 olgunun klinikopatolojik değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-04-21) Sayar, Ayşe; Atalay, Fatma Öz; Akyıldız, Elif Ülker; Melek, Hüseyin; Coşkun, Sinem; Avcı, Özlem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı.
    Pulmoner hamartomlar, akciğerin en sık görülen benign tümörleridir. Genellikle soliter olup akciğerin periferinde yerleşirler. Mezenşimal hücrelerden köken alan bu tümörler matür kıkırdak, yağ, osteoid ve düz kas dokularının değişen miktarlarda birleşiminden oluşurlar. Çalışmamızda 2005 ile 2014 yılları arasında Patoloji Anabilim Dalı’nda pulmoner hamartom tanısı almış 30 olgu dahil edilmiştir. Hastalar, yaş, cinsiyet, hastanın başvuru sırasındaki şikayeti, klinik ve/veya radyolojik ön tanı, tümör yerleşim yeri, ameliyat prosedürü, tümör boyutu ve histopatolojik bulgular açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Olguların 20’si erkek, 10’u kadın olup erkek/kadın oranı 2’dir. Yaş ortalaması 54.5 yaş (aralık 27–75 yaş) olarak bulunmuştur. En sık görülen yakınma öksürük olup semptomatik olan 18 hastanın 14’ünde (%78) mevcuttur. Hastaların 16’sında (%53) tümör sağ akciğer yerleşimlidir. Hastaların biri hariç hepsine wedge rezeksiyon uygulanmıştır. Makroskopik incelemede ortalama tümör çapı 2.1 cm (aralık 0.3–9 cm) olarak tespit edilmiştir. Olguların tamamı soliter olup, bir olguda hamartom ile aynı lobda yerleşmiş akciğer kökenli adenokarsinom saptanmıştır. Makroskopik incelemede, pulmoner hamartomlara nadir de olsa malignitenin eşlik edebileceği akılda tutulmalı ve lezyon dışı akciğer parankimi dikkatlice incelenmeli ve örneklenmelidir.
  • ItemOpen Access
    Fibromatozisin klinikopatolojik değerlendirilmesi: 125 olgudan oluşan bir seri
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-04-07) Altıntaş, Emine Kıyım; Atalay, Fatma Öz; Yalçınkaya, Ulviye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada fibromatozis tanısı almış olguların dağılımı ve patolojik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışma, retrospektif kesitsel bir araştırmadır. Bu araştırmada, Ocak 2005 tarihi ile Aralık 2011 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’nda fibromatozis tanısı almış 125 olgu değerlendirilmiştir. Hastaların yaş, cinsiyet, tümör lokalizasyonu, tümör çapı ve rekürrens bilgileri tıbbi dosyalarından ve patoloji kayıtlarından elde edilmiştir. Yüzeyel fibromatozislerin 84’ü palmar, 6’sı plantar, derin fibromatozislerin ise 25’si ekstraabdominal, 6’sı abdominal, 4’ü intraabdominal fibromatozis olgusundan oluşmaktadır. Tüm hastaların yaş ortalaması 50.4±17.4 yıldır. Palmar fibromatozisli 84 olgunun 43’ü 5. ve 6. dekatlarda saptanmıştır. Derin fibromatozisli olguların yaş ortalaması 34.2±14.9’dır. Yüzeyel fibromatozislerde ortalama tümör çapı 3.4±1.5 cm iken derin fibromatozislerde 8.8±5.4 cm ölçülmüştür. Rekürrens oranı palmar fibromatozisli olgularda %14.3, plantar fibromatozisli olgularda %20, derin yerleşimli olgularda %25.7 olarak bulunmuştur. Çalışmamızda olgu serimizin epidemiyolojik ve klinikopatolojik özellikleri genel olarak literatür ile uyumlu bulunmuştur. Yüzeyel fibromatozis olgularında diabetin, derin fibromatozisde ise travmanın sıklıkla karşılaşılan komorbiditeler olduğu görülmüştür. Serimizdeki takip süresinin (7 yıl) kısa olmasına rağmen, rekürrense sık rastlanıldığı ve özellikle derin fibromatozis nedeniyle cerrahi geçirenlerde daha fazla olduğu saptanmıştır.
  • ItemOpen Access
    Karaciğer sirozlu hastalarda n-terminal beyin natriüretik peptid seviyeleri ile hastalık göstergeleri arasındaki i̇lişki
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-03-07) Veyseloğlu, Latif; Pekgöz, Murat; Gürel, Selim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Gastroenteroloj Bilim Dalı.
    Beyin NatriüretikPeptidi (BNP) ve pro-Beyin NatriüretikPeptidi (pro-BNP) düzeyleri konjestif kalp yetersizliğinde tanısal değere sahiptir. Bu çalışmada, karaciğer hastalıklarının şiddeti ile N terminal Beyin Natriüretik Peptidi (NT pro-BNP) seviyeleri arasındaki ilişkinin ortaya konması için, karaciğer sirozu tanılı hastalarda altta yatan karaciğer hastalığının ciddiyeti, Child-Pugh ve Model forend-stageliverdisease (MELD) skorunda artış olmasıyla birlikte NT pro-BNP düzeyinde yükselme olup olmadığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hasta gru-bunda Child-Pugh ve MELD skoruna göre NT pro-BNP düzeyleri değerlendirildiğinde anlamlı fark vardı (p<0,05). Pro-BNP seviyeleri açısından hasta ile kontrol grubu karşılaştırıldığında arada anlamlı farklılık saptandı (p<0,05). NT pro–BNP kalp yetmezliği olmayan kronik karaciğer hastalığı olan kişilerde karaciğer hastalığının şiddeti ile artmaktadır ve mortalitenin ön belirleyicisi olarak kullanılabilecek ucuz, noninvaziv ve çabuk sonuç alınabilecek serolojik bir belirteç olarak değerlendirilebilir.
  • ItemOpen Access
    Yüksek enerjili fotonlarda fiziksel ve sanal kama filtrelerin dozimetrik özelliklerinin karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2016-01-27) Şahin, Aycan; Tunç, Sema; Kaynak, Zeki Gökay; Özkan, Lütfi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Nükleer Fizik Anabilim Dalı.
    Çalışmamızda, radyoterapide doz dağılımını modifiye etmek için kullanılan fiziksel ve sanal kama filtrelerin dozimetrik özelliklerini inceleyerek, uygulamadaki avantaj ve dezavantajlarının saptanması amaçlandı. Fiziksel ve sanal kama filtrelerin kama faktörleri (WF), yüzde derin doz (%DD) eğrileri, yüzey ve çevre dozların verilerini karşılaştırmak amacıyla elde edildi. Ölçümler Siemens Artiste cihazında 6 MV ve 15 MV X-Işın enerjileri kullanılarak 5x5, 10x10, 15x15 ve 20x20 cm2 alanlarda, SSD: 100 cm’de su ve katı su fantomunda farklı iyon odaları ile yapıldı. Kama faktör ölçümleri 5 cm derinlikte Farmer iyon odası ile yapılırken, %DD eğrileri Semifleks iyon odası ve yüzey dozu ölçümlerinde ise Markus paralel plak iyon odası kullanıldı. Çevre dozu ölçümleri için 2-D Array kullanılarak dmax ve 5 cm derinliklerde alındı. Aynı derinlikte, küçük alanlardan büyüğe doğru gidildikçe WF’leri fiziksel ve sanal kama için artığı görüldü. Sanal kama filtrelerin çevre dozu fiziksel kama filtreye göre yüksek bulundu. Sanal kama için küçük alanlarda kama açısının çevre dozlarına etkisinin olmadığı ancak büyük alanlarda kama açısıyla birlikte etkinin arttığı görüldü. Fiziksel kama için derinlik ve alan boyutu arttıkça çevre dozunun arttığını buna karşın kama açısı arttıkça çevre dozunun azaldığını saptandı. Sonuç olarak sanal kama filtreler set-up kolaylığı ve tedavi süresinin kısalması sebebiyle tercih edilebilir. Ayrıca daha fazla açı alternatifi sunması planlamada avantaj sağlar.