Sosyal Bilimler Enstitüsü / Institute of Social Sciences
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/15
Browse
Browsing by Language "de"
Now showing 1 - 20 of 21
- Results Per Page
- Sort Options
Item Die Althochdeutschen zaubersprüche(Uludağ Üniversitesi, 1996) Aygün, Jale Işık; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Büyü dünyası ve bu dünyaya ait olan pratikler, en ilkel çağlardan günümüze kadar, çeşitli evrimler geçirdiği halde, varlığını ve amacını koruyarak nesilden nesile aktarılmıştır. Her kültürde olduğu gibi Alman kültüründe de kendine has yerini alan büyüler, dün olduğu kadar bugün de, insanın bilinmeyene karşı kullandığı en önemli silahıdır. Çalışmamızın konusu olan ve özellikle de VIII. - XII. yüzyıllar arasında yazıya dökülen bu metinler, aslında sözlü halk edebiyatının ürünleridir. Alman dil tarihinde ilk ölçünlü dil (Althochdeutsch) döneminin başlamasıyla birlikte, misyonerlerin ve bilim adamlarının yazma uğraşına duydukları büyük ilgi, bu küçük ve yalın kültür örneklerinin kağıda aktarılmasında en önemli etken olmuştur. insanoğlu dilinin özelliklerinden yararlanarak sözünü, görünmeyen güçlerden kaynaklandığına inandığı her türlü sorununda kullanma cesaretini göstermiş ve hayalinde canlandırdığı kötü güçlerle mücadele edebileceğini kanıtlamıştır. Bu bağlamda dil olgusu, büyülerin oluşturulmasında temel öğedir. Bu nedenle çalışmamızın ilk aşaması insanın en mükemmel varlık olmasını sağlayan dile ayrıldı. Canlı bir yapıya sahip olan dil, gelişim ve değişim süreçleriyle açıklanarak tanıtıldı. önceleri "Hint-Avrupa" dil ailesinin bir üyesi olan Almanca"nın ses ve sözcük bazındaki evrimlerinden sonra, çeşitli diyalekt gruplarının ortak dili kabul edilen "Germen"123 dil ailesini oluşturduğu ve ilk ölçünlü dile dönüştüğü evreler ve bu evrelerin özellikleri ana hatlarıyla anlatıldı. VIII. Yüzyıl başlarında yazılı edebiyat dönemine geçişin hızlanmasıyla birlikte kaleme alınmış, çok tanrılı Germen dininin izlerini taşıyan iki büyü metni günümüz Almancası'na çevrilerek dilsel özellikleri ve içerik açısından incelendi. Edinilen bilgiler doğrultusunda ortaçağ insanın çaresiz kaldığı her durumda büyü ve büyücüye başvurduğu belirlendi. Büyüyü büyü yapan ve onun gücüne güç katan faktörler önem derecelerine göre sıralandı. Her şeyden önce kendi gücüne ve diliyle biçimlediği sözünün gücüne "kesinlikle" inanan büyücünün, zaman zaman, doğada var olduğuna inanılan iyi güçlere de seslenip yardım istediği örnekler sunuldu. Batıl inanışa göre doğadaki varlıklar karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim varlıkların sahip oldukları bazı benzer noktalardan kaynaklanmaktadır (Tertium comparationis). Büyünün gücünü artırmak için, doğadaki, benzer özellikleri içeren varlıkların (dağ, taş, ağaç vs.) destekleyici unsur olarak kullanıldığı pratikler, önemleri vurgulanarak tanıtıldı. Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla, Germen inancını yavaş yavaş ortadan kaldırmak ve böylece de tek tanrılı dine geçişi hızlandırmak için, kilisenin direktifleri doğrultusunda eski inancın izlerini taşıyan büyülerin de içerik ve biçim açısından değiştirildiği saptandı. Bu değişim sonucunda Hıristiyanlığın ana öğeleri olan "Baba", "Oğul" ve "Kutsal Ruh" tek güç olarak. kabul edildiğinden, zamanla sadece bu sembolleri içeren duaların kullanıldığı görüldü. Değişim süreci içinde ve sonrasında ortaya çıkan dua tipi büyüler de yine ses, biçim ve içerik açısından bu dönem öncesinin özgün örnekleriyle karşılaştırılarak incelendi. P124 Bu çalışmalar sırasında özellikle bir büyü türünün (geri dönüşümlü), modern edebiyatın dalı olan "Konkrete Poesie" ile ortak olan bazı yönleri araştırıldı. Her iki metin türünün de amaçlarına ulaşmak için dili araç olarak kullandıkları ve bu aracı hem biçim hem de içerikle güçlendirmeye çalıştıkları belirlendi. Biri ateşli hastalıkları geri dönüşümlü biçimle iyileştirmeyi amaçlarken, bir diğeri yabancı dil eğitiminde dilin önemini, onu sisteminden soyutlayarak, en yalın haliyle görselleştirmiştir. Büyülerle ortak özelliklere sahip başka bir alansa, günümüz dünyasında önemli bir yere sahip olan ve reklam sektöründe kullanılan metin türleridir. özellikle de dili farklı biçimlerde,. ve farklı ritimlerle kullanarak (Apellfunktion) insanları etkilemesinin her iki metin türü için de tek amaç olduğu anlaşıldı. p "Aliterasyon", «üçlü tekrarlar", "seçkin kişiliklerin" metin içinde yer alması, sözle duygulara ve hayal dünyasına seslenerek (Suggestion), bilinçli ya da bilinçsiz düşüncelerin değiştirilmesini sağlamak, önemli benzerlikler olarak tespit edildi. Bu gerçekler doğrultusunda büyülerin salt "batıl inancın ürünleri" olarak adlandırılamayacağı düşünüldü, çünkü ileriye dönük çalışmalar için temel teşkil edebilecek özelliklere sahip oldukları ve bu çalışmaların genişletilmesi için de yeterli malzemeyi sunabilecekleri kanısına varıldı.Item Arbeit mit texten im fremdsprachenunterricht Deutsch (In den vorbereitungsklassen der Deutschabteilung)(Uludağ Üniversitesi, 1998) Mollaoğlu, Arzu; Kudat, Celal; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.In diesem Teil dieser Arbeit ist der Einstufungstest der letzten zwei Jahre der Deutschabteilung der Uludağ Universitât vorzufinden. Der Grammatikteil wurde unverândert auch am Anfang des Studienjahres 1997/98 verwendet. Nur fur das Leseverstandnisteil wurde ein anderer Text ausgesucht und dementsprechend wurden die Fragen vorbereitet. Auch fur den Teil, in die Schreibfertigkeit der Studierenden überprüft werden soil, wurde ein anders Bild eingesetzt. Hier muBten die Studierenden das Bild beschreiben, zum anderen muBten sie auch Stellung zu diesem Bild nehmen und ihre eigenen Gedanken und Meinungen zu Wort bringen. Der Hörverstândnisteil wurde nur am Anfang des Studienjahres 1996/97 verwendet. Am Studienjahr 1997/98 wurde er ausgelassen, da die Studierenden in diesem Teil nur ankreuzen muBten. Deshalb konnte man sich nicht richtig orientieren, ob die Studierenden diesen Teil verstanden haben oder ob sie einfach angekreuzt haben, ohne den Text, welcher ihnen vor der Prüfung vorgelesen wurde, zu verstehen.Item Attribuierung im Deutschen und Türkischen unter dem aspekt ihrer didaktisierung(Uludağ Üniversitesi, 1994) Taş, Hakan Yusuf; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Bu çalışma, bölümümüzdeki çeviri derslerini şu an olduklarından daha verimli bir duruma getirme isteğinden ortaya çıkmıştır. Öğrencilerimizin dil bilgisi düzeyleri göz önünde tutulduğunda, daha ilk sınıflardan çeviri becerisi kazandırmanın çok zor, hatta olanaksız olduğu görülecektir. O halde bu dersin çeviri becerisi kazandırma hedefi, çevirinin bazı unsurlarından yararlanarak Alman dilini aktarmaya doğru yönelmelidir. Biz bu hedefi "dar hedef olarak tanımlamaktayız ve bu dar hedefi "geniş hedef diye adlandırdığımız, dil bilinci gibi daha soyut ve geniş bir amaca yönelik olan bir hedefle birleştirdik. Bu birleştirmenin sebebi bir üniversitede sadece dil eğitimi vermekle yetinilmemesi gerektiği savında olmamızdır. Aksi taktirde üniversitedeki eğitimin dil kursundan pek fazla bir farkı kalmayacak. Halen Edebiyat ve Dilbilim içerikli derslerin verilmesine karşın, eğitimin bir konuda yetersiz kaldığı kanısındayız. Öğrencilerimiz dili, insanlar tarafından bilinçli bir şekilde oluşturulmuş olan bir kurallar yığını olarak algılayıp bu kuralların öğrenilmesiyle bir dilbilimci olunabileceğini sanmaktadırlar. Su durumda dilin büyük bir özelliğinin bilincine ya varamıyorlar ya da çok geç varıyor; dil, insanlar vasıtasıyla gelişir, ancak bu süreç insanın bilinci dışında gerçekleşir. Böylece dilbilimciler, ki biz en basit dil eğitmeninden araştırmalarında dilin en ince ayrıntılarına kadar inen herkesi dilbilimci sayıyoruz, kural koymuyor, tam aksine kural arıyor, dilin işleyişini açıklamaya çalışıyorlar. Bu yüzden değişik dilbilimciler dildeki olguları farklı biçimde açıklayabilir, aynı olgu üzerine ayrı ayrı tezler geliştirebilirler ve her biri kendi tezini savunduğu eserler ortaya çıkarabilir. Nitekim her dil bilgisi (gramer) kitabını böyle bir eser olarak algılayabiliriz. Bunun bilincine vardığımızda elimize aldığımız her dil bilgisi kitabı kesin doğru olarak algılamamız bizi büyük yanılgılara sürükleyebileceğini görürüz. Özellikle bir dil öğretmeni bunun bilincinde olmalıdır ki, öğrencisi farklı bir kuraldan bahsettiğinde bunu hemen yanlış olarak kabul edip daha sonra aynı öğrenci karşısına bu farklı kuralı savunan bir yapıtla karşısına çıktığında güç duruma düşmesin.47 Çalışmamızda hem dar hedefe hem de geniş hedefe yönelik uygulamaya konulabilecek bir konu seçip dersteki pratik uygulamaya ışık tutacağını umduğumuz bir biçimde sergiledik. Seçtiğimiz konu Almanca' da bir ismi ya da isimsiyi tamlama görevi olan bir yan cümle türü olan "Relativsatz" dır. Bu cümle türüne kolaylık olması amacıyla "relativ cümle" diyeceğiz. İlk aşamada tanınmış dilbilimciler tarafından yazılmış ve bilimsel oldukları kabul edilen dört ayrı dil bilgisi kitabının relativ cümleyi işleyişini ve bu konuyu nasıl algıladıklarını inceledik. Gerek konuyu algılamalarda gerekse işleyişlerde belirgin farklılıkların var olduğunu, ikinci aşamada bu kitapları karşılaştırdığımızda ortaya çıkardık. Kitapları karşılaştırırken mümkün oldukça eleştirel bir yaklaşımda bulunduk, ki aynı yaklaşım daha sonra derste öğrencilerden beklenecektir. Bu incelemede kitaplar arasında çelişkiye kadar varabilecek farklılıkların yanısıra aynı kitap içerisinde bu konu işlenirken büyük bir çelişkiye düşüldüğü görülmekte; relativ cümle diğer yan cümlelerden ayırt edilirken bir cümle türünün relativ cümle türüne çok benzemesine rağmen bir özelliğinden dolayı relativ cümle olarak değerlendirilemeyeceğini ancak bu hataya sıkça düşüldüğünü vurgulandıktan sonra relativ cümle için örnekler verilirken bu sefer aynı hataya düşülmüştür. Bu tür çelişkilerin öğrenciler tarafından ortaya çıkarılmasının sağlanması, aynı zamanda onların böyle konulara daha fazla ilgi duymalarını ve böylece dersten de daha fazla zevk almanı sağlar. Üçüncü aşamadaysa relativ cümlelerin Türkçeye aktarılmasını inceledik ve burada da ummadığımız bulgular elde ettik. Yine tanınmış bir dilbilimci tarafından yazılmış ancak birbirileriyle karşılaştırdığımız kitaplardan ayrı olarak değindiğimiz bir dil bilgisi kitabında relativ cümle bölümünün sonunda değişik dil ailelerine bu cümlelerin nasıl aktarıldığını açıklamış. Bu açıklamaya göre Almancada'ki relativ cümle Türkçede bir partizip olarak ifade ediliyor ve tamladığı öğenin önüne getiriliyor. Biz bu aktarımı genel aktarım diye adlandırma gereğini duyduk, çünkü bunun dışında aktarımların da yapıldığını gördük. Türkçede'ki "ki" bağlacını kullanarak da relativ cümleler aktarılmaktadır. Tahir Nejat Gencan nekadar bu şekilde kurulmuş cümlelerin çeviri koktuğunu ve güzel bir Türkçe olmadığını söylese de ve biz bu görüşe katılsak da, "ki" bağlacıyla yapılan aktarımın relativ cümlenin bir biçiminde, bu biçim Almancada eskimiş olup artık pek fazla kullanılmasa da, en doğru aktarımolduğunu ortaya koyduk. Bunun dışında özellikle Türkçenin sözlü kullanımında "ki" bağlacıyla kurulmuş Almancada'ki relativ cümlenin gördüğü görevin aynısını gören cümlelerin kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır ve aynı yabancı sözcükler gibi dilimize zorla girme yolundadır. Biz de bu yazıda bu tür bir cümle kullandık. Dileriz mümkün olduğu kadar çok kişi bundan rahatsızlık duymuş olsun. Son aşamadaysa bu özetin başında belirttiğimiz yeni hedeflere vardık ve kendi dersimizden ders işleme konusunda örnekler verdik. Özellikle düştüğümüz bazı hataları dile getirip irdeledik. Belirttiğimiz hedeflerin yanı sıra dersin işlenme biçimi üzerinde de durduk. Bize göre derste öğretmenin öğrencilere bilgi aktarması yerine öğrencileri araştırmaya ve bir konu üzerinde sonuca varabilecek şekilde tartışmaya yönlendirmeli. Öğretmen kendisini mümkün olduğu kadar gerilerde tutmalı, öğrencilerin sorularına cevap vermektense sorularına başkasının yardımı olmadan nasıl yanıt bulabileceklerini, bir konuyu araştırırken nasıl bir yol ya da hangi yöntemleri izleyebileceklerini aktarmalıdır. Kısaca öğretmen, öğrencilere mümkün olduğu kadar edilgen görülmeli ve onlara he kadar etken olduklarını hissettirmeli. Bu, genelde insanımızda pek gelişmemiş olan özgüvenin gelişmesine olumlu bir katkıda bulunabilir. Biz özellikle öğretmenin edilgen görülmesi gerektiğini dedik, çünkü ne kadar öyle görülecekse de, gerçekte tam anlamıyla etken bir durumda bulunacaktır, öğrencileri yoğun bir şekilde yönlendirecek ancak bunu onlardan gizleyecektir. Böylece yabancı dil öğretiminde de ülkemizde halen geleneksel olan, fakat bir çok ülkede 70 li yıllarda terk edilen öğretmen odaklı dersten öğrenci odakli ders ve eğitim biçimine geçmiş olacağız. Böyle bir eğitimin geleneksel eğitimden çok daha zor olduğunun bilincindeyiz ve kendimiz de bu yöntemi yıllardır uygulamaya koymaya çalıştıysak da bazı olumlu sonuçlar elde etmemize rağmen henüz bizi tam anlamıyla tatmin eden bir eğitim / öğretim dönemi geçiremedik. Ancak çalışmalanmız bu yönde sürecektir.Item Die darstellung der frau in Türkischen Deutschlehrbüchern unter lexikologischem und Sozio-linguistischem aspekt(Uludağ Üniversitesi, 1994) Arda, Bakiye; Kelling, Dieter; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Bir çok toplumlarda, toplumsal yapı gereği erkek para kazanarak ailesini geçindirirken, kadın ev işini ve çocuk bakımını üstlenerek sürekli erkeğe maddi ve manevi açıdan destek ol muştur; fakat bunun yanı sıra erkekler tarafından da "saçı uzun, aklı kısa" diye suçlanarak, dış dünyadan soyutlanmışlardır. Kadının gelişiminde rol oynayan en önemli faktörlerden biri endüstrinin gelişmesi ve modernleşmesidir. Bu modernleşme toplumun yapısını değiştirerek kadının mutfaktan çıkmasına sebep olmuştur ve erkek kadar zeki ve akıllı olduğunu kanıtlamıştır. "Sosyolinguistiğin", dili sosyal bir olgu olarak kabul eden ve bunu bireylerin sosyal yaşam tarzı ile bağdaştıran toplum bilimi ile yakın bağları vardır. Sosyolinguistik günümüzde dili sadece sosyal statü ile olan bağı açısından değil aynı zamanda sosyal faktörlerin dile olan etkilerini de incelemektedir Sosyolinguistik kendi ' içinde birçok gruplara ayrılmaktadır, bu gruplardan bir tanesi de "feminist dilbilimidir." "Feminist dil bilimi" 70 li yıllarda Amerikada doğup uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Feminist dilbilimi, dil sistemini ve bireylerin konuşma tarzlarını incelemektedir. Konuşma tarzına bağlı olarak kadın ve erkeklerin tipik konuşma stratejilerini de araştırmaktadır. Bu araştırmanın sonucu olarak kadınların gerek konuşmalarda ve gerekse tartışmalarda erkekler tarafından sözlerinin kesildiği ve dil ile baskı altında tutuldukları ortaya çıkmıştır.71 Her iki cinsin konuşurken farklı davranış tutumları ve kadınların dil sisteminde küçük görülmesi nedeni ile son 20 yılda feminist akımla birlikte bu bilim dalı dil bilimindeki yerini almıştır. Dil insanların tecrübelerini, duygularını ve düşüncelerini ifade ettikleri ve kendi aralarında anlaşmayı sağlıyan bir iletişim aracı olmakla beraber aynı zamanda sosyal bir olgudur. Dil yeteneğinin gelişimi toplumdaki bireylerin almış oldukları eğitimlerine ve sosyal statülerine bağlıdır, bu durum bireylerin üstlendikleri görev ve dil davranışları ile yakından ilgilidir. Toplumda yapılan görev dağılımları hangi statünün ve konuşma tarzının ön plana çıkacağını belirler. Schelsky'nin "Dile hakim olan, insanlara da hakimdir" sözü, dilin güçlü bir silah olduğu olduğunu, düşünme ile konuşma arasında kuvvetli bir bağın var olduğunu gösterir. Öyleyse, dil sayesinde bir toplumun konuşma, düşünme tarzı ve bilinci değiştirilebilir. Bundan dolayıdır ki, bir toplumun hem dilsel açıdan hem de toplumsal yapıda değişimin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle ders kitaplarındaki kadının konumu ve tasviri değiştirilmeli ve sürekli gelişen dünya ile paralellik göstermelidir. Fakat ne yazık ki kadınlara tanınan anayasal haklar, ne sosyal yaşamda, ne de ders kitaplarında göz önünde bulundurulmuyor. Bu sonuca hem Türkiye'de orta öğretimde okutulan ders kitaplarında, hem de "Deutsch aktiv Neu I C" de kadının sosyal statüsünü inceleyerek ulaştım. Kadınlar metinlerde ve resimlerde geleneksel rollerinde, yani ev kadını ve anne olarak tasvir edilmektedir. Çalışan kadın figürlerine ise sekreterlik, tezgahtarlık, memurluk gibi meslek gruplarında olmak üzere çok az rastlanmaktadır. Buna karşılık72 erkekler kadınlara oranla adeta toplumsal yaşamın kilit noktası olarak karşımıza çıkmaktadır, doktorluk, mühendislik, öğret menlik, eczacılık ve yöneticilik gibi mesleki alanlarda görev yapmaktadırlar. Oysa düşünme açısından kadınlar da erkeklerle aynı yeteneklere sahip olduklarına göre erkeklerin çalıştığı mesleklerde aynı ölçüde başarı sağlayabilirler ve bu durum ders kitaplarında kadınlara daha aktiv roller verilerek yansıtıla- bilir. Geleneksel yaşam tarzında alışıldığı üzere kadın mutfak tadır ve mutfakta annesine yardım eden kız figürü yerine erkeğe de aynı rol verilebilir, veya her iki cinste mutfakta yemek hazırlarken is bölümü anlayışı içinde ele alınabilir, yani kadın mutfakta yemek hazırlarken, erkek eline gazetesini alıp okuma malıdır. Kadına ve erkeğe eşit şekilde sorumluluk ve iş bölümü paylaştırılarak ders kitaplarında tasvir edilirse, birey yabancı dil eğitimini alırken tipik kadın veya erkek işi diye bir ayrım olmadığını ve sosyal hayatta her iki cinse de eşit görevler düştüğü fikrini benimser. Toplumlarda var olan kurallar, toplumdaki bireyler tarafından benimsenir ve hayata geçirilir. Öyleyse dil kurallarını ve konuşma tarzını belirleyen bireyler olduğuna göre, bunları değiştirecek olan yine bireylerdir. Bu bakımdan kadınların toplumda hak ettikleri düzeye ulaşabilmeleri hem devletin, hem de Milli Eğitim Bakanlığının ortak çalışması sonucu gerçekleşebilir. Bunun yanısıra toplumdaki cinsiyetlerin rol dağılımları eşit bir şekilde yapılmalıdır. Böylece yeni yetişen nesil kadınlara tanınmış olan anayasal haklara sahip çıkar, eşitliğe gerek sosyal yaşamda, gerekse konuşma tarzında daha çok önem verilir.Item Die Darstellung des fremden in Deutschen und Türkischen kinderbüchern (altersgruppe 8 bis 12 Jahre)(Uludağ Üniversitesi, 1998) Çakır, Nermin; Schatter, Antje Grimm; Uludağ Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili ve Eğitimi Bilim Dalı.Ich möchte kurz auf das Symposium eingehen, dass ich im Haupteil erwahnt habe. Dieses Symposium fand im Jahre 1981 vom 11.-13. November in Ankara statt. Es ging um die Entwicklung der Kinderliteratur in der Türkei. Es wurden viele Punkte kritisiert:. Dass die Autoren viel mehr auf die Kinderliteratur eingehen sollten und qualitativ bessere Werke herausbringen;. Dass die herausgebraehten Werke kontinuierlicher von Kritikern auf ihren Wert untersucht werden sollten;. Dass die publizierten Werke strenger kontrolliert werden sollten, und vorhandene Kontrollen von "Talim Terbiye Kurulu" nicht ausreichend fîir aile auf dem Markt erscheinenden Werke sind. Man ging auch auf das Jahr 1979 ein, weil es von der UNESCO als "Internationales Kinderjahr" verkündet wurde. In dem Jahr wurden in der Türkei insgesamt 682 Bücher fur Kinder herausgegeben. Davon waren gegen 400 Stuck fur die Unterhaltung der Kinder verfasst. im Vergleich mit anderen Lândern stellte sich aber heraus, dass innerhalb der Türkei wenige Kinderbücher publiziert werden. Nach dem Jahr 1979 bemerkte man eine Abnahme an herausgegebenen Kinderbuchern.Gegenwartig kommen zwar sehr viele Bücher auf den Markt aber es geht bei diesen Werken mehr um den Gewinn als um die Qualitat. Aus einer Statistik, die in der Volkbücherei in Bursa gemacht wurde, ergab sich, dass Autoren von türkisehen Kinderbuchklassikern, wie Ömer Seyfettin, Abdullah Ziya Kozoğlu und Kemalettin Tuğcu zu den meistgelesenen gehören. Von daher kam man zu der Ansicht, dass Romane und Gedichte, die Themen aus der Nationalgeschichte und Erzâhlungen über bekannte Persönlichkeiten beinhalten, beliebt sind und als nützlich angesehen werden. Dieses Symposium regte mich zu einer kleinen Fragebogenaktion an, wie auch im41 Haupteil erwahnt, die ich in einer Grundsehule, in der ich mich zur Zeit beruflich befinde, in den 4. bis 7. Klassen durchführte. In der Fragebogenaktion wollte ich vor allem die Meinungen der Schüler im Bereich meines Themas herausfinden. Es stellte sich heraus, dass dem Schüler viel mehr an Büchem in Richtung Abenteuer liegt. Für die Frage "Bücher, die das Fremde behandeln" bestand kaum Interesse. Die Ergebnisse der Fragebogenaktion stimmen überein mit den Schlussfolgerungen der Zusammmenfassung. Zur Zeit scheint das Fremde/der Fremde noch nicht so sehr im Mittelpunkt des Interessen zu sein.Item Der Einfluss Frank Wedekinds auf die figurenkonstellation bei Friedrich Dürrenmatt: Untersucht an Wedekinds "Der Marquis von Keith" und Dürrenmatts Sttücken "Die Ehe des Herrn Mississippi" und " Der Besuch der altan Dame"(Uludağ Üniversitesi, 1996) Eriş, Esin Derya; Grimm, Antje; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi/Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı.Tiyatro yazarı Frank Wedekind (1864 - 1918) kendinden sonra gelen yazarları drama gücüyle etkilemiş olmasına rağmen, yaşadığı dönemde beklediği ilgiyi görememiştir. Yazarın en çok tanınan eseri "Frühlings Erwachen" adlı tiyaro oyunu olmuştur. Bunun dışında, "Lulu-Dramen" ile de adından bahsedilir. Sahnelenme açısından bakıldığında "Der Marquis von Keith" ise adı geçen tiyatro eserleri yanında biraz daha gölgede kalır. Friedrich Dürrenmatt (1921 - 1990) hem Almanya'da hem de tüm dünyada beğeniyle okunan bir yazardır. Yazar tiyatro eserleriyle olduğu kadar roman ve eleştiri yazıları ile de tanınır. Ülkemizde de çeviriler vasıtasıyla Alman edebiyatını temsil eden bir edebiyatçı, yazar ve eleştirmendir. Bu çalışmada, Friedrich Dürrenmatt' in tiyatroculuğunda gözlemlenebilen, çok güçlü tiyatro eseri yazma potansiyeline sahip olan Frank Wedekind' in etkileri incelenmiştir. Wedekind in drama gücü özellikle tiyatro eserlerindeki şahıs oluşumunda kendini gösterir. Wedekind "Der Marquis von Keith" adlı tiyatro eserinde şahısların birbirleriyle olan durumlarını, ilişkilerini düzenlerken bazı prensiplere göre hareket eder. Yararlandığı bu prensipler ise 101şahıslar arasındaki diyalektiğin prensibine ve belli bir çıkara, amaca dayalı bağlantılardır. Yazar, diyalektik mantığın temelinden hareket eder. Diyalektiğin temelini düşünce ve varoluşdaki aykırılıklar, çelişkiler, karşıtlıklar oluşturur. işte diyalektiğin bu temel mantığını, Wedekind eserlerine uyarlar. Yazarın gerçekleştirdiği uyarlama karakterler tiplemelerinin oluşumunda önemli bir etken olur. Wedekind tiyatro oyunundaki şahısları diyalektiğin bu temel işleyişine göre düzenler. Wedekind' in "Der Marquis von Keith" adlı 5 perdelik tiyatro eserinde şahıslar bu mantığa göre rollerini oynarlar. Burada diyalektiğin iki farklı yönü ele alınır. Tespit edilebilen diyalektik bakış açıları, yapılan bu çalışmada "sevgiye yönelik diyalektik" ve "yaşam biçimlerine yönelik diyalektik" olarak iki ana başlıkta incelenmiştir. iki aşamada incelenen bu diyalektiklerin yanı sıra, yine aynı eserde çıkara dayalı ilişkiler gözlemlenir. Burada şahıslar arasındaki ilişkiler çıkar bağlantısı var olduğu müddetçe devam eder. Şahıslar arasındaki beklentiler hedefine ulaştığında ise, bu ilişkisi sona erer. Yukarıda kısaca değinmeğe çalıştığım şahıs ilişkileri ve eserdeki şahısların biraraya gelmesinde Wedekind' in yaptığı düzenlemeler Friedrich Dürrenmatt' ı çok etkilemiştir, özellikle, 102Wedekind' in "Der Marquis von Keith" adlı eserinde bu temel ilkeler üzerine kurulu şahıs düzeni, Dürrenmatt için yol gösterici nitelik taşır. Dürrenmatt "Der Marquis von Keith" adlı eserdeki prensipleri kendine çıkış noktası kabul eder. Buna göre, 1952 yılında yayımladığı "Die Ehe des Herrn Mississippi" adlı komedisinde, bu prensipleri eserin 5 ana oyuncusunu düzenlemede ve karşılıklı ilişkilerde bulunmada temel ilke edinir. Bu noktada bir edebiyat eleştirmeni olarak Dürrenmatt öz eleştiride bulunur. iki eser arasındaki benzerliklerden ötürü de kendini "Plagiator" yani eser calici olarak niteler. Wedekind' in etkisi sadece "Die Ehe des Herrn Mississippi" ile sınırlı kalmaz. Dürrenmatt ilerleyen yıllar ile tiyatroculuk sanatını kullanma açısından kendini geliştirir. Böylece yazarın diyalektiği işleyişinde de gelişmeler tespit edilebilir. Yazarın 1956' da yazdığı "Der Besuch der alten Dame" adlı trajik komedisinde gelişmiş bir diyalektik şahıslar arasındaki ilişkileri düzenler. Burada söz konusu olan diyalektik ise "dramatik gelişmelere sebep olan sevgiye yönelik diyalektik" tir. Bunun yanısıra yine şahıslar ile toplum arasında çıkar ilişkileri gözlemlenir. Sonuç olarak, bu çalışmada Dürrenmatt* in kendisi hakkındaki eleştirileri de göz önüne alınarak, Wedekind' in etkisi iki farklı 103eser üzerinde gösterilmiştir. Frank Wedekind' in "Der Marquis von Keith" adlı tiyatro eseri çıkış noktası kabul edilir. Yapılan bu çalışmada yukarıda adı geçen Wedekind* in tiyatro eseri ile Friedrich Dürrenmatt' m "Die Ene des Herrn Mississippi" ve "Der Besuch der alten Dame" adlı tiyatro eserlerinde görülen şahıs oluşumunda ve tiplemelerde görülen benzerlikler ve bu benzeri iklerdeki Frank Wedekind' in etkisi araştırılmıştır.Item Erzöhltechnik in den werken von Peter Bichsel (untersucht anhand von vier ausgewahlten erzahlungen)(Bursa Uludağ Üniversitesi, 1999) Mecit, Hakan; Uysal, Hikmet; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Wir wollten in dieser Arbeit, einige Erzâhlungen aus Peter Bichsels Werken, Kin- dergeschichten und Eigentlich möchte Frau Blum den Milchmann kennenlernenl, nach der Erzâhltechnik analysieren. Im ersten Kapitel sollte gezeigt werden, was man in der Literatür unter Erzâhl technik versteht und wie ein literarischer Text nach seiner Erzâhltechnik analysiert wird, nach welchen Gesichtspunkten das geschiet. Im zweiten Kapitel wird versucht Bichsels Leben und seine Werke bekannt zu machen. Danach werden die ausgewahlten Werke vorgestellt. Nach der Vorstellung, kommt die eigentliche Absicht: Erzâhltechnik in den Werken von Peter Bichsel. Nach einer ausfîihrlichen Untersuchung der ausgewahlten Geschichten, werden die Ergebnisse mit Zitaten belegt. Als Resultat der Untersuchung kann man sagen, daB Bichsel sich als Erzâhlform die Er-Form gewahlt hat und selten in İch-Form eingreift. Als Erzâhlverhalten vorwiegend das neutrale Erzâhlverhalten, und als Erzâhlperspektive hat er meistens die Aufiensicht gewahlt. Die Darbietungsweisen sind uberwiegend wortliche Rede und neutrale Beschrei- bung, selten Gedankenbericht. Peter Bichsels Haltung zu seinen Geschichten ist hin und wieder kritisch und iro- nisch. Die Geschichten sind zwar fast ohne Handlung, doch ziehen sie den Leser an und lassen ihn dann mit den Gedanken zuriick, wie wurde die Geschichte wohl geendet haben oder: Es ware doch besser, wenn es so und so passierte. Die Absicht des Autors kann man nicht gleich feststellen, das lockt den Leser an. Es wurde darauf hingewiesen, daB und inwiefern Erzâhltechnik und Inhalt zusammenpasseaItem Das frauenbild in den werken "Kadının Adı Yok", "Aslında Aşk da Yok" von Duygu Asena und in den werken "Die Liebhaberinnen" und "Die Klavierspielerin" von Elfriede Jelinek(Uludağ Üniversitesi, 1998) Akay, Dilek; Uysal, Hikmet; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Geçmişten bugüne bazı toplumlarda kadınların ezilmesi, küçük görülmesi ve baskıya uğraması gibi olayların yaşandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu tür toplumlarda erkeklerin görevi çalışıp, evin geçimini sağlamak iken, kadının görevi ev işleri ve çocuk bakımı ile sınırlı tutulmuştur. Birçok faktörün yanında, erkeklerin evin geçimini sağlaması da kadınların küçük görülmesine bir sebep oluşturmuştur. Kadınlar "saçı uzun aklı kısa" veya "elinin hamuruyla erkek işine karışıyor" gibi sözlerle hor görülmüştür. Oysa ki kadınların ev içindeki görevleri de küçümsenemeyecek kadar anlamlı ve önemlidir. Ancak sanayileşme, şehirleşme ve modernleşmeyle birlikte kadının toplum ve aile içindeki konumu da değişmiştir. Kadın, iş hayatında ve sosyal yaşamda aktif bir şekilde yer almaya başlamış, böylelikle öz güven duygusunu tanımış, haklarının bilincine varmış ve haksızlıklara karşı savaşmaya başlamıştır. Bu aşamada birçok kadın dernekleri kurulmuş, çağdaş kadınlar, yaşanan haksızlıklar üzerine konuşmaya ve yazmaya başlamışlardır. Böylelikle bu konu üzerine yazılan eserlerden oluşan 'Kadın Edebiyatı' doğmuştur. Kadın edebiyatının kadın haklarının kazanılması ve korunmasında büyük katkılarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim böylelikle kadınlar seslerini topluma  duyura bilmişler ve bazı yanlışları ve tutarsızlıkları gün ışığına çıkartmışlardır. Bu çalışmada ele alınan dört eser de kadın edebiyatından seçilmiştir. Duygu Asena'nın "Kadının Adı Yok", "Aslında Aşk da Yok" ve Avusturya'lı yazar Elfriede Jelinek'in "Die Liebhaberinnen" ile "Die Klavierspielerin" adlı eserlerinde kadın imajı, alıntılarla adım adım incelenmiştir. Böylelikle Avusturya ve Türk toplumunda kadının konumunun, aralarındaki fark ve benzerliklerin, bu konuların yazarlar tarafından işleniş tarzının ortaya konması amaçlanmıştır. Her iki yazarın da ele aldığı konu, kadının toplum ve aile içinde ezilmesidir. Ancak doğal olarak sunuş şekillerinde ve ele aldıkları yaşantılarda bazı farklılıklar bulunmaktadır. Duygu Asena, konuyu, seçtiği kahramanının dilinden oldukça eleştirel bir97 biçimde sunmaktadır. Toplumda kadın haklarının çiğnenmesi konusunda erkekleri, yetiştirilme tarzlarını ve toplumu suçlamaktadır. Ancak zaman zaman erkeklere karşı çok katı bir tutum sergilediği görülmektedir. Hatta bazı durumlarda tek bir erkeğin kötü davranışının tüm erkeklere maledilerek genelleme yapıldığına rastlanmaktadır. Türk toplumunda bekaret ile namusun özdeşleştirilmesi, kız çocuklarının bu yüzden baskı altında tutulması, erkeklere birçok şey serbestken, kadınlara yasak olması, cinselliğin aile ve toplum içinde bir tabu olması ve bu konu hakkında konuşmanın ayıp olması, yazar tarafından katı bir şekilde eleştirilerek sunulmaktadır. Yazarın bu eleştirel tutumunun yadırganması, bahsedilen konuların yaşanmıyor ve yaşanmamış olmasını gerektirir. Oysa Türk toplumunda günümüzde bile bu tür baskılar yaşanmaktadır. Yazarın bu konulan eleştirel bir şekilde gözler önüne sermesi okuyucuların üzerinde daha derin bir etki yaratabilmektedir. Avusturya'lı Yazar Elfriede Jelinek'in "Die Liebhaberinnen" adlı eserinde de kadının aile ve toplumda ezilmesi konu edilmektedir. Kahramanların biri köyde, diğeri şehirde yaşamaktadır, böylelikle kadının hem köydeki, hem de şehirdeki konumu yansıtılabilmiştir ve eserde, her iki kahramanın yaşantıları birbirine paralel olarak sunulmuştur. Bu eserde sevgi ve evlilik kavranılan, kadınlan bulunduklan kötü konumdan kurtaracak bir araç olarak görülmektedir. Bu da yazar tarafından ironik ve eleştirel bir biçimde sunulmaktadır. Kadın sorunlan, Türkiye'deki ve D. Asena'nın eserlerindeki sorunlarla benzerlikler taşımaktadır. Kısacası kadının ikinci plana itilmesi, tacize ve şiddete maruz kalması, bekaretle namusun özdeşleşmesi gibi konular bu eserde de ağırlıklı olarak yer almaktadır. Yazarın diğer eseri "Die Klavierspielerin" 'de ise kadının ezilmesi başka bir açıdan ele alınmıştır. Eserde kadının erkek tarafından ezilmesi ve bastırılması değil, anne tarafından kızın kısıtlanması ve şiddete uğraması konu edilmektedir. Yazar, bu eserde annenin anormal davranışlannı, ve bunlann kızında sebep olduğu psikolojik rahatsızlıktan ele almaktadır. Zaman zaman yazann annenin kısıtlamalarını ve bencilliğini 98 eleştirel bir şekilde sunduğu görülmektedir. Bunun dışında olaylar genel olarak tarafsız bir şekilde sunulmaktadır. E. Jelinek'in teDie Klavierspielerin" adlı romanının dışında yukarıda incelenen diğer eserler, açık ve anlaşılır bir dile ve sürükleyici bir anlatıma sahiptir. Ancak "Die Klavierspielerin" adlı romanda okuyucunun dikkatini bozabilecek uzun tasvirlere rastlanmaktadır. Bu nedenle eser okuyucuya zaman zaman sıkıcı gelebilmektedir. Asena'nın eserlerinde sorunun çözümüne ilişkin mesajlarla karşılaşılırken, Jelinek'in romanlarında böyle bir yaklaşım görülmemektedir. İncelenen dört eserde de güncel ve argo konuşma kalıplan ve günlük hayatta kullanılan deyimlere rastlanmaktadır. Her ne kadar bazı eleştirmenler ve yazarlar tarafından bu türde eserler basit ve kötü olarak nitelendirilse de bu yargı, eserlerin kadın problemlerini açıkça dile getirmeleri ve bu problemleri gözler önüne sermeleri nedeniyle yanlıştır. Nitekim kadın problemlerinin yanı sıra, diğer toplumsal olayların da kaleme alınmasıyla ancak sorunlar gündeme getirilebilir. Bu nedenlerden dolayı Türk ve dünya edebiyatında bu tarz eserlerin devamının gelmesi gerektiği kanısındayım.Item Fremdkonfix(Uludağ Üniversitesi, 1994) Yetim, Munise; Kelling, Ingrid; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Çalışmamda Almanca Dilbilimi alanında henüz çok az araştırmaya konu olan, kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen en az iki yabancı kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan bileşik sözcükleri inceledim. Alman dilinde bu sözcüklere "Fremdkonfix" denmektedir. Konunun temelinde yabancı sözcükler yattığından, ilk bölümde Alman Diline girmiş ve kendini kabul ettirmiş olan yabancı sözcükleri anlam, biçim ve gelişim bakımından inceledim. Yabancı sözcükler genelde biçim olarak ya da telaffuz ve vurgu açısından Almanca olanlardan ayrılabiliyorlar. Ne var ki Almanca ' nın her alanında istisnalara rastlandığı gibi, bu alanda da kurallara uymayan birçok uygulamaların var olduğunu bu inceleme sonucunda ortaya koydum. İkinci bölümde yine Fremdkonfix'le yakından bağlantılı olan sözcük türetimi konusunu araştırdım. Bu konunun değişik tanımlarını karşılaştırdıktan sonra sözcük türetiminin işlevlerini saptamaya çalıştım. Daha sonra sözcük türetiminin çeşitleri üzerinde durdum. Her Fremdkonfix ya aynı cinsten ya da başka bir kelimeyle yan yana geldiğinden, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, her Fremdkonfix bir bileşik kelimenin bir unsuru olduğundan kelime bileşimi konusuna da çalışmamda yer vermeyi gerekli gördüm. Bu bileşik kelimeleri, incelerken, Almanca ve yabancı bileşik kelimeler olmak üzere iki açıdan ele aldım ve bunun sonunda yabancı bileşik kelimelerde karşılaşılabilecek sorunları inceledim ve bu sorunların genel olarak bu tür kelimelerin analizinde ve sınıflandırılmasında çıkmakta olduğunu tespit ettim.46 Bir sonraki bölümde de Konfix konusunu araştırdım. Konfixvin tanımından sonra, henüz çok yeni bir konu olduğundan, konuya açıklık getirmeye çalıştım. Bunun ardından sözlükle çalışmaya başladım ve Fremdkonfixleri gruplara ayırdım. Birinci grupta, bileşik kelimelerde ilk unsur olarak yer alanları inceledim ve sadece Fremdkonfixlerden oluşan bileşik kelimeleri içeren ikinci bir taramadan sonra özel bazı durumları ele aldım. Son olarak sözcük türetimini dilbilgisi kurallarıyla karşılaştırılması açısından ele alıp, sözcük türetimi konusunun derse aktarılmasına yer verdim. Amacım, henüz çok yeni olan bu konunun tanıtılmasına ve bu alanda konuyu geliştirici araştırmaların yapılmasına katkıda bulunmaktır.Item Die Funktion des vielperspektivischen Erzahlens in Anna Seghers roman "Das Siebte Kreuz"(Uludağ Üniversitesi, 1996) Şahin, Nuray; Grimm, Antje; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Das ” Siebte Kreuz " wird aus dem Bewusstsein der verschiedenen Eomangestalten dargestellt . ” Der Erzähler lenkt den Blick vom äusseren Geschehen weg auf das Innere einer beteiligten Person . Statt der Handlung selbst schildert er ihren Eindruck durch den Helden , und die Reflexionen , zu denen es anregt , die Assoziationen , die von ihm ausgelöst werden . ” ( Neuhaus , S.118 ) Ich interessiere mich für die Funktion dieses vielper - spektivischen Erzählens . In dieser vorliegenden Arbeit möchte ich gerne sehen , inwieweit diese Erzähltechnik die Beziehungen der Menschen untereinander zeigt , also deren Liebe , Hass , Freundschaft , Gleichgültigkeit und Solidarität . Von dieser Erzähltechnik erhoffe ich mir einen Einblick in die Gesellschaft des Dritten Reiches . Mein Ziel ist es , eine Antwort auf die Fragen zu finden , warum das deutsche Volk nichts gegen das Nazi - Regime unternommen hat und passiv blieb ; wie war das Verhalten der Nationalsozialisten zu ihren Gegnern oder Mitmenschen ; wie ist die Biographie des Helden dargestellt. Ein weiterer Punkt , der mich interessiert , ist das damalige aktuelle Bild der Wirklichkeit im DrittenItem Die funktion und die distribution des infinitivs im Deutschen und die schwierigkeiten bei der anwendung im Deutsch unterricht(Uludağ Üniversitesi, 2000) Ceylan, Yasemin Güleç; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Yirminci yüzyılın son çeyreğinde uluslararası ilişkilerin hızla artması beraberinde dil eğitimine gösterilen ilginin artmasını beraberinde getirmiştir. Günümüzde artık bir yabancı dil bilmek bile çağdaş ihtiyaçları karşılamaya yeterli bulunmamakta ve ikinci bir yabancı dilin öğrenilmesi gerekliliğine inanılmaktadır. Bu sebeple Milli Eğitim Bakanlığı'nın Türkiye'nin ortaöğretim okullarında gerçekleştirmek istediği reform son derece olumlu bir adımdır. Bu reformla, İngilizce'nin yanısıra ikinci bir yabancı dilin (Almanca veya Fransızca) öğretilmesi hedeflenmektedir. Bu gelişme eğitim fakültelerindeki yabancı dil öğretimi bu yeni gelişmeye yönelik olarak yeni program ve yöntemsel stratejiler geliştirmek durumundadır. Bu yeni program ve stratejiler doğal olarak bir çok alanı olduğu gibi dilbilgisi öğretimini de etkileyecek, kuruma, öğretmelere ve öğrencilere yeni görevler getirecektir. Alman dili eğitimi anabilim dallarında yapılan araştırmalar bu alanda öğrenim gören üniversite öğrencilerinin fiillerin mastarlarının işlevleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıklarını ve kullanımda zorluklar çektikleri açıkça göstermektedir. Biçimsel olarak baktığımızda fazla karmaşık görünmeyen bu mastar halindeki fiiller ancak metin içersinde kullanıldıklarında değişiklikler göstermektedirler. Bu alanda öğrencilerin karşılaştıkları zorluklar hiç de küçümsenecek durumda değildir. Bu zorlukları daha somut olarak tespit edebilmek için doğal olarak dilbilgisi kitaplarının incelenmesi gerektiğine inandığımdan, tezimde ders kitapları ile bu dilbigisi 198 kitaplarını irdeleyerek bụ kitapların fiilin mastar l'Infinitiv') yapılarını nasıl ele aldıklarını ve aralarındaki farklılıkları ortaya koymayı gerekli gördüm. Hem ders kitaplarının hem de Almanca dilbilgisi kitaplarının bu konuyu nasıl ve ne derecede ele aldıklarına bakıldığında farklı yaklaşımlar göze çarpmaktadır. Ayrıca Almanca öğretmeni yetiştiren fakültelerin hazırlık sınıfı için hangi ders kitabının en uygun olduğunu tespit etmek istedim. Bu çalışmanın yan amaçlarından biri de Infinitiv örneği ile almanca öğretmenin dilbilgisi bilgilerine katkıda bulunmaktır. Ayrıca bir Almanca öğretmenin dilbilgisi açısından nasıl bir donanıma sahip olması gerektiği konusuna da katkıda bulunmuş olacaktır. Tüm bu sebepler bu alanda bir çalışma yapılması gerekliliğini ortaya koymuştur ve bu çalışmada Alman Dili'ndeki fiilin mastar halinin işlevleri ve yabancı dil öğretiminde ve öğreniminde karşılaşılan zorlukları ele alınmıştır. Bu çalışma, sonuç bölümü dahil 8 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde mastar (Infinitiv) sözcüğü etimolojik açıdan açıklanıp morfolojik birimlerine ayrılarak her bir birim incelenmiştir. 'Infinitiv' sözcüğü Latince'den gelen bir sözcüktür ve üç biçimbirimden oluşmaktadır: In-finit iv: Sözcüğün kökü 'finit' dir, ve fiilin belirlenmiş, yani çekimlenmiş halidir. 'In-' 'değil' veya olumsuzluk' anlamı veren Lantince kökenli bir önektir. O halde 'infinit' çekimlenmemiş fiil, yani fiilin mastar halindeki durumunu belirten bir sözcüktür. 'ivl ise sıfattan isim türeten bir ektir. Almanca'da bu örnekleri çoğaltırabiliriz: Infinitiv, Nominativ, Akkusativ, Konjunktiv, vd/vb. Burada dikkat çeken nokta ise bu 199 şekilde türetilen sözcüklerin büyük çoğunluğunun dilbilgisi alanında görülmesidir. Birinci bölümde ele alınan diğer konular ise şöyledir: Almanca dilbilgisinde fiilin çekimlenmemiş ve kategorisini belirtmeyen üç hali vardır: Infinity, Partizip I, Partizip II. 'Infinitiv' fiilin mastar halidir, Partizip I fiilin mastar haline lad' ekinin eklenmesiyle oluşur ve fiile bir sifat anlamı yükler. Partizip II bazı fiillerde 'ge-' ön eki ve i-(e)' + veya - en' son ekiyle oluşturulan, bazı fiillerde ise 'ge-' öneki olmaksızın 'at' veya 'en' sonekiyle oluşturulan halidir. Çalışmanın ikinci bölümü dört Almanca dilbilgisi kitabının, 'Infinitiv' konusunu nasıl işlediğini ve bu konuya ne kadar yer verdiğini ortaya koymaktadır. Bu dört Dilbilgisi kitabı Almanca'nın önde gelen dilbilimcilerinin hazırlamış olduklarıdır: Eisenberg, Engel, Erben, Helbig/Buscha. Ortaya çıkan netice ilginçtir. Her eserde konuya verilen ağırlik büyük farklılıkar göstermektedir. Konuyu en geniş ve sistematik biçimde Eisenberg ele almıştır. Erben, Engel ve Helbig/Buscha'nın eserlerinde 'Infinitiv' konusu tek bir başlık altında sunulmamaktadır. Ayrıca elde edilen diğer bir sonuç ise, 'Infinitiv'in nesne olarak ayrıntılı işlenirken özne olarak fonksiyonlarına çok az denecek kadar değinilmektedir. Bunun yanısıra bazı yazarlar 'Infinitiv'in statüsü kavramından bahsetmektedir, bazıları ise buna hiç yer vermemektedir. Üçüncü bölüm tamamen 'Infinitv'in fonksiyonlarını ve türlerini incelemeye ayrılmıştır. 'Infinitiv'in Almanca' da üç türü vardır. Birincisi, fiil yalnız mastar haliyle kullanılır (reiner Infinitiv). Burada, cümlede opsiyonel olarak çekimlenmiş bir fiil daha olabilir. Örneğin emir cümlelerinde çekimlenmiş başka bir fiile ihtiyaç yoktur. 200 ikinci olarak 'zu' ile birlikte kullanılır (Infinitiv mit 'zu'). Infinitiv'in bu kullanımı, daha yaygındır. Bir çok fiil, kullanımında 'zu'' yu gerektirmektedir. Ayrıca bazı fiiller 'zu' ile kullanıldığında bir passiv anlamı içerir, buna özellikle teknik dilde çok rastlanmaktadır. Ayrıca üçüncü olarak 'um ... zu', 'anstatt ... zu' veya Yohne ... zu' ile kullanıldığında bir yan cümleciği çağrıştırmaktadır, fakat yan cümlecik değildir. Yukarıda belirtilen üç yapı bir bağlaç gibi, bir cümle başlatıyor gibi görünse de, bu cümle asıl yan cümlenin ortaya koyduğu özelliklerin hepsini taşımamaktadır. Örneğin çekimlenmiş (finit) bir fiile bu konstrüksiyonlarda rastlanmamaktadır. Dördüncü bölümde ise üniversitelerimizin bölümlerinde okutulan üç Almanca ders kitabı incelenmiştir. İncelemedeki çıkış noktası ise bu ders kitaplarının Infinitiv konusunu nasıl ele aldıklarıdır. Yapılan inceleme sonucunda ise bu kitapların arasında önemli farklılıkların olduğu ortaya konmuştur. Ders kitapları içerisinde Infinitiv konusunu en ayrıntılı inceleyen „Moment mal"'dir. Ayrıca bu ders kitabının izlediği sıra Eisenberg'in izlediği sıra ile aynıdır. Bu nedenle hazırlık sınıflarınız için bu ders kitabının uygun olduğunu düşünüyorum. Ancak ders kitaplarında Infinitiv konusu tek bir ünite içerisinde değil tüm kitap içerisinde farklı ünitelerde ortaya konulmaktadır. Ders kitaplarını dilbilgisi kitapları ile karşılaştırdığımızda önemli farklılıklar göze çarpmaktadır. Gerek teminolojide gerek işleyiş tarzında farklılıklar vardır. Ancak ders ile dilbilgisi kitapları farklı amaçlarla hazırlanmışlardır, bunu da unutmamak gerekir. 201 Bu çalışma beşinci bölümde bu kopukluğun nasıl giderilebileceğine dair bir öneri sunmaktadır. Almanca öğretmeni olarak mezun bir öğrencimiz öğrenimi boyunca ders kitaplarından aldığı bilgilerle ilerideki meslek hayatında büyük zorluklar yaşayacaktır. Çünkü bir Almanca öğretmeni, dilbilgisi kitabındaki bilgilere sahip olmalıdır. Ayrıca dilbilgisi kitabının terminolojisine hakim olmalı ve bir dilbilgisi kitabına nasıl bakılması gerektigini bilmelidir. Bu nedenle önerimiz birinci yarıyılda dilbilgisi dersinde bütün dilbilgisi konularının özetini içeren bir programin izlenmesidir. Öğrenciye ders kitaplarının verdiği Infinitiv bilgisi kesinlikle yeterli değildir ve öğretmen tarafından bu bilgi tamamlanmalıdır. Bu ders kitapları kurs öğrencileri için uygundur, Almanca öğretmeni yetiştiren fakülteler için uygun değildirler. Almanca öğretmenin sadece iyi konuşuyor olması yeterli değil, iyi bir dilbilgisi temeline ve sistematik bilgiye de sahip olması gereklidir. Bu amaçla burada önerilen program öğrenciye kendi kendine nasıl bilgi bulabileceğini öğretiyor, çünkü çalışma hayatında ona gerekli olan nitelik budur. Öğrenciye her şey verilemez, önemli olan ona yolunu öğretmek, yolu öğrendikten sonra bir çok şeyi kendi başına yapabilir. Bu tür bir eksiği kapatmak için yüksek lisansta veya düzenli olmasa da seminerlerde bu tür bir dilbilgisi dersi projeler için nasıl bir program hazırlanabileceğine dair geliştirilebilir. 'Infinifiv' konusu dilbilgisi ders programına daha ayrıntılı bir şekilde işlenmek üzere yerleştirilmelidir. Ayrıca öğretmen yetiştiren kurumlar olarak eğitim fakültelerinde uygulama derslerinin artırılması olumlu bir katkıda bulunacaktır. Öğretmen adaylarımız eğitim boyunca 202 edindikleri teorik bilgileri hemen uygulama olanağına sahip oldukları sürece bilgileri kalıcı olacaktır. Gerek YÖK' ün önerdiği yeni programın uygulanması, gerekse diğer bilimsel çalışmalar zaman içerisinde bu noktaların daha da netleşmesini sağlayacaktır. Bu çalışma bu doğrultuda bir adım olarak kabul edilebilir.Item Hilde Domins Lyrik: Charakteristische form und gehaltsmerkmale(Uludağ Üniversitesi, 1997) Özmut, Orhan; Schatter, Antje Grimm; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Item Linguistische probleme der genusdif ferenzierung(Uludağ Üniversitesi, 1994) Güleç, Yasemin; Kelling, Ingrid; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Dller Eğitimi Anabilim Dalıl/Almanca Dili Eğitimi Bilim Dalı.70'li yıllardan itibaren tüm dünyada ve özellikle Avrupa ülkelerinde kadın hakları ve kadın erkek eşitliği konuları büyük bir tartışma ortamı yaratmıştır. Günümüzde Avrupa Asya'ya karşı bu konuda daha medeni olduğunu öne sürdüğü halde, bu savlarının temelinde büyük bir çelişki yatmaktadır. Örneğin Almanya'yı ele aldığımızda, kadın erkek eşitliği konusunda büyük aşamalar kaydetmiş görünüyorsa da, bu ülkenin dilini incelediğimizde, ki genelde bir dilin o ülkenin kültürünü yansıttığı kanısının yaygın olduğu bir gerçektir, Almanca’nın dil yapısında ağırlıklı olarak maskulin tanımlamalara yer verildiği görülmektedir. Bir yanda dilin, ait olduğu toplumun kültürel yapısını yansıttığı düşüncesi yaygın iken, diğer yanda Almanya'yı göz önünde bulundurduğu¬ muzda, bu ülkenin sosyal yapısının, dilinin gösterdiği kültürel düzeyden çok daha ileri bir düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Bu çelişkiyi daha ayrıntılı incelemek istediğimden, böyle bir çalışma ortaya koymaya gerek duydum. Bu konunun güncel bir konu olması, dolayısıyla medyadan yakın takip etme imkanının var olduğu ve hem kadınları hem de erkekleri yakından ilgilendirdiği için, çevremdeki herkesle bu konuda fikir alışverişinde bulunabilmem, çalışmamda bana büyük kolaylık sağladı. Bunun yanında konumun kaynak açısından zengin olması da bu kolaylığı sağlamada büyük rol oynadı. Çalışmamın ilk bölümünde feminist dilbilimi tarihçesine değindikten sonra, bu bilim alanını oluşturan iki konu üzerinde şimdiye kadar yapılan bilimsel araştırmaları ve bunların günümüzdeki gelişmelerini ele aldım. Feminist dilbiliminin bir dilin yapısını inceleyen bölümü sistem linguistik olarak isimlendirilmektedir ve özellikle maskulünden feminin oluşturan tanımlamaları incelemektedir. Araştırmam öncelikle bu bölüm üzerindeydi ve Almanca'da maskulinden feminin yapılmasındaki dilbilimsel problemleri kapsamaktadır. Diğer konu alanı ise iletişimsel ağırlıklı yönüdür. Burada, kadınların ve erkeklerin konuşurken seçtikleri kelimeler, ses tonları ve konuşma davranışları araştırılmaktadır. İkinci bölümde sistem linguistik konusunu daha ayrıntılı işledim. Feminini oluşturan eklerin tanımları örnekleriyle birlikte bu bölümdedir. Araştimanın üçüncü aşamasında Alman dilindeki çözümler üzerinde durdum. Burada seçtiğim örnekler hitap etme şeklini, gazetelerdeki iş .ilanlarını ve bazı hukuksal yazıları içermek¬tedir. Sonuçta ise Almanya'nın sosyal düzeyinin yüksek olmasına karşılık, dilinde henüz maskulinin ağır bastığı görülmektedir. Daha sonra Alman toplumunun bu konudaki düşünceleri çeşitli dergilerden alınan örneklerle verilmektedir. Son bölümde ise Alman ve Türk dilinin bu konu açısından gösterdikleri ortak ve farklı yönlerine değinilmektedir. Bu karşılaştırmada Almanca ve Türkçe'nin yapısal açıdan büyük bir fark göstermelerine rağmen, bu farktan dolayı da ortak bir özelliğe sahip oldukları sonucuna vardım. Almanca'da maskulin tanımlamalar ağırlıkta olup, genelde erkeklere hitap etmektedir. Oysa Türkçe'deki tanımlamalar, birkaç istisna dışında, tarafsızdır: Sözgelimi, öğretmen dediğimizde hem kadın hem de erkek kastedilmektedir. Ortak yönleri ise, her iki dilin toplumsal yapısını ve düşüncelerini yansıtmadığıdır. Bu açıdan Almanya'yı Türkiye ile karşılaştırdığımızda, kadın hakları ve kadın erkek eşitliği gibi konularda bizden ileri oldukları bir gerçektir. O halde "Acaba bir dil o ülkenin kültürünü gerçekten yansıtıyor mu?" sorusunun cevabı tartışılabilir.Item Mythologie and Deutsche volksmarchen im verglerch mit Turkischenn volks marchen(Uludağ Üniversitesi, 1994) Arslan, Neriman; Kelling, Ingrid; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Die vorliegende Arbeit beabsichtigt, hauptsâchlich die psychologische Seite der Symbol und Bildgestaltung in den Mârchen zu untersuchen. Ich bin ausgegangen von Drewermann, der die psyehologisehe Seite der Volksmârchen untersucht hat. Die wichtigsten psychoanalytischen Forschungen der Volksmârchen in Deutschland sind von Drewermann vorgelegt, der den fundamenta- listischen Katholizismus des Vatikans kritisiert hat und zur Ergânzung seiner Forschungen die Grimmschen Volksmârchen umfassend untersucht hat. Die psychoanalytische Forschungen Drewermanns ermöglichen den tiefen Sinn des Mârchens aufzu- decken und unsere Gefühle auf aussergewöhnliche Weise anzuregen. Die Volksmârchen, deren Ursprung auf mündliche volkstümliche Tradition beruhen, werden von Grimm als abgesunkener Mythos gedeutet. Aber eine seharfe Abgrenzung İst nicht immer möglich, da in dieser Gattung auch andere Faktoren in unterschiedlichem Gewicht eine Rolle spielen. Das Mârchen ist eine phantasievoll gestaltete fiktive Geschichte, in der vielerlei Wunder möglich sind. Es hat auch Realitâtsgehalt, da es über menschliche Probleme etwas aussagt. Das am Anfang unsere pessimistisehen Gefühle anregende Mârchen endet auf optimistisehe Weise, weil das Gute siegt und das Böse unterliegt. Die Mârchen dienen dazu, den harten Realitâten des Lebens gegenüber, unsere Widerstandsfâhigkeit zu bekrâftigen. Darüber hinaus tragen sie dazu bei, dass wir unsere innere Kraft durch eine Phantasie- und Traumwelt bereichern. In dieser Hinsicht haben die Mârchen einen unschâtzbaren Wert, weil sie die Horizonte unseres geistigen und seelisehen Lebens ausdeh Nen. Als berühmteste deutsche Volksmârchen gelten die "Kinder- und Hausmârchen" der Brüder fflilhelm und Jacob Grimin. Es gibt in ihnen eine charakteristische Mârchenwelt. Die scharfe Gegen- stândlichkeiten wie Gut und Böse, Glück, und Unglück, Schönheit und Hâsslichkeit usw. sind kennzeichnend in diesem Mârchen. Die profane Welt, der der Held entfliehen muss, İst meistens ungerecht und sogar grausam, wâhrend im türkischen Mârchen der Held im Alltagsleben nicht unterdrückt und geguâlt wird. Es ist meist ein Königliches Schloss, in dem er im Wohlstand lebt. Die irrealen Welten in Grimmschen und türkischen Mârchen zeigen auch gegensâtzliche Eigenschaften. Der Wald, in dem der Held Zuflucht sucht, ist ein friedlicher Ort und er wird von ihm freudlich empfangen, wâhrend im türkischen Mârchen der Held in einer grausigen Dâmonenwelt auftritt. Die patriarchalische Gesellschaftsordnung im alttürkischen Alltagsleben spiegelt sich in den Mârchen wider. In Grimmschen Mârchen erden die patriar- chalischen Elemente durch die Jenaer Frühromantik, aber âuch durch die Spâtromantik erheblich zurückgenommen. Die Entfaltung der weiblichen Einfühlungskraft war erst in der Romantik möglich. Die Schriftstellerinnen wie B. Brentano, C. Schlegel hatten im literarischen Leben einen bedeutenden Platz. Die bekannten weiblichen Mârchenfiguren verdanken ihre Weltberühmt- heit dieser anerkannten_Position der Frauen in der Romantik. Das Mârchen viderspricht den Kausalgesetzen der Natur durch die Verwandlungen und Vermenschlichung der Tiere, Pflanzen und Gegenstânde, die auch symbolische Bedeutung haben. In vielen Grimmschen Mârchen erscheinen Gott, Engel und christliche Heilige als handelnde Personen auf der Erde, was in den türkischen Mârchen fehlt, da es in der islamischen Religion bekannterweise fremd ist.Item Die rolle der klassifizierung der wortarten in den lehrwerken für daf(Uludağ Üniversitesi, 2001) Yetim, Munise; Tapan, Nilüfer; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Item Die Sprache und der Sprachstil Arno Schmidt's in: "Die Gelehrtenrepublik"(Uludağ Üniversitesi, 1987) Tuncer, Zihni; Selen, Nevin; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.Arno Schmidt 18.1.1914 yılında bir polis komiserin oğlu olarak Hamburg 'ta doğdu. İlk yazarlık denemelerine orta öğrenimi sırasında Hamburg'ta başladı. Liseyi bitirdikten sonra 1933 yılında üniversitede Matematik ve Astronomi öğrenimine başladı, ancak politik nedenlerle ve kız kardeşinin bir yahudi tüccarla evlenmesine kızarak bir yıl sonra üniversiteyi terketti. 1934-1939 yılları arasında geçimini sağlamak üzere tekstil iş kolunda çalıştı. Bu arada 1937 yılında Âlice Murawski ile evlendi. 1940-1945 yılları arasında Fransa ve Norveç'te savaşa katıldı ve İngilizlere esir düştü. Savaş sonrasında tek varlığı ve serveti olan kütüphanesini ve kendi yazdığı teksirlerini yitirdi.Bir süre bir polis okulunda tercümanlık yaptı; daha sonra bu işini de kaybetti ve serbest yazarlığa başladı. İlk yapıtı "Leviathan" 1949'da yayınlandı. 1958 yılında Celle-Bargfeld kasabasına yerleşerek 1979 yılında 65 yaşında iken bir kalb krizi sonucu ölene kadar bu küçük kır kasabasından ayrılmadı. Başlıca eserleri: Leviathan (1949), Brand's Haide (I95l) Aus dem Leben eines Fauns (1953), Das steinerne Herz (l956), Die Gelehrten- republİk (1957), Kaff öder Mare Crisium (l960), Hobodaddy,s Kinder (1963), Trommler beim Zaren (l966),Zettel's Trsum (1970 ), Die Sohulo der Atheisten (1972) ve Abend mit Goldrand (1975). Ödülleri: 1950 yılında dört yazar ile ortaklaşa olarak Leviathan için Mainz Akademisi Büyük Edebiyat Ödülü; 1964'de Berlin Fontane Edebiyat Ödülü, I965 de Alman Federal Endüstri Birliği'nin verdiği Kültür- Yazın Şeref Ödülü ve 1973 yılında da Frankfurt Kenti Goethe Ödülü.Eser: DIE GELEHRTENREPUBLIK (Bilginler Cumhuriyeti) A) İçerik: Büyük Savaş sonrasının sosyal ve toplumsal sorunlarını cesaretle ve yılmadan işlediği 'Das steinerne Herz' (Katı Yürek) romanının ardından; pervasız ve cüretkâr buna karşılık sübjektif yazar Arno Schmidt, bu kez dönemin yazın eğilimine kapılıp,geleceğe yönelik kişisel tasarımlarıyla oluşturduğu ve "Die Gelehrtenrepublik"adını verdiği bir ütopik eser vermekle okuyucu ve edebiyat çevrelerinde hayal kırıklığı yaratmış gibiydi. Romantizm döneminin yazarlarından Hauff 'un 'Kaltes Herz' yapıtına çağrışım yapan 'Das steinerne Herz' romanı gibi, 'Die Gelehrtenrepublik' te adını 'Aydınlanma Dönemi' yazarlarından olan Kloppstook'un bir makalesinden almıştır. Anlaşılması zor ve pek kolay yorumlanamıyan çoğu zaman rasyonalist, bazen de idealist bir yazar olan Arno Schmidt'in bu yapıtı ''Gulliver'in Seyahatleri''ni andırmakta ve hayal ürünü bir adadaki olayları konu almakta ve bunları çarpıcı ve abartmalı bir biçimde sergilemektedir. Yazar bu yapay adasında, 1958 yılından geleceğe bir sıçrama yaparak, bir yandan Savaş sonrasının zor dönemini ve insanların çaresizliğini ima ederken, öte yandan 2009 yılının dünyasını yansıtmaya çalışmıştır. '1990 Atom Savaşında' tarih boyunca kabına sığmayan ve sürekli huzursuzluk kaynağı olan Avrupa Kıtası Ural Dağları'na kadar radioaktiv bir çöle dönüşmüş ve bir bakıma cezalandırılmıştır. Oysa iki süper güç Amerika ve Busya,içinde yaşanması olanaksız bu atom koridoruna uzak,Pasifik Denizi ortasındaki bu yeni dünyaya bilim adamlarını ve sanatçılarını çıkararak,onlara muhtemel yeni bir atom savaşına ve başkaca tehlikelere karşı korumasını bilmiş ve bunu sağlamıştır. Ancak bu iki süper güç'e mensup kişilerin yanısıra hintli,çinli ve afrikalının da yer aldığı; bu modern, enerji kaynakları, ormanları, tarım alanları, spor sahaları, tiyatroları, televizyon vericileri, hava alanı, füze üssü ve geto'ları bulunan bu çelik ve yüzer adada Rusların dışında,yok oldukları veya cezalandırıldıkları için diğer avrupalılar temsil edilmemiştir. Avrupalıya ancak cezalandırılmış ve atomar etki sonucu mutasyona( değişim) uğramış insan başlı dev örümoek, insan başlı büyük kuş ve beygiri andıran (kentaur) yarı insan biçiminde (hominid) olarak rastlamaktayız. Radyoaktiv etki sonucu oluşan bu yaratıklar,bir başka açıdan yazarın kendince yarattığı yeni dünyasındaki kitleleri simgelemektedir denilebilir. Yazarın bu hayal ürünü ve abartmalı kurgusunun ardında aslında gizli ve öfkeli bir yergi, dönemle ilgili sosyal bir eleştiri ve yeni bir dünyaya yönelik tasarımları yatmaktadır. Bu nedenle,yapıtın okuyucu ve toplumda hayal kırıklığı izlenimini yaratması görünüşte kalmış, inceleme ve irdeleme sonrasında,derin düşünce ve sosyal çekirdek nihayet ortaya çıkmıştır. Tüm ibret verici olaylara ve zayiatları çok büyük savaşlara rağmen insanların dolayısı ile güçlülerin sorumsuzlukları, nemelazımcılıkları, benclllikleri, ikiyüzlülükleri ve insanlığın geleceğini etkileyecek olan tehlikeli fikir ve planları sürüp gitmektedir. Sözde inandırıcı gerekçeler ve mazeretler bulunarak silahlanma yarışı sürdürülmekte, geliştirilen yeni ve yokedici silahlar gezegenlerde denenmekte, insanoğlu geleceğe ilişkin bazı deneylerde kendisini kobay yapmakta ve bu kobay insan neslini yoketmek üzere bir araç olarak kullanılmaktadır. İşte, yazar bu gerçeğe duyduğu öfkeyi delice vizyonlarla işliyor bu eserinde. Ama sonuçta birey olarak ne kadar güçsüz olduğunu ve bu büyük sorunların üstesinden her şeye rağmen gelinmediğini görüp,kendi iç dünyasında yarattığı ve özlemini duyduğu dünyasını da yokoluşundan kısa süre önce terketmek zorunda kalıyor. B) Bicimsel Kurgu ve Üslûp: Arno Schmidt bu eserinde içeriği zenginleştiren, okuyucuyu yer yer şaşırtan ve anlam çıkmazlarına neden olan bir dizi biçimsel yenilik yapmaktadır: Yazar anlatım ve sunuşuna,mitolojik bir figür olan insan başlı bir dişi atı(ken- taur)kapak yaparak başlamaktadır. Fiziksel ve ruhsal değişime (mutasyon) uğramış bir insanı temsil eden bu yarı insanın (hominid) elindeki zeytin dalı dikkati çekmektedir.Alışılmış kapaklardan farklı olarak barış bayraktarlığı yapan bu yabancı ve garip figür kompozisyonu okuyucuyu bir süre oyalayıp, hemen ilk sayfayı çevirmesini engellemektedir. Kapak içindeki zeplin biçiminde şema-harita karışımı ve simetrik olarak ikiye bölünmüş bir şekilde anlatıma dahil bir bölüm olarak konulmuş ve okuyucuya ilgi çekici, çarpıcı yeni bir öge sunulmuştur. Yazar yapıtını;Pasifik Okyanusu'nda 25-35 derece kuzey meridyenleri arasında yer alan, rüzgâr almaz tropik bir bölgeye ilişkin 'Kısa Roman' olarak tanımlamakta ve böylelikle yeni ve edebî bir türden sözetmektedir. Aslında olay zinciri ve konusal bütünlüğü zayıf olan bu roman iki ana bölüme ayrılabilmekte ve bölümler genelde fragman olarak kalmaktadır. Bir film jeneriğini andırırcasına romanın giriş kısmında, yapımcı (yazar) ve yönetmen(çevirmen) olarak gösterebileceğimiz olay kahramanlarına ilişkin bazı kişisel bilgileri kapsayan bir tablo;yapım(üretim) lisansının dayandırıldığı yasa maddesiyle ve yapım tekniği ile ilgili bir açıklama bulunmakta ve radyasyon sonucu yaşanmaz hale gelen Avrupa ile birlikte ölü diller arasına giren Almanca'yat eseri çeviren,Chr. M. Stadion'un bir önsözü yer almaktadır. Önsöz de ayrıcalık sağlamakta ve roman türünde çok ender olarak kullanılan bir şekil unsuru olmaktadır. 2008 yılına yapılan bir sıçrama ile başlayan anlatım kısmı, hatırlama veya hatırlatma tekniğine dayanan yeni bir üslûp ve anlatım yöntemi öngörmektedir. Kronolojik bir sıra izlemesine rağmen, yinede aralarında kopukluk ve boşluk bulunan anlatım birimileri-ki bunlar aslında başka hiçbir yazarda görülmeyecek şekilde sayıları 6ll'e ulaşan roman bölümlerini oluşturmaktadır-, aslında bir fotoğraf albümündeki mazi ile ilgili fotoğrafların tek tek açıklanması gibi bir izlenim yaratmaktadırlar veya başka bir deyişle, zamanında tutulan ayrıntıları içermeyen bir günlük defterinin nice zaman sonra okunmasını anımsatmaktadırlar. Yazarın kendine özgü anlatım biçiminde büyük yer tutan ve onun karakteristik üslûp özelliğini oluşturan unsurların en önemlisi kullandığı noktalama işaretleridir. İfade aracı olarak sıklıkla başvurduğu noktalama işaretleri bir yandan okuyucuya zor ve anlaşılmaz görünürken, öte yandan ifade zenginliğine ve orijinalliğine ne katkıda bulunmaktadırlar. Sade vatandaşın bozuk,kırık ve şive unsurlarını kapsayan konuşma dilini edebi bir tür olan romanda baştan sona hakim kılmak istemesi ve bu nedenle uzun tasvir ve gereksiz anlatımlardan kaçınması yazarın bu eserinde geliştirdiği yeniliklerden bir diğeri ve en önde gelen amacıdır. Edebiyatın seçkin bir yansıtım aracı olan roman çerçevesinde bilinçli olarak yazarın birtakım imla hatalarına başvurması, bir yandan dilin, katı kuralcılığına karşı oluşunun, diğer yandan sokaktaki insanın konuşma dilini aslına uygun olarak tüm hatalı, fonetik kusurlu ve canlılığı ile yazı diline resmetmek ve yansıtmak isteğinin sonucudur. 227 sayfalık ve 1957'de yayınlanan Arno Schmidt'in bu yapıtı, bir Ben- Anlatım olarak büyük kuzeni Mr.Winer'in ağzından önce ingilizce olarak kaleme alınmış, sonra almancaya çevrilmiş şeklindeki bir açıklama yardımı ile de, yer yer ve kasıtlı konan dipnotlara ve kitap sonuna eklenen bir düzeltme sayfasına hem bir mazeret bulunmuş oldu hemde kendini bir deha,tüm sorunların çözümünü görev edinmiş biri (Trismegistos) ve düzen kurucu olarak gören yazara bir dayanak ve vesile sağlanmış oldu.Böylece 'Kısa Roman' adını alan,ancak biçisel kurgusu, üslûbu ve sunuş biçimi ile alışılagelmiş yazın geleneği içersinde bir başvuru kitabı veya bir dokümanter kitap görünümü veren yapıt ortaya çıkmış oldu. C) Çalışmanın Amacı: Konusal ve biçimsel olarak çok yönlülük arz- eden eser üzerinde ağırlıklı olarak yazarın kullandığı dili ve üslûbunu, belirleyen özellikleri saptayıp neden ve fonksiyonları ile ortaya koymak ve yaratılmak istenen yeni dilin klasik ve geniş çerçevede geçerli dilden olan sapmalarını bulmak bu çalışmanın esas amacı olmuştur. Normal dil ve üslûptan büyük farklılıkları olan ve yazara özgü tipik bir karakter gösteren bu dil ve yazım biçiminin analizinden sonra da bu eserde işlenmek istenen temanın irdelenmesine ve yeni dil teorisi ile yazarın dünya görüşü ve yaşam biçimi arasında ne gibi bir bağ bulunduğunu ortaya koymak istenmiştir. D) Varılan Sonuç: II. Dünya Savaşından sag çıkmış olmasına rağmen, Arno Schmidt de çağdaşları Nossack,Andersch,Küepen ve Çenetti gibi,birçok bakımdan bu savaşın kurbanları arasına katılmış bir alman yazarıdır. Felaketlere yol açan hatalardan dolayı büyük bir karamsarlığa kapılarak ve çaresizlik içersinde toplumdan uzaklaşarak inzivaya çekilmiş ve kendi sübjektif dünyasında girdiği ı bunalım ve sosyal hayata uyumsuzluğu yüzünden yeni bir dünya kurmak istemiştir. Savaş sonrası 'Uyumsuzluk Tiyatrosu' akımı içinde ifadesini bulan bireyin bedbinliği, umutsuzluğu ve öfkesi Arno Schmidt'te başka bir biçimde kendini göstermiş; o, varolan yaşama ve sosyal değerlere karşı olmanın ötesinde tüm kurum ve yapısı ile eski dünyayı ve dünya görüşünü mahkum etmiş yeni bir dünya kurmak gereğini duymuştur. Yeni bir toplum, insana yaraşır bir ortam ,düşünce ve amaç, yeni kurumlar ve yeni sosyal değerler öngörmektedir yazar bu kendine özgü dünyasında. Bu yenilik zincirinin bir halkasını da yazar tarafından geliştirilen bir yeni dil ve üslup,anlatım ve biçimlendirme teorisi oluşturmaktadır. Öyle ki,yazar geliştirdiği bu teorinin ayrıntılarını ayrı bir klavuz kitapta (Berechnungen I, II, III) açıklayıp yayınlamak gereğini duymuştur. Genelde yüksek ve sanatsal yazın diline de cephe alarak, geleneğe ve normlara aykırı olarak sade insanın sübjektif düşünce ve konuşma biçimini kitleye empoze etme ve egemen kılma eğilimi ve amacı bu eserde ağırlıklı olarak göze çarpmaktadır.Bu amacı noktalama işaretleri, imla hataları,yabancı sözcükk kullanımı ve yeni sözcük türetimi yöntemleri ile gerçekleştirirken, yazar hem sade ve doğal konuşma dilini aslına uygun biçimde edebî dile yansıtmak istemekte hemde uzun ve gereksiz gördüğü anlatımlardan kaçınarak mesajını en kısa yoldan ve en uygun sözcükle anlatım ve aktarım yoluna gitmektedir. Yapısı ve anlatım biçimi açısından bu eser hiçbir şekilde uykuya dalmadan önce okunabilecek bir kitap olarak gösterilemez. Taşıdığı birtakım dilsel ve uslûp özellikleri ile okuyucuyu düşündüren, satır satır, sözcük sözcük irdelemeye yönelten, yoran ve zaman zamanda anlam ve konu çıkmazlarına sokarak öfkelendiren bu suretle de okuyucuyu sürekli uyanık ve dikkatli olmaya zorlayan bu roman, yazarın için de bulunduğu zorluğu ve çözümünü dil bazında ararken yalnız kalmak istemeyişini ve okuyucuyu da birlikte düşünmeye ve ortak eyleme geçirme isteğinin bir sonucu dur. Sistemli ve akılcı bir yöntemle iyileştirici ve yapıcı olmaya uğraşan yazar,bu amacını gerçekleştirme yolunda dili ve biçimlendirme yöntemini araç olarak kullanmaktadır. İçerik bakımından günümüzün en güncel ve evrensel sorunu olan silahlanma yansını ve tam insanlığı tehdit eden nüklear savaşın korkunç sonucunu işlediği "Die Gelehrtenrepublik'' romanı vasıtasıyla, daha 50'li yıllarda hemen tüm yapıtlarında uyguladığı tipik anlatım biçimi ve dili o zamanlar anlaşılamayıp, yadırganırken, Arno Schmidt'in geliştirdiği bu üslup modern edebiyat alanında artık benimsenmeye,yeşermeye ve yerleşmeye başlamıştır.Item Struktur und gestaltung der ausbildung turkischer Deutschlehrerstudierenden im fach methodik(Uludağ Üniversitesi, 1995) Güler, Gülten; Ingrid, Kelling; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Ülkemizdeki yabancı dil eğitimi konusunda yaşadığımız sorunlar, bu alana yönelik bazı temel çalışmaların yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Uluslar ve hatta bireyler arası ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı bir dönemde yabancı dil eğitimine gösterilen ilginin arttırılması beklenirken, ülkemizde gerek orta okul ve liselerde, gerekse de yüksek öğretim kurulularında sadece İngilizceye ağırlık verilmesi pek de tutarlı bir davranış gibi görünmüyor. İngilizcenin bir dünya dili olarak önemi yadsınamaz; ama tek bir dile yönelme zamanla yetersiz kalacaktır, hatta yetersiz kalmaktadır. Özellikle Türkiye'nin Ortak Pazar'a girmesi durumunda İngilizce ile birlikte Almanca'ya ve diğer dillere de ihtiyaç duyulacaktır. Türkiye ve Almanya arasındaki ticari, siyasi ve sosyal bağlar ve özellikle de orada yaşayan Türk vatandaşlarımızın konumu düşünüldüğünde Almanca'nm ne denli gerekli olduğu bir kez daha vurgulanmış olacaktır. Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta da ülkemiz ekonomisinin can damarı olan turizm alanında Almanca'nm son yıllarda en gözde dil olmasıdır. Durum böyleyken yabancı dil eğitim politikamızın farklı bir yön izlemesi, biz Alman Dili Eğitimcilerini şaşırtmaktadır. Devlet okullarında sadece İngilizce okutulması, Almanca'nın sa Anadolu Liseleri ve özel okullarda ikinci yabancı dil olarak müfredata alınması, Almanca'ya olan gereksinimine ters düşmektedir. Değinmek istediğimiz bir başka konu da Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavlarında yabancı dil bilgisinin tümüyle gözardı edilmesidir. Çünkü sadece filoloji ve yabancı dil bölümlerinde okumak isteyen öğrenciler dil sınavına tabi tutulmakta, diğer bölümleri tercih edenlere böyle bir uygulama yapılmamaktadır. Bu tutum yabancı dile karşı olan ilgiyi azaltmakta, ancak gerek duyulduğunda öğrenciler bunu okul dışındaki kurumlarda takviye etmektedirler. En büyük çarpıklık ise son yıllarda özellikle Alman Dili ve Eğitimi Anabilim Dallarında yaşanmaktadır. Bu bölümlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır, ama mezun olan öğretmen adayları ne yazık ki kendi alanlarında öğretmen olarak çalışma imkanı bulamamaktadırlar. Herşeye rağmen bu bölümler her yıl kontenjanlarını dolduran öğrencileri yetiştirmekten geri kalmazlar ve gelecek yıllar için öğretmenlik şansları giderek azalan adaylar yetiştirirler. Mezunlarımızın çoğu devletin istihdam ettiği ilkokul öğretmenliğine başvururlar, ama bu özel alana yönelik bilgi ve beceriye maalesef sahip değildirler. Ne yazık ki bu yıldan itibaren öğrencilerimiz bu uygulamadan da yararlanamamaktadırlar. Bundan dolayı genellikle ticaret ve turizm alanına yönelmek zorunda kaldıklarından, bu farklı çalışma alanlarına yönelik çoğu Alman Dili Eğitimi Anabilim Dallarında zorunlu seçmeli, seçmeli alan dersleri uygulamaya konulmaktadır. Eğer Eğitim Fakülteleri geleceğin iş adamlarını ve turizimcilerini yetiştireceklerse, bu Fakülteler gerçek amaçlarının dışına çıkıp başka Fakültelerin alanlarına kaymış olmazlarını, ve bu durum bir karmaşaya yol açmaz mı? Tüm bu gerçekler doğal olarak öğrencilerimizi etkilemekte, güdümlü çalışmalarını engellemekte, hatta onları hayal kırıklığına uğratmaktadır. Bu çelişkiler karşısında öğrencileri gelecekte birtakım değişmeler sonucu Almanca'nın yine önem kazanacağına, Almanca öğretmeni olarak görev yapabileceklerine inandırmak, sanıldığı kadar kolay değildir, özellikle Öğretim Elemanlarının da buna pek inanamadıkları göz önünde bulundurulursa. Özel sektörde faaliyet gösteren bazı kurumlar Almanca'nm önemini kavramış olmalılar ki, açtıkları kurslarla devletin yapamadığını yapıp, bu dile olan ihtiyacı karşılamaya çalışmaktadırlar, bu da öğretmenlk görevini yerine getirmek isteyen, başarıyla mezun olan öğrencilerimiz için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Yine de öğrencilerimizin büyük çoğunluğu kapıldıkları karamsarlıktan ve geleceğe yönelik korkularından kendilerini kurtaramadıkları için, derslere de gereken ilgiyi gösterememektedirler. Almanca ile ilgili bu sorunların çözülmesinde ve bu alana yönelik yapılacak tüm çalışmalarda devletin umarsızlığından dolayı en büyük görev biz eğitimcilere düşmektedir. Ancak olanaklarımız çok kısıtlı olduğundan, yine de devleti bu soruna duyarlı hale getirmek en önemli unsurdur ve bu arada yönetime olan inancımızı yitirmeden bilimsel çalışmalarımızı sürdürmemiz gerektiğine inanmaktayız. Öncelikle Almanca'nm Türkiye için öneminin tam anlamıyla vurgulanması, Almanca derslerinin nitelikli bir seviyede sunulması ve öğretmen yetiştiren tüm kurumların kapsamlı bir değişmeye tabi tutulması gerekmektedir. Eğer amacımız iyi Almanca eğitimi verebilecek adaylar yetiştirmekse program çalışmalarımızın tümünü bu yönde yoğunlaştırmalıyız. Bizce atılması gereken ilk adım tüm eğitim bölümlerinde okutulan Yöntem Bilim dersinin kapsamının ve içeriğinin amacına yönelik yeniden ele alınmasıdır. Ülkemizde var olan çoğu Alman Dili Eğitimi Anabilim Dallarında bu derse ayrılan zaman dilimi büyük farklılıklar göstermektedir. "Nasıl olsa Almanca öğretmeni olamayacaklar" varsayımından yola çıkarak, bu ders çoğunlukla beşinci yarıyıldan itibaren haftada en az iki, en çok dört saat okutulmakta, sekizinci yarıyıl ise öğretmenlik uygulamasına açık bırakılmaktadır. İncelemelerimiz sonucunda edindiğimiz bilgiye göre bir tek İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı'nda bu ders diğer Alman Dili Eğitimi Anabilim Dallarından farklı olarak ilk yarıyıldan itibaren tüm eğitim süresi boyunca okutulmakta ve öğrencilere öğretmenlikle ilgili gerekli temel bilgiler sunulmaktadır. Ancak ders saati tartışmalarından çok daha önemli olan konu, kuşkusuz bu dersin içeriğidir. En büyük sorunumuz ise, yurt dışında, özellikle de Almanya'da bu derse yönelik hazırlanmış olan özel kaynakçalarının yetersizliğidir. Bu durumda Türkiye'de bu tür malzemelerin yaygın bir şekilde bulunması da beklenilemez. Bir yandan bu tür yayınlara ulaşmanın zorlukları, diğer yandan verimli bir çalışmayı gerçekleştirecek insan potansiyelinin var olmayışı, bu dersin yüzeysel işlenmesine yol açmaktadır. Sağlıklı bir program geliştirebilmek için öncelikle bu alanda yazılmış eserlerin tam anlamıyla araştırılması gerekmektedir. Araştırmalarımız sonucunda tüm kaynakçaların teorik ve pratik bilgileri aktardıklarını, yalnız Yöntem Bilim dersine yönelik ayrıntılı bilgileri içermediklerini tespit ettik. Bu eksiklik, bu alanda ders veren öğretim elemanlarına büyük sorumluluklar yüklemektedir. Edindiğimiz bir başka izlenim de, bu bilgilerin ülkemiz koşullarına ve yüksek öğretim kuramlarımızın yapılarına göre yeniden düzenlenmelerinin gerekli olduğudur. Bundan başka, ders programlarının hazırlanmasında büyük yarar sağlayan yönlendirici ilkelerin saptanmasının kaçınılmaz olduğunu gördük. Genel yabancı dil derslerinin hazırlanmasında ve sunulmasında önemli rol oynayan bu yönlendirici ilkeler aynı zamanda Yöntem Bilim dersi için de yarar sağlamaktadır. Yöntemsel bazı ek ilkelerin de göz önünde bulundurulması, bu dersin yüksek öğretim kurumlarında daha verimli hale getirilmesini sağlayacaktır şüphesiz (Konu 2). Tüm bu verilerin değerlendirilmesi sonucunda Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı'nda hazırlanan yeni bir Yöntem Bilim dersi taslağı bu çalışmanın asıl hedefini oluşturmaktadır. Bu taslağın anabaşlıklarınm incelenmesi ve öğretmen adaylarının bu konularda bilgi ve beceri sahibi olmaları henüz sağlam temelleri atılmamış bu dersin daha yararlı bir şekilde işlenmesini mümkün kılacaktır (Konu 3) Almanya'da son yıllarda bu alanda hazırlanmış olan ve Yöntem Bilim dersinin malzeme eksikliğine büyük ölçüde cevap veren bir proje çalışması, Türkiye koşullarına uyarlanmış ve böyle bir çalışma İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı'nm öğretim üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir, bu da bu alanda çalışma yapan diğer öğretim elemanlarına büyük ölçüde ışık tutacaktır. Yöntem Bilim dersinin ders taslağını, bu proje çalışmalarının sonucunda elde edilen birimlerle tamamlayıp onların izlediği yöntemsel yolu biz de takip etmekteyiz. Bu birimlerin hazırlanmasındaki asıl amaç, bu kaynaklar ile çalışacak öğretmenlerin, öğretim elemanlarının ve üniversite öğrencilerinin bağımsız olarak, kendi ön bilgi ve deneyimleriyle, bu birimler vasıtasıyla sunulan yeni bilgileri bütünlemeleridir. Öğrenciyi ön plana çıkaran bu tür uygulamaların ülkemiz eğitim sisteminde pek yaygın olmadığını dikkate alırsak, sunduğumuz yeni fikirler doğal olarak değişik gelecektir. Ama biz bazı köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesinden yanayız. Tüm zorluklara rağmen yeni fikirlerimizin bizi başarıya ulaştıracağına, öğrencilerimizin derslere olan ilgilerini de artıracağına güvenmekteyiz. Ders taslağımız belirttiğimiz tüm konulara yönelik birer proje birimi ile eşleşmektedir. Bu birimlerin öğrencilerimizin bu alandaki çalışmalarını önümüdeki yıllarda daha da verimli kılacağına inandığımız içindir ki, çalışmalarımızı özellikle bu yönde yoğunlaştırmaya gayret ettik. Dönem başında öğrencilerimize sunacağımız dosyalar bir yarıyıla ait tüm konuların özetini kapsamaktadır ve her konuya yönelik ön bilgiler ders öncesi kendilerine aktarılacaktır. Daha sonra öğrenciler bu konuları kendi başlarına inceleyecek, derslerde birlikte tartışacak, bu birimlerden edindikleri bilgilerle kendi düşüncelerini bütünleştireceklerdir. Bu tarz çalışmalardaki asıl hedef, öğrencilerimizde pek yaygınlaşmamış olan bireysel çalışma tekniklerini kazandırmak ve onları ezbercilikten kurtarmaktır. Özellikle pratik yönü çok önemli olan Yöntem Bilim dersi için, öğrenci hazır sunulan bilgileri alıp değerlendirmek yerine, kendi çabalarıyla edindiği bilgi ve becerileri mesleki yaşamında uygulama imkanı bulacaktır. Bu farklı yaklaşıma bağlı olarak ölçme ve değerlendirme sisteminde de bir değişiklik yapma gereği duyduk. Vize ve final sınavları yerine öğrencilerimiz ders dosyaları ile kendilerine iletilen bazı araştırma konularından birini hazırlayıp derste sunabileceklerdir. Öğrencilerimizin bu derse ayrılan dönemler içerisinde öğretmenlik deneyimi kazanma şansları fazla olmadığı için, bu tür faliyetlerin diğer derslerde de yaygınlaştırılmasının Bu alanda önereceğimiz diğer konularsa, kurumsal ve siyasal desteği gerektirmektedir: Öğretmen yetiştiren kurumlar olarak Eğitim Fakülteleri, kendi bünyeleri içinde Uygulama Okulları oluşturabilirlerse, günümüzde yaşanan bazı sorunlar kendiliğinden ortadan kalkacak ve öğretmen adayları tüm eğitimleri süresince edindikleri teorik bilgileri hemen uygulama olanağına sahip olacaklardır. Ancak eğitim politikamızın bu denli sıkıntılar yaşadığı bir dönemde bu isteğimizin ancak gelecekte mümkün olabileceği kanısındayız. Ama belki de Eğitim Fakülteleri, özellikle Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalları'nm ve Alman Kültür Enstitülerinin girişimleriyle Yöntem Bilim dersinin öğretim elemanlarını zaman zaman biraraya getirip, sempozyumlar ve seminerler aracılığıyla bilgi alışverişi ve aktarımında bulunmalarına imkan verebilirler. Bu girişimler, biz eğitimcilerin biraraya gelerek Almanca'nm gündemde olan sorunlarını tartışmamızı ve çözüm arayışı içerisine girmemizi sağlayacağından, iki taraftan da desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.Item Symbolisches in "Levins Mahle" von Johannes Bobrowski und in der "Blechtrommel" von Günter Grass(Uludağ Üniversitesi, 1994) Özdemir, Berrin; Kelling, Dieter; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Macht und hat keinen Platz mehr Unter den Menschen. Oskar, Hauptperson bei Grass ist ein Zwerg und durch ihn und seine Froschperspektive werden alle Symbole und zeitgeschichtlichem Ereignisse der Zeit dargestellt. So bringt Grass im Roman eine Parallelisierung von privater und offizieller Gesçhichte. Die Symbole von Grasser sollen den Leser provbzieren, aufrütteln und zugleich wachrutteln. Von einer Übernahme aufklârerischer Symbole aus der Antike öder aus dem 18. Jahr- hundert halt Günter Grass wenig. Seine Symbolgestaltung zielt auch auf eine Ablehnung der deutschen Klassik. Bobrowski hingegend will mit Traumsymbolen und Geistererscheinungen eine emotionale Gesçhichte erzâhlen, ohne die klassischen Traditionen der deutschen Klassik anzugreifen, wohlwissend, dass das Polenbild in der deutschen Literatür durch Goethe eingeleitet worden ist. Goethe war ein Gegner der polnischen Teilungen im 18. Jahrhundert. Aus diesem Grunde vermeidet Bobrowski jegliche Polemik.politischen und. militârischen Zeitereignisse wiederspiegeln, durch zeitgeschichtliche Aspekte wie z.B. ; Atlantikwall, Kristallnacht, Eroberung Danzigs durch die Rote Armee usw. dargestellt. Die Symbolik in der "Blechtrommel" von Günter Grass ist schwer zu verstehen. im Sinne der klassischen Symbolik verwendet er nur "die Schwarze Köchin", die als "Schwarze Madonna von Tschenstochau" zu interpretieren ist. Die anderen Symbole s'ind durch die Tiere oder zeitgeschichtliche Aspekte gegeben. Beide Autoren kritisieren die Religion, aber bei Bobrowski ist das nicht zu hâufig zu sehen. Grass kritisiert nicht nur die Kirche, sondern auch Gott selbst. Bobrowski geht in seiner Kritik nicht so weit, er schreibt nur, dass die Deutschen ihre Glaubensspaltungen uberwinden müssen, wenn es um nationale Probleme geht, wie bei dem Grossvater und dem Juden Levin. Bobrowski kritisiert religiose Intoleranz. Grass übt in vielen Kapiteln des Romans seine Kritik am Katholizismus, und so kritisiert er auch die antisemitischen Polen mehr als Bobrowski. Denn Bobrowski hatte "Levins Muhle" in der sechziger Jahre geschrieben und konnte in der damaligen DDR aus den kultur- politischen Gründen die Polen nicht kritisieren. Die Hauptfigur bei Bobrowski ist der Grossvater, der in den Geistererscheinunggen irratipnale Trâume hat.. Durch seine Trâume werden die reale welt, die logisch nicht zu begreifen ist und die Psyche des bösen Grossvaters dargestellt. Rassistische, antisemitische und antipolnische Vorstellungen bestimmen seine Psyche und so hat er grosse Charakterzüge mit Hitler. Am Ende des Romans findet der Grossvater einige Gegner, die sich von anderen deutschen und von der rassistischen Denkweise absondern. Ond der letzte Satz des Romans endet mit dem bedeutungsvollen Satz:"Nein ! " Also er verliert seine Macht und hat keinen Platz mehr Unter den Menschen. Oskar, Hauptperson bei Grass ist ein Zwerg und durch ihn und seine Froschperspektive werden alle Symbole und zeitgeschichtlichem Ereignisse der Zeit dargestellt. So bringt Grass im Roman eine Parallelisierung von privater und offizieller Gesçhichte. Die Symbole von Grasser sollen den Leser provbzieren, aufrütteln und zugleich wachrutteln. Von einer Übernahme aufklârerischer Symbol® aus der Antike öder aus dem 18. Jahr- hundert halt Günter Grass wenig. Seine Symbolgestaltung zielt auch auf eine Ablehnung der deutschen Klassik. Bobrowski hingegend will mit Traumsymbolen und Geistererscheinungen eine emotionale Gesçhichte erzâhlen, ohne die klassischen Traditionen der deutschen Klassik anzugreifen, wohlwissend, dass das Polenbild in der deutschen Literatür durch Goethe eingeleitet worden ist. Goethe war ein Gegner der polnischen Teilungen im 18. Jahrhundert. Aus diesem Grunde vermeidet Bobrowski jegliche Polemik.Item Theorie und praxis eines onomasiologischen phraseologiewörterbuchs Deutsch-Turkisch(Uludağ Üniversitesi, 2000) Başar, Çiğdem; Ergenç, İclal; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Item Vergleich Deutscher und Turkischer phraseologismen(Uludağ Üniversitesi, 1994) Başar, Çiğdem; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.İster kendi anadilinizi, ister bir yabancı dili öğrenirken; örneğin "İngilizceyi konuşabiliyorum" diyebilmek için bir dilin sadece sözcüklerini ve gramerini (dilbilgisini) öğrenmek yeterli almayacak, bir dilin tuzu biberi sayılan, iletişim ağını genişleten ve dili zenginleştiren deyimlerin de bilinçli olarak edinilmesi gerekecektir. Hangi çevrede, düzeyde ve konuda olursa olsun, bu sözlerin kişisel konuşma ve yazışmalarda, gazete dilinde, televizyonda ve kitaplarda mutlaka karsımıza çıkacaktır. Bu çalışmada her dilin kendine has bu frazeolojik (deyimsel) yapısını Almancayı baz alarak Türkçeyle karşılaştırmaya çalıştık. öncelikle frazeoloji alanında kavram çeşitliliğinin yarattığı anlamsal kargaşayı gidermek amacıyla deyimin gerçek sınırını çizmeye; deyim nedir, ne değildir sorusuna cevap bulmaya çalıştık. Burada sözlük çalışması alanında, örneklerimizi seçerken, gerek tek dilli olanlardan Almanca ve Türkçe Deyimler, Atasözleri, üslup ve Günümüz Almancası Sözlüklerinde tarama yaparken olsun, gerekse karşılaştırmalı dilbilim alanında yayınlanan iki dilli deyimler sözlüklerini incelerken olsun büyük özen göstererek özellikle karşılaştırmada yapılan eksiklik ve anlam yanlışları vurgulanmış, sözlük hazırlamanın ne denli büyük bir titizlik gerektirdiğini ve yeni bir karşılaştırmalı sözlüğünün hazırlanması zorunluluğuna dikkat çekilmiştir. Karşılaştırmalı bu sözlüklerde karşılığı olmayan deyimlere, edebi ve gazete metinlerinde en sık rastlanan anlaşılması güç olan bu türe yer verilmemiştir. Ayrıca aralarında eşadlılık (homonymie) bulunan ancak anlamsal açıdan örtüşmeyen deyim örneklerine de rastlamak mümkün. Karşılaştırmamızın anlamsal görünüş bölümünde (bak. 3.2.) sözcüğü sözcüğüne aynı ve benzer nitelikte olan deyimleri Türkçe karşılıklarıyla, karşılğı bulunmayan örneklerde ise çeşitli anlatım yollarına başvurarak oluşturulmuş yabancı dil öğretiminde kullanılmak üzere bir nevi karşılaştırmalı sözlük önerisi yapılmıştır. Günümüzde yabancı dil öğretiminin politik, ticari ve kültürel ilişkiler nedeniyle bildirişimi sağlamak acısından ne büyük önem taşıdığı, ülkemizde bulunan Almanların dilimizi edinmesinde, daha da önemlisi Federal Almanyada yaşayan iki milyonu aşkın i., 2. ve (bu çalışma içerisinde bizi asıl ilgilendiren) 3. nesilden gelen Türk aile fertlerinin Türkceyi anadili, Almancayı da 2. dil olarak konuştukları ve bu konudaki eksiklikleri gerçeğinden yola çıkacak olursak, dilin önemli bir bölümünü teşkil eden deyimleri de bu alana dahil etmeliyiz. Deyimleri dilin kendine has diğer özel yapılarından ayrıştırarak yabancı dil öğretimi içerisinde ayrı ve özel bir derste uygulayarak edebiyat, yazılı anlatım ve de çeviri derslerinin yükünü hafifletebiliriz, zira bu konu, yaptığımız ders içi araştırmalarla birlikte, çalışmamızın 4. bölümünü oluşturmaktadır, özellikle çeviri derslerin de edindiğimiz izlenim, öğrencinin metnin cümle yapısı içindeki deyimi görebildiğini ancak bütüncül anlamı çıkarmakta zorlandığını, bu yüzden de sözcüğü sözcüsüne çeviri yoluna başvurduğunu gösterdiğinden bu deyimsel sözcük gruplarının örneğin stilistik dersinin bir bölümünde karşılaştırmalı olarak işlenebileceği sonucuna vardık.