2020 Cilt 2 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20088
Browse
Browsing by Title
Now showing 1 - 5 of 5
- Results Per Page
- Sort Options
Item 1952 Mısır devrimi’nden arap baharı’na kadar geçen süreçte kıptîler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-23) Sert, Ekrem; Güç, Ahmet; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0001-7772-1189; 0000-0003-4614-6235Mısır Ortodoks Kıptî Kilisesi Arap milliyetçiliğini esas alan 1952 Temmuz Devrimi’ne başlangıçta destek vermiştir. Ancak devrim sonrası hiçbir Kıptînin Devrim Konseyi içinde temsil edilmemesi Kıptîleri seçime dayalı siyasetten yavaş yavaş uzaklaştırıp Kilise’yi merkeze alan bir siyaset arayışına götürmüştür. Enver Sedat döneminde (1971-1981) Devlet-Kilise ilişkileri iyiden iyiye gerilmiştir. Kıptî Kilisesi Patriği III. Şunnûde (1971-2012) ortaya koyduğu tavırları, aldığı kararları ve devlete muhalif davranışları ile bu gerilimi zirveye taşımıştır. Kıptî Kilisesi’nin asırlardır devam eden din-devlet ayırımı anlayışı bu süreçte tartışma konusu olmuştur. Hüsnü Mübarek dönemi (1981-2011) ile Kıptîler büyük bir rahatlama sürecine girmişlerdir. Ancak Kıptîler, Mübarek döneminin halk ayaklanmaları ile son bulmasıyla birlikte kendilerini sahipsiz hissetmişlerdir. Kıptî Kilisesi, “Arap Baharı” olarak bilinen süreçte başlatılan halk ayaklanmalarına kurum olarak karşı çıkmıştır. Mısır halkının özgürlük arayışı ise bir başka bahara kalmış gibi görünmektedir.İki bin yıllık köklü bir geçmişi bulunan Kıptîlerin ve Kıptî Kilisesi’nin bütün tarihini ele almak bir makalenin sınırlarını aşacağından bu makalede, askeri bir darbe ile başlayan yaklaşık son yetmiş yıllık dönem ele alınmıştır.Item Emanuel Swedenborg’un cennet ve cehennem anlayışı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-01) Fortacı, Talhaİsveçli bir bilim adamı, filozof, teolog ve mistik olan Emanuel Swedenborg, 1688-1772 yılları arasında yaşamıştır. 1741’de gördüğü rüyalar ve vizyonlar sebebiyle çok farklı deneyimleri yaşadığı bir döneme girmiştir. Bir anlamda kalp gözünün açıldığını ifade eden Swedenborg manevi dünyaya çeşitli seyahatler yaptığını, burada cennet ve cehennemi temaşa ettiğini, melekler gibi uhrevi varlıkları görüp bunlarla bizzat sohbet ettiğini kendi eserlerinde yazmıştır. Swedenborg metafizik âleme yaptığı bu seyahatlerin ve manevi varlıklarla kurmuş olduğu iletişimin boşuna olmadığını düşünmektedir. Nitekim Tanrı tarafından kendisine Hıristiyanlığı ıslah etme görevi verildiğine inanmaktadır ve bu amaçla birçok eser kaleme almıştır. Bu makale Hıristiyanlık tarihinin önemli figürlerinden olan Emanuel Swedenborg’un cennet ve cehenneme dair görüşlerini irdelemeyi hedeflemektedir. Yazdığı eserlerle birçok kişiye ilham kaynağı olan Swedenborg’un ölümden sonraki hayatla ilgili düşünceleri bizzat kendi eserlerine başvurularak incelenecek ve analiz edilecektir. Nihayetinde, edinilen bilgiler ışığında Swedenborg’un Hıristiyanlık tarihindeki yeri değerlendirilmeye çalışılacaktır.Item Bir Endülüs yahudisinden Osmanlı başdefterdârlığına: Abdüsselâmel-Mühtedî el-Muhammedî ve Risâletü’l-Hâdiye’si üzerine bir araştırma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-18) Aydın, FuatOsmanlı devleti, kendisinden önceki İslam toplumları gibi kuruluşundan yıkıldığı ana kadar çok sayıda dinî ve etnik farklılıkları içinde barındıran bir devlet olmuştur. Başlangıcı Kur’ân’ın inişine kadar götürülen, İslam dışı dinleri (daha çok da aynı dinî geleneği paylaşan Yahudilik ve Hıristiyanlığı) eleştiren ve Hz. Peygamber’in bu dinlerin metinlerinde haber verildiğini ortaya koymaya çalışan bir literatür oluştu. Reddiye literatürü olarak adlandırılan bu gelenek, Osmanlı döneminde de ortaya koyduğu örneklerle varlığını devam ettirdi. On dokuzuncu yüzyıla kadar bu tür metinlerin çok azı Müslümanlar, önemli bir kısmı ise Yahudi ve Hıristiyan kökenli mühtediler tarafından kaleme alınmıştır. Genelde konjonktürel olan bu metinlerden biri de, Başdefterdârlığa kadar yükselen, Endülüs kökenli bir Yahudi mühtedisi olan Abdüsselâm el-Mühtedî tarafından kaleme alınan Risâletü’l-hâdiye adlı risâledir. Eser, Osmanlı Yahudilerinin sayılarının ve toplumsal görünürlüklerin artması bağlamında kaleme alınmıştır. Kendisinden sonra yazılanlar üzerinde önemli bir etkisi görülür. XIX ve XX. Yüzyılda hâlâ kullanılmaya devam eden metin Yahudilikteki neshin varlığını, Hz. Peygamber’in Kitab-ı Mukaddes’te müjdelenmesi ve Tevrat’ın kelimelerinin değiştirilmesi ve ona ilaveler yapılması meselelerini ele alır.Item Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul eden yahudi âlim: Natanel ben Feyyûmî(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-25) Meral, YasinNatanel ben Feyyûmî, 12. yüzyıl Yemen Yahudi cemaatinin liderlerinden olup Bustânu’l-Ukûlisimli eseri günümüze ulaşmıştır. Feyyûmî, bu eserinde Allah’ın birliği, ona ibadet, ahiret, tövbe ve Mesih’in gelişi gibi farklı konulardan bahsetmektedir. Müellif, ayrıca Tevrat’ın neshedilmediğini ve geçerliliğini koruduğunu vurgulamaktadır. O, bunu yaparken Kur’an ayetlerine müracaat etmektedir. Müellifin üzerinde durduğu hususlardan birisi de Tanrı’nın her dönemde her topluluk için bir rehber göndermesidir. Bu çerçevede o, Hz. Muhammed’i Tanrı tarafından Araplara gönderilmiş bir peygamber olarak görmektedir. Hz. Muhammed’in risaletinin Araplarla sınırlı olduğunu iddia eden Feyyûmî, Yahudilerin Hz. Muhammed’in getirdiği şeriata inanmak zorunda olmadıklarını belirtmektedir. Müellif, bu iddiasını destekleme adına Kur’an’dan ayetler paylaşmakta ve Hz. Muhammed’in sadece Araplara gönderildiğini ispatlamaya çalışmaktadır. Feyyûmî, Yahudi geleneğinde Hz. Muhammed’in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu kabul eden istisnai bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz araştırmacıları Feyyûmî’nin bu düşüncesinin temelinde İsmailî düşüncenin etkisi olduğunu düşünmektedir. Zira İsmailî düşünceye göre Allah her dönemde her millete bir peygamber veya rehber göndermektedir. Bu çerçevede Hz. Muhammed de Araplara gönderilmiş ve peygamberliği sadece Araplar için geçerli bir peygamberdir.Item Modern dönem yahudilikte Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa girişimi: III. mabet hareketi’nin doğuşu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-25) Baktemur, Hatice KübraYahudi geleneği içerisinde, M.S. 70 yılında Süleyman Mabedi'nin yıkılmasının ardından III. Mabet’in Mesihî kurtuluş döneminde Tanrı tarafından gönderilecek bir Mesih öncülüğünde mucizevi bir biçimde yeniden inşa edileceği inancı kabul edilmiştir. Yahudiler bu inanç doğrultusunda XX. yüzyıla kadar pasif bir bekleyiş süreci içerisine girmişlerdir. XX. yüzyılda yaşanan gelişmeler, Dinî Siyonizm’in İsrail Devleti’nin Mesihî kurtuluşun bir aracı olduğu kabulüne dayanan doktrininin geniş kitleler tarafından benimsenmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak bu dönemde İsrail Devleti tarafından yürütülen politikaların dindar Siyonistler tarafından hayal kırıklığıyla karşılanması, III. Mabet Hareketi olarak adlandırılan fundamentalist bir hareketin doğmasına sebep olmuştur. Bu hareket Kudüs’te bulunan Mabet Tepesi’ndeki İslamî mirası yok ederek yerine III. Mabet’i inşa etmeyi hedeflemektedir. III. Mabet Hareketi'ne mensup aktivistlerin nihai amacı ise bölgede teokratik düzene dayalı bir krallık kurmaktır. Geleneksel Yahudi inancında Mesih geldikten sonra gerçekleşmesi beklenen bu hadise, III. Mabet aktivistleri tarafından, Tanrı’nın tarihe mucizevi bir biçimde müdahalesi reddedilip kurtuluşun insan eliyle gerçekleşeceği kabulü esas alınarak tamamlanmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmada, günümüzde Kudüs'te ortaya çıkan siyasi krizlerde önemli bir pay sahibi olan III. Mabet Hareketi’nin doğuşuna zemin hazırlayan tarihsel sürecin ve hareketin genel özelliklerinin ortaya konulması hedeflenmiştir.