2022 Cilt 48 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27323
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Item Adrenal myelolipom: Adrenal bezin nadir bir tümörü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-21) Karabekiroğlu, Nur Tunç; Düzcü, Selma Erdoğan; Gücük, AdnanMyelolipomlar hematopoetik hücreler ile iç içe matür adipöz dokudan oluşan adrenal bezin nadir görülen benign ve hormonal olarak inaktif tümörleridir. Adrenal kortikal tümörler içerisinde ikinci sıklıkta görülürler. Bu tümörler genellikle görüntüleme işlemleri sırasında insidental olarak saptanırlar. Otopsi serilerinde insidansı yaklaşık olarak %0.08-0.2 arasında değişmektedir. Patogenezleri belirsiz olmakla birlikte primer olayın enfeksiyon, kronik stres veya adrenal bez dejenerasyonuna bağlı retiküloendotelyal hücrelerde meydana gelen met aplastik değişiklikler olduğu düşünülmektedir. Genellikle tek taraflı adrenal kitle olarak görülürler ve bu tümörlerin büyük kısmı asemptomatiktir. Nadiren 4 cm’den büyük kitle yapısı oluştururlar. Bu tümörlerde malign transformasyon bildirilmemiştir. Ancak benign tümörler olmalarına rağmen diğer adrenal tümörlerden ayırıcı tanısının yapılması önemlidir. Burada karın ağrısı ve kabızlık şikayetleriyle başvuran 40 yaşında erkek hastada yapılan tetkikler sırasında saptanan sağ adrenal bez yerleşimli myelolipom olgusu sunulmuştur ve myelolipomları n klinikopatolojik özellikleri gözden geçirilmiştir.Item Aloe vera’nın rinitis medikamentoza’da nazal mukoza üzerine etkisi: Deneysel çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-14) Bulut, Fuat; Cumbul, Alev; Türksever, AylinBu çalışmamızda Aloe veranın rinitis medikamentoza (RM)‘da mukoza üzerindeki etkilerini göstermeyi amaçladık. Yaklaşık 250-300 g ağırlığında 30 adet sağlıklı 6 aylık Wistar albino sıçan kullanıldı. Bir hafta boyunca tüm hayvanlar muayene edildi, herhangi bir patoloji saptanmadı. Sıçanlar beş gruba ayrıldı. Grup 1'de 60 gün boyunca her bir burun deliğine 50 μl %0,0 5 oksimetazolin uygulandı. Grup 2'de, Grup 1'in kontrol grubu olarak 60 gün boyunca her gün 50 μl serum fizyolojik uygulandı. Üçüncü, dördüncü ve beşinci gruplara 60 gün boyunca günde üç kez 50 μl %0,05 oksimetazolin verildi. Grup 3, 60. günün sonunda takip eden 15 gün boyunca sadece Aloe vera solüsyonu kullandı. Grup 4'te 60. günün sonunda takip eden 15 gün boyunca sadece mometazon furoat kullanıldı. Grup 5'te tedavi kontrol grubu olarak 60. günün sonunda takip eden 15 gün serum fizyolojik kullanıldı. Nazal mukoza histopatolojik olarak değerlendirildi. Grup 3'te tunika mukozayı oluşturan epitel ve bağ dokusu Grup 2'ye güçlü bir benzerlik göstermiş ve bağ dokusunda ödem ve infiltrasyon düzeyi azalmış izlenmiştir. Grup 4'te tunika mukozanın histolojik özellikleri normale yakındı. Aloe vera yan etkisi olmayan, hem in vitro hem de in vivo antiinflamatuvar etkili bir ajandır. Sonuç olarak Aloe vera'nın RM üzerindeki iyileştirici etkisinin mometazon furoat kadar etkili olduğunu bulduk. Yaptığımız literatür araştırmaları sonucunda, bizim çalışmamız RM’de nazal mukoza üzerine Aloe veranın etkisini ortaya koyan ilk çalışmadır.Item Bilgisayarlı tomografi eşliğinde transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsilerinde pnömotoraks risk faktörlerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-29) Tangobay, Erdi; Birgi, Erdem; Eraslan, Önder; Ergün, Onur; Durmaz, Hasanali; Hekimoğlu, Azad; Türkmenoğlu, Tuğba Taşkın; Hekimoğlu, BakiBu çalışmada, perkütan transtorasik akciğer biyopsi (PTAB) işlemi yapılan hastalarda pnömotoraks oranlarımızı ve pnömotoraks ile ilişkili risk faktörlerinin değerlendirilmesini amaçladık. Kliniğimizde yapılan 754 PTAB işlemine ait radyolojik görüntüler, raporları ve patoloji sonuçları retrospektif olarak incelendi. Pnömotoraks ve pulmoner hemoraji (PH) insidansı ve PH tipleri belirlendi. Biyopsi ilişkili pnömotoraks 143 hastada (%42,56) saptandı. Bu hastaların 130'unda (%90,91) ek tedavi gerekmezken, 13'ünde (%9,09) kateter drenajı uygulandı. Hastaların 153’ünde (%45,54) PH olup 124 hastada (%36,91) tip 1 (trakt hemorajisi), 29 hastada (%8,63) tip 2 (perilezyon hemorajisi) hemoraji mevcuttu. Amfizem varlığı, plevra-lezyon mesafesinin artması, plevra-cilt mesafesinin azalması, işlem sırasında iğne ile fissür geçilmesi, lezyonun perifissürel yerleşimli olması pnömotoraks riskini artıran faktörler olarak bulundu (sırasıyla p<0,001, p<0,001, p=0,007, p=0,017, p= 0,034). PH varlığı ve tipi ile pnömotoraks sıklığı arasında ilişki saptanmadı. Ancak trakt hemorajisinin, pnömotoraks gelişen hastalarda göğüs tüpü yerleştirilmesi için koruyucu faktör olduğu görüldü. PTAB akciğer kitlelerinin tanısında kabul edilebilir komplikasyon oranlarıyla güvenli ve etkili bir yöntemdir. PTAB’ye sekonder gelişen trakt hemorajisi, total pnömotoraks oranını azaltmasa da, kateterizasyon ihtiyacını minimize etmektedir.Item Ependimoma ve anaplastik ependimoma olgularında sağkalım belirleyicileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-02-04) Özşen, Mine; Tolunay, Şahsine; Deligönül, Adem; Doğan, Şeref; Taşkapılıoğlu, Mevlüt Özgür; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Onkoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-5771-7649; 0000-0002-9038-0515; 0000-0002-3669-6391; 0000-0002-8706-199; 0000-0001-5472-9065Son dönemde ependimomalarda tanımlanan moleküler özellikler prognostik bir faktör olarak önerilmektedir. Ancak dünya genelinde eşit dağılıma sahip olmayan ekonomik koşullar moleküler çalışmaların rutin olarak tüm merkezlerde değerlendirilmesine olanak sağlamamaktadır. Bu durum göz önünde bulundurularak çalışmamızda ependimoma ve anaplastik ependimoma olgularımızdaki klinikopatolojik ve immünohistokimyasal özelliklerin sağkalım üzerindeki etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamıza merkezimizde 2010-2020 yılları arasında eksizyon materyallerinden yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın ependimoma, anaplastik ependimoma tanısı alan 64 olgu dahil edildi. Olguların demografik bilgileri, tümör çapı, klinik ve radyolojik bilgileri, sağkalım durumu, nüks varlığı ve son kontrol tarihleri hastane veri tabanından ve patoloji raporlarından elde edildi. Çalışmaya dahil edilen olgulara ait hematoksilen eozin (H&E) boyalı ve immünohistokimyasal çalışma yapılan lamlar yeniden değerlendirildi. Yapılan istatistiksel analizde nükssüz sağkalımla lokalizasyon ve rezeksiyon durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulundu (p=0,050 <α=0,05 ve p=0,034 <α=0,05). Olgunun eksitus ve sağ olma durumu baz alınarak yapılan analizde eksitus ile histopatolojik tanı ve tümör derecesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık mevcuttu (p=0,013 <α=0,05). Ki-67 proliferasyon indeksi total sağkalım, nükssüz sağkalım ve sağ kalma haliyle istatistiksel olarak anlamlı şekilde ilişkiliydi (<α=0,05). Ependimomalarda moleküler değerlendirme klinik gidişatı öngörmede önemli bir parametre olmakla birlikte her merkezde uygulanabilir olmaması nedeniyle olgunun klinik gidişatını ön görmede tümörün lokalizasyonu, olgunun tanı yaşı, tümörün rezeksiyon genişliği, olgunun Karnofsky performans durumu, adjuvan radyoterapi tedavisi alıp almadığı ve tümörün ki-67 proliferasyon indeksi değerlendirilmesi gereken değerli parametrelerdir.Item Erkek infertilitesinde güncel semen biyobelirteçleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-15) Şeflek, Hatice Nur; Erbayram, Fatma Zehra; Menevşe, Esmaİnfertiliteden etkilenen çiftler giderek artmaktadır. Erkek infertilite değerlendirilmesinde ilk adım, semen analizidir. Ancak seminal kompozisyon çevresel faktörlerden ve diğer patolojik durumlardan etkilendiği için erkek infertilite tanısında kesin bir sonuç vermediği durumlar söz konusudur. Bu nedenledir ki, erkek infertilitesinin tanısı veya tedavisi sürecinde farklı disiplinlerin araştırdığı diagnostik ve prognostik testlere ihtiyaç duyulmakta ve son yıllarda artan ivme ile çalışmalar devam etmektedir. Seminal plazma sıklıkla biyoloji alanının fertilizasyon durumunun değerlendirilmesinde tercih ettiği numune tipidir. Seminal plazmada kolay analiz edilebilen, biyokimyasal açıdan test duyarlılığı ve özgüllüğü yüksek biyobelirteçlerin belirlenmesi ve tanımlanmasının spermiyogram analizlerine ilaveten tanı ve tedavide infertil erkeklerin daha iyi tanımlanmasında bir yöntem olarak kullanılabilir. Dolayısıyla seminal plazma biyobelirteçleri ilerleyen zamanlarda erkek faktörlü infertilitenin değerlendirilmesinde ön analizlerden olacak gibi görünmektedir. Güncel çalışmalar seminal plazma biyobelirteçlerinin, azospermi vakalarında invaziv testis biyopsisine ek olarak yapılabileceğini ve hatta bazı belirteçlerin öncelikli olarak tercih edilebileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, obstrüktif ve non-obstrüktif azospermi ayrımının yapılabildiği bildirilmektedir. Bununla birlikte, infertil erkek bireylerde yakın gelecekte spermiyogram analizlerinin yanında diagnostik ve prognostik biyobelirteçlerin biyokimyasal rollerini ve analizlerinin önemini vurgulamak üzere planlanan bu derlemenin literatüre katkı sağlayacağını düşünmekteyiz.Item Farklı likefaksiyon sıcaklıklarının semen ozmolalitesi ve sperm canlılığı üzerine etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-22) Tosun, Duru Aras; Suiçmez, Elmas Yaren; Gökmen, Derya; Özkavukçu, İskender SinanSemen likefaksiyonu, jel görünümlü semenin prostatta üretilen proteazların enzimatik aktivitesi ile sıvılaştığı proteolitik bir işlemdir. Semen likefaksiyonu için üremeye yardımcı tedavi laboratuvarları arasında farklı uygulamalar benimsenmiştir. Farklı sıcaklıkların semen ozmolalitesinde yol açtığı değişikliklerin sperm canlılığı üzerindeki etkileri bilinmemektedir. Bu metodolojik çalışmanın amacı, semen likefaksiyonu farklı sıcaklıklarda gerçekleştirildiğinde semen ozmolalitesinde meydana gelebilecek olası değişimlerin sperm canlılığına etkilerini ortaya koymaktır. Çalışmaya bir Üreme Yardımcı Tedavi Merkezi'ne semen analizi veya intrauterin inseminasyon için başvuran erkek hastalar dahil edilmiştir. Toplam 15 hastadan alınan semen örnekleri iki gruba ayrılarak 37°C'de veya oda sıcaklığında inkübe edilmiştir. Her bir örnek için ozmolalite ölçümü likefaksiyonu takiben donma noktası depresyon ozmometresi ile yapılmıştır. Sperm hareketliliği Makler sayım kamarasıyla belirlenmiş ve hareket tipleri Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan Semen Analizi Kılavuzu’nda belirtildiği şekilde sınıflandırılmıştır. Sperm canlılığı eozin-nigrozin boyamasıyla test edilmiştir. Gruplar arasındaki fark student’s t testiyle belirlenmiştir. Sonuçlar p<0,05 için anlamlı olarak kabul edilmiştir. Gruplar arasında semen ozmolalitesi veya sperm hareketliliği ve canlılığı açısından anlamlı bir fark ortaya çıkmamıştır. Sonuç olarak semen ozmolalitesinin veya sperm hareketliliği ve canlılığının likefaksiyon sıcaklığından etkilenmediği belirlenerek üremeye yardımcı tedavi merkezlerinde rutin olarak kullanılan her iki yöntemin de uygulanabilir olduğu gösterilmiştir.Item Gebelik ve kronik miyeloid lösemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-23) Yıldız, Hicran; Karacan, Yasemin; Ali, Rıdvan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi/İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; 0000-0001-8616-4935; 0000-0003-4241-5231; 0000-0001-6486-3399Kronik miyeloid lösemi (KML), kemik iliğindeki hematopoietik kök hücrelerin monoklonal çoğalmasıyla karakterize myeloproliferatif bir hastalıktır. Gebelikte KML oldukça nadir görülür, tahmin edilen yıllık insidansı 100.000 gebelikte 1’dir. KML gebelikte görülen lösemilerin %10’undan azını oluşturur. Gebelikte löseminin tedavi ve bakım süreci, anne ve bebek sağlığı açısından son derece önemlidir. Lösemili gebe olguların hemşirelik bakımının önemine dikkat çekmek ve daha etkin bir hemşirelik bakımına ilişkin farkındalık oluşturmak amacı ile 27 yaşında, 5 aylık gebe , KML tanılı olgu ele alındı. KML tedavisi altında sağlıklı canlı doğum yaptırıldı. Gebelik ve pospartum hemşirelik bakımı gerçekleştirildi.Item Hiperkalseminin nadir bir nedeni: Akut adrenal yetmezlik(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-02-08) Uyar, Nida; Gökçe, Burcu Dikeç; Eren, Mehmet Ali; Sabuncu, TevfikAdrenal yetmezlik milyonda 35-60 arasında görülebilen nadir bir hastalıktır. Akut adrenal yetmezlik veya adrenal kriz hayatı tehdit eden ve acil müdahale gerektiren bir durumdur. Akut adrenal yetmezlik sırasında çeşitli elektrolit bozukluklar görülebilirse de hiperkalsemi nadiren oluşmaktadır. Bu yazıda bilinç bulanıklığı nedeni ile başvurup hiperpigmentasyon, hipotansiyon ve hipoglisemi saptanarak adrenal yetmezlik ve adrenal yetmezlik ile ilişkili ciddi hiperkalsemi tanısı konulan bir vakayı sunduk.Item İntraoperatif dönemde lateral pozisyonda çift lümenli tüp entübasyonu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-02-22) Yılmaz, NezirToraks cerrahileri için sıklıkla kullanılan çift lümenli tüpler geniş çap ve kıvrımlı yapısı nedeni ile malpozisyon ile sonuçlanabilmekte supin pozisyon dışındaki bir hasta pozisyonunda uygulanması durumu daha komplike hale getirmektedir. Sol pnömotoraks nedeni ile entübe olarak acil torakotomiye alınan hastada intraoperatif dönemde kanama odağına ulaşabilmek için tek akciğer ventilasyonu (TAV) istendi . TAV’ın sağlanabilmesi için lateral pozisyonda laringoskopi yardımı ile gum elastik buji (GEB) kullanılarak başarılı bir şekilde çift lümenli tüp entübasyonu gerçekleştirildi. Bu olgu sunumu ile intraoperatif dönemde lateral pozisyonda tek lümenli endotrakeal tüp ile entübe olan vakada GEB yardımı ile başarılı çift lümenli tüp entübasyonunun sunulması amaçlandı.Item Karpal tünel cerrahisinde mini insizyonun sınırlı insizyondan üstün olduğuna dair herhangi bir kanıt var mı?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-01) Çataltepe, Aziz; Çimen, OğuzhanBu çalışmanın amacı, karpal tünel cerrahisinde 1-2 cm uzunluğunda tek mini insizyon ile 2-3 cm tek sınırlı insizyonu fonksiyonel sonuç ve komplikasyonlar açısından karşılaştırılarak hangi yöntemin diğerine üstün olduğunu belirlemekti. Mart 2017 ile Nisan 2021 tarihleri arasında karpal tünel cerrahisi geçiren toplam 93 hasta çalışmaya dahil edildi. Mini açık kesi grubundaki 51 hastanın 60 eli ve sınırlı cerrahi grubundaki 42 hastanın 51 eli değerlendirildi. Tüm hastalar postoperatif skar ağrısı, pillar ağrısı ve komplikasyonlar açısın dan değerlendirildi. Hastalar ortalama 10,05±2,82 ay takip edildi. Mini kesi grubunda ortalama kesi uzunluğu 1,49±0,15 cm iken, sınırlı kesi grubunda ortalama kesi uzunluğu 2,57±0,22 cm idi ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0,0001). Ancak skar ağrısı ve pillar ağrısı açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (sırasıyla p=0,465 ve p=0,519). Mini kesi grubunda hastaların kısıtlı gruba göre daha kısa sürede günlük fiziksel aktivitelerine döndükleri görüldü (p=0,00 01). Takip süresi boyunca mini kesi grubunda sadece bir hasta tekrar ameliyat edildi ve sınırlı kesi grubunda tekrar ameliyat gerekmedi. Sonuç olarak, her iki yaklaşım da benzer sonuçlar gösterdi ve karpal tünel gevşetme cerrahisinde güvenli ve etkiliydi. Mini insizyonun daha kısa kesi uzunluğu nedeniy le günlük aktivitelerine dönüşü daha hızlı olmasına rağmen, mini kesi ile tedavi edilen bir hastada yetersiz TKL gevşetilmesi nedeniyle revizyon cerrahisi gerekti. Cerrahlar, mini insizyon tekniği sırasında TKL’nin tam olarak gevşetildiğinin farkında olmalıdır.Item Kasık ağrısı ile prezente olan kadın sporcuda görülen multiple stres kırığı: Olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-12) Reis, Yağmur Çağla; Nacır, BarışStres kırığı sporcularda ve askeri popülasyonda sık görülen kemiğin aşırı kullanım yaralanmasıdır. Sıklıkla tibiada ve metatarslarda görülür. Bu yazıda 25 yaşındaki kadın sporcuda konservatif olarak tedavi edilen sağ inferior pubik ramus, sağ asetabulum ve sol tibia metafiz kırığı multiple stres kırığı olgusu olarak sunulmuş ve multiple stres kırığı olan sporcularda predispozan faktörler, tanı, tedavi ve rehabilitasyon yaklaşımları literatür eşliğinde tartışılmıştır.Item Kurkuminin İshikawa hücre hattında canlılık ve apoptoz üzerindeki etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-12) Başaloğlu, Hatice Kübra; Yenisey, Çiğdem; Turgut, Mehmet; Uyanıkgil, Emel Öykü Çetin; Uyanıkgil, YiğitKurkumin (diferuloilmetan), başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinde kanser tedavisi için alternatif tıpta kullanılmaktadır. Son yıllarda, kurkuminin bazı kanser tiplerine karşı doğal bir antitümöral ajan olduğu öne sürülmektedir. Bu araştırmanın amacı, Ishikawa endometriyal kanser hücre hattı üzerinde kurkuminin antitümöral etkilerini değerlendirmektir. Ishikawa hücreleri 10, 20, 40, 80 ve 100 μM konsantrasyonlarda kurkumin ile inkübe edildi. 24, 48 ve 72 saatlik inkübasyon sonrası apoptoz, kaspaz 3/7 değerleri ve hücre canlılığı değerlendirildi. Kurkuminin in vitro olarak, Ishikawa hücre canlılığını üzerinde inhibe edici etki gösterdiği saptandı. Ayrıca 48 saat kurkumin ile 10 ve 20 μM konsantrasyonlarda apoptoz en yüksek düzeyde iken, 100μM konsantrasyonlarda hücrelerin apoptoz yerine nekroza gittiği gözlendi. Öte yandan kaspaz 3/7 enzim sonuçları, 80 μM kurkumin konsantrasyonunda en yüksek düzeyde saptandı. Kurkumin, Ishikawa hücre hattı üzerinde farklı hücre ölüm yolağını etkilemektedir.Item Low anterior rezeksiyon yapılan hastalarda hayat kalitesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-14) Gürlüler, Ercüment; Şen, Murat; Yalçın, İlker; Kızılaslan, Oğuz; Işık, Özgen; Yılmazlar, Tuncay; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-1170-7170; 0000-0002-6008-5494; 0000-0002-4935-9247; 0000-0001-8920-0364; 0000-0002-9541-5035; 0000-0003-1924-0795Bu çalışmanın amacı Low Anterior Rezeksiyon Sendromu (LARS) ile yaşam kalitesi (QOL) arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Kliniğimizde rektum kanseri nedeniyle ameliyat olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Çalışma periyodu arasında toplam 52 hastaya rektal rezeksiyon uygulandı, 24 hasta çalışma dışı bırakıldı, 28 hasta çalışmaya dahil edildi. Yaşam kalitesi (QOL), Avrupa kanser yaşam kalitesi araştırma ve tedavi anketi-C30 (EORTC QLQ C -30) ve bağırsak fonksiyonları LARS skoru kullanılarak değerlendirildi. Kliniğimizde 19 Ocak 2017-31 Mart 2019 tarihleri arasında rektum kanseri nedeniyle ameliyat edilen ve sfinkter koruyucu cerrahi uygulanan tüm hastalar retrospektif veri tabanından alınmıştır. Polikliniğimizde takiplerine devam eden ve ankete katılmak isteyen hastalar çalışmaya dahil edilmiş ve hastalarla yüz yüze anket yapılmıştır. LARS ve QOL arasındaki ilişki analiz edilmiştir. Majör LARS olan hastaların oranı %53,7'dir. QOL, LARS ile yakından ilişkiliydi. Majör LARS hastaları ile majör LARS olmayan hastalar arasında global sağlık durumları ve fonksiyonel ölçekleri (fiziksel, rol, duygusal, bilişsel, sosyal) açısından anlamlı bir fark vardı. Anastomoz seviyesi (alçak anastomoz) majör LARS için önemli bir risk faktörüydü (p<0,001). Hastaların yarısından fazlasında majör LARS vardı. Majör LARS hastalarının yaşam kalitesi, LARS olmayan/minör hastalara göre daha düşüktü. Kanser için rektal rezeksiyondan sonra majör LARS varlığı, QOL ölçeğinin diğer birçok parametresi gibi genel sağlık durumuyla da negatif ilişkilidir (p<0,001). LARS yaşam kalitesini etkileyebilir. Bu nedenle rektum kanserinden tedavi olan hastalarda fonksiyonel problemlere odaklanmak gerekir. Anorektal fonksiyonun sürdürülmesi ve LARS tedavisi bu hasta grubunda yaşam kalitesini iyileştirmeye yönelik potansiyel önlemlerdir.Item Lumbosakral lipomların cerrahi tedavisi- klinik deneyimimiz(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-25) Baykal, Duygu; Özmaraşalı, Ali İmran; Taşkapılıoğlu, Mevlüt Özgür; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı.; 0000-0001-5472-9065; 0000-0003-3185-3172; 0000-0002-7529-2808Spinal kord lipomları, pediatrik beyin cerrahisi alanının en zorlayıcı lezyonları arasındadır. Spinal lipomların doğal seyirl eri ve tedavileri tartışmalıdır. Bu çalışmada spinal kord lipomu nedeni ile kliniğimizde opere edilen hastaların klinik, demografik verileri ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Elli dokuz hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 10±5,8 (1-25) ay, en sık başvuru şikayeti bel bölgesindeki şişlik idi. Hastalarımızın başvuru anında 36’sında nörolojik defisit varken 23’ünde nörolojik defisit yoktu. Olgularda postopertif dönemde nörolojik kötüleşme izlenmedi. Hastalar ortalama 39,9± 32,9 (1-132) ay takip edildi. 13 (%22) olgu takiplerinde nörolojik kötüleşme olması nedeni ile yeniden opere edildi. Asemptomatik olsalar dahi uygun zamanda uygulanan cerrahi müdahale, bu lezyonlara sahip çocuklarda gelişebilecek nörolojik bozulmayı önleyebilir. Çok merkezli prospektif çalışmalar bu konu hakkında daha rasyonel bilgilere ulaşmamızı sağlayacaktır.Item Meme kanseri hastalarında tiroid kanseri açısından risk artışı var mıdır? Retrospektif tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-27) Türkan, Halil; Gürlüler, Ercüment; Işık, Özgen; Kırdak, Mehmet Türkay; Gökgöz, Mustafa Şehsuvar; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-6008-5494; 0000-0002-9541-5035; 0000-0002-0710-0923Meme kanseri (MK) ve Tiroid Papiller Kanseri (TPK), kadınlarda en sık görülen iki kanser türü olarak bilinmektedir. MK tanısı olan hastalarda TPK gelişiminin ise normal popülasyona göre artış gösterdiği bilinmektedir. Ancak bu konudaki risk artışının değer lendirilmesi konusundaki çalışmalar sınırlıdır. Mevcut çalışma kapsamında, MK tanısı almış hastalarda TPK gelişiminin risk faktörlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. 2006 ve 2018 yılları arasında TPK nedeniyle opere edilmiş hastaların verisi endokrin cerrahi veri tabanından retrospektif olarak derlendi. Öncesinde MK tanısı olan ve TPK nedeniyle tiroidektomi uygulanmış 2 3 hasta çalışma grubuna dahil edildi. Aynı sayıda, başka malignite öyküsü olmayan ve TPK nedeniyle opere olmuş hasta kontrol grubunu oluşturdu. İki grup aile öyküsü, demografik veriler, laboratuvar değerleri, cerrahi özellikler ve hastalık evresi yönünden karşılaştırıldı. Ortalama yaşı 55,35± 9,2 olan 46 kadın hasta dahil edildi. MK sonrası TPK tanısı için geçen median süre 27 (0-275) aydı. İki grup arasında yaş, vücut kitle indeksi, menstruel durum, hipertiroidi varlığı, otoantikor pozitifliği açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken, aile öyküsü pozitifliği MK+TPK grubunda, TPK grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösterdi (p=0,0023). Her iki grup arasında risk artışı açısından demografik veriler, laboratuvar değerleri, cerrahi özellikler ve hastalık evresi açısından anlamlı bir fark olmadığı gözlendi. Bununla birlikte özellikle aile öyküsünde MK ve over kanseri OK olan hastaların TPK gelişimi açısından yakın takip edilmesi gerekmektedir.Item Metastatik endometrioid endometrial karsinom hastalarında tedavi seçeneklerinin sağkalım üzerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Ocak, Birol; Şahin, Ahmet Bilgehan; Abakay, Candan Demiröz; Sali, Seda; Dakiki, Bahar; İşlek, Gizem; Caner, Burcu; Özerkan, Kemal; Deligönül, Adem; Çubukçu, Erdem; Evrensel, Türkkan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.; 0000-0002-7846-0870; 0000-0001-5380-5898; 0000-0001-8575-5477; 0000-0001-9255-2475; 0000-0003-4851-7036; 0000-0003-1591-3323; 0000-0003-1460-6524; 0000-0002-3669-6391; 0000-0002-0070-0889; 0000-0002-9732-5340Endometrium kanseri (EK) gelişmiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanserdir. Obezite en önemli risk faktörü olarak kabul edilmektedi r. Endometrium kanserleri içerisinde en sık görülen alt tip endometrioid endometrial karsinomdur (EEK). Çalışmamızda metastatik EEK hastalarının demografik ve klinikopatolojik özelliklerini, kullanılan tedavi yöntemlerinin sağ kalıma etkisini incelemeyi amaçladık. Hastaların medyan yaşı 58 (39,4-81,9) idi. On altı hastanın hastaneye başvuru şikayeti vajinal kanamaydı. Medyan takip süresi 43 (0,2- 104,3) aydı. Hastaların medyan progresyonsuz sağkalım (PS) süresi 39,9 ay (%95 güven aralığı (GA): 35,0-79,1), medyan genel sağkalım (GS) süresi 59,1 ay (%95 GA: 39,1-80,8) saptandı. Kemoradyoterapi alan hastaların PS ve GS süresi sadece kemoterapi ile tedavi edilen hastalara göre istatistiksel anlamlı olarak daha uzundu (log-rank testi, PS için p=0,012, GS için p=0,015). Çalışmamız metastatik evrede seçilmiş hasta grubunda kemoradyoterapinin tercih edilebileceğini desteklemektedir.Item Palindromik romatizma tanılı hastaların klinik özellikleri: Seropozitif ve seronegatif hastalar arasında fark var mı?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-02-04) Gökçen, Neslihan; Yazıcı, Ayten; Çefle, AyşePalindromik romatizma (PR), eklemlerde kalıcı hasara neden olmaksızın alevlenmeler şeklinde ağrı, şişlik ve eritem ile karakterize klinik bir sendromdur. Literatürde, PR hastalarının %39-68’inde Romatoid faktör (RF) ve antisiklik sitrüline peptid (anti-CCP) antikor pozitifliği bulunmaktadır. Literatürde seropozitif ve seronegatif PR hastalarının klinik özelliklerini karşılaştıran çok az çalışma olup hala aydınlatılmamış birçok nokta vardır. Bu çalışmada kliniğimizde takipli PR tanılı hastaların demografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi, seropozitif ve seronegatif PR hastalarının karşılaştırılması planlandı. Çalışma retrospektif, kesitsel bir çalışma olarak tasarlandı. Otuz bir hasta tarandı ve dahil etme ve dışlama kriterlerini karşılayan 21 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortanca yaşı 43 yıl, ortanca takip süreleri 18 ay ve ortanca alevlenme süresi 3 gündü. Seronegatif grupta 12 hasta yer alırken seropozitif grupta 9 hasta mevcuttu. Seropozitif grubun ortanca yaş değeri daha yüksekti (55 yıl vs 42 yıl, p=0,023). Alevlenme süresi ve sigara içme süresi seropozitif grupta daha uzun olmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (Sırasıyla, 4 gün vs 2 gün ve 28,3 paket/yıl vs 9,7 paket/yıl). Eşlik eden komorbideteler seronegatif hastalarda daha fazla olmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı değildi. Ortalama lenfosit değerleri ise seropozitif grupta anlamlı daha yüksekti (p=0,037). Sonuç olarak, seropozitif PR hastalarının ortanca yaşları negatif olan hastalara göre daha yüksek olduğu ve ortalama lenfosit değerlerinin seropozitif hastalarda daha yüksek olduğu bulundu.Item Patolojik humerus kırığı olan erişkin hastaların tedavisi: Tek merkez deneyimi, retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-24) Yenigül, Ali Erkan; Bilgin, Yücel; Çakar, Arif; Bilgen, Muhammet Sadık; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-2690-9488; 0000-0002-4185-8527; 0000-0003-2415-9529Patolojik humerus kırıkları; tümörlerin, enfeksiyonların, metabolik hastalıkların veya nöromüsküler hastalıkların kemik yapısı üzerindeki negatif etkileri sonucu gelişebilir. Tedavisi zordur ve özel donanımlara sahip sağlık merkezlerinde yapılabilir. Bu çalışmada son on yıl içinde kliniğimizde edindiğimiz tecrübeyi paylaşarak, patolojik humerus kırıklarının çeşitli tedavi yöntemlerini ve bunların sonuçlarını analiz etmeyi amaçladık. 2010-2020 tarihleri arasında kliniğimizde patolojik humerus kırığı nedeniyle tedavi almış olguların: yaş, cinsiyet, primer tanı, patolojik kırık yerleşimi, kırık öncesi mobilizasyonu, uygulanan cerrahi yöntem, hastanede yatış süresi, takip süreleri, Musculoskeletal Tumor Society skorları ve radyolojik görüntüleme yöntemleri incelendi. Çalışmaya 14 erkek,13 kadın olmak üzere 27 olgu katıl dı. Yaş ortalaması 57 (21-77) idi. 16’sında metastaz nedenli,11’inde primer tümör nedenli kırık vardı. Kırık yerleşiminin 11 olguda humerus proksimalinde, 12 olguda humerus şaftında ve 4 olguda humerus distalinde idi. 10 olguya omuz protezi, 2 olguya plak-vidayla osteosentez, 8 olguya interkalar protez,4 olguya intramedüller çivileme,3 olguya dirsek protezi uygulandı. Olguların hastanede yatış süreleri ortalama 9(2- 30) gündü. MSTS değerlerinde ameliyat sonrası artış ortalama %40 olarak belirlendi. Olguların takip süreleri ortalama 35(7-72) aydı ve 6 hastada komplikasyon gelişti. Patolojik humerus kırıkları nadir görülmesine rağmen çok farklı tanılar nedeniyle oluşabiliyorlar ve çok farklı tedavi modaliteleri gerektirebiliyorlar. Metastaz nedenli patolojik humerus kırıkları daha sık görülürken, primer tümör neden li kırıklarda sağkalım daha uzundur.Item Psöriatik artrit alt tiplerinde metabolik sendrom sıklığı ve kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-31) Dölarslan, Mürşide Esra; Sağ, Saim; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Güllülü, Nazmiye Sümeyye; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Romatoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-8645-2670; 0000-0003-2831-002XPsöriatik Artrit (PsA), aksiyel ve periferik eklemleri tutabilen kronik inflamatuvar hastalıktır. PsA’daki kronik inflamasyonun ateroskleroz ve periferik insülin direncine yol açtığı öne sürülmektedir. Bu çalışmanın amacı, PsA eklem tutulum tiplerine göre subklinik aterosklerozu n göstergesi olan karotis intima media kalınlığı (KİMK) ile metabolik sendrom komponentleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktadır. 74 PsA, 38 Romatoid Artrit (RA) ve 53 sağlıklı kişi çalışmaya dahil edildi. PsA’lı hastalar RA benzeri periferik eklem tutulumu ve spondiloartrit benzeri eklem tutulumu olmak üzere iki tipe ayrıldı. Hasta dosyalarından yaş, cinsiyet, laboratuvar verileri, tedavide kullanılan ilaçlar kayıt edildi. Hastaların bel çevresi ve kan basıncı ölçümleri yapıldı. Ultrasonografi ile KİMK’na bakıldı. RA hastaları PsA hastalarına göre ve her iki hasta grubu sağlıklı kontrol grubuna göre önemli ölçüde yüksek KİMK seviyelerine sahipti. (p<0,001). Metabolik sendrom sıklığı PsA’lı hastalarda RA’lı hastalardan daha yüksek idi (p=0,036). PsA subgrupları arasında KİMK, metabolik sendrom varlığı ve Framingham risk skoru açısından farklılık saptanmadı. KİMK’nın yaş, sedimentasyon, C-reaktif protein, açlık kan şekeri, total kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserid, ürik asit düzeyleri, vücut kitle indeksi, sistolik ve diyastolik kan basıncı, sigara tüketimi ve Fragminham risk skoru ile pozitif korelasyonu mevcuttu. Çoklu lineer regresyon analizinde yaş ve Fragminham risk skoru KİMK’nda belirleyici olarak saptandı. PsA’lı hastalarda kardiyovasküler risklerin ve metabolik sendromun daha sık görüldüğü, fakat PsA alt gruplarında ateroskleroz açısından bir fark olmadığı tespit edildi.Item Sfingolipidoz tanısı ile izlediğimiz olguların değerlendirilmesi: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-12) Koçak, Tuğba Akbey; Erdöl, Şahin; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Metabolizma Bilim Dalı.; 0000-0002-0723-9685; 0000-0003-4402-9609Bu çalışmada sfingolipidoz tanısı ile izlediğimiz hastaların klinik, demografik ve laboratuvar verilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalında sfingolipidoz tanısı ile izlediğimiz 34 hasta geriye yönelik olarak değerlendirilmiştir. Hastaların dosyalarından başvuru şikâyetleri tanı yaşları, son değerlendirme yaşları, cinsiyetleri, anne- baba arasındaki akrabalık düzeyi, kardeş ölüm öyküsü, enzim düzeyleri, genetik sonuçları değerlendirmeye alınmıştır. Hastaların son değerlendirme yaş ortalaması 17,9±18,4 yıl (dağılım 0,2-57 yıl), tanı alma yaş ortalaması 13,6±17,8 yıl (dağılım 0,1-56 yıl) olarak saptanmıştır. Sfingolipidoz tanısı ile izlediğimiz 34 hastadan 10’u (%29) Fabry hastalığı, 6’sı (%17) GM-1 gangliosidoz, 5’i (%15) metakromatik lökodistrofi, 4’ü (%12) Niemann Pick tip C, 3’ü (%9) GM-2 gangliosidoz, 2’si (%6) Gaucher, 2’si (%6) Niemann Pick tip A, 2’si (%6) Niemann Pick tip B hastalığı tanısı almıştır. Beş (%14,7) olgumuz exitus olmuştur. Olguların 21’i (%61,8) erkek, 13’ü (%38,2) kızdır. 20 (%58,8) olguda anne-baba arasında akrabalık öyküsü vardır. Hastaların tanı yaşı 1 ay ile 56 yıl arasındadır. Hastaların 15’inde (%44,1) ailede aynı hastalık tanılı birey, 8’inde (%23,5) ise kardeş ölüm öyküsü vardır. 24 (%70,5) hastada nöromotor gerilik , 11 (%32,3) hastada nöbet öyküsü vardır. Tüm olguların 13’ünde (%38,2) kardiyak tutulum, 12’sinde (%35,2) göz tutulumu vardır. Hastaların 15’inde (%44,1) hepatosplenomegali vardır. 8’i Fabry, 2’si Gaucher tanılı 10 (%29,4) hasta enzim replasman tedavisi almaktadır. Hastaların tanısı spesifik enzim düzeyleri ve genetik analiz ile kesinleştirilmiştir. Sonuç olarak, çalışmamızda Fabry hastalığı %29,4 ile en sık izlenen tiptir. Fabry tanısı ile izlenen bir hasta 5 yaşında iken göz bulgusu ile tanı almış olup, diğer hastaların tamamı erişkin yaşlarda tanı almıştır.