Güncel Pediatri / The Journal of Current Pediatrics
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5058
2005'te Cilt 3 olması gereken dergi, makalelerin içeriğinde Cilt 2 olarak yazılmış ve ciltlerde bir atlama gerçekleşmiştir. Bu nedenle, dergi sayıları, DergiPark'taki sıralamaya göre değil makalelerin içindeki verilere göre oluşturulmuştur.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
News
https://dergipark.org.tr/tr/pub/pediatri
https://www.guncelpediatri.com/
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 537
- Results Per Page
- Sort Options
Item 0-24 aylık bebeği olan ebeveynlerin bebek bakımında uyguladıkları geleneksel yöntemler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-10) Ergin, Ahmet; Acar, Güliz Aydemir; Baltacı, Kerim0-24 aylık bebeği olan ebeveynlerin, bebek bakımında uyguladıkları geleneksel yöntemlerin dağılımını belirlemek ve sosyodemografik faktörlerle ilişkisini incelemektir. Tanımlayıcı tip araştırmaya, Eylül-Ekim 2018 tarihlerinde, Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin pediatri polikliniklerine başvuran, 0-24 ay çocuğu olan ebeveynler dahil edilmiştir. Örneklem büyüklüğü 384 hesaplanmıştır. Çalışmaya gönüllü katılımcılara yüz yüze görüşme tekniği ile 56 sorudan oluşan bir soru formu uygulanarak veriler toplanmıştır. SPSS 15 programı ile veriler analiz edilmiştir. Araştırmaya 351 kişi katılmıştır (%91,4). Anne yaş ortalaması 29,4±5,6; baba yaş ortalaması 32,7±5,9 ‘dur. 0-24 ay arasında çocuğu olan ebeveynlerin %97,2’si bebek bakımında en az bir geleneksel yöntem uyguladığını belirtmiştir. En fazla uygulanan üç geleneksel yöntem sırasıyla tuzlama (%65,0), nazardan korunma (%49,9) ve perine bakımı (%46,2) ile ilgili yöntemlerdir. Anne yaşının genç olması (p=0,002), aile büyükleri ile birlikte yaşamak (p=0,008), bebek bakımı konusunda bilgileri kitap dışı kaynaklardan öğrenmek (p=0,016) bebek bakımında geleneksel yöntemleri uygulamada bağımsız risk faktörleridir (p<0,05). Geleneksel yöntemler ebeveynlerin büyük çoğunluğu tarafından bebek bakımında uygulanmaktadır.Item 0-24 aylık çocuğu olan annelerin çocuk bakımına ilişkin bilgi, geleneksel inanç ve uygulamaları(Uludağ Üniversitesi, 2018) Aşılar, Rabia Hacıhasanoğlu; Bekar, PınarGİRİŞ ve AMAÇ: Geleneksel uygulamalar, modernleşen tıp uygulamalarına karşın güncelliğini korumaktadır. Bu araştırmanın amacı 0-24 aylık çocuğu olan annelerin çocuk bakımına ilişkin bilgi, geleneksel inanç ve uygulamalarını belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı özellikte olan bu araştırma Erzincan il merkezinde bulunan beş Aile Sağlığı Merkezine Ekim 2014-Şubat 2015 tarihleri arasında herhangi bir nedenle başvuran 0-24 aylık bebeği olan araştırmaya alınma ölçütlerini karşılayan 207 anne ile yapıldı. Veriler, tanımlayıcı form kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler sayı, yüzde ve ortalama olarak verildi. BULGULAR: Çocukların % 40,1’inin 0-6 ay arasında olduğu, annelerin % 65,2’sinin çocuk bakımı konusunda bilgi aldığı ve bunların % 49,6’sının bilgiyi hemşire/doktordan aldığı belirlendi. Ayrıca annelerin % 2,9’unun göbek düşmesi için krem ve pudra kullandığı, % 39,1’inin sarılık olmasın diye çocuğa uygulama yaptığı, % 27,2’sinin çocuğu kırk çıkma gezmesine götürdüğü, % 22,7’sinin kokmasın diye çocuğu tuzladığı, %48,8’inin çocuğu kolay uyutabilmek için salladığı, %58’inin kundakladığı ve annelerin yaş ortalamasının 27,14±5,50 (min: 18-max: 45) olduğu belirlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlara göre annelerin bebeklerin sağlığına zarar verebilecek bazı geleneksel uygulamaları yaptıkları belirlenmiştir. Bu nedenle hemşirelerin annelere doğum öncesi ve sonrası izlemlerde çocuk bakımına yönelik eğitim ve danışmanlık yapmaları ve toplumun bu konularda bilinçlendirilmesi önerilmektedir.Item Adı: Meraklı, soyadı: Çocuk, durum: Çevrimiçi, sonuç: Grooming, internette çocuk istismarı(Uludağ Üniversitesi, 2017) Bükre, Çıkman; Özlem, Salman; Deniz, Çalışkanİnternet, hem bir fırsat hem de tehlike olarak değerlendirilmektedir. İnternette çocukları bekleyen tehlikelerden biri de ‘grooming’dir. Grooming, internet ortamında bir yetişkinin kendini çocuk olarak tanıtması, bu şekilde sanal ortamda tanıştığı çocukların güvenini kazanarak sanal ya da gerçek dünyada istismar etmesidir. Bu çalışmada sağlık profesyonelleri açısından “grooming” konusuna dikkat çekmek, bireysel, toplumsal olarak korumaya yönelik sağlık ve sosyal hizmetlerin önemini vurgulamak amaçlanmıştır.Item Adıyaman ilindeki diyabetik çocukların epidemiyolojik özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 2019) İşleyen, Fatih; Bolu, SemihGİRİŞ ve AMAÇ: Retrospektif olarak planlanan çalışma ile diyabetes mellitus (DM) tanısı alan 0-18 yaş arası hastaların klinik ve laboratuvar bulguları ile epidemiyolojik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ekim 2016 ile Ağustos 2018 tarihleri arasında Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi Kliniği’nde yeni DM tanısı konulan 78 olgu alındı. Hastalar, tanı yaşına ve diyabet türüne [Neonatal DM, Tip 1 DM, Tip 2 DM, Gençlikte Ortaya Çıkan Erişkin Tip Diyabet (MODY)] göre dört gruba ayrıldı. BULGULAR: Diyabet tipleri açısından hastalar incelendiğinde 45 hastada Tip 1DM (%57,7), 13 hastada Tip 2DM (%16,7), 15 hastada MODY tip 2 (%19,2), üç hastada MODY tip 3 (%3,9) ve 2 hastada neonatal DM (%2,5) tespit edildi. Tip 1 DM’nin görülme yaşının sırasıyla 10-14 yaş (%35,6) ve 5-9 yaş (%31,1) grubunda zirve yaptığı görüldü. Cinsiyet açısından gruplar karşılaştırıldığında 0-4 yaş ile 5-9 yaş grubunda kız cinsiyet, 10-14 yaş ile 15-17 yaş grubunda erkek cinsiyet üstünlüğü mevcuttu. Tip 2DM’li hastaların 9’u (%69,2) kız, 4’ü (%30,8) erkek ve tanı anındaki yaş ortalaması 13,2±2,4 yıl idi. MODY olgularının 15’ini (%83,3) GCK-MODY ve 3’ünü (%16,7) HNF1A-MODY olgularının oluşturduğu görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda Adıyaman ilindeki T1DM’li çocukların en sık 10-14 yaş arasında tanı aldığını ve hastalığın 10 yaş altında kızlarda, 10 yaş üzerinde ise erkeklerde daha sık ortaya çıktığını saptadık. T2DM’li çocukların ise ortalama 13,2 yaşında tanı aldığını ve bu hastalarda kız cinsiyet üstünlüğü olduğunu belirledik. Bölgemizde tüm diyabet nedenleri içinde monogenik diyabetin, özellikle de GCK-MODY’nin önemli bir yer işgal ettiğini gösterdik.Item Adolesan dönem besin seçimlerini hangi faktörler etkiliyor?(Uludağ Üniversitesi, 2013-05-21) Kabaran, Seray; Mercanlıgil, Seyit M.Besin seçimlerini etkileyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Açlık, besinleri yemeye karşı duyulan istek, besinlerin lezzeti, besinlerin fiyatı ve uygun zaman besin seçimlerini etkileyen temel faktörler arasında yer almaktadır. Bunların yanında genel beslenme alışkanlıkları, aile, arkadaş çevresi, reklamlar ve besinlerin bulunabilirliği de besin seçimlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Ayrıca, besinlerle ilgili geçmişten itibaren yaşanan deneyimler bazı besinlerin tercih edilmesi, bazı besinlerin ise tüketiminin reddedilmesi ile ilişkilendirilmektedir. Yaşın artışı ile sosyal ortamlarda bulunma sıklığının artması sonucu adolesanların besin seçimlerinde değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Günümüzde adolesanların ‘’fast food’’ tarzı beslenme alışkanlıkları; arkadaşları ile dışarda zaman geçirmeleri; ayrıca besin endüstrisinin gelişimi ile hazır besinlerin, bisküvi, çikolata, cips ve kraker gibi atıştırmalıklıkların çeşidi ve tüketiminin artması ise sağlıksız beslenme alışkanlıklarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Tüm bunlar göz önünde bulundurularak, bu derlemede adolesanların besin seçimlerini etkileyen çevresel ve bireysel faktörler değerlendirilmiştir.Item Adölesan dönemi beslenme ve sorunları(Uludağ Üniversitesi, 2017) Köseoğlu, Sabiha Zeynep Aydenk; Tayfur, Aslı ÇelebiÇocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak bilinen ergenlik dönemi; fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa erişmenin tamamlandığı bir dönemdir. Büyüme ve gelişme, adölesanlarda hızlanma gösterir ve bu dönemin sonunda erişkin hayattaki antropometrik ölçüm değerlerine ulaşılır. Adölesan dönemde büyüme ve gelişmenin hızlanması bu dönemdeki beslenme gereksinimlerini etkiler. Günlük kalorinin %10-15’i yüksek kaliteli proteinlerden, %30-35’i yağlardan ve %50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Kalori artışı ile birlikte bu dönemde; protein, vitamin ve mineral gereksinimlerinde de artış vardır. Vücut büyüme ve gelişmesine paralel olarak A vitamini ve vücut dokusunun gelişmesinde rol oynayan folik asit ve B12 vitamini gereksinimi de artar. Ayrıca iskelet gelişmesinde yeterli düzeyde D vitamini alımı da gerekmektedir. Kan hacminin artmasında ve iskelet gelişiminde önemli görevi olan demir ihtiyacı artar. İlaveten C vitamininden yüksek gıdalar da demirin vücut tarafından kullanımını arttırır. Çinko büyüme, boy uzaması ve seksüel gelişim için gerekli olan bir mineraldir. Besin gruplarından olan; Et Grubundan; demir, çinko, fosfor, magnezyum, A, B1, B6 ve B12 vitaminleri, Süt Grubundan; protein, kalsiyum, fosfor, B2 ve B12 vitaminleri, Ekmek ve Tahıl grubundan; B1 ve E vitaminleri ve posa, Sebze ve Meyve Grubundan; folik asit, beta karoten, B2 ve C vitaminleri, kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, posa gibi büyüme ve gelişmede, hücre yenilenmesinde, doku onarımında, görme işlevinde, kan yapımında görev alan ve bağışıklık sisteminde etkili nutrientler sağlanır. Adölesan dönemde beslenmeye bağlı sağlık sorunları arasında; obezite, demir eksikliği anemileri, B12 vitamini eksikliği anemileri, çinko eksikliği ve büyüme-gelişmede gerilik, anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, diş çürükleri, akne vulgaris, depresyon gibi yaşamın bütün dönemlerini etkileyebilecek sorunlar yer alır.Item Adölesan kanserlerinin epidemiyolojisi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Yarış, NilgünAdölesanda (15-19 yaş) kanser insidansı milyonda 203 olarak bildirilmiştir. Bu, çocuk yaş grubundaki (0-14 yaş) insidansdan yaklaşık %50 daha fazladır. Erkek ve kızlardaki sıklık birbirine yakındır. ‹nsidansın yıllara göre değişimine bakıldığında, yıllık %0,5 oranında olmak üzere yirmi yılda %10 oranında bir artış olduğu görülmektedir. Adölesan kanserlerinin 2/3–3/4’ünü pediatrik yaşa özgün tümörler oluşturmaktadır. Bununla birlikte erişkinde görülen bazı karsinomlar da bu yaşlarda görülebilmektedir. Histopatolojik tiplere bakıldığında adölesan kanserlerinin %23’ünü lenfomalar, %15’ini lösemiler, %14’ünü germ hücreli tümörler, %9’unu santral sinir sistemi tümörleri, %9’unu yumuşak doku tümörleri, %8’ini kemik tümörleri, %9’unu endokrin tümörler ve %8’ini cilt tümörleri oluşturmaktadır. Cilt kanserlerinin %84’ü melanomlardır, endokrin kanserlerin de %87’si tiroid karsinomlarıdır. Adölesan ve genç erişkinde kansere bağlı mortalite oranının 4/100.000 civarında olduğu belirlenmiştir. Bu oran 15 yaş altındakine göre 2 kat yüksek iken, 25–35 yaşın yarısı kadardır. Adölesan ve genç erişkinde yıllara göre kansere bağlı mortalite hızındaki değişim değerlendirildiğinde, 1950’lerde 8.6/100.000’dan 2003’de 4/100.000’e düştüğü görülür. Elli yılda mortalitedeki düşüş 0–14 yaşta %78 iken adölesanda %53,4 dür. Adölesan kanserlerinde beş yıllık yaşam oranlarının 1975’de %65 iken 2000’lerde %80’lere çıktığı izlenmektedir. Beş yıllık yaşam hızlarındaki 20 yılda toplam değişim yüzdesi 0–15 yaş arasında %31 iken 15–19 yaşta %19’dur. Adölesan kanserlerinde yaşam oranlarındaki iyileşmenin çocuk yaş grubuna göre daha düşük olması; bu yaş grubunun erişkin kliniklerinde tedavi edilmesi, pediatrik protokoller yerine erişkin protokoller kullanılması ve çok merkezli çalışmalara dahil edilme oranlarının düşük olmasına bağlanmıştır.Item Adolesanlarda epileptik nonepileptik olayların ayrımında elektroensefalografinin yeri: Bir pediatrik nöroloji merkezinin üç yıllık deneyimi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Kamaşak, Tülay; Durgut, Betül Diler; Arslan, Elif Acar; Şahin, Sevim; Dilber, Beril; Kurt, Tuğba; Cansu, AliGİRİŞ ve AMAÇ: Elektroensefalografi (EEG), epileptik nöbetlerin tanısında pediatrik nörologlar için vazgeçilmez bir tanısal araçtır. Günümüzde Pediatrik Nöroloji Bölümündeki hasta sayısındaki artışın sadece epilepsi nedeni ile değil nonepileptik olaylarla da, artan sayıdaki çekimlerle EEG laboratuvarlarına da yansıdığını görmekteyiz. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu düşünceden yola çıkarak planladığımız çalışmamızda; 2013-2016 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Pediatrik Nöroloji Polikliniğinde muayene olarak ilk defa EEG çekimi yapılan 5-18 yaş arası 1000 hastanın EEG kayıtları incelendi. Hastaların EEG çekimine neden olan klinik şikayetleri ve EEG sonuçları karşılaştırıldı. BULGULAR: Nöbet düşünülerek EEG’si çekilen 213 hastanın % 39’unda EEG anormalliği izlendi. Genel olarak nonepileptik olay olarak değerlendirilerek EEG’si istenen 787 hastanın %7’sinde EEG bozukluğu izlendi. Nonepileptik olaylarda pseudonöbet ve senkop düşünülen grup sayıca diğerlerinden fazlaydı EEG de anormallik görülme oranı %7 idi. Tüm nonepileptik gruplar içinde EEG bozukluğu açısından bir karşılaştırma yapıldığında en yüksek EEG anormalliğinin %13 ile öğrenme bozuklukları grubunda izlendiği görüldü. Sayıca fazlalığı ile dikkat çeken baş ağrısı grubunda sadece %4 oranında bozukluk izlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Nonepileptik olayların epileptik olaylardan ayrımında ayrıntılı bir anamnez ve dikkatli bir nörolojik muayene önemlidir. Gerçekten epilepsi hastası olduğu halde EEG’si normal olan hastalar kadar, epilepsinin eşlik etmediği EEG bozukluklarının görüldüğü hastalar da vardır. Bu konuda bir genelleme yapmak mümkün değildir ve her bir hasta dikkatle ele alınmalıdır. Böylece gereksiz EEG çekimleri azaltılabilir.Item Adrenal hipoplazi ve iskelet displazisi birlikteliği: İMAGe sendromu(Uludağ Üniversitesi, 2018) Direk, Gül; Şiraz, Ülkü Gül; Tatlı, Zeynep Uzan; Akın, Leyla; Hatipoğlu, Nihal; Kendirci, Mustafa; Kurtoğlu, Selimİntrauterin büyüme geriliği (İUGR), metafizyal displazi, adrenal hipoplazi konjenita, genital anomalilerin birlikteliği olarak bilinen İMAGe sendromu, ismini bu hastalıkların baş harflerinden almıştır. Konjenital adrenal hipoplazi en ciddi bulgusudur ve genellikle hayatın ilk aylarında meydana gelir. Sunulan hastada da antenatal dönemde ektremite kısalığı saptanmış olup adrenal yetmezlik bulguları postnatal 4. gününde ortaya çıkmıştır. İMAGe sendromunun erken tanısı, sendrom bileşenlerinden olan surrenal yetmezliğin hayati tehlikeye neden olması açısından önemlidir. Sendromun diğer bileşenlerinin bilinmesi karşılaşılan olguda erken müdahaleyi de mümkün kılar. Burada nadir görülmesi nedeniyle İMAGE sendromlu bir olgu, sendromla ilgili kısa literatür bilgileri ile paylaşılacaktır.Item Adrenal tutulumu olan hodgkin lenfomalı bir olguda florodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografibilgisayarlı tomografinin tanısal değeri(Uludağ Üniversitesi, 2014-09-05) Köse, Doğan; Köksal, YavuzHodgkin lenfomada (HL), modern tedavilerle başarının artması geç etkilerin önlenmesi için tedavi yoğunluğunu azaltacak yeni yöntem arayışlarını getirmiştir. HL’de nadir tutulan, adrenal bezlerdeki malign hücre infiltrasyonunun saptanmasında florodeoksiglukoz (FDG) pozitron emisyon tomografi-bilgisayarlı tomografinin (PET-BT) hassasiyet ve özgüllüğü yüksektir. Bir yıl önce pubik kıllanma ve meme büyümesi nedeniyle araştırılan 7,5 yaşındaki bir kız hasta, yeni başlayan ateş, halsizlik, kilo kaybı ve gece terlemesi yakınmalarıyla başvurdu. Muayenesinde; hepatosplenomegali, evre 2 pubarş ve evre 1 telarş saptanan hastanın FDG PET-BT’sinde; yaygın lenf nodu tutulumu, dalak ve sol sürrenal bezinde artmış aktivite görüldü. Hastaya biyopsiyle HL, klinik ve laboratuvar değerleriyle de prematür pubarş (PP) tanısı konuldu. Antineoplastik tedavi sonrası çekilen FDG PET-BT’si tamamen normalleşen, pubarş ve telarşı duran hastada, 12 yaşındayken normal puberte başladı ve hasta halen sorunsuz olarak takip edilmektedir. Bu yazıda PP ve HL tanısı alan ve FDG PET-BT’sinde adrenal bezde artmış aktivite saptanan bir çocuk olgu sunulmuştur.Item Afyonkarahisar merkezindeki sağlıklı çocuklarda spot idrar kalsiyum/kreatinin oranlarıyla ve 24 saatlik idrarla kalsiyum atılımının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Şen, Tolga Altuğ; Köken, Reşit; Demir, Tevfik; Melek, Hamide; Narcı, AdnanAmaç: Hiperkalsiüri çocuklarda çoğunlukla asemptomatik seyreden önemli bir sağlık sorunudur. Hiperkalsiüri çocuklardaki böbrek taşlarıiçin başlıca risk faktörlerindendir. Bu çalışmada çocuklarda ve özellikle bebeklerde 24 saatlik idrar toplanmasındaki güçlüklerden dolayıidrarla kalsiyum atılımının saptanmasıiçin spot idrar örneklerinde kalsiyum/kreatinin oranlarının değerlendirilmesini amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız için fiubat 2001-Ocak 2003 tarihleri arasında, değişik nedenlerle polikliniğimize başvurmuş olan yaşları4 ayla 16 yaş arasında değişen 1027 çocuk (516 kız, 511 erkek) seçilmiştir. Bütün çocukların sabah ikinci idrar örnekleri alınmıştır. Kalsiyum/kreatinin oranıyüksek bulunan çocuklar arasından 24 saatlik idrar toplayabilecek durumda olanlarıiçin 24 saatlik idrar örnekleri toplamalarıistenmiştir. Bulgular: Kız çocuklar için ortalama kalsiyum/kreatinin oranı0,093 (±0,077, S.D.), erkek çocuklar içinse 0,104 (±0,075, S.D.) olarak bulunmuş olup, erkeklerdeki oran anlamlıolarak yüksektir (p=0,002). Yaşları 4-12 ay arasında olan bebeler için kalsiyum/kreatinin oranıortalama 0,203 (±0,121, S.D.), 13 ay- 6 yaş arasındaki küçük çocuklar için 0,133 (±0,081,S.D.), 7-11 yaş arasında büyük çocuklar için 0,095(±0,071,S.D.) ve 12-16 yaş arasındaki adölesanlar için 0,061 (±0,062, S.D.) olarak tespit edilmiş olup, aradaki farklılıklar anlamlıbulunmuştur(p0,05). Erkek çocukların 44’ünde (%8,6), kız çocukların 28’inde (5,4%) hiperkalsiüri tespit edilmiştir. Katılan çocukların hiçbirinde ultrasonografik inceleme yapılarak üriner sistem taş hastalığıtespit edilememiştir. Sonuç: Çocuklarda kalsiyum/kreatinin oranlarının bütün kliniklerde aynıstandart ölçüler içerisinde kullanılabilmesi için yaş gruplarına göre hazırlanmış oransal değerlerin belirlenmiş olmasıgerektiğini düşünüyoruz.Item Ağır adet kanaması olan ergenlerin kanama diyatezi açısından değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Evim, Melike Sezgin; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji Bilim DalıAğır adet kanaması; 7 günü geçen ya da bir siklusta 80 ml’den fazla kanama olarak tanımlanır. Demir eksikliği anemisinin yanı sıra; sosyal ve fiziksel aktivitelere katılmada isteksizlik, okula devamsızlıklara neden olarak yaşam kalitesini azaltır. En sık neden henüz tam olgunlaşmamış hipotalamik-hipofizer aksa bağlı anovulatuar sikluslar olmakla birlikte, ikinci sık neden altta yatan bir kanama hastalığıdır.Item Akciğer: Sesimi duyan var mı?(Uludağ Üniversitesi, 2018) Emeksiz, Zeynep Şengül; Bostancı, İlknurYıllar içinde tanısal teknolojideki çeşitli gelişmelere rağmen fizik muayene önemini korumakta ve halen her türlü tıbbi tanının temelini oluşturmaktadır. Akciğer oskültasyonu fizik muayenenin olmazsa olmazıdır. Hipokrat’dan bu yana akciğer oskültasyonu bilinmesine rağmen 1816 da Laennec’ın steteskopu keşfi, ana akciğer seslerini sınıflandırması ve bunları akciğer patolojileri ile ilişkilendirmesi bu konunun dönüm noktası olmuştur. Zaman içinde akciğer sesleri ile ilişkili terminolojide izlenen değişiklikler klinisyenlerin ortak dil kullanımında zorluklara sebep olmuştur. Bu yazı ile günlük pratikte her gün defalarca dinlediğimiz solunum seslerinin güncel kılavuzlarla yeniden gözden geçirilmesi ve kolay, tekrarlanabilir, hızlı ve girişimsel olmayan bu tanı yönteminin akciğer patolojilerini saptamadaki öneminin vurgulanması amaçlanmıştır.Item Akciğerin dev kist hidatiği(Uludağ Üniversitesi, 2008) Korkmaz, Mevlüt; Bükülmez, Ayşegül; Doğru, Ömer; Köken, Reşit; Şen, Tolga Altuğ; Kundak, Afşin; Ovalı, Fahri; Melek, Hamide; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Kardiyoloji Bilim DalıKist hidatik hastalığı, Türkiye’de ve dünyada insan ve hayvan sağlığını tehdit eden paraziter bir hastalıktır. Parazit başta karaciğer ve akciğer olmak üzere tüm organ ve dokularda giderek büyüyen kistlere yol açar. Çocuklarda en sık yerleştiği organ akciğerdir. Akciğerin elastik dokusundan dolayı büyük boyutlara ulaşır ve daha erken dönemde tanınır. Akciğer kist hidatik hastalığının tanısında radyolojik görüntüleme, özellikle tomografi önemlidir. Bu yazıda akciğer kist hidatik hastalığı tanısı alan altı yaşında bir erkek hasta, akciğer grafide yer kaplayan homojen görünümlerin ayırıcı tanısında kist hidatik hastalığının düşünülmesi gerektiğini vurgulamak amacı ile sunulmuştur.Item Akrep ve örümcek sokmasına bağlı gelişen geçici miyokardit ve kardiyomiyopati(Uludağ Üniversitesi, 2011-03-23) Kır, Mustafa; Karadaş, Ulaş; Yılmaz, Nuh; Saylam, Gül SağınGiriş: Örümcek ve akrep sokmaları, ısırılma yerine ait lokal reaksiyonlardan, ölüme yol açacak çoklu organ tutulumlarına kadar geniş bir yelpazede klinik bulgulara neden olur. Çocukların vücut kitlelerinin az olması nedeniyle ısırılma sonrası önemli organ tutulumlarının görülmesi daha sık görülür. Isırılma sonucu hayatı tehdit eden en önemli organ tutulumu kalp ve akciğerlerde görülür. Bu makalede akrep ve örümcek sokmasına bağlı miyokardit ve kardiyomiyopati gelişen iki olgu sunulmuştur. Olgu sunumu: On yaşında bir erkek hastanın sağ elini bir örümceğin sokmasını takiben gelişen solunum zorluğu ve taşikardisi nedeniyle yapılan değerlendirmede kalp kası enzimleri yüksek bulundu [CK-MB: 16,5 ng/ml (N:0,0-7,2 ng/ml), troponin: 3,06 ng/ml (N:0,0- 0,3ng/ml)] EKG’de V3 ve V4’de patolojik ST elevasyonları ve V5,V6’da T negatiflikleri görüldü. EKO’da sol ventrikül dilatasyonu ve orta derecede sistolik fonksiyon bozukluğu saptandı. Antivenom [Serum antiscorpionique (labs 50)®] yapıldı (5 cc antivenom 1/10 oranında serum fizyolojik ile sulandırıldıktan sonra intravenöz olarak yapıldı). Destekleyici tedavi ile 1 hafta içinde olgunun tüm patolojik bulguları normale döndü. İkinci olgu 8 yaşında erkek hasta sağ ayaktan akrep sokmasını takiben solunum zorluğu ve konvülziyon geçirmesi üzerine merkezimizde yoğun bakım koşullarında izleme alındı. Troponin ve CK-MB düzeylerinde artış saptanan, EKG’de patolojik ST depresyonları görülen ve EKO’da sol ventrikül dilatasyonu ve sistolik fonksiyon bozukluğu saptanan hastaya iki kez antivenom uygulandı. Dobutamin tedavisi ile destek tedavilere cevap veren olgunun 10. günde tüm bulguları geriledi. Tartışma: Akrep veya örümcek sokmaları sonucunda gelişen miyokardit sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu yaparak hayatı tehdit edebilir. Bu tutulumdan artmış katekolaminerjik aktivite veya direkt toksinin miyokard fibrilleri üzerine olan etkisi sorumlu tutulmaktadır. Isırığa maruz kalmış olgularda kalp tutulumunun değerlendirilmesi için EKG çekilmeli, kalp kası enzimleri monitörize edilmeli ve EKO yapılmalıdır. Ciddi olguların solunum ve dolaşım sistemlerinin yakın takibi için yoğun bakım şartlarında izlenmesi gereklidir.Item Akut çölyak krizi ile gelen bir olgu(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Özgür, Taner; Kılıçbay, Fatih; Yeğin, Zeliha; Tüfekçi, Özlem; Ekici, BarışÇölyak hastalığının belirti ve bulguları geniş bir yelpazeye yayılır. Bazı hastalar asemptomatik olabildiği gibi bazı hastalarda ise hastalığın çok nadir ve ciddi bir komplikasyonu olan çölyak krizi görülebilmektedir. Burada genel durum bozukluğu hipokalemi, hipoalbüminemi kliniği ile başvuran; glutensiz diyet, steroid tedavisi ve elektrolit replasmanı ile klinik bulguları düzelen bir olgu sunulmuştur. Özellikle kronik ishali olan ve hiponatremi, hipokalemi, hipoalbüminemi, metabolik asidoz tablosunda gelen hastaların ayırıcı tanısında çölyak hastalığına ait nadir görülen ve mortalitesi yüksek bir komplikasyon olan akut çölyak krizi göz önünde bulundurulmalı ve en kısa sürede tedaviye başlanmalıdır.Item Akut generalize ekzantematöz püstülozis(Uludağ Üniversitesi, 2013-02-14) Nacaroğlu, Hikmet Tekin; Can, DemetAkut generalize ekzantematöz püstülozis (AGEP), klinik olarak ani başlayan, ateşle birlikte tüm vücutta yaygın püstüler döküntü ile seyreden nadir bir dermatozdur. Vakaların %90’nında ilaç kullanım öyküsü mevcut olmakla birlikte etyopatogenezde nadiren viral ve bakteriyel enfeksiyonlar ile civaya karşı aşırı duyarlılık reaksiyonları da suçlanmaktadır. Klinik olarak eritemli zemin üzerinde, foliküler yerleşimli olmayan, çok sayıda steril püstülle karekterizedir. Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur, altta yatan nedenin ortadan kaldırılması ile spontan iyileşme gözlenir. Bu makalede AGEP’in etiyolojik, klinik ve histopatolojik özellikleri gözden geçirilmiştir.Item Akut infantil hemorajik ödem: Bir olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2011-03-23) Turan, Hakan; Turan, AyşegülGiriş: Akut infantil hemorajik ödem lökositoklastik vaskülitin nadir görülen bir alt tipidir. Ödemin eşlik ettiği, hedef tahtası benzeri hemorajik plaklarla karakterizedir. Lezyonlar yüz ve ekstremite distallerine yerleşir. Hastalık sekelsiz, kendiliğinden iyileşebilmektedir. Olgu Sunumu: Burada akut infantil hemorajik ödemli 8 aylık bir kız çocuğu sunulmuştur. Tartışma: Hem dermatoloji hem pediatri doktorları lökositoklastik vaskülitin bu nadir görülen tablosuna aşina olmalıdır. Bu aşinalığın gereksiz tedavi ve endişeyi ortadan kaldıracağı düşüncesindeyiz.Item Akut lösemili çocuklarda konjenital malformasyon sıklığı: Tek merkez raporu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-07) Güler, Salih; Temuroğlu, Aytül; Sezgin, Melike; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2398-0959; 0000-0002-8943-6585; 0000-0002-4792-269X; 0000-0002-9375-2855; 0000-0002-0686-7129Giriş: Lösemi, multifaktöriyel bir hastalıktır. Bazı genetik sendromların lösemi sıklığını artırdığı iyi bilinmektedir. Biz çalışmamızda sendromik olmayan malformasyon ile lösemi ilişkisini değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Akut lösemi tanısı almış 288 hasta çalışmaya dahil edildi. Malign olmayan hematolojik hastalığı olan 201 hasta kontrol grubu olarak kabul edildi. Sendromik çocuklar her iki grupta da dışlandı. Tüm çocuklar ICD-10, Bölüm XVII’ye göre konjenital malformasyon açısından muayene edildi. Her iki grupta malformasyonların tipi ve sayısı karşılaştırıldı. Bulgular: Tanı anındaki yaş, cinsiyet, ebeveynler arasında akrabalık, anne babanın doğum yaşı, ailede kanser öyküsü ve annenin önceki gebelikleri açısından lösemi ve kontrol grubu arasında fark yoktu. Lösemili popülasyonda konjenital malformasyonlar daha fazla görüldü (p<0,001). Kontrol grubunda en sık görülen malformasyon cilt üzerindeydi. Lösemili çocuklarda en sık görülen malformasyon dolaşım sisteminde görülürken, ikinci bölge ciltti. Dolaşım sistemi malformasyonuna sahip olmanın lösemi riskini 12,53 kat artırdığı bulundu. Sonuç: Konjenital malformasyonlar lösemili çocuklarda daha yaygındı. Dolaşım sistemi malformasyonuna sahip olmanın lösemi riskini önemli ölçüde artırdığını bulduk. Bu risk daha önceki çalışmalara göre daha yüksekti. Bu durumun lösemide kemoterapiye başlamadan önce kardiyak fonksiyonların değerlendirilmesi amacıyla her hastaya rutin ekokardiyografinin yapılıyor olmasından kaynaklanabileceğini düşündük.Item Akut romatizmal ateş(Uludağ Üniversitesi, 2005) Semizel, Evren; Bostan, Özlem M.; Çil, Ergün; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Kardiyoloji Bilim DalıAkut romatizmal ateş (ARA), grup A beta hemolitik streptokokal (GAS) farenjit sonrası ortaya çıkan sistemik bir hastalıktır. ARA, kalp ve kalp kapakcıkları üzerinde kronik ilerleyici hasara neden olabilir. Akut romatizmal ateş, 1960’lara kadar çocukluk çağı ölümlerinin ve yapısal kalp hastalıklarının başlıca nedeni olarak gösterilmekteydi. Hastalık yüzyıllardır bilinmektedir. Baillou (1538-1616), ilk kez artriti tanımlamış, Syndenham (1624-1668) ise koreyi tarişemiş, ancak bu bulguyu ARA ile ilişkilendirememişti. Charles Wells, 1812’de romatizma ile artriti ilişkilendirmiş ve ilk olarak subkutan nodülleri tanımlamıştır. Hastalığın tanısında önemli bir yeri olan Jones kriterleri ise 1944’te belirlenmiştir. Gelişmiş ülkelerde, antibiyotik kullanımı ile birlikte, ARA insidansında belirgin düşüş gözlenirken; gelişmekte olan ülkelerde, ARA’nın komplikasyonlarından olan, kronik romatizmal kalp hastalığı, halen, önemli bir halk sağlığı problemi olma özelliğini korumaktadır. Hastalığın prevalansı, gelişmekte olan ülkelerde, 24:1000 gibi yüksek değerlere ulaşmaktadır. ARA, multisistem bir hastalık olup, streptokokal enfeksiyonların en sık görüldüğü, 5 ila 15 yaş arasındaki çocuk ve adolesanlarda sıklıkla rastlanılmaktadır. Burada akut romatizmal ateşin etiopatogenezi, klinik bulguları, tanı yöntemleri, ayırıcı tanısı ve tedavisi gözden geçirildi.