2010 Cilt 29 Sayı 1

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13938

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 15 of 15
  • Item
    Bir atta tromboflebitis olgusu
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-04-08) Çeçen, Göksen; Töre, E. Pınar; Çelimli, Nurettin; Kocatürk, Meriç; Batmaz, Elçin; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Safkan İngiliz ırkı, erkek, 4 yaşlı bir at yarış sonrasında boynun her iki tarafının şişmesi ve sonrasında boynunu hareket ettirmekte isteksiz olması şikâyetleri ile getirildi. İnspeksiyonda, sağ regio sulcus jugularis’te lokal kıl dökülmeleri ve eski fistül yaraları görüldü. Palpasyonunda ise lokal hassasiyet ve yaklaşık 18 cm’lik vena jugularis çevresinde yumuşak doku sertliği algılandı. Ultrasonografik muayenede, birbiri içine girmiş ekojenik ve hipoekoik halka şeklindeki damar katmanları belirlendi. Tromboflebitis purulenta tanısı konularak sağ vena jugularis’in cerrahi parsiyal rezeksiyonu gerçekleştirildi. Postoperatif erken dönem ve sonrasında herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı.
  • Item
    Yararları ve riskleriyle gıda kaynaklı enterokoklar
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-05-21) Çetinkaya, Figen; Muş, Tülay Elal
    Enterokoklar, sağlıklı insanlar ve hayvanların barsak mikroflorasının üyeleri olup, çevrede yaygın olarak bulunan bakterilerdir. Gıda endüstrisinde bu laktik asit bakterileri (LAB), önemli fermentasyon aktiviteleri nedeniyle, “yardımcı (ilave) veya starter kültürler” olarak kullanılmakta ve peynir lezzeti ve kalitesinin geliştirilmesinde önemli bir role sahip bulunmaktadır. Diğer taraftan enterokoklar endokarditis, üriner ve genital sistem infeksiyonları, meningitis ve septisemi gibi hastalıklardan sorumlu oportunistik patojenler olarak da bilinmektedir. Enterokokların önemli bir klinik özelliği, gıda, su ve klinik kaynaklı izolatlarında rapor edildiği gibi, antimikrobiyal ajanların geniş bir varyetesine direnç göstermeleridir. Gelişimi arttırmak amacıyla hayvan yemlerinde antibiyotiklerin kullanımı çeşitli ekosistemlerde, nakledilebilir antibiyotik dirençlilik genlerinin önemli rezervörlerini ortaya çıkarmış ve sonuç olarak gıda zinciri yoluyla dirençli Enterococcus’ların insanlara olası bir naklini beraberinde getirmiştir. Söz konusu derlemede enterokokların insanlarda neden oldukları infeksiyonlar, çeşitli antibiyotiklere gösterdikleri dirençlilik özellikleri ve dirençlilik genlerinin nakledilmesinde gıdaların rolüne ilişkin literatür bilgileri sunulmaktadır.
  • Item
    Kombucha ve sağlık üzerine etkileri
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-06-24) Büyükoğlu, Tülay İleri; Taşçı, Fulya; Şahindokuyucu, Fatma
    Kombucha, maya ve asetik asit bakterilerinin simbiyotik ilişkisi neticesi tatlandırılmış siyah çayın geleneksel fermentasyonudur. Sağlık üzerine muhtemel etkileri Kombucha’ya olan ilginin artmasına yol açmaktadır. Bu derlemede, biz Kombucha’nın bazı bileşenlerinin özelliklerine ışık tutan çalışmaları ortaya koyduk. Böylece, Kombucha’nın karmaşık mekanizmalarının daha iyi anlaşılması sağlanabilir ve sağlık üzerine Kombucha’nın etkileri hakkında yeni çalışmalar üretilebilir.
  • Item
    Reducing the prevalence and severity of ınjurious pecking in laying hens without beak trimming
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-05-17) McKinstry, Justin Lee; Petek, Metin; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Injurious pecking is a general term used to describe feather pecking, vent pecking, cannibalism and toe-pecking in laying hens. The severity of injurious pecking varies enormously, ranging from limited feather removal to cannibalism and death. Alternative housing systems for laying hens such as barn, free-range and aviary systems show much higher incidences of injurious pecking than with those birds housed in conventional caged system. From a welfare perspective injurious pecking can cause pain, stress, injuries, increased susceptibility to diseases, fear and death. Any major outbreak of injurious feather pecking can result in serious economic loss for the industry through decrease in egg production and feed efficiency. At present the egg industry uses both beak trimming of the birds and dim lighting methods to help reduce injurious pecking. However, both of these are being cricitised from a welfare point of view. In fact a general ban on beak trimming already exists in some European Union countries, with other countries considering a ban by 2011. Moreover, The EU ban on conventional laying cages (2012), when combined with a ban on beak-trimming, will increase the risk of injurious feather pecking and cannibalism. It is therefore important for future to consider other ways of controlling injurious pecking. Injurious pecking is a multi-factorial problem, which can be caused by environmental, genetic or nutritional factors and can be largely prevented by the use of a combination of environmental and husbandry management programs. This paper is intended to give a general overview of the potential risk factors and possible control measures associated with injurious pecking in laying hens, and in particular those flocks housed in non-cage systems.
  • Item
    Bakterilerde kinolon direncinin genetiği
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-06-24) Cengiz, Murat; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bakteriyel direnç, tür çeşitliliği ve biyolojik etkileşim dolayısıyla genetik değişimlerin kolayca oluşabildiği genetik reaktörlerde ortaya çıkar. Son yıllarda kinolon direnci ve kalıntıları, bu gruptaki antibiyotiklerin yaygın kullanımı nedeniyle yoğun ilgi toplayan bir alandır. Kinolon direncinin oluşmasından sorumlu olan birkaç mekanizma vardır. Bu genetik mekanizmalar: kinolon direnci belirleyici bölgede meydana gelen gyrA ve ParC mutasyonları, qnr ve analogları tarafından plazmid aracılı direncin kodlanması ve bakteri membran proteinlerinin sayısını azaltarak düşük etkili bir direncin oluşmasına neden olan mar mutasyonlarıdır. Direncin aktarılabilir niteliğinin de olması dolayısıyla insan ve hayvan sağlığı genetik reaktörlerde kinolon direnç etmenlerinin çoğalmasından olumsuz etkilenir. Ayrıca, henüz somut bir kanıt sunulamamış olsa da çevrede bulunan kinolon kalıntıları direncin gelişmesine neden olabilir. Direncin insan ve hayvan sağlığı üzerindeki istenmeyen etkilerini ortadan kaldırmak için koruyucu önlemler alınmalıdır. Bunun için kinolon direncinin karakterize edilmesi önemlidir ve mevcut tedavi protokolleri in vitro farmakodinamik yöntemler yardımıyla geliştirilebilir.
  • Item
    Burdur İl’inde toplanan silajlarda mikotoksin varlığının ve düzeylerinin araştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-07-20) Şahindokuyucu, Fatma; Mor, Firdevs; Oğuz, M. Numan; Oğuz, Karakaş Fatma
    Bu çalışmada, Burdur İl’inde Aralık 2006-Mayıs 2007 tarihleri arasında toplanan 60 mısır silajı örneğinin total aflatoksin, okratoksin A, T-2 toksin, deoksinivalenol, zearalenon ve fumonisin yönünden analizlerinin yapılması amaçlanmıştır. Silaj örnekleri, kış ve ilkbahar mevsimlerinde toplanmıştır. Örnekler, Enzyme Linked Immunosorbent Assay (ELISA) yöntemi ile analiz edilmiştir. Silaj örneklerinin total aflatoksin, okratoksin A, T2 toksin, deoksinivalenol, zearalenon ve fumonisin ile kirlenme sıklığı sırasıyla, 18 (% 30), 8 (%13,3), 21 (% 35), 23 (% 38,3), 23 (% 38,3), 1 (% 1,7) olarak bulunmuştur. Total aflatoksin, okratoksin A, T-2 toksin, deoksinivalenol, zearalenon ve fumonisin düzeyleri ise, sırasıyla 4.33-19.92 µg/kg, 1.76-3.26 µg/kg, 3.85-15.40 µg/kg, 24.20-100.30 µg/kg, 2.84-40.64 µg/kg, 2690 µg/kg olarak tespit edilmiştir. Silaj örneklerinin en fazla deoksinivalenol ve zearalenon ile kirlendiği tespit edilmiştir. Silaj örneklerinde kış ve ilkbahar mevsimlerinde total aflatoksin, okratoksin A, deoksinivalenol, zearalenon ve fumonisin düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark bulunmazken, T-2 toksin düzeyleri ilkbahar mevsiminde kışa göre önemli (p<0.05) düzeyde yüksek bulunmuştur Sonuç olarak, silaj örneklerinde tespit edilen mikotoksin düzeylerinin, hayvan sağlığı için tehlike oluşturacak düzeyde olmadığı kanısına varılmıştır.
  • Item
    Role of tissue lipoprotein lipase activity localization in the pelvic urethra in male cats
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-06-24) Dimitrov, Rosen Stefanov; Yonkova, Penka Yonkova; Stamatova, Kamelia Dimcheva
    The pelvic urethra has been investigated in seven sexually mature, clinically healthy European shorthair male cats, aged 12-18 months, weighing 2.8-4 kg, obtained from a licensed animal breeder. All experiments were carried out under strict observance of the European Convention for the Protection of Vertebrate Animals used for Experimental and Other Scientific Purposes and law on Animal Protection in the Republic of Bulgaria. Cryostat cross sections of 5-7 µm were used for detection of lipoprotein lipase (LPL) by Tween method of Gomori. The reaction was positive when clusters of dark-brown lead sulfide precipitates were present. The localization of tissue LPL expression was determined by light microscopy. The intensity of the reaction was assessed by a semi-quantitative analysis using the score system. The enzyme histochemical investigation of feline pelvic urethra showed that the highest intenstiy of LPL expression, occurred in the muscular layer that was mainly of skeletal muscle. A medium intensity was observed in epithelial cells of disseminated part of the prostate and in the lumen of its glandular tubules. The urethral propria exhibited weak LPL expression, whereas no LPL activity was detected in the urethral lumen epithelium
  • Item
    Biochemical factors ınfluencing autolysis of leuconostocs in buffer
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-07-12) Çıbık, Recep; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Factors influencing autolysis of two dairy leuconostocs strains chosen for their moderate and relatively higher autolytic extend were investigated in buffer system. Higher level of autolysis was observed in bacteria that were harvested at earlier exponential phase. Autolysis was greatly influenced in acidic and basic pH values and optimal level was monitored between 6 and 7 values. Optimal incubation temperature to induce lysis was detected at 30°C, which is at the same time optimal growth temperature for leuconostocs strains. Whereas autolysis was activated by the presence of monovalent cations, an important level of inactivation was noted in the presence of divalent cations.
  • Item
    Veteriner bilimlerinde deney tasarımları yönteminin kullanımı: Albino tavşan gözünde bir kompleks amin uygulanması sonucu oluşan midriyatik etkinin incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-03-11) Çarkungöz, Ender; Petek, Metin; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bu çalışma veteriner bilimlerinde deney tasarımları yönteminin kullanımına bir örnek oluşturmak amacıyla albino tavşan gözünde bir kompleks amin uygulanması sonucu oluşan midriyatik etki kaynaklarının incelenmesi için yapılmıştır. Çalışmada dört farklı tavşan için, dört farklı günde ve yine dört farklı dozda verilen ilaca karşı gözlenen midriyatik etki değerleri kullanılmıştır. DeBeer’a ait çalışmanın sonuçları, 4x4 Latin karesine uygun olarak yeniden düzenlendikten sonra, genel doğrusal regresyon (GLM) modelinden faydalanarak SPSS 13.0 programı ile analiz edilmiştir. Midriyatik ilaçların kullanımı sonucu oluşan midriasis zamana ve kullanılan tavşanlara göre anlamlı farklılık göstermezken, kullanılan ilacın dozu değiştiğinde farklı sonuçlarla karşılaşılabileceği sonucuna ulaşılmıştır
  • Item
    Keçilerde progesteron destekli co-synch senkronizasyon metodu ve tohumlama dozunun gebelik oranı üzerine etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-06-24) Üstüner, Burcu; Ertürk, Melih; Alçay, Selim; Tuna, Bilginer; Üstüner, Hakan; Zekariya, Nur; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bu çalışma, medroksiprogesteron asetat (MAP) emdirilmiş sünger ile destekli co-synch protokolünün keçilerde sabit zamanlı suni tohumlama amacıyla kullanılabilirliğini belirlemek amacıyla gerçekleştirildi. Çalışmada, 45kg’ın üzerinde 25 baş sağmal Saanen ırkı keçi kullanıldı. Östrusun başlangıcı ve süresi arama tekeleri (n=3) ile belirlendi. Keçilerden 5 tanesi 60x106 donmuş motil spermatozoa içeren payetler ile tohumlanırken 20 tanesi ise 11,5x106 donmuş motil spermatozoa içeren payetler ile ikinci GnRH enjeksiyonu sırasında sabit zamanlı (intra-servikal ya da trans-servikal) tohumlandı. Sünger çıkarıldıktan sonraki 78 saat içinde keçilerin %100’ünde östrus belirlendi. Sünger çıkarıldıktan sonra östrusun başlangıcı, sonlanması ve süresi sırasıyla; 37.2 saat, 69.1 saat ve 31.9 saattir. Her iki tohumlama dozu arasında (60x106 motil spermatozoa/payet ve 11,5x106 motil spermatozoa/payet) sırasıyla geri dönmeme (NRR30) ve gebelik oranı (%60 ve %25) ve (%40 ve %10) bakımından istatistiksel fark bulunmamıştır (P>0.05). Sonuç olarak aşım sezonu içinde progesteron emdirilmiş intra vaginal sünger ile desteklenen co-synch protokolünün keçilerde östrusları senkronize etmek amacıyla kullanılabileceği, progesteron kaynağının östrusları öne aldığı, östrusları daha kısa bir zaman diliminde toplulaştırdığı, sabit zamanlı tohumlamalarda yüksek oranda motil spermatozoa kullanımının daha uygun olduğu kanısına varılmıştır. Yüksek dozda (250x106 -500x106 motil spermatozoa/payet) motil spermatozoa içeren tohumlama dozları kullanılarak, folliküler gelişmenin ve ovulasyonun ultrason ve hormon bulguları ile izlenerek en uygun sabit zamanlı tohumlama zamanının belirlenmesi ile fertilite sonuçları artırılabilir. Bu fikirlerin daha geniş saha çalışmaları ile doğrulanması gerekir.
  • Item
    Sütten kesme öncesi dönemde oğlakların büyüme performansına pasif transfer durumunun etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-03-31) Yalçın, Ebru; Temizel, Ethem Mutlu; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bu çalışmanın amacı, doğumdan sonra 24.saatte ölçülen immunglobulin G (IgG- 24) konsantrasyonu ile sütten kesme dönemi öncesinde canlı ağırlık artışı arasında ilişkinin saptanmasıdır. Bununla beraber doğduktan hemen sonra hiperimmun serumun parenteral olarak uygulandığı oğlaklar ile kontrol grubu oğlakların büyüme performanslarının karşılaştırılması da hedeflenmiştir. Çalışmada aynı koşullarda bakılan 30 sağlıklı Saanen oğlak (0-30 günlük) kullanılmıştır. Doğumun hemen sonrasında canlı ağırlıkları ölçülmüştür. Oğlakların yarısına (n=15) hiperimmun serum, diğer yarısına (n=15) %0.9 NaCl solusyonu enjekte edilmiştir. Doğumdan sonraki 24.saatte alınan kan örneklerinden serum IgG konsantrasyonu belirlenmiştir. Çalışmanın 30. gününde canlı ağırlıklar ölçülmüş ve büyüme performansları hesaplanmıştır. Çalışma grubunda, doğumdan sonra 24.saatte ölçülen IgG değeri ile günlük ortalama canlı ağırlık kazancı (R2 = 0,17) arasında ilişki bulunmazken, IgG-24 konsantrasyonu ile 30.gün canlı ağırlığı arasında (R2 = 0,26) istatistiki önem saptanmıştır. Kontrol grubunda 24.saat IgG ile günlük ağırlık artışı ve 30.gün canlı ağırlığı arasında istatistiki fark bulunmamıştır. Sonuçlar, 24.saatteki IgG düzeyi ile 30.gün canlı ağırlığı arasında pozitif bir ilişkinin olduğunu ve hiperimmun serum uygulanan oğlakların 30.gün canlı ağırlık performanslarının arttığını göstermektedir.
  • Item
    Evaluation of red blood cell and platelet ındices in cattle naturally ınfected with bovine viral diarrhea virus (BVDV)
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-07-08) Yeşilbağ, Kadir; Kocatürk, Meriç; Yılmaz, Zeki; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    The aim of this study was to evaluate red blood cell (RBC) and platelet indices in addition to white blood cell counts in cattle naturally infected with bovine viral diarrhea virus (BVDV). A total of 32 cattle, unvaccinated against BVDV, aged from 4 months to 9 months, were evaluated. Twenty two of them had clinical disorders regarding respiratory and gastrointestinal symptoms in which BVDV infection was virologically confirmed. Remaining 10 (BVDV free-cattle) were clinically healthy and used as controls. RBC indices (mean corpuscular volume [MCV], mean corpuscular hemoglobin [MCH], MCH concentration [MCHC], and RBC distribution width [RDW]) and platelet indices (plateletcrit [PCT], mean platelet volume [MPV], and platelet size distribution width [PDW]) were determined on a Cell-Dyn hematology analyzer. Hematological findings included neutrophilic leukocytosis or neutropenic leukopenia, lymphopenia, and monocytosis in BVDV-infected cattle. RBC, haemoglobin, and RDW were higher (P<.001) in infected cattle, but MCV was lower (P<.001), than those of controls. Platelet count, MPV, and PDW were higher in infected cattle, compared with controls (P<.05). In conclusion, changes in RBC and platelet indices may reflect changes in RBC and platelet production and reactivity. These indices should be used routinely during the diagnostic workup for BVDV infection in cattle practice.
  • Item
    Köpeklerde atopik dermatitisin tanısında intradermal deri testi ve alerjen spesifik ıg e düzeylerinin karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-07-09) Temizel, Ethem M.; Aytuğ, Nilüfer; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Atopik dermatitis genetik olarak programlanmış inflamatuvar bir hastalıktır. Bu çalışmada, kliniklerimize kaşıntı şikâyeti ile getirilen köpeklerde İntradermal testi temelinde ELISA testinin sensitivitesi ve spesifitesinin belirlenmesi amaçlandı. Çalışmanın materyalini, değişik ırk ve yas, 26 erkek, 24 dişi olmak üzere toplam 50 köpek oluşturmuştur. Bu çalışmada kullanılmak üzere sekiz alerjen Bursa bölgesinde daha önce yapılan bir çalışma temelinde seçildi. Atopi şüpheli köpeklerin klinik muayenelerinin yapılması spesifik tanısal testler temelinde olası hastalıklar (piyoderma, uyuz, dermatomikoz ve gıda alerjisi v.b) elimine edildi Willemse’nin tanısal kriterleri temelinde seçilen atopi şüpheli köpekler üzerinde İDT yapıldı. Serum örneklerinden, ELISA testi ile alerjen spesifik Ig E tayinleri yapıldı Çalışmada, ev tozu akarlarına karşı % 66 (n:33), Pireye karşı %48 (n:24) oranında, ELISA testinde ise ev tozu akarına % 72 (n:36), pire’ye karşı %6 (n:3) oranında pozitif reaksiyon saptandı. Serolojik monoklonal Ig E testinin sensitivite ve spesifitesinin %0-82 ve %50-100 arasında değiştiği belirlendi. Sonuç olarak, ELISA testi sensitivite ve spesifitesinin ise ev tozu akarları açısından yüksek olduğu ancak genel olarak irdelendiğinde bu iki test arasındaki korelasyonun oldukça düşük olduğu belirlenmiştir.
  • Item
    Plasental steroidogeneziste kilit enzim: 3β-hidroksisteroid dehidrogenaz/∆5-4 izomeraz (3β-hsd)’ın ökaryon vektörde klonlanmış prob’larla belirlenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-06-24) Schuler, Gerhard; Özalp, Gözde; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    3β-hidroksisteroid dehidrogenaz/∆5-4 izomeraz (3β-HSD) plasental steroidogenesiz’de kilit enzim olarak kabul edilir. Steroid hormonların oluşumu için, pregnenolon ∆5 ve ∆4 sentez yollarında kullanılan 3βhidroksisteroid dehidrogenaz/∆5-4 izomeraz (3β-HSD)’a ihtiyaç duyar. Çalışmanın amacı, hedef genin, bir ökaryon vektor üzerinde klonlanmasıyla prob elde edilmesi ve in situ hibridizasyonda kullanılabilirliğinin gösterilmesidir. Bu amaçla total RNA izolasyonundan sonra RT-PCR yapıldı. DNA bantları agaroz jelden ayrılarak saflaştırıldı. 3βHSD-DNA’ların E.coli suşuna transformasyonu tamamlandıktan sonra 3βHSD insert içeren vektörden NcoI ve NotI restriksiyon enzimleriyle kesildi. DIG-işaretli cRNA’ların transkripsiyonu sonrasında in situ hibridizasyon yapıldı. Spesifik boyanmalar tek nukleuslu trofoblast hücrelerinde gözlenirken negatif kontrol grubunda boyanma gözlenmedi. Sonuç olarak bir ökaryon vector üzerinde, hedef gen klonlanarak steroidogenik enzimlerin belirlenmesinde kullanılmak üzere, in situ hibridizasyon tekniği için oldukça spesifik prob’lar elde edilmiştir.
  • Item
    Trizol RNA ekstraksiyon metodu: inek plasentomu için oldukça etkili metod değerlendirmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2010-06-24) Shenavai, Sima; Özalp, Gözde R.; Şimşek, Gözde; Akçağlar, Sevim; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Trizol gibi asit guanidium fenol kimyasalları, birçok numuneden yüksek-kalite total RNA izolasyonu için olanak sağlar. İnek plasentomundan (total, maternal ve fetal) ekonomik ve tekrar edilebilir bir metotla, yüksekkalite RNA izolasyonu yapabilmek için, total RNA 1 ml guanidin tiyosiyanat içeren asit solüsyonu, sodyum asetat, fenol ve kloroform ile santrifüj edilmiştir. Total RNA isopropanol ile çöktürülmüş ve hiçbir saflaştırma kiti kullanılmamıştır. İzolasyonlar iki farklı protokole göre yapılmıştır. İsopropanol fazına kadar çalışma (a) oda ısısında (20-22°C) ve (b) buz üzerinde (0-4°C) yapılmıştır. RNA kalitesi spektrofotometrik olarak, optik dansite (OD) ölçümü ile yapılmıştır (OD260 nm/OD280 nm > 1.7). RNA bütünlüğü agaroz jel elektroforezi ile kontrol edilmiştir. Elektroforezis sonuçlarına göre (a) protokolüne göre 28s, 18s ve 5s rRNA bantlar gözlenirken, (b) protokolüne göre çoğu zaman degrade RNA bantları gözlenmiştir. Total RNA konsantrasyonu (b) protokolüne göre belirgin ölçüde yüksek bulunurken, (a) protokolüne göre saflığı ve bütünlüğü çok iyi kaliteli RNA elde edilmiştir. Elde edilen total RNA’dan cDNA dönüşümü yapılarak PCR yapılmıştır. RT-PCR ürünleri (a) protokolüne göre izole edilen RNA’dan başarıyla elde edilmiştir. (a) protokolü, inek plasentomunun total, maternal ve fetal dokularından, hiçbir saflaştırma kiti kullanmadan, yüksek-kalite RNA izolasyonu için ekonomik ve tekrar edilebilir bir metod olduğunu göstermektedir.