2010 Güz Sayı 15
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/10130
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Item Adorno’nun Hegel ve Marx’ın diyalektik görüşünü eleştirisi üzerine bir inceleme(Uludağ Üniversitesi, 2010) Becermen, Metin; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Bu çalışmada Adorno’nun Hegel’in ve Marx’ın diyalektik görüşlerini eleştirisi üzerinde durulacaktır. Adorno’ya göre Hegel, diyalektik süreci bir olumlama ile bitirir. Yani Hegel, olumsuzlamayı son noktada bir olumlamaya varmak için kullanır. Keza, Marx da, aynı şekilde olumsuzlamanın olumsuzlanması düşüncesi bağlamında Hegel ile aynı görüşleri paylaşır. O da, toplumsal süreci bir son noktaya taşır ve komünist toplumda sona erdirir. Marx, Hegel’den farklı olarak, devleti toplum içerisinde eritmeye çalışsa bile, sonuçta diyalektiği bir olumlamaya feda eder. Ama, Adorno’ya göre, diyalektik sonu olmayan bir süreçtir. Diyalektik kendini bir sonla bağlamaz; bu, daha çok, “ucu açık” bir sürece tekabül eder. Bu süreçte, diyalektik, bir sonla bağlanmadan, sürekli olarak var olur.Item “Aklın yolu da bir değildir…” (Alev Alatlı) üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çiçekdağı, Caner; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Aristoteles mantığıyla ilgili olarak yanlış bir anlama sonucu, ‘siyah-beyaz’ seçenekleri dışında ara seçenek bırakmayan bir mantıktır” ifadesi oldukça yaygındır. Alev Alatlı, “Aklın Yolu da Bir Değildir…” adlı eserinde bu yanlış noktadan hareketle Aristoteles kökenli ‘Batı’ mantığının alternatifi olarak bir ‘Doğu’ mantığı da olabileceğini ve hatta olduğunu temellendirmeye çalışmaktadır. Bunu denerken Aristoteles mantığıyla ve genel olarak mantıkla ilgili bir çok içeriksel ve biçimsel hata yapmaktadır. Felsefe eğitimi almış olan yazarın bu kadar çok yanlış yapması şaşırtıcıdır. Bu değerlendirmede, yapılmış olan hatalar açığa çıkarılarak mantığın neliği, temelleri ve sembolik mantıklarla ilişkisi sergilenecektirItem Aristoteles’te eğitim kavramının politik işlevi(Uludağ Üniversitesi, 2010) Yılmaz, Muhsin; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Bu çalışma, Aristoteles’in eğitim görüşünün içerdiği politik işlevi ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Bunun için önce, Aristoteles’in erdemli yaşam kavramı temelinde geliştirdiği etik görüşü özetlenmeye çalışılacak. Daha sonra, erdemli yaşamın gerçekliğe dönüşebilmesi için politikanın rolü belirlenmeye çalışılacaktır. Son olarak da, politikanın kendi işlevini yerine getirebilmesi için eğitim kavramının ya da sürecinin kaçınılmaz rolü ya da işlevi ortaya konulmaya çalışılacaktır.Item Çevre sorununa radikal bir çözüm önerisi olarak eko - anarşizm(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çoşkun, SeyitGünümüzde bütün yoğunluğuyla hissedilen çevre sorunu, modern insanın varoluşsal bir sorunu haline gelmiştir. Düşünsel ve pratik temelde başlı başına bir alan olarak karşımıza çıkan çevre sorunları, klasik “insan-merkezci” mekanist görüş ile “çevre-merkezci” ekolojik görüşü karşı karşıya getirir. Ekolojik görüş içerisinde yer alan Murray Bookchin, çevre sorunlarının bütüncül bir yaklaşımla ele alınıp, bu sorunları doğuran temel anlayış ve ilişkilerin teşhis edilip, dönüştürülmesi yönünde bir çözüm önerisi sunar. Makalede, bu çözüm önerisinin olanaklılığı üzerinde durulmaktadır.Item Kitap inceleme: Ontolojinin ışığında bilgi(Uludağ Üniversitesi, 2010) Becermen, Metin; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Item Metafiziğin dili: dDlin şiddeti -Derrida’nın ‘şiddet ve metafizik’ metni bağlamında şiddet-siz’liğin olanağının incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2010) Anlı, Ömer FaikBu çalışmada şiddet ve dil arasındaki kökensel ilişki Derrida’nın Şiddet ve Metafizik adlı metni üzerinden incelenecektir. Bu inceleme özellikle ‘başka’ya karşı olan şiddetin bir olumsallık mı yoksa bir zorunluluk mu olduğu sorusunun yanıtını ve eğer yanıt ‘bir olumsallık’ ise şiddetsizliğin olanaklılığını açığa çıkarmayı amaçlamaktadır.Item Modernitenin şafağında sözün düşüşü ve Don Quijote(Uludağ Üniversitesi, 2010) Demir, Gökhan Yavuz; Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji Bölümü.Modernitenin ana karakteristikleri bilinebilse de kesin başlangıç noktası hâlâ spekülatif bir konudur. Üzerinde uzlaşılmış konulardan bir tanesi ise modern felsefenin Descartes, modern romanın ise Cervantes ile başladığıdır. Modernitenin ana karakterlerinden bir tanesi kesinlik arayışıdır. Kesinlik arayışı ile birlikte sözün ve kulak-merkezli evrenin belirsiz ve çoksesli yapısı yerini yeni imaj ve göz-merkezli bir evrenin kesin ve teksesli yapısına bırakmıştır. Don Quijote’de yaptıkları, Cervantes’in kesinlikle bu dönüşümün farkında olduğunu gösterir. İlk cildi 1605’te, ikinci cildi ise 1615’te yayınlanan bu roman, bir anlamda eski dünyaya bir ağıt ve yeni dünyaya da bir merhabadır. Bu makalede, Cervantes’in Don Quijote’si temelinde modernitenin doğuşunun, kesinlik arayışı ile imajların yükselişinin ve sözün düşüşünün ayak izleri sürülmeye çalışılacaktır.Item Nietzsche’de ahlaksal ve politik bir mesele olarak epistemoloji(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çörekçioğlu, HakanBu çalışmanın amacı Nietzsche’nin düşüncesinde insani ilgiler, bilgi ve pratik arasındaki ilişkinin ne şekilde analiz edildiğini göstermek ve bu analizin onun soykütüksel ahlak araştırmasıyla ilişkisini açığa çıkarmaktır. Nietzsche epistemolojiyi sadece akademik bir araştırma alanı olarak görmez. Ona göre epistemoloji daha ziyade bizim antropolojik ilgilerimiz ve ahlaksal yönelimlerimizle ilgili pratik bir meseledir. Aynı şekilde epistemolojiler arasındaki farklar akademik bir tartışma meselesi değildir, o daha ziyade farklı insan tipleri arasında var olma mücadelesi olarak ortaya çıkan politik bir meseledir. Nietzsche bilgi hakkındaki soykütüksel araştırmasının kendisine kazandırdığı epistemolojik ve ahlaksal bir yaklaşımdan hareketle, hem epistemolojinin bir tahakküm mekanizması haline gelebileceğini hem de politik çatışmalarımızın zemininde ahlaksal ve epistemik tutumlarımızın yattığını gösterir.Item Simone de Beauvoir: Öteki olarak kadın(Uludağ Üniversitesi, 2010) Bayoğlu, FilizBu çalışma, feminist düşüncenin gelişiminde önemli bir yeri olan Simone de Beauvoir’nın, kadını erkeğin yokluğu, eksik ötekisi olarak tanımlayan, rasyonaliteyi erilliğe, duygusallığı ise dişilliğe eşitlediğine inanılan Batı felsefesi geleneğine karşı feminist duruşunu hatırlatma niyetindedir. Bu çerçevede, Beauvoir’nın ontolojik ikiciliğin her türünü reddeden, kadınların niçin bastırıldıklarını açıklarken, hakiki anlama ve açıklamanın bastırılanın, tahakküm altına alınanın sesine kulak vermekle mümkün olacağını savunan tavrına yer verilmektedir.