1991 Cilt 3 Sayı 3

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13537

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 20 of 28
  • Item
    Din sosyolojisi ve gelişme sosyolojisi II
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Desroche, Henri; Er, İzzet; İlahiyat Fakültesi
    Bir önceki makalede sunulan bütün tesbitler, gelişme uygulamasında dinî sonuçları gerçekleştirme problemini ortaya koymak için burada toplanacaktır.Hadise, Güney Sahra Afrikası'ndan ve sömürge sırasında tutulan bir dosyada toplanmış gözlem verilerinden alınmıştır. Bu kültürel ortamda dinî farklılaşma Bouake’deki milletlerarası müza­ kerelerde dikkatle incelenmişti. Sözü edilen dinî farklılaşma aşağıdaki gibi tecel­li etmektedir:
  • Item
    Akıl ve düşünülen şey üzerine
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Safâ, İhvân-ı; Uysal, Enver; İlahiyat Fakültesi
    Bil ki ey kardeş, bütün varlıklar, cismânî ve rûhânî olmak üzere iki çeşit­tir. Cismânî olanlar duyularla idrak edilebilen, rûhânî olanlar ise akılla kavranıp düşünme ile tasarlanabilen varlıklardır. Cismânî varlıklar üç çeşittir: Gök cisimleri, tabiî unsurlar ve oluş halinde­ki diğer (cismânî) varlıklar. Rûhânî varlıklar da keza üç çeşittir: a) Her sûreti kabul edebilen, ma’kûl, edilgin (münfail) ve basit bir cevher olan İlk Madde, b) Etkin (faal), bilen ve basit bir cevher olan Nefs, c) Eşyanın hakikatlerini kavrayabilen, keza basit bir cevher olan Akıl. Şânı yüce olan Tanrı ise ne "cismânî", ne de "rûhânî" olarak nitelendirile­ bilir. Aksine O, "bir" sayısının tek ve çift olarak nitelendirilemeyip, tek ve çift bü­tün sayıların neden (illet)i olduğu gibi (rûhânî ve cismânî) bütün varlıkların ne­ denidir.
  • Item
    Bir dîn felsefesi mümkün müdür?
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Dumery, Henri; Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi
    Din felsefesi ve bilim felsefesi deyimleri, ilki Hegel, ikincisi Comte ve o Ampere tarafından aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya atıldı. Fakat her ikisi de aynı derecede yaygınlaşmadı. Bilim felsefesi deyimi, haklı olarak daha çabuk kabûl gördü. Çünkü onun taşıdığı anlam daha belirgindir. Ufuk ve vokabüler belirsizliklerine rağmen bilim felsefesi, filozoflar arasında yaşama hakkını elde etti ve günümüzde, bazı mantık kitaplarının, büyük bölümünü işgal edeek derecede önem kazandı. Din felsefesi deyimi, bir ölçüde başarılı olduktan sonra şansızlığa uğradı. Bugün ona, ancak sınırlı bir kredi tanınmaktadır. Bu deyim, müphemlik arzetmekte ve üzerine tereddüdün gölgesi düşmektedir. Hegel’in ona verdiği anlam tümüyle beğenilmedi. Çünkü bu anlam, bir sistemin ayrılmaz parçasıydı. Din fel­ sefesinin, ruhun gelişmesinde oynadığı rol ve kazandığı ifadeye göre dinî feno­ men üzerine bir düşünmeyi belirtebilmesi için, bu gelişmenin kanununu tanıya­ bileceğimiz hayaline kapılmak ve Hegel olmak gerekecektir. Hegel bir din felsefesinden çok bir din "tarihi felsefesi" yaptı. Fakat formüllerin yer değiştirmesi konuyu daha çok aydınlatmaz; güçlüğü çözemez, arttırır.
  • Item
    Din ve bilgi
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Deman, Th; Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi
    Din, meşhur paskalcı antitezin ifadesiyle, filozofların ve bilginlerin Tanrı’sının değil de, İbrahim İshak ve Yakub’un Tanrı’sının buyruğudur. İnsan, derhal bu düşünceyi kabul etme temayülündedir. Felsefi bilgi insan ruhunda reaksiyon uyandırmaz. Buna sebep, felsefi bilginin, insanı zorunlu olarak Tanrı’yı inkâr et­mek zorunda bırakacağı veya insanla Tanrı’yı karşı karşıya getireceği düşüncesi değildir. Tersine, doğru yönlendirilmiş felsefi bilgi, "ilk sebep"in varlığına kadar yükselebilir, Tanrı’nın hem sıfatlarını, hem de İlâhî varlığa yaraşan "dışarıya doğ­ru" (ad extra) fiilleri açıkça dile getirir. Fakat bu bilgiyi geçerli kabûl edecek, ze­kâyı da, kendini teşkil eden doğrulamaların bir ürünü şeklinde düşünecek olur­ sak, böyle bir durumda ortaya çıkan şey din olmadığı gibi, o ruhta da barınamaz. En azından dinin yayılmak ve gelişmek için takip ettiği yol bu değildir. Dinî duy­gu ve fonksiyonunu geliştirmek için kim filozof olmayı düşünür? Dini, saf akılsı­nırlarına hapsetme iddiasının da teizmin de yanlışlığı buradadır. Aklî ibadetle yetinmesini istediğimiz kişi, bununla tatmin olmaz. Din fenomeninin dikkatli bir incelemesi, Aydınlanma Çağını karakterize eden o teşebbüslere benzer bir teşebbüse ümit bırakmaz.
  • Item
    Din sosyolojisi ve gelişme sosyolojisi
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Desroche, Henri; Er, İzzet; İlahiyat Fakültesi; Din Sosyolojisi Bölümü
    Burada takdim edilen düşünceler, henüz açıklanmış olup kısmen bir ma­kale ve eserde yayınlanan konuların yeni bir düzenlemesidir. Bunların geleneksel din sosyolojisiyle ilişkileri, gelişme açısından ülkelerin şartlarına bağlı Weberci problemler hakkında N.M. Hansen’in zekice fikirleriyle pekiştirilebilir. Hansen’in esas iddiası gerçekten şudur Evvelce ekonomik büyüme konusunda büsbütün olumsuz bir mana taşıması muhtemel veya irrasyonel kabul edilip fonksiyonu küçümsenmiş - dinî ve ideolojik değerler, bir çok durumlarda rasyo­nel bir ekonomik faaliyetin başlıca saikleri olarak kullanılabilmişlerdir. Bu, ke­sin bir karşılık değilse de, en azından günden güne aydınlanan temel bir prob­lemdir.
  • Item
    Ateizmin psikolojisi
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Vergote, Antonie; Hökelekli, Hayati; İlahiyat Fakültesi
    Ateizm olayı din psikoloğunu, bir varoluş tartışması ve dinî tutum karşıtı bir görüş açısı olarak gözükmesi ölçüsünde ilgilendirir. Ancak hemen belirt­meliyiz ki, bu tür vaziyet alışların doktrin yönü, din psikoloğunun çalışma alanı içinde değildir. Bazı düşünürler akla yatkın bir Tanrı kavramı oluşturmanın im­kânını reddederler. Agnostisizm ve yeni pozitivizmin tezi bu merkezdedir. Diğer bazıları da, Tanrı kavramının kendi içinde çelişik olduğuna hükmederler. Sartre’ın ontolojik sonuçlaması bunun örneğidir. Daha başkaları da, Allah’ın varlığı­nı tasdik etmenin, metafizik olarak insanın hürriyetini kabul etmekle bağ­ daşamaz olduğunu düşünürler. Merleau-Ponty bazı yazılarında bu fikri savundu. Bütün bu teorik itirazlar felsefi düşüncenin yetkisi içinde olmaktadır ve psikolog da, insanın bütün dürüstlük ve açıklığı ile irdeleme hakkını, tanrıtanımaz bir dün­ya görüşünün varlığını hiç tanımamazlık edemez. O, bu tür düşüncelerde gizli psikolojik motivasyonların olabileceğini peşinen düşünmekte haksız olacaktır.
  • Item
    İslâm toplumu ve toplum hayatında câmi’nin yeri
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Hak, Müşhirul; Güç, Ahmet; İlahiyat Fakültesi
    Kur’ân’ın yalnız bir Allah’a itaata ve Peygamber Hz. Muhammed’in otori­tesi önünde teslim olmaya daveti, Arapların yaşamış olduğu geçmişten tam bir kopma demekti. Bu davet, onların sadece dinî inanç ve uygulamalarını altüst et­mekle kalmayıp aynı zamanda "toplum" kavramına yeni bir yön ve anlam da ver­di. Bir toplum halinde yaşama şuuruna sahip olan Araplar, daha çok hususi bir toplum görünümünde idiler. Genellikle kendi edebiyatları vasıtasıyla tanıdığımız tarihleri, evrensel bir Tanrı’ya ibadet etmeme noktasında birleşmiş olmalarına rağmen, kendi dışındaki insanları cemaatlerine çekebilecek hayatî "bağ'î hâlâ ele geçiremediklerini anlatmaktadır. Onların durumunda, birleştirici "bağ", sadece bir kabileye mensup olmaktı. Şöyle ki: Din, kesinlikle birleştirici bir unsur (bağ) değildi. Doğru ve yanlış, herhangi bir dinî kural esas alınarak değil de, ancak bel­li bir kabileye üye olma esasına göre belirlenirdi.
  • Item
    Dinin psikolojik temelleri
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Thouless, R. H.; Kula, M. Naci; İlahiyat Fakültesi; Din Psikolojisi Bölümü
    Dinin psikolojik incelemesinin başlangıcında insan şu soru ile başlayan yanlış bir yol takip edebilir: "Dinin psikolojik temeli nedir?" Verilecek cevaplar­dan biri, kişinin dininin onun cinsiyetinde veya dost olmayan çevredeki yardımsız kalışında temellendiği ve kişinin dinî inanç ve davranışlarının bu ilkel ihtiyaçların biçim değiştirmiş ifadeleri olarak düşünebileceğidir. Başka yazarlar, dinin teme­lini, insanın tabiat ile birliği konusunda bir coşkuyla arasıra şuuruna varması veya etrafındaki insanların problemleri ya da kendisinin ahlâkî çatışmaları hak­kında sözlü düşünme yöntemi olarak tarif etmişlerdir. Bunların her biri, insanla­rın dinlerinin tek kaynağı ve menşei olarak ileri sürülebilir. Bu tür düşünüş tarzı, şimdi kırk sene öncesinden daha az yaygındır. Sanırım, bu düşünüş, dinin psiko­lojik olarak anlaşılmasına giden yolda bir tuzaktır. Bu faktörlerin herhangi biri veya hepsi dinin oluşumunda rol oynayabilirler. Tuzak, bunların sadece birinin yegâne faktör olduğunu söyleme eğiliminde yatmaktadır.
  • Item
    İslam hukuku kaynaklarına göre, pedagojik açıdan çocuk eğitiminde dayak cezasına getirilen sınırlamalar
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Ay, Mehmet Emin; İlahiyat Fakültesi
    Gerek Batı, gerekse İslam Eğitim Sisteminde disiplini sağlamak ve eğitim-öğretimin devamı için ceza yöntemlerinden biri olan dayağa zaman zaman başvu­rulduğu bilinmektedir. İslam’da sorumluluk (mükellefiyet) büluğ (ergenlik) döne­miyle başladığı için büluğ öncesi yaşlan ilgilendiren hukukî konular için ayn ça­lışmalar yapılmıştır. Çocuk Hukuku ile ilgili bu müstakil çalışmalar, aynı zaman­da İslam Eğitim Sistemine de kaynaklık etmişlerdir. Böylece çocuklar ve eğitimle­ riyle ilgili konular hukukî temelleri olan esaslar hüviyetine kavuşmuş, gerektiğinde görevini kötüye kullanan sorumlularâ çeşitli cezalar verilebilmiştir.
  • Item
    Kur’ân-ı Kerim’e göre Hz. Meryem ve İsa (a.s)
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Güç, Ahmet; İlahiyat Fakültesi
    Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın şahsiyetleri bize, saf tevhîd inancı çerçevesinde takdim edilir. Her ne kadar onların doğumları yaşayışlar birta­ kım harikuladelikler arzetmekteyse de bu hiçbir zaman, onların İlâhî cevher taşıdık­ ları anlamına gelmez, diğer deyişle onlara ilâhlık isnad edilemez. Özellikle Hz. İsa’nın gerek vahiy almadan, gerekse vahiy aldıktan sonra sahibolduğu olağanüstü­ lükler, şu veya bu peygamberinkinden mahiyet olarak farklıysa da temelde beşerî bir alan içinde cereyan etmektedir. Dolayısıyla onların bir peygamberlik işaretinden başka anlamı yoktur. Mesih, bunu bizzat kendisi açıkça ilân etmiştir. Aksine, yani İsa’nın Tanrılığına inanmak hem irrasyonel hem de tevhidin kabul edilemez bir de­ jenerasyonudur.
  • Item
    Rafi’î’nin İ’cazu’l-Kuranı ve Arap Edebiyatı Tarihi’nin son cildinin tetkiki
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Ayyıldız, Erol; İlahiyat Fakültesi; Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü
    Bu makale bundan öncekinin devamı mahiyetindedir. Burada er-Rafi’î’nin adı geçen eserinin ikinci cildinin son bölümü ile üçüncü cildi İncelenmekte ve tahlil edilmekte ve sonuç bölümünde eserin bütününe ait bir değerlendire yapılmaktadır.
  • Item
    İbn Bâcce’nin eserleri
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Aydınlı, Yaşar; İlahiyat Fakültesi
    Bu yazııım temel amacı, İbn Bâcce’ye ait yirmi dört risaleden oluşan kayıp Berlin Yazması (Ahlwardt, 5060)'nın yeniden ortaya çıkmış olduğunu duyurmak ve bu münasebetle, çok genel bir yaklaşımla da olsa, İbn Bâcce’nin çerlerini Türk okuyucusuna tanıtmaktır.
  • Item
    Sartre’da varlık ve kaynağı problemi
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi; Din Felsefesi ve Mantık Bölümü
    Tasvirci ontolojisini, Husserlci fenomenoloji üzerine kurmak isteyen Egzis­ tansiyalist Fransız filozofu Sartre, bütün gerçekliğin, duyulur nesnelerle, algılayan bilinçten ibaret olduğunu ileri sürer. Algılanabilir nesneler, bize, özlerini teşkil etme­ mize yarayan fenomenlerin içnide görünür. Oysa bilinç, kendi adına, varolan nes­nelerin görünüşlerini etkin olarak yakalamaya çalışır. Bu sözde düalist ontoloji, pour-soi varlığı, kendisinin simetrik biçimde zıddı olduğu, tam, dolu ve zorunsuz olan en-soi varlıktan ayırdeder. İster en-soi, ister pour-soi olsun; varlık dünyada, sadece, bütün yaratma hipotezini dışta bırakmamızı gerektirecek bir tarzda bulun­ maktadır. Sartre’a göre yaratmacılık, varlığı anlaşılmaz kılmanın yanında, onu, as­la çıkamayacağı Tanrı’nın öznelliği içine yerleştirir. Gerçekte Sartrecı fenom enolojik yöntem, bize böyle bir sonuç çıkarma izni vermediği halde; kendi ilkelerine bağlı kalmayan bu ontoloji, yaratmacılık karşıtı olmanın gizli tehlikelerini görmüyormuş gibi davranır.
  • Item
    Öğrencilerin "tercih gerekçeleri" bakımından öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumları arasında ilahiyat fakültelerinin yeri I. (Tespitler)
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Öcal, Mustafa; İlahiyat Fakültesi
    Bu makale, daha önce hazırladığımız ve Fakültemiz Dergisinin 2. sayısında yayımlanan; "Öğrencilerin Tercihleri Bakımından; Öğretmen Yetiştiren Yükseköğre­ tim Kurumları Arasında İlahiyat Fakültelerinin Yeri" adlı makalemizin devamını teliğindedir. Önceki makalemizde, İlahiyat Fakültesi ile öğretmen yetiştiren diğer yükseköğretim kurumlarına yönelen gençlerin tercih sıralan ve puanlan itibariyle karşılaştınlmalan yapılmıştı. Bu makalede ise; İlahiyat Fakültelerini tercih eden gençlerle öğretmen yetiştiren diğer fakülteleri ve yüksekokulları tercih eden gençlerin "tercih gerekçeleri" kendilerine uygulanan anketle tespit edilerek, karşılaştırmalar yapılmağa çalışılmıştır.
  • Item
    Hacı İvaz Paşa vakfiyesindeki "mühtedi fonu" hakkında
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Çetin, Osman; İlahiyat Fakültesi
    İslâm Tarihi boyunca, insanların ihtiyaç duyduğu her sahada, bazı devlet adamları ve zengin müslümanlar tarafından vakıflar kurularak halkın hizmetine su­nulmuştur. Bu vakıf kurucularından biri de XV. yüzyıl devlet adamlarından Hacı İvaz Paşa’dır. İvaz Paşa, Bursa’da kurduğu vakfın gelirlerinden belli bir kısmının mühtediler için harcanmasını şart kılmış ve vakıf-mühtedi ilişkisini ortaya koymuştur. Bu şart vakıf hizmetlerine yeni bir boyut kazandırmıştır.
  • Item
    Hadislerde mana rivayetinin sonuçları
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Başaran, Selman; İlahiyat Fakültesi; Hadis Bölümü
    Bu makale bir öncekiyle birlikte değerlendirilmelidir. Hadislerin lafız ve ma­na yönüyle rivayet edilmesinin doğuracağı olumlu ya da olumsuz sonuçlar o zaman daha iyi anlaşılacaktır.
  • Item
    Hadislerin lafız ve mana olarak rivayeti meselesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Başaran, Selman; İlahiyat Fakültesi; Hadis Bölümü
    Hz. Peygamberin (S) söylediği sözlerin aynen ezberlenip nakledilmesi anla­mında lafız rivayeti, bu hadislerin değişik lafızlarla rivayet edilmesi anlamında ise mana rivayeti terimleri kullanılmıştır. Hadiste asıl olan lafız rivayetidir. Bununla birlikte, lafızları aynen aktarmak mümkün olmadığı zamanlarda mana rivayetine bazı şartlarla cevaz verilmiştir. Hem lafız rivayetini şart koşanlann hem de mana rivayetini meşrû sayanların dayandıkları birtakım deliller bulunmaktadır. Bu deliller dikkate alındığında her iki anlayışın da haklı yönleri bulunduğu görülecektir. Mana rivayetine cevaz verenler bile, kitaplara yazıldıktan sonra hadislerin lafzan rivayet edilmesini şart koşmuşlardır. Böylece mana rivayeti en çok bir-birbuçuk asır için sözkonusu edilmiş olmaktadır. Buna rağmen H. II. asrın ortalarından sonra hâlâ mana rivayetini caiz görmek Hz. Peygamberin ifadelerini tamamen değiştirmeğe göz yummak anlamına gelir. Hadislerin lafızları Kur’ân âyetleri gibi mûciz değildir. Bu bakımdan değiştirilmesi mümkündür. Nitekim uydurma hadisler böyle ortaya çıkmıştır. Ayrıca hadislerin başka dillere tercüme edilmesi de manari­ vayeti esasına dayanmaktadır. Ama, "nasıl olsa mana rivayeti caiz görülmüştür" diyerek şu âyetin, bu hadisin muhtevasına uygundur, iddiasıyla Hz. Peygamber’e ait olmayan lafızları O ’na izafe edivermek kesinlikle tasvip edilemez ve bu düşünceyle ortaya çıkarılan hadislerin uydurma sayılmasına mani olamaz.
  • Item
    Hadislerin ışığında sahabe isimleri
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Başaran, Selman; İlahiyat Fakültesi
    İsîm, insanları tanımaya yarayan ve birbirinden ayıran bir semboldür. İslam Peygamberi insanların önce inanç ve düşüncelerini düzeltmeye çalışmış, sonra da isimlerini güzelleştirmelerini tavsiye etmiştir. Bu istikamette de bazı Sahâbîlerin uy­gun olmayan isimlerini kendisi değiştirmiş, bazı çocuklara da güzel isimler ver­miştir. Ama Sahâbîlerin çoğu Islamdan önce aldıkları isimleri kullanmaya devam etmiş, Hz. Peygamber de bunlara ses çıkarmamıştır. Toplum tarafından yadırgan­mayan isimlerin anlam ve kelime yapısına bakılmamış, bu isimlerden bir çoğu ne­silden nesile aynen intikal ederek günümüze kadar ulaşmıştır. Lakap, künye ve nisbet de Ashab arasında çok yaygın olarak kullanılmış, bir çok Sahâbî ismiyle değil, künyesiyle meşhur olmuştur.
  • Item
    Erguvan bayramı
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Algül, Hüseyin; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi Bölümü
    İlkbaharda erguvanlar açtığı zaman Emir Sultan, sağlığında Bursa’da müridleriyle bir araya geliyor ve topluca Allah’ı zekrediyorlardı. Ölümünden sonra da dergâhında bu gelenek aynı şekilde devam etti. Diğer şehirlerden de pek çok kişi bu toplantıya katılıyorlardı. Bu, adeta iç turizm hareketlerinde olduğu gibi o mevsimde Bursa’nın sosyal ve ekonomik hayatına büyük katkıda bulunuyordu. Bu hadise, kaynaklarda "Erguvan Faslı veya Erguvan Bayramı" diye geçer.
  • Item
    Bursalı bir tarihçi Mehmet Şemsettin (Ulusoy) Efendi
    (Uludağ Üniversitesi, 1991) Kara, Mustafa; İlahiyat Fakültesi; Tasavvuf Tarihi Bölümü
    M. Şemsettin Efendi, Bursa Mısrî Dergâhı’nın son şeyhidir. Gülzar-ı Mısrî adlı eserini bu tekkenin tarihine tahsis etmiştir. Bu eserin sonunda, son postnişin olarak kendi hayatı hakkında da bilgi vermiştir.