2020 Cilt 29 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/16129
Browse
Browsing by Department "İlahiyat Fakültesi"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akademik yazımda bir araştırmadan birden fazla yayın üretmek: etik bir problem (mi?)(Uludağ Üniversitesi, 2020-05-20) Gündüz, Turgay; İlahiyat Fakültesi; 0000-0001-8019-4009Akademik yazımda bir araştırmadan birden fazla yayın üretmek, özellikle alan çalışmalarının yapıldığı bilim dallarında karşılaşılan bir durumdur. Bir araştırmadan birden fazla yayın üretme ile etik bir sorun olarak kabul edilen dilimleme arasındaki belirsiz alanlar kimi zaman araştırmacıların etik ihlal ithamlarına maruz kalmalarına, hatta idari soruşturmalara muhatap olmalarına sebep olabilmektedir. Araştırma ve yayın etiğine aykırı eylemler arasında yer almasına rağmen, ilgili alan yazında bir araştırmadan birden fazla yayın üretme ya da dilimleme hakkında ayrıntılı bilgiye rastlamak neredeyse mümkün değildir. Bu makalede dilimlemenin mahiyeti, kapsamı, sınırları incelenmekte, bu kavrama ilişkin farklı yaklaşımlar ve tartışmalar kritik edilerek dilimleme konusunun anlaşılmasına katkı sunulması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede makalede şu sorulara cevaplar aranmaktadır: Dilimleme bir tekrar yayın türü ya da bir nevi kendinden intihal midir? Bir araştırmanın sonuçları mutlaka tek yayın olarak mı sunulmalıdır? Bir araştırmanın bütünlüğü ne anlama gelir, bütünlüğü bozan unsurlar nelerdir? Bir araştırma sonuçlarını parçalara ayırmanın ya da birden fazla yayın haline dönüştürmenin “uygun” veya “uygun olmayan” biçimleri nelerdir? Makalede önce resmi mevzuatta ve ilgili literatürde yapılan tanımlar gözden geçirilerek dilimlemenin ne olduğu ya da ne olmadığına ilişkin bir kavramsal çerçevenin oluşturulmasına gayret edilmekte, ardından dilimlemeyi etik açıdan sakıncalı kılan nedenler incelenmekte, son olarak, dilimleme sorunu ile karşılaşmamak için araştırmacı/yazarların, dergi editörlerinin ve araştırma kurumlarının yapması gerekenler üzerinde durulmaktadır.Item Dinî otorite ve mistisizm(Uludağ Üniversitesi, 2020-06-07) Scholem, Gershom; Çift, Salih; İlahiyat Fakültesi; 0000-0003-3675-4608Zaman zaman, aşkın olana yönelik ferdî gayretleri münasebetiyle tarihsel düzlemin dışında ve ötesinde yaşayan mistiklerin bu deneyimlerinin, tarihsel tecrübeyle ilişkisi olmadığı söylenir. Bazıları bu tarihsel olmayan yönelime hayranlık duyarken, diğerleri onun mistisizmin aslî zayıflığı olduğuna hükmederler. Her ne şekilde olursa olsun, bunun dinler tarihini ilgilendiren yönü, mistiğin derûnî tatmini değil, onun tarihsel olan dünyaya etkisi yanında yaşadığı dönemdeki dinî hayatla ve toplumuyla olan çatışmasıdır. Bununla birlikte, şayet mistisizmle dinî otorite arasında sıklıkla cereyan eden bu gerilimi anlamak istiyorsak mistisizm hakkında bazı temel gerçekleri hatırlamamız gerekir.Item Edebî tasvir ve Arap edebiyatı’na yansımaları(Uludağ Üniversitesi, 2020-03-24) Kavak, Fadime; İlahiyat Fakültesi; 0000-0002-8817-4771İfade biçimlerinden özel bir anlatım şekli kabul edilen edebî tasvir; duygusal bir manzarayı veya hayalî sahneyi canlandırmak olup, lafzın da bu işlemde araç olarak kullanılmasıdır. Edebî tasvirler duyguları ifade etmede, kastedilen mananın doğrudan ifade edilemediği durumlarda, gerçeklik intibaı uyandırılmak istendiğinde, okuyucuya şiirsel ve etkileyici bir his vermede ya da insanlar üzerinde ikna edici ve inandırıcı tesir oluşturmada son derece etkilidir. Önceleri edebî metinlerde geçen tasvirler için, tavsif sözcüğü kullanılmıştır. Tavsiflerde her zaman bir tasvir ve resimleştirme söz konusu olmuş ancak, ıstılah olarak “tasvir” kelimesi kullanılmamıştır. Arap edebiyatında tasvir kelimesine dikkat çeken ilk kişinin Câhız olduğu kabul edilir. Çünkü O, “Şiir sanattır, bir ürün örneğidir ve tasvir biçimidir” der. Câhız’dan sonra gelen Kudâme b. Ca‘fer de Yunan felsefesinin etkisiyle “sûret” kelimesini şekil açısından ele alır ve şiirdeki edebî tasviri, hissedilebilen maddelerdeki şekle kıyas eder. Abdulkâhir el-Curcânî’ye göre de “tasvir” temsil ve kıyastır; görülemeyen şeylerin, soyut anlamların, gözle görülebilecek şekilde ortaya konmasıdır. İşte bu makalede öncelikle edebî tasviri oluşturan “edeb” ve “tasvir” kavramları üzerinde durulmuş, daha sonra edebî tasvirin tanımı, çeşitleri, işlevleri, Arap Edebiyatı’na yansımaları ve belagatle olan ilişkisi örneklerle detaylı bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştırItem Hanefî silsilenin az bilinen bir halkası: Ebû Hâzim el-Kâdî (öl. 292/905) ve Hadisçiliği(Uludağ Üniversitesi, 2020-04-30) Kahraman, Hüseyin; İlahiyat Fakültesi; 0000-0002-1345-4429Hanefî silsilenin en az tanınan ve haklarında en az araştırma yapılan âlimleri üçüncü tabakaya mensuptur. Bu dönem âlimlerinden biri de kısaca “Ebû Hâzim el-Kâdî” şeklinde tanınan Abdülhamîd b. Abdülazîz es-Sekûnî’dir (197-292/812-905). Yaşadığı dönemde Irak Hanefîliğinin imamet ve riyâsetini başarıyla temsil etmiştir. Nitekim Hanefî fıkıh kitaplarında gerek mezhep içi gerekse mezhepler arası tartışmalar bağlamında ona sıkça atıflar yapılır. Ayrıca o da ekolünün ilk ve kurucu isimlerine zaman zaman itirazlar yöneltir. Bütün bunlar Ebû Hâzim’in Hanefiyye içindeki konumunu ispatlayan delillerdir. Fıkıh alanındaki bu yetkinliği sebebiyle henüz genç yaşlarda kadılık makamına getirilmiştir. Ebû Hâzim, hem ilmî bakış açısı hem de kadılık görevi sayesinde diğer mezhepler karşısında Hanefiyye’yi başarıyla temsil edip savunmuştur. Muhaliflerinin, başta Mâlikîler olmak üzere ehl-i hadis düşüncesine sahip olduğu dikkate alındığında Ebû Hâzim’in bu temsil ve savunma çabasının büyük oranda hadis/rivayet bağlamında olduğu akla gelecektir. Makalede Ebû Hâzim’in Hanefî fıkhındaki yeri ve özellikle onun hadisçilik yönü üzerinde durulmaktadır. Başka ilim dalında meşhur olmuş bir âlimin hadisçi yönünün değerlendirilmesinde birinci adım onun ders aldığı muhaddisler ile kendisinden nakilde bulunan öğrencilerin tespiti olacaktır. Bu isimlerin Hadis ilmiyle bağlantısı ve muhaddisler tarafından değerlendirilme şekli söz konusu âlim hakkında da fikir verecektir. İkinci olarak da naklettiği bilgisine sahip olduğumuz rivayetlerin Hadis ilmi kurallarına göre taşıdığı değere bakmak gerekecektir. Zira hadis naklinde özellikle muhaddislerin dikkat ettiği bazı hususlar bulunur. Bu açılardan bakıldığında Ebû Hâzim’in oldukça ciddi bir hadis bilgisine sahip olduğunu söylemek gerekecektir.Item Kudûrî’nin (ö. 428/1037) Tecrîd adlı eserinde isnada dair değerlendirmeler(Uludağ Üniversitesi, 2020-05-29) Gül, Mutlu; İlahiyat Fakültesi; 0000-0002-9431-6940Hicrî üç ve dördüncü/miladî dokuz ve onuncu asırlar, hadislerin sıhhatine dair tartışmaların daha sistematik bir hal aldığı dönemlerdir. Zira bu asırlara gelindiğinde mezhepler teşekkül sürecini tamamlamış, ihtilaflı meseleler hakkındaki görüşlerin savunulmasına geçilmiştir. Abbâsî hilâfetinin başkenti olan Bağdat, bu yüzyıllarda İslâm dünyasının ilim, kültür ve siyaset merkezi konumundadır ve gerek yöneticilerin gerekse halkın huzurunda ilmî tartışmaların düzenli olarak yapıldığı bir şehir hüviyetindedir. Bu dönemde Bağdat’ta doğan ve ömrünün büyük bölümünü orada geçiren Kudûrî, Hanefî mezhebinin bölgede en önde gelen ismidir. Özellikle yazdığı Muhtasar isimli eser ve önde gelen Şâfiî âlimlerle yaptığı münazaralar, onun şöhretini arttırmış ve Hatîb el-Bağdâdî başta olmak üzere pek çok meşhur isme hocalık yapmasına vesile olmuştur. Kudûrî’nin Tecrîd adlı kitabı, Hanefî ve Şâfiîlerin ihtilaf ettikleri fıkhî konuları kapsayan, hilâf ilmine dair hacimli bir eserdir. Kudûrî bu çalışmasını Hanefîlerin görüşlerinin ve kullandıkları delillerin doğruluğunu savunmak amacıyla kaleme almıştır. Bu eserdeki hadislerin senedleriyle ilgili tenkitlerin inceleneceği makalede öncelikle Kudûrî’nin hayatı ve yaşadığı ortamdan bahsedilecektir. Onun ilmî kişiliği hakkında daha net fikir elde edebilmek için hocaları, talebeleri ve eserlerine de yer verilecektir. Son olarak makalenin asıl konusunu teşkil eden isnada dair tenkitlerine geçilecektir. Kudûrî’nin bu alandaki değerlendirmeleri, isnadın ittisâl ve inkıtâ durumu, her tabakadaki râvi sayısı ve râvilerin durumuna dair değerlendirmeler olmak üzere üç başlık altında işlenecektir. Makalede özellikle üzerinde durulan husus, bir Hanefî fakîhi olan Kudûrî’nin hadislerin metinlerine ilaveten isnad konusunda da ehl-i hadis ile münazara yapabilecek düzeyde rivayet bilgisine sahip olduğudur. Mezhebinin amel ettiği rivayetleri savunması ve muhaliflerinin delil aldıkları hadislerin sıhhatine dair Tecrîd’de yer alan eleştirileri bunu ortaya koymaktadır.Item Nikomakhos’a etik bağlamında aristoteles’in erdem etiği(Uludağ Üniversitesi, 2020-07-30) Bayraktaroğlu, Hilal Canfer; Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi; 0000-0002-3805-3875Erdem etiği diğer etik türlerinden farklı olarak, ahlaki hayatın belirleyici unsurları olan failin karakterine ve erdeme vurgu yapar. Erdem etiği temelde ‘iyi hayat’ üzerine yoğunlaşarak, bireylerin ne tür insanlar olmaları gerektiği konusuyla ilgilenir. Erdem etiği söz konusu olduğunda Aristoteles önemli bir değer taşır. Biliyoruz ki Aristoteles’in felsefede yadsınamaz bir yeri vardır. Felsefe tarihi boyunca birçok düşünür, filozof ondan etkilenmiştir. Bazıları ise onun düşüncelerini eleştirerek yahut reddederek yola çıkmıştır. Platon’un öğrencisi olan Aristoteles, hocası ve öncesindeki filozofların düşüncelerini sistematik bir bütünlük içerisinde değerlendirmiş ve kendi düşüncelerini, oluşturduğu sistemle bağlantılı olarak ortaya koymuştur. Bu sebeple Aristoteles sistem düşünürü olarak da adlandırılmıştır. Bu çalışmada, temel kabul edilmiş bir filozof olan Aristoteles’in erdem etiği konu edinilmiştir. Erdem etiğinin oluşumunun ve yapısının ele alınması amaçlanmıştır. Erdem nedir? Aristoteles erdemleri niçin entelektüel erdemler ve ahlaki erdemler olarak ikiye ayırmıştır? Erdem kazanılabilir mi yoksa harici bir kaynaktan mı gelir? Bu makalede Aristoteles’in erdem etiği konusundaki görüşleri bu sorular üzerinden ortaya konulmuştur.Item Platon’dan plotinos’a phantasia kavramının gelişim ve dönüşüm seyri(Uludağ Üniversitesi, 2020-01-24) Kocakaplan, Nursema; İlahiyat Fakültesi; 0000-0002-9814-8876İslâm ve Batı düşüncesini derinlemesine etkilemiş kavramlardan biri de kökenini Antik Yunan Felsefesinde bulabileceğimiz phantasiadır. Ruhun yetilerinden biri olarak kabul edilen phantasia, duyu algısı ve noûs arasında köprü konumundadır. Soyutlanan suretleri koruyarak duyu algısı ve çeşitli terkipler oluşturarak noûs ile iletişim halindedir. Ruhun yetileriyle olan irtibatta merkezi konumda olması nedeniyle bilginin oluşumunda temel bir noktadadır. Bu makalede Platon’dan itibaren phantasianın duyu algısı ve noûsun yanı sıra doksa ve hafızayla nasıl ilişkilendirildiği konusu üzerinde duracağız. Özellikle Aristoteles’in canlı türlerinde phantasianın bulunuşuyla ilgili yaptığı sınıflandırmayı belirterek her katmandaki türün phantasiasına ait özellikleri inceleyeceğiz. İnsanı diğer canlılardan ayıran akıl yetisinin phantasiayla olan bağlantısına odaklanarak phantasianın Aristoteles’in epistemolojideki konumunu belirlemeye çalışacağız. Hem Aristoteles hem de Yeni Platoncuların önemsediği konulardan biri olan phantasianın müstakil bir yeti olup olmadığı sorununu inceleyeceğiz. Yeni Platonculukla birlikte phantasianın metafizik alanla ilişki kurulmasında üstlendiği aracı rolün üzerinde duracağız.