2022 Cilt 48 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/30954
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 21
- Results Per Page
- Sort Options
Item Femoral arter: Disfonksiyonel arteriovenöz fistüllerin anjiyografik tedavisinde alternatif bir kanülasyon lokalizasyonu. Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-22) Oto, Özgür Akın; Ulusoy, Fatih RıfatEndovasküler girişimler, disfonksiyonel arteriovenöz fistüllerin (AVF) tedavisinde en sık kullanılan tedavi modaliteleri olsa da optimal ponksiyon yeri konusunda bir fikir birliği yoktur. Bu retrospektif, tek merkezli çalışmada, femoral arter yoluyla disfonksiyonel AVF'lere yönelik endovasküler girişimlerin kısa vadeli klinik başarı oranlarını ve komplikasyonlarını sunuyoruz. Ocak 2016 ile Aralık 2019 arasında AVF disfonksiyonu tanısı alan ve bu nedenle perkütan transluminal anjiyoplasti (PTA) uygulanan toplam 29 hemodiyaliz hastası bu çalışmaya dahil edildi. Tüm PTA'lar aynı deneyimli girişimsel kardiyolog tarafından yapıldı. Hastaların demografik, klinik verileri, birincil açıklık ve işlem komplikasyonlarına ilişkin veriler hastane veri tabanından ve/veya hastanın kendi hemodiyaliz merkezinin elektronik kayıtlarından elde edildi. İşlem sonrası “thrill”in saptanması, başarılı kanülasyon ve tedaviden hemen sonra yeterli hemodiyaliz yapılabilmesi klinik başarı olarak kabul edildi. Toplam 29 hemodiyaliz hastasına AVF disfonksiyonu nedeniyle PTA uygulandı. Hastaların ortanca yaşı 61 (IQR 55.0-68.0) olup, %72.4'ü erkekti. Hastaların %41'i diyabetikti. Ortanca AVF yaşı 44.0 (24.0-92.0) aydı. Jukstaanastomotik (%48.3) ve efferent ven darlığı (%37.9) AVF işlev bozukluğunun ana nedenleriydi. 27 hastaya paklitaksel salınımlı balon anjiyoplasti uygulandı. Girişimlerin klinik başarı oranı %93.1 idi. İki hastada femoral arter ponksiyon yerinde lokal hematom gelişmesi dışında diğer hastalarda başka bir majör veya minör komplikasyon gözlenmedi. Femoral arter yoluyla yapılan PTA girişimleri AVF disfonksiyonlarında etkili ve güvenli bir tedavi yöntemidir.Item Çocuklarda ve ergenlerde beden kitle indeksi, duygusal-davranışsal sorunlar ve prososyal davranışlar arasındaki ilişki(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-09) Eray, Şafak; Zengin, Akgün; Şahin, Volkan; Turan, Serkan; Mutlu, Caner; Tıp Fakültesi; Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; 0000-0002-4847-7751; 0000-0003-3581-7005; 0000-0003-0888-2370; 0000-0002-6548-0629; 0000-0001-6507-8042Çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniklerine başvuran çocuk ve ergenlerin beden kitle indekslerinin araştırılması ve bunların prososyal özellikler, duygusal ve davranışsal sorunlar ile olası ilişkisinin araştırılması, bir halk sağlığı sorunu olan obezitenin eşlik eden olumsuz etkilerini daha iyi anlamak ve çözümü için öneriler sunmak için önemlidir. Çalışmamızın amacı, çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran çocuk ve ergenlerin BKİ z-skoru ile prososyal becerileri, duygusal davranış sorunları arasındaki ilişkileri incelemektir. Çalışmamıza Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine Haziran 2021-Eylül 2021 ayları arası Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğine başvurmuş 130 çocuk ve ergen hasta dâhil edilmiştir. Çalışma prosedürü, yazılı bilgilendirilmiş onam veren tüm katılımcılara sözlü olarak da anlatılmıştır. Çalışmanın etik kurul kararı Uludağ Üniversitesi Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan alınmıştır. Hastalara tanısı; Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (ÇDŞG-ŞY) DSM-5 yarı yapılandırılmış görüşmesi Türkçe formu ile konulmuştur. Bireylerin duygusal güçlükleri ve prosoyal özellikleri, Güçler-güçlükler Anketi–Ebeveyn ölçeği ile değerlendirilmiştir. Hastaların BKİ ise aynı hemşire tarafından boy ve kilo ölçümleri ile yapılacaktır. Çalışmaya katılan çocuk ve ergenlerin yaş ortalaması 11.9+-3.74’dır.Cinsiyetlere göre bakıldığında katılımcıların %53,4 kız (n:63) kız cinsiyetindeydi. Çalışmaya katılanların %5,9 (n=7) obez, %12,7’i (n=15) aşırı kilolu, %12,7’si (n=42) normal kilolu, %37,3’ü (n=44) zayıf, %8.5’u (n=10) aşırı zayıf,olarak saptanmıştır. Cinsiyetler arasında obezite açısından fark izlenmedi (p=0,72). Çalışmamız pandemi döneminde başvuran ergenlerin prososyal özelliklerinin ve beden kitle indeksi ve, duygusal davranışsal sorunlar ve hastalıkları arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çalışma olması bakımından önemlidir. Çocuk ve ergenlerde obezitenin yol açtığı olası sorunların tanınması eşlik edebilecek ruhsal sorunların öngörülmesi ve erken müdahalenin yapılması açısından önemlidir. Ayrıca uygun gereksinimlerin tanınması ve karşılanması koruyucu ruh sağlığı açısından önem taşımaktadır. Bu anlamda risk faktörlerini tanımlayan ve araştıran çalışmaların artması toplum sağlığı açısından önemli yer tutar.Item Çocukluk çağı kafa travmalarında kan glukoz düzeyi ve vücut sıcaklığının prognoza etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-14) Çakır, Ayşen; Durak, Vahide Aslıhan; Taşkapılıoğlu, M. Özgün; Özkaya, Güven; Kahveci, Nevzat; Tıp Fakültesi; Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-7729-7373; 0000-0003-0836-7862; 0000-0001-5472-9065; 0000-0003-0297-846X; 0000-0003-0841-8201Pediatrik kafa travması çocukluk çağının önemli mortalite ve morbidite sebepleri arasındadır. Acil servise başvuru anındaki parametrelere göre prognozun önceden bilinmesi tedavi ve yakın takip için uyarıcı olabilecektir. Bu çalışmada başvuru anındaki kan glukoz değerinin ve vücut sıcaklığının prognoz üzerine etkisinin Modifiye Rankin Skoru ile değerlendirilmesi planlanmıştır. Çalışmada Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne başvuran 0-16 yaş aralığındaki 301 olgu incelenmiştir. Başvuru anındaki Glasgow Koma Skoru ile kan glukoz değeri arasında ters yönde korelasyon saptanmıştır. Ayrıca Glasgow Koma Skoru ile Modifiye Rankin Skoru arasında da ters yönde korelasyon gözlenirken, kan glukoz değeri ile Modifiye Rankin Skoru arasında pozitif yönde zayıf korelasyon saptanmıştır. Başvuru anında saptanan hiperterminin prognoz üzerine etkisinin olmadığı gözlenmiştir. Bu sonuçlar başvuru anındaki Glasgow Koma Skorunun yanı sıra kan glukoz değerinin yüksekliğinin prognoz tayininde önemli olabileceğini göstermiştir.Item Metimazol ile oluşturulan sıçan hipotiroidi modelinde kognitif fonksiyonlar, anksiyete ve depresyon benzeri davranışların değerlendirilmesi: Pilot çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-23) Efe, Oğuzhan Ekin; Aydıngöz, Selda Emre; Lux, Karl Michael; Özer, Eda Özturan; Süzer, Ayşegül; Tuncer, MeralHipertiroidizm tedavisinde yaygın olarak kullanılan metimazol, deneysel çalışmalarda geçici hipotiroidizm modeli oluşturmak için kullanılmaktadır. Çalışmamızda metimazol ile oluşturulan sıçan hipotiroidi modelinde kognitif fonksiyonların değerlendirilmesi ve hipotiroidinin anksiyete ve depresyon benzeri davranışlar üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Oniki adet erişkin dişi/erkek Wistar sıçan (250-300 g) iki gruba ayrılarak bir gruba 4 hafta süre ile içme suyu içinde %0,02 metimazol verilerek hipotiroidizm oluşturulmuş, diğer gruba normal içme suyu verilmiştir. Dört hafta sonunda, Morris su labirenti, yükseltilmiş artı labirent, kuyruk suspansiyon testi, pasif sakınma testi uygulanmıştır. Metimazol kesildikten 8 hafta sonra serum serbest T4 ve TSH düzeyleri ölçülmüş ve tiroid dokusu histopatolojik olarak değerlendirilmiştir. Morris su labirenti testinde sadece 1. günde gruplar arasında anlamlı fark izlenmiştir (p < 0,001). Pasif sakınma testinde ise gruplar arasında anlamlı fark görülmemiştir (p = 0,477). Yükseltilmiş artı labirentte hipotiroid sıçanlar açık alanda daha fazla süre geçirmiş (123,5 ± 35,5 sn vs. 12,5 ± 7,9 sn; p = 0,012); açık ve orta alana daha fazla sayıda giriş yapmıştır (sırasıyla, 3,0 ± 0,4 vs. 0,7 ± 0,5; p = 0,006, 6,2 ± 1,2 vs. 2,8 ± 0,7; p = 0,042). Kuyruk suspansiyon testinde hipotiroid grubun hareketsiz kaldığı süre, ötiroid gruba göre anlamlı olarak daha uzun bulunmuştur (186,2 ± 19,5 sn vs. 110,3 ± 26,2 sn; p = 0,043). Histopatolojik incelemede, hipotiroid grubunda kolloid vakuolizasyonu izlenmiş, ancak serum serbest T4 ve TSH düzeylerinde gruplar arasında fark görülmemiştir. Sonuç olarak, sıçanda metimazol hipotiroidi modeli öğrenme ve bellekte bozulma oluşturmaksızın, anksiyeteyi azaltıp depresyona eğilimi artırmaktadır. Bu zeminde, hipotiroidi ve kognitif fonksiyon ilişkisini aydınlatmaya yönelik ileri çalışmalar planlanmalıdır.Item Metastatik yumuşak doku sarkomlarında trabektedin kullanımının retrospektif değerlendirilmesi: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-29) Orhan, Sibel Oyuncu; Ocak, Birol; Şahin, Ahmet Bilgehan; Caner, Burcu; Asan, Buşra; Deligönül, Adem; Çubukçu, Erdem; Evrensel, Türkkan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı; 0000-0003-1591-3323; 0000-0002-9845-6289; 0000-0002-3669-6391; 0000-0002-0070-0889; 0000-0002-9732-5340Çalışmada metastatik yumuşak doku sarkomu tanısıyla trabektedin tedavisi alan hastaların tedavi yanıtları, sağkalım sonuçları, ilaç yan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Sarkom tanısıyla trabektedin tedavisi alan 16 hastanın dosyaları retrospektif olarak tarandı. Hastaların demografik özellikleri, tedavi süreleri, tedavi yanıtları, ilaç yan etkileri kaydedildi. 16 hastanın 9’u erkek (%56,2), 7’si kadındı (%43,7). Trabektedin için medyan progresyonsuz sağkalım (progression-free survival, PFS) 2,9 ay, genel sağkalım (overall survival, OS) 6,7 ay saptandı. Sağkalım üzerine etkili olan tek faktör trabektedin tedavi sırası olarak belirlendi. Trabektedini 2. ya da 3.sıra tedavi olarak alan hastalar daha iyi PFS süresine (medyan PFS 10,3 aya karşı 1,6 ay, %95 GA: 0-21.9, p= 0.003) ve OS süresine (medyan 26,7 ay’a karşı 5,7 ay, %95 GA: 16.9-36.5, p= 0.003) sahipti. Sarkom çalışmalarında objektif yanıt değerlendirme kriteri olarak kullanılan büyüme modülasyon indeksi (growth modulation index, GMI) değeri 1,33’ün üzerinde olan hastaların PFS ve OS süreleri istatiksel anlamlı olarak daha iyiydi (medyan PFS 19,8 ay, p=0.002; medyan OS 26,7 ay, p=0.047). Tüm hastalarda yan etki gözlendi, grad 3/4 yan etkiler hematolojik yan etkiler %62,5 ve alanin aminotransferaz (ALT)/ aspartat aminotransferaz (AST) artışı %50 sıklıkta oldu. Çalışmada saptanan PFS, OS, yanıt oranları ve yan etkiler diğer çalışmalar ile benzer saptanmış, trabektedini 2.ve 3.sıra tedavi olarak alan hastaların ilaçtan daha fazla fayda gördüğü belirlenmiştir.Item Karbonik anhidraz-IX enziminin asetazolamid ile inhibisyonunun glutatyon redüktaz ve glutatyon peroksidaz aktiviteleri üzerine olan etkisinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-30) Terzi, Emine; Bedir, Beyza Ece Öz; Güler, Özen ÖzensoyOksidatif stres, renal kanser için önemli parametrelerden birisidir. Antioksidan sistem renal kanser oluşumunda devreye girerek oksidatif strese karşı koyar. Endojen antioksidanlar olarak tanımlanan GR ve GPx, böbreklerin antioksidan sistemindeki önemli enzimlerdir. Renal kanserdeki önemli parametrelerden biri olan CA-IX, bir pH pompası olarak görev yaparak tümör mikroçevresinin asidifikasyonuna sebep olur ve karsinogenezde rol oynar. Çalışmamızın temel amacı, bir karbonik anhidraz enzim inhibitörü olan AZA’nın glutatyon mekanizması üzerine olan etkisinin renal kanserde incelenmesidir. Deneysel çalışmalarda öncelikle renal kanser hücre hattı olan CAKI-2 çoğaltılarak WST-1 sitotoksisite testi ile AZA’nın uygun dozu 48. saatte 8.65 µM olarak bulunmuştur. AZA’nın CAKI-2 hücrelerinde CA-IX enzimi üzerine olan etkisi belirlenmek için ELISA testi yapılmıştır. CAKI-2 hücrelerine AZA uygulandıktan sonra GR ve GPx üzerine olan etkisini belirlemek için “Glutathione Reductase Assay Kit” ve “Glutathione Peroxidase Assay Kit” kullanılarak Epoch™ Microplate Spectrophotometer cihazında 340 nm’de ölçüm yapılmıştır. AZA uygulaması sonrası GR ve GPx enzim aktivitelerinde artış görülmüştür (p≤0.05). Çalışmanın sonucu olarak AZA inhibisyonunun, renal kanserde glutatyon mekanizmasının devreye girmesi için önemli bir ajan olabileceği söylenebilir. Renal kanserde hem CA-IX enziminin önemli bir terapötik biyobelirteç olması hem de glutatyon mekanizmasının bu kanser türündeki öneminden dolayı çalışmamız literatüre önemli bir katkı sağlamaktadır. Bu çalışmanın devamı niteliğinde olması planlanan diğer endojen antioksidan enzim aktivitelerinin renal kanserde araştırılması yeni terapötik yaklaşımların geliştirilmesini sağlayacaktır.Item Nadir bir hastalık olan tekrarlayan polikondrit ile takip ettiğimiz hastalarımızın klinik özellikleri: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-06) Çelik, Seda; Yağız, Burcu; Coşkun, Belkıs Nihan; Pehlivan, Yavuz; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Romatoloji Bilim Dalı; 0000-0002-0624-1986; 0000-0003-0298-4157; 0000-0002-7054-5351; 0000-0001-8645-2670Tekrarlayan polikondrit (TP), özellikle kulaklar, burun, gözler, eklemler ve solunum yolu olmak üzere vücuttaki kıkırdaklı yapıları ve diğer dokuları etkileyen, immun aracılı, sistemik inflamatuar, dejeneratif bir hastalıktır. TP'nin hedef dokuları sadece kıkırdak içeren yapılar olmayıp, deri, böbrek, kalp ve merkezi sinir sistemi gibi kıkırdak içermeyen yapılar da etkilenir. Nadir bir hastalık olması nedenli epidemiyolojisi konusunda veriler yetersizdir. Sıklıkla 40-60 yaşları arasında görülür. Erkekler ve kadınlar eşit olarak etkilenir. Klinik özellikleri hastalar arasında değişkenlik göstermektedir. Hastalığın nadir görülmesi ve geniş klinik yelpazesi sıklıkla yanlış tanıya veya tanıda gecikmeye yol açar. TP'nin erken teşhisi ve hızlı tedavisi, ilişkili komplikasyonları ve ölümü önlemek, prognozu iyileştirmek için kritik öneme sahiptir. Tedavi seçenekleri arasında glukokortikoidler, dapson, hastalık modifiye edici antiromatizmal ilaçlar (DMARDs) ve biyolojik ajanlar yer alır. Prognoz, organ hasarının ciddiyetine bağlı olarak klinik tablo kadar heterojendir. TP tanısı ile izlediğimiz 10 hastanın ortalama hastalık başlama yaşı 49,5±4,1 idi. Semptom başlangıcı ile tanı arası süre ortanca 3 aydı (2-60). Hastaların %80’i erkekti. En sık rastlanan klinik bulgu aurikuler kondritti (%100). Hastaların tümü tedavileri sırasında en az bir kez oral prednizolon aldı. İki hastaya intravenöz metilprednizolon uygulandı. Bir hastada DMARDs yanıtsız olması nedenli infliksimaba geçildi. Bir hasta pnömosepsis nedenli kaybedildi. Bu yazıda, TP'nin patogenezi, klinik seyri, teşhisi ve tedavisi ile ilgili mevcut bilgilere genel bir bakış sunarak nadir görülen ancak pek çok sistemi etkileyebilen bu hastalıkla ilgili hekimler arasındaki farkındalığı artırmayı amaçladık.Item Tenofovir disopiroksil fumarata sekonder proksimal renal tübüler asidoz ve fanconi sendromu: Derin hipokalemi ayırıcı tanısında arter kan gazı ile değerlendirmenin önemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-06) Deniz, Rabia; Ekmen, Şevket Ali; Ünal, Gani Berk; Hurşitoğlu, Mehmet; Karaali, ZeynepProksimal renal tübüler asidoz (pRTA) tek başına ya da Fanconi sendromu ile birlikte ortaya çıkabilir. İdiyopatik olabileceği gibi birçok ilaç ve hastalıkla da ilişkisi bildirilmiştir. 71 yaşında, kronik HBV enfeksiyonu nedeniyle tenofovir disoproksil fumarat (TDF) kullanımı olan kadın hasta, dirençli, semptomatik hipokalemi ile başvurdu. Venöz kan gazı analizi ile tanıya ulaşılamazken arter kan gazında görülen izole anyon açığı normal hipokalemik hiperkloremik metabolik asidoz ve biyokimyada hipomagnezemi, hipoürisemi, hipofosfatemi saptanması üzerine pRTA ve Fanconi sendromu düşünüldü. Diğer etiyolojik nedenlerin dışlanması ve öykünün uyumlu olması nedeniyle bu durum TDF kullanımına bağlandı ve TDF kesilerek tenofovir alfenamide (TAF) geçildiğinde klinik ve laboratuvar tam yanıt elde edildi. TDF ilişkili pRTA ve Fanconi sendromu ilacın kullanım süresinden bağımsız olarak ortaya çıkabilir ve TAF’a geçiş HBV enfeksiyonu tedavisini aksatmadan komplikasyonu ortadan kaldırabilir. Hipokalemi, hipomagnezemi ve hipofosfatemi gibi elektrolit bozuklukları, mikst asid baz bozukluğu olan ve etiyolojinin açıklanamadığı ya da klinik tablo ile uyumsuz venöz kan gazı analizi sonuçları elde edildiğinde, gözden kaçabilecek asid-baz bozuklukları ve anyon açıklığındaki farkları saptamak için arter kan gazı ile doğrulama ayırıcı tanıda yararlı olabilir.Item Kortikosteroid tedavisi sonrası otizm spektrum bozukluğu bulguları düzelen bir Landau-Kleffner sendromu olgusu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-20) Eroğlu, Mehtap; Yıldırım, İçsel Duru; Gümüş, HakanÇok nadir rastlanan bir çocukluk-çağı hastalığı olan Landau-Kleffner Sendromu (LKS), elektroensefalogramdaki (EEG) epileptiform etkinlik ile ilişkili edinsel afazidir. Landau-Kleffner Sendromu’nun klinik görünümü bazı çocuklarda Otizm Spektrum Bozukluğu’na (OSB) benzeyebilir. Bu yazıda Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları (ÇRS) polikliniğine OSB belirtileri ile başvuran, ancak nörolojik tetkikler sonucunda LKS tanısı konulan, LKS medikal tedavisi sonrası nöropsikiyatrik semptomlarında belirgin düzelme gösteren bir vaka sunulmuştur. Dört yaş yedi aylık erkek çocuk, konuşmada gerileme, sosyal iletişimde azalma ve tekrarlayıcı davranış kalıpları şeklindeki yakınmaları ile ÇRS polikliniğine getirilmiştir. İlk olarak OSB tanısı konulmuş ve Çocuk Nöroloji’ye yönlendirilmiş olan vakanın yapılan nörolojik değerlendirmeleri sonrasında, hastaya LKS tanısı konulmuş ve antiepileptik tedavi başlanmıştır. Üç ay kadar kullanılan konvansiyonel antiepileptik tedaviden fayda görmeyen hastaya kortikosteroid tedavi başlanmış ve 1 ay içerisinde konuşma regresyonunda ve LKS’ye bağlı olan OSB belirtilerinde klinik olarak azalma görülmüştür, 3 ay içinde ise bu belirtilerde belirgin düzelme olduğu gözlenmiştir. Bu makalede, LKS’de konvansiyonel antiepileptik tedavi ile bilişsel ve dil fonksiyonlarında ve EEG patolojisinde düzelme olmayan vakalarda kortikosteroid tedavisiyle hem nöropsikiyatrik semptomlarında hem de EEG bulgularında hızlı düzelme sağlanabileceği bildirilmiştir. Alanyazında, LKS’de bilinen tedavilerin konuşma regresyonunu düzeltmede etkili olduğuna yönelik daha fazla bilgi olmakla birlikte, LKS’ye bağlı ortaya çıkan OSB belirtilerini azaltmasına yönelik çok az vaka bildirimi vardır.Item Kısa abstinens süresiyle ardışık ejakülasyonun sperm kromatin bütünlüğü ve antioksidan aktiviteye etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-20) Işıklar, Seda; Çakır, Cihan; Kaspoğlu, Işıl; Kuşpınar, Göktan; Aslan, Kiper; Uncu, Gürkan; Avcı, Berrin; Tıp Fakültesi; Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı; 0000-0003-3922-2009; 0000-0002-8332-7353; 0000-0002-1953-2475; 0000-0002-0338-8368; 0000-0002-9277-7735; 0000-0001-7660-8344; 0000-0001-8135-5468Üremeye yardımcı tedavi uygulamalarında tercih edilen tedavi yaklaşımına göre semen parametrelerinin embriyoloji laboratuvarı sonuçlarına ve klinik başarıya etkisi değişmektedir. Semen parametreleri abstinens süresine ve androloji laboratuvarında uygulanan yıkama protokollerine göre değişmekte ve insemine edilecek sperm materyalinin kalitesini etkilemektedir. Bu çalışmada normozoospermik erkeklerde kısa abstinens süresinin rutin semen parametrelerine, sperm kromatin ve DNA bütünlüğüne, oksidatif strese karşı gelişen antioksidan kapasiteye etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Aynı hastadan ardışık ejakülasyonla 2-5 günlük abstinens süresi sonrası (n=36) ve 1 saat abstinens süresi sonrası (n=36) alınan numuneler yıkama öncesi ve yıkama sonrası değerlendirildi. Yıkama öncesinde sperm volümünün ve total motil sperm sayısının kısa abstinens grubunda anlamlı olarak azaldığı bulundu. Yıkama sonrasında gruplar arasında motilitenin değişmediği, konsantrasyonun kısa abstinens grubunda anlamlı olarak azaldığı görüldü. Abstinens süresi kısa tutulduğunda sperm kromatin hasarının ve DNA fragmantasyon oranının azaldığı, antioksidan kapasitede bir değişiklik oluşturmadığı saptandı. Sonuç olarak normozoospermik olgularda, abstinens süresinin kısa tutulması sperm konsantrasyonunu ve total progressif motil sperm sayısını azaltmakla birlikte, uygulanacak üremeye yardımcı tedavi yaklaşımına göre inseminasyonda kromatin ve DNA bütünlüğü açısından daha kaliteli sperm kullanılmasına imkan sağlayacaktır. Ardışık ejakülasyon ve abstinens süresindeki kısalma aktioksidan kapasitede olumlu ya da olumsuz bir etki oluşturmamaktadır.Item Sistemik lupus eritematozus hastalarında inflamasyon belirteci ve yüksek hastalık aktivite göstergesi olarak yeni hematolojik indeksler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-22) Ermurat, Selime; Tezcan, DilekBu çalışmada, sistemik lupus eritematozus (SLE) hastalarında nötrofil/lenfosit (NLO), trombosit/lenfosit (PLO), monosit/lenfosit (MLO) oranı gibi hematolojik belirteçlere ek olarak sistemik inflamatuar indeks (Sİİ), sistemik inflamasyon yanıt indeksi (SİYİ) ve sistemik inflamasyon agregat indeksi (SİAİ) gibi yeni hematolojik belirteçlerin SLE’de inflamasyon belirteci olarak öneminin belirlenmesi, bu paramatrelerin SLE hastalık aktivitesi ile ilişkisinin değerlendirilmesi ve çok yüksek hastalığı göstermedeki duyarlılıklarının araştırılması amaçlandı. Çalışmaya 91 SLE hastası ve 100 sağlıklı kontrol dahil edildi. SLE hastalarının hastalık aktivitesini değerlendirmede Sistemik Lupus Eritematozus Hastalık Aktivite İndeksi 2000 (SLEDAI-2K) kullanıldı. SLE hastaları hastalık aktivitesine göre SLEDAI-2K <20 ve ≥20 olan hastalar olarak ikiye ayrıldı. SLE hastalarında hematolojik parametrelerin hepsi (NLO, PLO, MLO, Sİİ, SİYİ, SİAİ) sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha yüksek saptandı; sırasıyla (p<0.001, p<0.001, p=0.022, p=0.016, p<0.001, p=0.007). SLEDAI-2K≥20 olan hastalarda NLO (p=0.040), Sİİ (p=0.012), SİYİ (p=0.002) ve SİAİ (p=0.003) SLEDAI-2K<20 olan hastalara göre anlamlı olarak daha yüksekti. Hastalık aktivitesi ile NLO, Sİİ, SİYİ ve SİAİ arasında pozitif korelasyon izlendi; sırasıyla (r=0.216) (p=0.039), (r=0.265) (p=0.011), (r=0.3258) (p=0.002), (r=0.309) (p=0.003). Hematolojik parametrelerin çok yüksek hastalık aktivitesini tahmin etmede duyarlılıkları ROC eğrisi ile değerlendirildi. Duyarlılığı en yüksek olan parametreler SİYİ, SİAİ, Sİİ ve NLO idi. Bu çalışmada yeni hematolojik belirteçler olan Sİİ, SİYİ ve SİAİ’nin SLE hastalarında inflamasyonu göstermede etkili olduğu, çok yüksek hastalık aktivitesi ile ilişkili olduğu ve çok yüksek hastalık aktivitesini saptamada duyarlılığının yüksek olduğu gösterilmiştir.Item Prostat kanseri kök hücrelerinde zoledronik asit tedavisinin hücre adezyon moleküllerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-22) Soner, Burak Cem; Açıkgöz, Eda; Öktem, Gülperi; Çal, ÇağProstat kanserinin tanı ve tedavisine yönelik birçok alanda ilerleme sağlanabilmesine rağmen hastalık bazı vakalar için ölümcül olma niteliğini sürdürmektedir. Hastaların ölümden kurtulması için atılan her adım hedefe yaklaşılmasına yardım etse de halen sonuca ulaşmak için araştırılması gereken pek çok konu bulunmaktadır. Kök hücrenin keşfi ile bu hücrelerin insan sağlığı için önemi anlaşılmış ve tedavide nasıl kullanılacağının belirlenmesine yönelik çalışmalar büyük hız kazanmıştır. İlerleyen yıllarda Kanser Kök Hücresi kavramı ortaya çıkmış ve bu hücrelerin, kök hücre özelliklerini taşıyan ancak tümör dokusu içinde metastazı yapan, tedavi sonrası nükse yol açabilen veya tedaviye direnç̧ geliştiren hücreler oldukları belirlenmiştir. Köklülük özelliğine sahip bu hücreler dışında kalan hücre gurubu kanser kök hücresi olmayan hücre gurubudur ve konvansiyonel kanser tedavisine cevap veren kanser hücrelerdir. Kanserin metastaz yapması ve çevre dokuya invazyonunda adezyon moleküllerinin önemi büyüktür. Yapılan çalışmalar özellikle çoklu ilaç direnci ve epitelial mezenşimal geçişte adezyon moleküllerinin büyük önem kazandığını göstermiştir. Bu çalışmanın amacı prostat kanseri kök hücreleri üzerine zoledronik asit uygulaması sonrası, metastaz geliştirme sürecinde önemli rolü olan adezyon molekülleri üzerine etkisinin incelenmesidir. Bu amaçla DU145 insan prostat kanseri hücre hattından akım sitometri cihazı ile CD133/CD44 yüzey belirteçleri kullanılarak izole edilen kanser kök hücreleri üzerine zoledronik asit tedavisi uygulanmıştır. Kanser kök hücresinde oluşan değişiklikler adezyon molekülleri yönü ile araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar zoledronik asit tedavisi sonrası kanser kök hücresi sayısında önemli bir düşüş olduğunu ve bu uygulamanın CD44, ITGB1, CD29, LAMB1, LAMB3, LAMC1, SPP1, TGFB1, TGFB1, TIMP2, ADAMTS1, ITGB5’de önemli değişimlere yol açtığını göstermiştir. Bu çalışmada in-vitro ortamda zoledronik asit uygulamasının kanser kök hücresi adezyon molekülleri üzerine baskılayıcı etki oluşturduğu ve ilerleyen çalışmalarda bu ilacın klinik kullanımda prostat kanseri tedavisinde uygulanabilme olasılığının olduğunu göstermiştir.Item Kronik böbrek hastalığı olan romatoid artrit hastalarında biyolojik tedavi kullanımı: Tek merkezli retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-22) Yağız, Burcu; Coşkun, Belkıs Nihan; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Pehlivan, Yavuz; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Romatoloji Bilim Dalı; 0000-0002-0624-1986; 0000-0003-0298-4157; 0000-0001-8645-2670; 0000-0002-7054-5351Kronik böbrek hastalığı (KBH) olan romatoid artrit (RA) hastalarında, potansiyel toksisiteleri nedeniyle hastalığı modifiye edici antiromatizmal ilaçların (DMARD) çoğunu ve steroid olmayan antiinflamatuar ilaçları (NSAİİ) kullanmak uygun değildir. Biyolojik DMARD'lar RA hastaları için oldukça etkili bir tedavi seçeneği olsa da böbrek fonksiyonları üzerindeki etkisi ve güvenilirliği tam olarak belirlenememiştir. KBH’si olan RA’lı hastalarda biyolojik tedavilerin kullanımına ilişkin veriler kısıtlıdır. 2011-2018 yılları arasında RA tanısı ile takip ettiğimiz, biyolojik ajan kullanan ve düzenli vizitleri bulunan 700 hasta arasından tahmini glomerüler filtrasyon hızı (eGFR) üç aydan uzun süredir <60 ml /dk / 1.73 m2 olan ve KBH kabul edilen 27 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalarımızın yaş ortalaması 63,58 idi ve hastaların %70,37'si kadındı. Ortalama renal yetmezlik süresi 5,73±2,08 yıldı. Hastaların %77,7’sinde renal yetmezlik RA tanısından sonra konmuştu ve tanı ile renal yetmezlik arasında ortalama 11,52±7,35 yıl vardı. Renal yetmezlik nedenleri arasında ilk üç sırada ilaç toksisitesi (%25,9), hipertansiyon (HT) (%25,9) ve diabetes mellitus (DM) (%18,5) bulunmaktaydı. İlk ve en sık kullanılan biyolojik ajanlar tümör nekroz faktör inhibitörleriydi (TNFi) (%66,6). TNFi arasında en fazla kullanılan ajan ise etanersept’ti (%44,4). Ortanca 36 aylık biyolojik ajan takip sürecinde C-reaktif protein (CRP) ve hastalık aktivite skoru (DAS-28) değerlerinde beklendiği üzere anlamlı düşüş gözlendi. Başlangıç ve son vizit kreatinin ve eGFR değerlendirildiğinde ise istatistik anlamlılığa ulaşmasa da kreatininde düşüş ve eGFR’de artış saptandı. KBH progresyonuna olumlu etki gördüğümüz bu çalışmada biyolojik tedavilerin KBH’li RA hastalarında kullanımının değerlendirilmesi ve renal yetmezliğin ilerlemesi üzerine olan etkisini belirlemeyi amaçladık.Item Sistemik skleroz hastalarında sağ kalım: Tek merkez kohortu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-22) Karadağ, Duygu Temiz; Yazıcı, Ayten; Çefle, AyşeSistemik sklerozis (SSk), oto-antikor pozitifliği, vaskülopati, deride ve iç organlarda progresif fibrozis ile karakterize olan kronik bir hastalıktır. Hastalığın tutulumuna bağlı olan veya hastalıkla ilişkili olmayan sebeplerle SSk’de yaşam beklentisi azalmıştır. SSk’a bağlı ölüm oranları yıllar içerisinde azalma göstermiş olsa da, genel popülasyona oranla hala yüksek seyretmektedir. Çalışmamızda, merkezimizde takip ettiğimiz SSk hastalarının başlıca ölüm sebeplerini ve ilişkili klinik, laboratuvar ve demografik özelliklerini bildirmeyi amaçladık. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Polikliniği’nde 2007-2022 arasında SSk tanısı ile takip edilen 168 hasta arasından 2013 American College of Rheumatology/European League Against Rheumatism (ACR/EULAR) sınıflama kriterlerini dolduran 157 hasta dahil edildi. Hastaların çoğu (%66,4) sınırlı cilt tutulumlu, hastalık süresi 10,3 (±6,3) yıl olan kadınlardan (%88) oluşmaktaydı. 15 yıllık takip sırasında 23’ü (%14,6) hayatını kaybedildi. Ölen hastaların tanı sırasındaki yaşları daha ileri, dijital ülserleri (aktif ve inaktif) ve malignite sıklığı daha fazla saptandı. İki hasta grubu arasında oto-antikor ve major organ tutulumu açısından fark görülmedi. Kohortumuzdaki en sık ölüm sebebi enfeksiyon (n=5, %21,7) olup bu hastaların 3’ü (%13) COVID19 ve 2’si (%8,7) başka enfeksiyöz etkenlere bağlı pnömoni sebebiyle kaybedildi. Enfeksiyondan sonra en sık ikinci ölüm sebebi malignite (n=4, %17,4) olarak saptandı. Cox regresyon analizi sonucunda tanı sırasındaki yaşta yaklaşık 1 yıl artış ölüm riskinde 10 kat artış (hazard oranı (HR)= 10,93; %95 GA=10,51-11,37) ile ilişkili bulundu. Sonuç olarak, çalışmamız ülkemizde dikkatli takip edilen SSk kohortlarından bildirilmiş az sayıdaki sağ kalım verilerine katkı sağlamaktadır. Sonuçlarımız yorumlanırken SSk hastalarının klinik özelliklerinin coğrafi ve etnik farklılıklar gösterebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.Item Covid-19 pnömoni sonrası kısa dönem akciğer bulgularının bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilmesi: Retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-08-01) Öztepe, Muhammet Fırat; Gökalp, Gökhan; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-1027-0915; 0000-0001-9169-5087Bu çalışmada amacımız koronovirüs hastalığı-2019 (COVID-19) pnömoni sonrası kısa dönemde oluşan akciğer bulgularını bilgisayarlı tomografi (BT) ile değerlendirmektir. Mart 2019 – Aralık 2021 tarihleri arasında hastanemize başvuran, COVID-19 enfeksiyonu nedeniyle tedavi edilen ve kontrol görüntülemesi yapılan olgular retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, altta yatan komorbidite, pnömoni şiddeti, semptom başlangıç zamanı, hastane yatışı ve yatış süresi bilgileri kaydedildi. Hastaların tanı anında ve ortalama 3 ay sonra çekilen toraks BT görüntüleri değerlendirildi. BT şiddet skorlaması her bir akciğer lobuna 0-5 aralığında puan verilerek 0-25 arasında puanlandı. Tek değişkenli ve çok değişkenli logistic regresiyon analizi ile akciğerde persisten anormallik oluşumu için risk faktörleri araştırıldı. Toplamda 62 hasta (33 erkek, 29 kadın; ortalama yaş 55,2±13,2; yaş aralığı 31-80) çalışmaya dahil edildi. Hastalar total rezolüsyon (27/62; %44) ve rezidü (35/62; %56) grubu olarak ikiye ayrıldı. Rezidü grubunda kontrol BT’de en sık görülen bulgular buzlu cam opasitesi (25/35; %71) ardından parankimal bant (24/35; %69) idi. Retikülasyon (4/35; %11) ve plevral kalınlaşma (14/35; %40) sadece kontrol BT’de görülen bulgulardı. Volüm kaybı hem tanı BT’de (4/35; %11) hem de kontrol BT’de (8/35; %23) görüldü (p=0,344). İleri yaşın (>50 yaş) (OR:23,447 p=0,03) rezidüel akciğer bulgularının oluşmasında bağımsız risk faktörü olduğu saptandı. Post-COVID 3. Ayda kısa dönemde toraks BT’de persistan anormallik oluşma riski ileri yaşta (>50 yaş) yüksektir. Persistan toraks BT bulgularının ne kadarının gerçek fibrozisi yansıttığı uzun dönem takip sonucu ortaya konabilir.Item Otizm spektrum bozukluğu tanılı çocukların ebeveynlerinde yaşam kalitesi, kaygı, depresyon düzeyleri ve ilişkili faktörler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-08-01) Güler, Barış; Yaylacı, FerhatBu çalışmada otizm spektrum bozukluğu (OSB) tanılı çocukların ebeveynlerinde yaşam kalitesi, kaygı, depresyon riski ve ilişkili faktörler araştırıldı. Çalışmaya OSB tanılı 182 çocuk ve ebeveyni dahil edildi. Ebeveynler tarafından Otizmde Yaşam Kalitesi Ölçeği-Ebeveyn Formu (OYKA-E) ve Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADÖ) dolduruldu. Çalışmacı tarafından Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ) uygulandı. Çocukların %85,2’si erkek (n=155), tüm çocukların ortanca yaş değeri 8 (2-13) bulundu. Çalışmaya katılan ebeveynlerin % 79,1’i (n=144) annelerdi. OYKA-E Bölüm A ortanca değeri 84,00 (39-140), Bölüm B ortanca değeri 55,00 (20-95) bulundu. HAD-A ölçeğinde kesme puanı üzerinde yanıt oranı %59,3, HAD-D ölçeğinde %68,1 idi. ÇODÖ’nün OYKA-E Bölüm A (r=-0,201; p=0,006) ve Bölüm B (r=-0,486; p<0,001) ile arasında negatif korelasyon bulundu. OYKA-E Bölüm A ile HAD-A (r=-0,628; p<0,001) ve HAD-D (r=- 0,659; p<0,001) arasında negatif korelasyon bulundu. Yine OYKA-E Bölüm B ile HAD-A (r=-0,438; p<0,001) ve HAD-D (r=-0,372; p<0,001) arasında negatif korelasyon bulundu. OYKA-E Bölüm A ile baba eğitim düzeyi (r=0,191; p=0,010) ve aylık gelir düzeyi (r=0,269; p<0,001) arasında pozitif korelasyon bulundu. OYKA-E Bölüm B ile çocuğun yaşı arasında (r=-0,149; p=0,045) negatif, aylık gelir düzeyi (r=0,187; p=0,011) ile arasında pozitif korelasyon bulundu. Çalışmamız OSB şiddeti, çocukta ilaç kullanımı, çocuğun yaşı, ailenin gelir düzeyi ve babanın eğitim düzeyi gibi faktörlerin ebeveyn yaşam kalitesini ve ruh sağlığını etkileyen faktörler olabileceğini düşündürmektedir. Çocuklara yönelik müdahaleler yanında, ebeveynlerin baş etme becerilerini geliştirecek programların planlanması, ebeveyn yaşam kalitesinde artış ve ruh sağlığında iyileşme sağlayabilir.Item Dejeneratif lomber hastalıklarda uygulanan spinal enstrümantasyon sonrası gelişen komşu segment dejenerasyonu: İnsidans ve risk faktörleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-08-01) Akyüz, Mehmet Emin; Firidin, Mustafa NevzatPosterior spinal enstrümantasyon, dejeneratif omurga patolojilerinin tedavisi için oldukça yaygın uygulanan cerrahi bir prosedürdür. Spinal enstrümantasyon sonrası komşu segment dejenerasyonu (KSD) gelişimi önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı KSD gelişimi için risk faktörlerinin değerlendirilmesidir. Bu çalışmada posterior segmental enstrümantasyon uygulanan ve cerrahi işlemi üzerinden 4 yıldan fazla geçen 126 hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Bu hastalar KSD ve n-KSD olarak iki gruba ayrılmıştır. İki grubun hasta karakteristikleri, preoperatif ve postoperatif radyolojik parametreleri ve cerrahi farklılıkları karşılaştırılarak KSD gelişimi için prediktif faktörler ortaya konulmaya çalışıldı. Çalışmaya dahil edilen hastaların on beşinde (%11.9) KSD geliştiği görüldü. Her iki grup arasında cinsiyet, diyabetes mellitus, sigara kullanımı ve osteoporoz açısından anlamlı farklılık yok idi (p>0.05). Lojistik regresyon analizine göre preoperatif yüksek vücut kitle indeksi, preoperatif komşu segmentteki faset dejenerasyonu varlığı, postoperatif lomber lordozda azalma ve 4 seviyeden daha fazla posterior enstürman uygulanması KSD gelişimi için bağımsız risk faktörleridir. Spinal enstrümantasyon cerrahisi öncesi yukarıda bahsedilen risk faktörlerinin bilinmesi, cerrahi açıdan daha uygun sonuçlar alınabilmesi için önlem almaya imkan tanımaktadır. Hastaların ve işlemi uygulayacak cerrahların modifiye edilebilecek risk faktörleri açısından gerekli önlemleri almaları uzun dönem komplikasyonları azaltabileceğini düşünmekteyiz.Item Relaps/refrakter Hodgkin lenfoma hastalarının otolog hematopoetik kök hücre nakil sonuçları ve risk faktörü etkilerinin retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-08-03) Gürsoy, Vildan; Elgün, Ezel; Ersal, Tuba; Pınar, İbrahim Ethem; Özkalemkaş, Fahir; Özkocaman, Vildan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Hematoloji Bilim Dalı; 0000-0003-4389-9936; 0000-0001-5419-3221; 0000-0001-9907-1498; 0000-0001-9710-134X; 0000-0003-0014-7398Otolog hematopoetik kök hücre nakli (OHKHN) relaps/refrakter Hodgkin lenfoma (HL) için kurtarma tedavisi sonrasında uygulanılan standart bir tedavidir. Çalışma ile merkezimizdeki relaps/refrakter HL tanılı OHKHN uygulanılan hastaların hastalıksız (DFS) ve genel sağkalım (OS) saptamasını ve risk faktörlerinin sağkalım üzerindeki etkisini incelenmeyi amaçladık. Merkezimizde Ocak 2009–Mart 2020 tarihleri arasında takipli OHKHN uygulanılan 314 hastanın 35 (%11)’i HL tanılıydı. Çalışmaya relaps/refrakter HL tanılı 18 yaşından büyük OHKHN uygulanılan 35 hasta dahil edildi. Hastaların %46’sı kadındı. Medyan tanı yaşı 29 (14-62) ve nakil yaşı 33 (22-62)’idi. Primer kemoterapi sonrasında hastaların %66’sında remisyon sağlanırken %34’ü refrakter kaldı. Relaps/refrakter HL’ye uygulanılan kurtarma tedavisi sonucunda %6 parsiyel yanıt, %26 tam yanıt, %68 refrakter kabul edildi. OHKHN sonrası hastaların %49’unda remisyon sağlanırken, %51’inde relaps gelişti. OHKHN sonrasında relaps olan hastaların tedavi yanıtında %39’u remisyon, %17’si refrakter, %44’ü hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden hastaların %88'i lenfoma kaynaklı, %12’si lenfoma harici nedenden kaybedildi. OHKHN sonrası hastaların ortalama OS 99(±8,9) ay; DFS 60(±10,7) aydı. OHKHN sonrası relaps süresi 12 ay altında (p=0,033) ve relaps anındaki sedimentasyon düzeyinin normal olması (p=0,021) DFS için anlamlı; relaps anında LDH düzeyinin normal olması (p=0,022) OS için anlamlı olduğu saptandı. Çok değişkenli analizde OS üzerinde etkili prognostik risk faktörü saptanmadı. Diğer taraftan DFS üzerinde; hemoglobin düzeyinde bir birimlik artışın relaps riskini 1,67 kat arttırdığı, nötrofil engraftmanında bir birimlik artışın relaps riskini %30 ve relaps süresi 12 ay üzerinde olmasının relaps riskini %85 düzeyinde azalttığı saptandı. Çalışmamızda hastaların birkaç risk faktörünün OHKHN sağkalımı ve süresi üzerinde etkili olduğunu saptadık. Ancak daha anlamlı sonuçlar için çalışmaların örneklem grubunun genişletilmesi ve takip süresinin uzatılması gerekmektedir.Item Yoğun bakım hemşirelerinin brikolaj ve yenilikçilik davranışları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-08-03) Ayhan, Dilan; Yılmaz, Dilek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Hemşirelik Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6338-3411; 0000-0001-7269-8493Bu araştırmada yoğun bakım hemşirelerin brikolaj ve yenilikçilik davranışları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir çalışmadır. Araştırmanın örneklemini, Aralık 2021- Nisan 2022 tarihleri arasında Bursa Uludağ Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Yoğun Bakım Ünitelerinde çalışan 83 hemşire oluşturdu. Araştırma verileri “Hemşire Tanıtım Formu”, “Bireysel Yenilikçilik Ölçeği” ve “Brikolaj Ölçeği” ile toplanıldı. Araştırma verilerinin analizinde Mann-Whitney U Testi, Kruskal-Wallis testi ve Spearman Korelasyon Analizi kullanıldı. Hemşirelerin Bireysel Yenilikçilik Ölçeği alt boyut ve toplam ortalamaları incelendiğinde; değişime direnç, fikir önderliği, deneyime açıklık, risk alma alt ölçek puan ortalamalarının sırasıyla 28.53±4.90, 18.54±2.45, 19.81±2.49, 6.79±1.59 iken, toplam ölçek puan ortalamasının 58.62±5.61 olduğu belirlendi. Hemşirelerin Brikolaj Ölçeği toplam puan ortalamasının ise 33.44±4.51 olduğu saptandı. Yapılan istatistiksel analiz sonucunda; sadece gündüz vardiyasında çalışan hemşirelerin Bireysel Yenilikçilik Ölçeği’nin deneyime açıklık alt boyutu, 4-8 yıl arası çalışan hemşirelerin Bireysel Yenilikçilik Ölçeği toplam puanı ve erkek hemşirelerin deneyime açıklık, risk alma alt boyutları ile brikolaj ölçek puanlarının diğer hemşirelere göre istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu. Ayrıca, Brikolaj Ölçeği toplam puanı ile fikir önderliği, deneyime açıklık, risk alma alt boyut puanları ve Bireysel Yenilikçilik Ölçeği toplam puanı arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu belirlendi. Sonuç olarak; yoğun bakım hemşirelerinin brikolaj ve yenilikçilik davranışları arasında pozitif yönde bir ilişkinin olduğu, hemşirelerin bazı bağımsız değişkenlerinin brikolaj ve yenilikçilik davranışlarını etkilediği bulundu.Item İntratekal gadolinyumlu manyetik rezonans myelografide THRIVE sekansının katkısı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-08-04) Özpar, Rifat; Nas, Ömer Fatih; İnecekli, Mehmet Fatih; Öngen, Gökhan; Akarsu, Emel Oğuz; Hakyemez, Bahattin; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-6649-9287; 0000-0001-6211-4191; 0000-0002-9796-8223; 0000-0002-7348-0813; 0000-0002-0465-4218; 0000-0002-3425-0740Intratekal Gadolinyumlu Manyetik Rezonans Myelografi (İG-MRM) spontan intrakraniyal hipotansiyonun (SİH) etyolojisini araştırmak için yapılan bir inceleme yöntemidir. İncelemede genellikle yağ baskılı 2 boyutlu T1A turbo spin eko (2B-T1A TSE) sekansı tercih edilmektedir. “T1-weighted high-resolution isotropic volume examination” (THRIVE) sekansı; yüksek çözünürlüklü yağ baskılı T1 görüntüleme imkanı sunan, yeni nesil 3 boyutlu gradient eko (GRE) görüntüleme tekniğidir. Bu çalışmada; THRIVE sekansının intrakraniyal hipotansiyon ile ilişkili İG-MRM bulgularını saptamadaki tanısal başarısını 2B-T1A TSE ile karşılaştırarak değerlendirmeyi amaçladık. Mart 2018 – Kasım 2019 tarihleri arasında klinik ve radyolojik bulgularına göre SİH tanısı konan ve İG-MRM yapılan 16 hasta dahil edildi. 2B-T1A TSE ve THRIVE sekansları; servikal, torakal ve lomber düzeydeki beyin omurilik sıvısı (BOS) opasifikasyon düzeyleri, tekniklerin her birinde saptanan epidural BOS kolleksiyonu, dural defekt ve meningeal divertikül bulgularının sayısı açısından karşılaştırıldı. Servikal ve torakal düzeyde THRIVE sekansındaki BOS opasifikasyon düzeyi 2B-T1A TSE’ye göre anlamlı düzeyde daha düşüktü (p<0,05). THRIVE sekansında 2B-T1A TSE’ye göre anlamlı ölçüde daha çok sayıda dural defekt (33 – 15, p=0,001) ve meningeal divertikül (20 – 4, p=0,027) saptandı. Lomber düzeydeki opasifikasyon ve saptanan epidural BOS kolleksiyon sayısı yönünden her iki tetkik arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). SİH olgularının İG-MRM’sinde THRIVE sekansının kullanımı ile küçük dural defektler ve meningeal divertiküller rutin sekanslara göre daha kolay saptanabilir. Ancak sekansın gradient eko tabanlı olması nedeni ile özellikle servikal ve torakal düzeyde BOS alanları yeterince opasifiye olmayabilir.