Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5060
Browse
Browsing by Department "İlahiyat Fakültesi"
Now showing 1 - 12 of 12
- Results Per Page
- Sort Options
Item Ali Sedat’ın port-royal mantıkçılarıyla hesaplaşması hangi mantıksal tutum zemininde gerçekleşti?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Özel, Aytekin; İlahiyat Fakültesi; Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü; 0000-0003-4876-087XOsmanlı’nın son dönem mantıkçılarından Ali Sedat Avrupalı/Batılı mantıkçılarla entelektüel bir hesaplaşmaya girişmiştir. Hesaplaştığı mantıkçılardan bir grubu Port-Royal Mantıkçılarıdır. Mantıksal tutum, bir mantıkçı veya mantıkçılar topluluğunun kendi dönemlerinde mantık biliminin ana konularına yönelik yaklaşımlarıdır. Bu yönüyle Port-Royal Mantıkçıları ile Sedat’ın mantıksal tutumları birbirinden farklıdır. Bu makalede Sedat’ın Port-Royal Mantıkçılarına yönelttiği eleştirilerin içeriğini kritik etmiyoruz. Aksine ortada iki farklı mantıksal tutum olduğunu ileri sürmek amacıyla onların tarihi ve entelektüel arka planlarını irdeliyoruz. Ali Sedat ile Port-Royal Mantıkçıları, biri İslam Dünyası’nda (Osmanlı’da) diğeri Avrupa’da iki farklı geleneklere sahip mantıkçılardır. Bu farklılık onların mantıksal tutumlarını önemli ölçüde etkilemiştir.Item Deleuze’ün felsefe kavrayışı(Uludağ Üniversitesi, 2009) Küçükalp, Kasım; İlahiyat Fakültesi; Felsefe TarihiBu makalede çağdaş post-yapısalcı ve postmodern felsefelerde son derece önemli bir yere sahip olan Deleuze’ün farklılık felsefesini incelenmeye çalışılacağız. Bu amacın gerçekleştirilmesi için, Deleuze’ün klasik felsefe veya metafizik yaklaşım biçimlerini ne şekilde eleştirildiğinin anlaşılması son derece önemlidir. Deleuze göre, Batı düşünce geleneğinde hâkim olan felsefî yaklaşım, bir özdeşlik mantığı üzerine dayanmak suretiyle, farklılık ve tekilliği tahrip eden homojen bir ortama işaret eder. Öte yandan, Deleuze’ün kendi felsefesi, Aynı lehine farklılık ve tekilliği oradan kaldırmaya çalışan felsefî yaklaşımlara karşı mücadele veren bir farklılık felsefesi olarak görülebilir. Bundan dolayı biz de, öncelikli olarak Deleuze’ün özdeşlik anlayışı üzerine kurulu olan klasik varlık felsefelerine yönelik eleştirilerini ele alıp, daha sonra da Deleuze’ün fark felsefesini, Spinoza, Hume, Nietzsche ve Bergson felsefeleriyle bağlantılı bir biçimde ele almaya çalışacağız.Item Dine eleştirel yaklaşımlar bağlamında pozitivizmin serencamı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-09-15) Gökhan, Yasin; İlahiyat Fakültesi; 0000-0002-6289-0876Pozitivist paradigmaya göre metafizik inançlar temelsiz ve bilim dışıdır. Adeta peri masalından farksızdırlar. Ancak söz konusu peri masallarının dünyanın her tarafına serpiştirilmiş devasa büyüklükte sanat harikası tapınakları ve kütüphaneler dolusu yazılı külliyatları bulunmaktadır. Öyle ki eğer onları çekip almak mümkün olsa dünyadan, yeryüzünde insanlık namına şaheser kalmazdı dense abartı olmayacaktır. Ancak ne kadar ihtişamlı olursa olsunlar anlamlarını kaybetmişlerdir. Bütün bir insanlık tarihi koca bir yanılsamadan, kalıntıları da adeta “tanrıların türbeleri”nden ibarettir artık. Devasa fiziki yapılardan daha tehlike olan ise zihinlerde kalan devasa metafizik yapılardır ki, ivedilikle yıkılmaları ve yerine rasyonel yapıların inşası gerekmektedir. Bu çalışma, Aydınlanma paralelinde gelişen pozitivist rasyonalitenin serencamını ve pozitivizm gemisinin genel bir güzergahını, panoramik bir perspektifle ortaya koymayı amaçlamaktadır.Item Dinî tecrübenin bilimsel değeri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Gürses, İbrahim; İlahiyat Fakültesi; Din Psikolojisi; 0000-0002-1424-4626Dinî tecrübe, yoğun dinî yaşantı anlamına gelmektedir. Mü’minin iç dünyasında Allah’ın algılanması ve yaşantılamasıdır. Nesnelerin bilgisini duyular yoluyla elde etmeye “tabiat tecrübesi”, Allah’ın alâmet ve işaretlerini sezgisel yolla kavramaya “dinî tecrübe“ denir. Dinî tecrübenin diğer tabiat tecrübeleri kadar sağlam bir bilgi kaynağı olmadığı ifade edilmektedir. İlâhiyatçılar ve mistikler ise dinî tecrübenin diğer tecrübeler kadar sağlam bir bilgi kaynağı olduğunu savunurlar. Yaşantılanan dinî tecrübeye hemen inanmak ve ona göre hareket etmek yerine, eleştiriye tabi tutup dine, akla ve ahlaka uygunluğuna göre kabul etmek gerekir. Zira olağanüstü bir yaşantı olan dinî tecrübe doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir.Item Divine foreknowledge and human freedom in Leibniz philosophy(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çetin, İsmail; İlahiyat FakültesiPhilosophers and theologians wrestled with issues concerning free will and determinism, and they exercised a considerable skill and imagination in attempting to resolve them. They not only discussed, with great insight, the problems of causal determinism and the difficulties in ascribing truth value to sentences about the future, but, in addition, they pondered yet another form of determinism: Whether God’s foreknowledge determines all events in the World. Although contemporary philosophers have addressed this issue, the attention given it between the fourth and the seventeenth centuries remains unequalled. This article aims to investigate seventeenth century philosopher Gottfried W. Leibniz’s discussion of divine foreknowledge and human freedom.Item From the ontological subject to the ethical "I"(Uludağ Üniversitesi, 2009) Küçükalp, Kasım; İlahiyat Fakültesi; Felsefe TarihiThis study focuses on Emmanuel Levinas’s ethical metaphysics, which gives priority to ethics over traditional Western philosophical approaches that begin first with ontology, the knowledge of being. Because ontology, as knowledge or the theory of being, includes an epistemology at the beginning, and every question about being requires an epistemology, Levinas’s conception of ontology cannot be separated from its epistemological implications. By all means, the Levinasian critique of Western philosophy is not merely a critique and an analysis of ontology and epistemology in a neutral style, but it shows that every ontological question about being fails to recognize the very ethical relation and depends upon an egoistic relation of the Self to the Other. According to Levinas, based upon human reason, the ontological or epistemological approaches of Western philosophy have not only failed to recognize the Other but reduced the Other to the Self. Contrary to Western philosophical approaches, Levinas finds the possibility of real ethical relation to the Other in the face-to-face relationship with the Other, in which the face of the Other awakens the Self.Publication Jean Luc Marion düşüncesinde fenomenoloji ve teolojinin kesişimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-09-08) Bekalp, Bilal; İlahiyat Fakültesi; Felsefe ve Din Bilimleri; 0000-0001-8733-959XBu makale, Çağdaş Fransız felsefesinin önemli düşünürlerinden biri olarak görülen Jean Luc Marion'un (1946 - ) fenomenolojik yaklaşımının, ilahi olanla karşılaşıldığında geleneksel metafiziğin ve rasyonel kavrayışın sınırlarının altını çizerek teolojik söylemi nasıl yeniden canlandırdığını incelemektedir. Marion, felsefenin bilince verilen her şeyi kabul etmesi ve bunu yaparken de ilahi vahyin olasılığını düşünmek için titiz bir argüman oluşturmaya çalışmıştır. Marion'un fenomenolojiyi genişletme girişimi, felsefenin bilince tezahür ettiği iddia edilen hemen her fenomeni dikkate alması için bir araç sunmaktadır. Marion'un özellikle doygun fenomen ve verilmişlik kavramına odaklanan fenomenolojik çerçevesi, kavramsal düşüncenin putperest eğilimlerine karşı güçlü bir eleştiri sunar. Marion, rasyonel ve epistemik yetilerimizin kapasitesini aşan fenomenlerin deneyimsel verilebilirliğini vurgulayarak, ilahi olanı kavramak için yeni yollar açmaya çalışır. Bu yollar teoloji ile fenomenolojinin kesişmesi ile sonuçlanır. Bu açıdan Marion fenomenolojisini geliştirirken, Vahiy ve verilmişlik kavramlarını devreye sokar. Burada insanın bakışından kaynaklanan ve onun bakışını aşan fenomenlerin İlahi olan ile ilişkisi tartışılır. Söz konusu meseleler göz önüne alındığında makalede, Marion’un fenomenolojiyi bir yöntem olarak kullanarak teolojiyi temellendirdiği iddiası üzerinden hareket edilmekte ve felsefe ile teolojinin sınırlarının bulanıklaştığı düşüncesi ileri sürülmektedir.Item Language metaphor and its implications in George Berkeley’s philosophy(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çetin, İsmail; İlahiyat FakültesiPhilosophy since the time of Berkeley has taken many different turns and undergone fluctuations in emphasis, but interest in Berkeley’s thought persists and it is widespread. No contemporary philosopher in any land can afford to bypass him, and many feel compelled to refute him or offer contrasting alternatives if they do not accept his claims. A central feature of Berkeley’s philosophy is his use of a certain metaphor which we can call ‘language metaphor’. This metaphor charecterizes natural world as a language through which God speaks to man, instructing him the ways of caring for himself, enabling him to predict the future, and teaching him how to act. This article aims to investigate ‘language metaphor’ and its implications in Berkeley’s philosophy.Publication Öznenin epistemik dışlayıcılığından nesnenin nesneliğine: Alev Ebüzziya’nın sonsuz formda sade çanakları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-01) ZARARSIZ, PINAR; KÜÇÜKALP, KASİM; İlahiyat Fakültesi; Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü; 0000-0001-8205-4384; 0000-0001-6270-372XSanat, tarih boyunca duygu ve düşüncelerin estetik tezahürü olarak kendini gösterirken, felsefe ise daha çok kavramsal ve teorik bir düşünme biçimi olarak ilerlemiştir. Bu iki disiplinin etkileşimi, düşüncenin salt bir zihinsel süreç olmaktan çıkıp, estetik bir biçimde ifade edilmesi gerekliliği üzerinde önemli bir felsefi tartışma alanı açmıştır. Özellikle 19. yüzyılda başlayan düşüncenin estetize edilmesi tartışmaları, günümüz felsefelerinde önemini korumaktadır. Bu düşüncenin temelinde yatan sebep, modern düşüncenin epistemik özneye merkezi ve dışlayıcı bir ontolojik statü vermesiyle ortaya çıkan özne-nesne dikotomisinin yarattığı indirgemeci, totalleştirici ve mütehakkim bakış açısıdır. Sanat, özellikle, Heidegger’in alımladığı şekliyle, bu indirgemeci tutumun aşılması, hakikatin açığa çıkması ve sonsuza tanıklık etme imkânını sağlaması ile önemli bir araç olarak görülür. Sanat ve felsefenin kesiştiği noktada, Alev Ebüzziya’nın seramik çanakları, yalnızca estetik nesneler olarak değil, derinlemesine bir felsefi soruşturmanın somut örnekleri olarak değerlendirilmektedir. Onun eserleri, özne-nesne dikotomisinin dayattığı sınırları bulanıklaştırır, anlamı yeniden düşünmeye davet eder, mutlak normlara meydan okur. Heidegger'in sanatın hakikati açığa çıkarmada nasıl bir araç olduğunu vurgulayan görüşleri, Ebüzziya'nın çalışmalarının anlam dünyasını kavramak için önemli bir referans noktası sunar. Bu makale, Türk seramik sanatçısı Alev Ebüzziya’nın sonsuz formda sade çanaklarını sanat felsefesi perspektifinden değerlendirerek, düşüncenin estetize edilmesi gerekliliği üzerine ortaya konmuş felsefi yaklaşımlarla ilişkisini kurmaktadır.Item Research on the relationship between religious education and authoritarianism(Uludağ Üniversitesi, 2015) Gürses, İbrahim; İlahiyat FakültesiThe positive relationship between religiosity and authoritarianism has been underlined in several studies. However, such studies have not taken into account the source and formation of religious education and whether or not the religious education approaches of the devotees paved the way for authoritarianism. In our study, the relationship between religious education and authoritarianism is examined. Individuals’ authoritarian affinities, which tend to change according to the institutions at which they receive religious education, were identified. A Likert-type scale was employed and a correlation matrix was applied to the variables. The sample included a total of 315 subjects (204 females and 111 males) studying at various faculties in Uludağ University.Item Some reflections on the concept of ‘timeless God’ in Western thought(Uludağ Üniversitesi, 2009) Çetin, İsmail; İlahiyat FakültesiAnyone who is interested in the question of the existence of God has to study first of all the divine attributes; for to say that God exists is to say that there is something that has some attributes. If ‘God exists’ is to be true, then the divine attributes must at least themselves be coherent and compatible. The coherence of the notion of God with His traditional divine attributes is a necessary, though not sufficient, condition for the acceptance of God’s existence. This article investigates the concept of ‘timeless God’ which we meet often in discussions about divine attributes.Item Wittgenstein’ın anti-felsefesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-02-25) Gökhan, Yasin; İlahiyat Fakültesi; Din Felsefesi Bölümü; 0000-0002-6289-0876Wittgenstein’a göre hayat son derece kozmopolittir. Hayata paralel olarak bilgimiz ve dilimiz de o derece sofistike ve dinamik olmak zorundadır. Bu kaotik durumu aşmak ve basite indirgemek için girişilen metafizik/spekülatif bilgi iddiaları felsefenin yöntemi olamaz. Çünkü metafizik tıpkı matematik ve mantık gibidir; her şeyi tek biçimli yapmaktadır. Wittgenstein’a göre realitenin sonsuz çeşitliliğine karşın böylesi tek tipçi ve indirgemeci bir yaklaşım söz konusu olduğunda ‘felsefî aura’ tamamen kaybolmaktadır. Bu nedenle felsefî analiz bilimsel analizden de farklı olmak zorundadır. O halde felsefe ideal/yapay diller yaratmak yerine kültürlerin otantikliğine boyanan yaşam biçimlerini ve dil oyunlarını anlamaya ve betimlemeye çalışmalıdır. Filozof her türlü derinlik arayışından kaçınmalıdır. Bir mühendis gibi gündelik dilde karşılığı bulunmayan yapay/ideal icatlar üretme peşine düşmek yerine, bir doktor gibi gündelik dili rehabilite etmeye yönelmelidir. Çünkü spekülatif düşünceye dayalı bilgi/keşif iddialarıyla bir yol alınamadığı görülmüştür. O halde, artık hayatın özüne dair metafizik sistemler; ‘mega formüller’ ve ‘nihai önermeler’ aramaktan vazgeçilmelidir. Metafizikçilerin öznel dilleri değil, toplumsal yaşamın ortak sağduyusu demek olan “gündelik dil” esas alınmalıdır. Çünkü dil zihinsel bir inşa değil, belirli bir topluma ait göstergeler dünyasıdır. Kuralları ve sabiteleri belirli bir toplum tarafından belirlenen ve o toplumca sürekli onaylanma zorunluluğu bulunan dil, sosyokültürel yaşamın aynası olan bir ortaklık zemini ve objektif anlamlar evrenidir. Bu çalışmada ortaya koymaya çalıştığımız Wittgenstein’ın sosyokültürel objektiviteyi esas alan anti-felsefi tutumunu, yalnızca insanlık düşün tarihinin geçmiş dönemlerine ait metafizik savrulmalara bir tepki olarak değil, gelecek mimarlığına soyunmuş bulunan post-truth savrulmalara karşı da bir projeksiyon olarak okumanın daha ufuk açıcı olacağını düşünmekteyiz.