2003 Cilt 29 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18079
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Menisküs transplantasyonu(Uludağ Üniversitesi, 2003-08-01) Demirağ, Burak; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıMenisküs yırtıklarında daha önce genellikle menisküs çıkarımı uygulanmakta iken günümüzde özellikle genç hastalarda mümkünse tamir etmek ve iyileşmelerini sağlamak altın standart haline gelmiştir. Ancak onarım ve konservatif tedavinin mümkün olmadığı durumlarda, parsiyel veya total menisküs çıkarımı hala uygulanabilmektedir. Menisküs çıkarımı uygulanmış dizde dejeneratif artritin hızla geliştiği fark edildikçe menisküsleri replase etmenin yolları aranmaya başlanmıştır. Günümüzde allogreft meniskal transplantlar bu amaçla kullanılmaktadır. Bu derlemede; menisküslerin özellikleri, menisküs çıkarımının doğal seyri, menisküs allogreft transplantasyonunun günümüzdeki durumu ele alınmıştır.Item Diabetes mellitus ve aterosklerotik kalp hastalığı olan hastalarda uyarılmış işitsel beyin sapı yanıtları(Uludağ Üniversitesi, 2003-08-06) Yırcalı, Gonca; Basut, Oğuz; Tezel, İlker; Coşkun, Hakan; Onart, Selçuk; Tıp Fakültesi; Kulak Burun Boğaz Ana Bilim DalıDiabetes mellitus (DM) ve aterosklerotik kalp hastalığı (ASKH) seyrinde, 8. sinir ve santral sinir sisteminde hasar gelişip gelişmediğinin, subklinik evrede iken, uyarılmış işitsel beyin sapı cevapları (ABR) ile araştırılması. ÇALIŞMA PLANI VE YÖNTEMLER Bu prospektif çalışmanın gerecini 33 diabetli, 30 aterosklerotik kalp hastalığı olan hasta ve kontrol grubunu 10 gönüllü oluşturmuştur. Onyedisi erkek (%51), 16'sı kadın (%49) olan DM'lu, 24’ü erkek (%80), 6’sı kadın (%20) olan ASKH’lı ve 5’i erkek 5’i kadın, timpanogramları Tip-A ve odyogramda 500-8000 Hz frekans aralığında saf ses eşik ortalamaları 0-15 dB HL arasında olan hastalar çalışmaya alınmıştır. Her iki kulağa 80 ve 90 dB HL şiddette saniyede 10 tekrarlı ALT polaritede toplam 2048 klik sesli uyarı verilerek ABR ölçümleri yapılmıştır. BULGULAR Gerek DM’lu gerekse ASKH’lı olgularda I. ve III. dalga mutlak latansları ve I-III dalga pikleri arası latanslar açısından kontrol grubuna göre anlamlı fark bulunmaz iken, her iki hasta grubunda da santral ileti zamanını gösteren V. dalga mutlak latansı ve I-V ve III-V dalga pikleri arası latanslarda anlamlı derecede uzama saptanmıştır. SONUÇ DM ve ASKH seyrinde gelişen sekizinci sinir ve santral sinir sistemi hasarının subklinik evrede tespitinde basit, ucuz ve noninvaziv bir test olan ABR’nin tanısal değeri olduğu saptanmıştır.Item Akut miyokard infarktüsünde streptokinaz tedavisine bağlı pulmoner hemoraji(Uludağ Üniversitesi, 2003-09-19) Koçyiğit, Muharrem; Kahveci, Ş. Ferda; Özcan, Berrin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıTrombolitik ilaç uygulaması akut miyokard infarktüsünde morbidite ve mortaliteyi azaltmaktadır, fakat bu uygulama sırasındaki fazla miktarda kanama kaygı vericidir. Biz bu yazıda akut miyokard infarktüsü için intravenöz streptokinaz uygulanması sonrasında masif pulmoner kanama gelişmiş, 45 yaşında bir olgu sunuyoruz. Olgu, mekanik ventilasyon desteğine alınmış ve tedavisi başarıyla sonuçlandırılmıştır.Item Akut solunum yetmezliklerinde noninvaziv mekanik ventilasyon(Uludağ Üniversitesi, 2003-09-24) Ursavaş, Ahmet; Özyardımcı, Nihat; Tıp Fakültesi; Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Ana Bilim DalıVentilatörler, spontan solunumu arttırmak veya desteklemek için dizayn edilmiş cihazlardır. Mekanik ventilasyonun amaçları; respiratuar asidozun kontrol edilmesi, gaz değişiminin düzeltilmesi, solunum işinin azaltılması, atelektazinin önlenmesi, kardiak iş yükünün azaltılması ve solunum desteğine bağlı komplikasyonların en aza indirilmesidir. Uzun yıllar solunum yetmezlikleri endotrakeal tüp aracılığı ile mekanik ventilatörle tedavi edilmiştir. Bununla birlikte endotrakeal entübasyon ve mekanik ventilasyon üst solunum yolunda hasara ve ventilatöre bağlı pnömonilere neden olabilmektedir. Bu komplikasyonların önlenmesi için akut solunum yetmezliklerinde noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV) kullanılmıştır. Bu derlemede NIMV nedir? ve ne zaman kullanılır? sorularını yanıtladık.Item İşitme kaybı saptanan olgularımızın değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2003-10-01) Nacarküçük, Ergun; Okan, Mehmet; Öztürk, Bülent; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Nöroloji Bilim Dalıİşitme kaybı çocukluk çağında çeşitli etiolojik faktörlere bağlı olarak ortaya çıkabilir ve bu nedenle de konuşma ve psikososyal problemlere yol açabilir. Bununla birlikte çocukluk çağında işitme kaybını saptanmanın kolay olmadığı da bir gerçektir. Bu çalışmanın amacı BERA (Brainstem Evoked Response Auditory; İşitsel beyin sapı cevapları) testi kullanılarak işitme kaybı saptanan olgularımızın özelliklerini incelemektir. Çalışmaya işitme kaybı ön tanısı ile başvuran 540 vaka (265 kız, 275 erkek) alındı. Toplam 29(%5,4) çocukta işitme kaybı saptandı. İşitme kaybı saptanan grup içinde 10 serebral felçli, 9 psikomotor gerilikli, 1 epilepsili, 1 normal çocuk ve 8 değişik tanılar almış vakalar bulunmaktaydı. Olgularımızın işitme kaybı tanısı aldıkları ortalama yaş 26. 4±4. 4 (ort ± standart sapma) ay idi.Item Eklamptik ensefalopatide vazojenik ödem: kranyal MR bulguları(Uludağ Üniversitesi, 2003-10-02) Çakır, Özgür; Yıldırım, Nalan; Punar, Şehri; Parlak, Müfit; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada, eklamptik ensefalopati kliniği olan olgularda kranyal MR bulgularının saptanması ve difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans (DAMR) görüntüleme ile tedavi seçenekleri farklı olan serebral enfarkt ile ensefalopatiye bağlı geçici vazojenik ödem sahalarının ayırımı amaçlandı. Nörolojik defisit gelişen 14 olguda; kranyal MR incelemesi yapıldı. 1,5 T MR cihazında T1 ağırlıklı (T1A), T2 ağırlıklı (T2A) ve/veya Fluid Attenuated Inversion Recovery (FLAIR) ve DAMR sekansları uygulandı. İki olgu dışında, olguların hepsinde bilateral ve simetrik, posterior dolaşım sulama alanlarında hakim ödem alanları saptandı. Sitotoksik/vazojenik ödem ayırımı için yapılan DAMR inceleme 4 olguda (%29) normal iken, 10 olguda (%71) bu bölgelerde hiperintensite saptandı. Sitotoksik ödem sahalarını temsil edebilecek hiperintens bölgelere yönelik yapılan ölçümlerde, 9 olguda difüzyon katsayılarının normal sınırlarda veya üstünde olduğu saptanarak “T2 shine through” etkisi olarak değerlendirildi. Bir olguda ise serebral enfarktı temsil eden düşük ADC değerleri bulundu. Sonuç olarak, eklamptik ensefalopatide sitotoksik ödem ile geçici vazojenik ödem alanlarının ayırımında DAMR inceleme; ADC haritalarının kullanımıyla birlikte etkili bir yöntemdir.Item Bursa ili Orhangazi ilçesi 6 merkez ilköğretim okulunda 6-14 yaş grubu öğrencilerde kilo fazlalığı ve obezite(Uludağ Üniversitesi, 2003-10-08) Akış, Nalan; Pala, Kayıhan; İrgil, Emel; Aydın, Neriman; Aksu, Hürol; Tıp Fakültesi; Halk Sağlığı Ana Bilim DalıBu çalışma, 17 Nisan 2000 ve 30 Ocak 2002 tarihleri arasında Bursa ili Orhangazi ilçe merkezindeki 6 ilköğretim okulunda okuyan 6-14 yaş 5795 çocukta yapılmıştır. Çalışmada çocukların boy ve ağırlıkları ölçülüp, Beden Kütle İndeksleri (BKI)hesaplanarak, bu yaş grubunda kilo fazlalığı (overweight) ve obezite prevalansının saptanması amaçlanmıştır. BKI değerleri Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi’nin (CDC) 2000 yılında yayınladığı tablo ve grafiklere göre değerlendirilmiştir. BKİ 85-94 persantil arasında olanlar kilo fazlalığı, ≥ 95 persantil olan çocuklar obez olarak kabul edilmiştir. Çalışmada kilo fazlalığı prevalansı kızlarda %9.1, erkeklerde %8.4; obezite prevalansı kızlarda %1.5, erkeklerde %1.8 olarak bulunmuştur. Cinsiyet durumu obezite ve kilo fazlalığı için değerlendirildiğinde anlamlı bir fark saptanamamıştır (χ²= 0.79 p>0.05; χ²= 0.94 p>0.05). Çalışmamızda kızlarda kilo fazlalığı prevalansının yaş grupları büyüdükçe anlamlı olarak arttığı, erkeklerde obezite prevalansının yaş grupları büyüdükçe anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır (χ2eğim= 13.60 p= 0.0002; χ2eğim= 15.15 p= 0.0001). Orhangazi ilçe merkezindeki 6-14 yaş grubu çocuklarda saptanan kilo fazlalığı prevalansı yüksektir ve gelecekte obezitenin bu yaş grubunda bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkacağını düşündürmektedir. Bundan sonraki çalışmaların obezite ve kilo fazlalığı için risk faktörlerinin neler olduğunun saptanmasına yönelik yapılması uygun olacaktır.Item Medüller tiroid kanserlerinde kemoterapi(Uludağ Üniversitesi, 2003-10-13) Ersoy, Canan; Ertürk, Erdinç; Tuncel, Ercan; Güçlü, Metin; Taşlı, Babürşah; Demiray, Hülya; Duran, Cevdet; İmamoğlu, Şazi; Tıp Fakültesi; Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı; Endokrinoloji Bilim DalıMedüller tiroid kanserleri (MTK) tüm tiroid kanserlerinin %5-10’unu oluşturmaktadır. MTK’lerinin tedavisinde total tiroidektomi ve lenf nodu diseksiyonu önerilmekte, eksternal radyoterapi, radyonüklid tedavi ve kemoterapinin palyatif amaçlı kullanılabileceği bildirilmektedir. Küratif olmayan kemoterapi rejimleri progresif MTK’ler için kullanılmaktadırlar. Hızlı progresyon nedeniyle kemoterapi uyguladığımız biri sporadik, diğeri MEN 2B MTK tanılı iki olgumuzdaki sonuçlarımızla kemoterapinin MTK’deki yerini gözden geçirmeyi amaçladık.Item Mandibula kistlerinde tedavi prensiplerimiz ve sonuçlarımız(Uludağ Üniversitesi, 2003-10-16) Özgenel, Güzin Yeşim; Kahveci, Ramazan; Özbek, Serhat; Akın, Selçuk; Özcan, Mesut; Tıp Fakültesi; Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim DalıBu klinik çalışmada, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği’nde 1996-2002 yılları arasında mandibulada kist tanısı ile opere edilen 35 olgu ile ilgili deneyimlerimiz sunulmaktadır. Olgular, yaş, cinsiyet, kistin lokalizasyonu, radyolojik belirtiler, histopatolojik tanı, tedavi yöntemleri ve sonuçlar dikkate alınarak incelendi. Olguların 21’i erkek, 14’ü kadın olup yaş ortalaması 42.8 yıl idi. Histopatolojik incelemeler sonucunda, 15 olguda radiküler kist, 12 olguda keratokist, 5 olguda folliküler kist ve 3 olguda gingival kist saptandı. Keratokist en sık mandibulanın ramus ve angulus (9 olgu), radiküler kist simfizis (7 olgu), foliküler kist (2 olgu) ve gingival kist (3 olgu) korpus bölgesinde tespit edildi. Radyolojik görüntüler, 9 olguda multiloküler iken, 26 olguda uniloküler idi. Tedavide bütün olgularda intraoral yaklaşımla cerrahi enukleasyon yöntemi uygulandı. Olgular 7 ay ile 6 yıl arasında takip edildi. Komplikasyon olarak sadece 2 keratokist olgusunda nüks saptandı.Item Ksantogranulomatöz pyelonefrit(Uludağ Üniversitesi, 2003-10-30) Karabulut, Banu; Ünlüer, Ayşem; Savcı, Gürsel; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıKsantogranulomatöz pyelonefrit böbreğin nadir görülen kronik enfeksiyonudur.Tipik olarak taşa bağlı obstrüksiyon zemininde gelişir.Lokal immünitenin bozulmasına bağlı lipit yüklü makrofajların birikimi ve granulomatöz infiltrasyon gelişir.Ultrasonografi (US) ve ürografi bulgularının spesifik olmaması sebebiyle bilgisayarlı tomografi(BT) hastalığın tanısı ve uzanımının gösterilmesinde seçilecek diagnostik modalite olmaktadır. Bu yazıda histopatolojik olarak ksantogranulomatöz pyelonefrit tanısı alan iki olgu sunulmuştur.Item Tens asitli dekompanse sirotik hastalarda terlipressin ile birlikte albumin uygulamasının 24 saatlik idrar volümü ve üriner sodyum atılımına etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2003-11-04) Çekiç, Cem; Dolar, Enver; Kıyıcı, Murat; Nak, S. Giray; Gürel, Selim; Gülten, Macit; Memik, Faruk; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıTens asitli dekompanse sirotik hastalarda geniş volümlü parasentez sıklıkla kullanılan bir tedavi yöntemidir. Ancak parasenteze bağlı gelişebilen hipovolemi ve arteriyel vazodilatasyon; renal fonksiyonlarda bozulma, hiponatremi ve hepatorenal sendrom gibi “parasenteze bağlı dolaşım bozukluğu” adı verilen bir takım olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Bu çalışmada dekompanse sirotik hastalarda, terapötik parasentez esnasında Terlipressin ve Albumin’in birlikte kullanılması ile Albumin’in tek başına kullanılmasının 24 saatlik idrar volümü ve üriner sodyum atılımındaki etkinlikleri karşılaştırıldı. Tedavi sonunda hem kombinasyon grubunda hemde tekli Albumin grubunda tedavi öncesine göre 24 saatlik idrar volümünde ve sodyum atılımında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde artış tespit edildi. [Terlipressiin + Albumin grubunda; tedavi öncesi ve sonrası idrar volümü 1103±220 mL/24 saat, 1269±474 mL/24 saat (p=0.03), tedavi öncesi ve sonrası üriner sodyum atılımı 26.0±9.1 meq/24 saat, 40.7±31.0 meq/24 saat (p=0.03). Albumin grubunda tedavi öncesi ve sonrası idrar volümü 1229±351 mL/24 saat, 1561±459 mL/24 saat (p=0.003), tedavi öncesi ve sonrası üriner sodyum atılımı 48.7±37.3 meq/24 saat, 102.3±86.1 meq/24 saat (p=0.008)]. Kombinasyon grubunda tekli Albumin grubundan farklı olarak sadece serum kreatinin düzeylerinde istatistiksel anlamlılığa ulaşan bir düşüş olduğu görüldü. Sonuç olarak seçilmiş vakalarda parasentez esnasında Terlipressin ile birlikte Albümin uygulamasının faydalı olabileceği tespit edildi. Ancak, Terlipressin’in klinik kullanımını sınırlandıran sistemik yan etkileri ve yüksek maliyetli bir tedavi olması nedeni ile bu uygulamanın rutin olarak önerilemeyeceği kanaatine varıldı.Item Göğüs ön duvarının nekrotizan fasiiti(Uludağ Üniversitesi, 2003-11-05) Özgenel, Güzin Yeşim; Akın, Selçuk; Özcan, Mesut; Tıp Fakültesi; Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim DalıNekrotizan fasiit, fasya ve subkutan dokunun nekrozu ile karakterize, nadir görülen, ciddi seyirli bakteriyel bir enfeksiyondur. Hastalık sıklıkla ekstremite, gövde ve perineal bölgeleri tutar. Göğüs ön duvarının tutulumu nadirdir. Bu makalede, göğüs ön duvarında nekrotizan fasiit tanısı ile tedavi edilen 2 olgu sunulmaktadır.Item İntraserebroventriküler olarak uygulanan exendin-(9-39) santral “glucagon-like peptide-1”in kardiyovasküler etkilerini önler mi?(Uludağ Üniversitesi, 2003-11-05) Büyükcoşkun, Naciye İşbilir; Güleç, Güldal; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada uyanık, serbestçe hareket edebilen sıçanlara intraserebroventriküler (i.c.v.) olarak enjekte edilen “glucagon-like peptide-1” (GLP-1)’in kan basıncı ve kalp hızı üzerine olan etkileri ve bu etkilerine santral spesifik reseptörlerinin aracılık edip etmediğinin belirlenmesi amaçlandı. Deneylerde kullanılan erkek Wistar albino sıçanlara eter anestezisi altında, sağ femoral artere kateter ve i.c.v. enjeksiyonlar için sağ lateral ventriküle kanül yerleştirildi. Arteriyel kan basıncı ve kalp hızı, “TDA96 Transducer Data Acquisition System” aracılığıyla kaydedildi. Sıçanların ilaç enjeksiyonlarından önce ve enjeksiyonları takiben 30 dakika süresince kan basınçları ve kalp hızları kaydedildi. İ.c.v. yolla verilen GLP-1 (100, 500 ve 1000 ng/10µl) kan basıncı ve kalp hızında doza bağlı olarak artış oluşturdu. GLP-1’in bu etkilerini i.c.v. olarak enjekte edilen reseptör antagonisti exendin-(9-39) (2500 ng/10µl) inhibe etti. Bulgularımız i.c.v. GLP-1’in kan basıncı ve kalp hızını yükselttiğini, bu etkilerine santral spesifik reseptörlerinin aracılık ettiğini göstermektedir.Item Hipospadias onarımında snodgrass yönteminin başarısını etkileyen faktörler(Uludağ Üniversitesi, 2003-11-13) Balkan, Emin; Kılıç, Nizamettin; Kırkpınar, Ayhan; Doğruyol, Hasan; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim DalıSon yıllarda hipospadias onarımında Snodgrass yöntemi (TIPU – tubularized incised plate urethroplasty) geniş bir kabul görmüştür. Bu çalışmada Snodgrass yöntemi ile onarım yapılan 85 hastanın demografik özellikleri, yöntemin başarısını ve komplikasyonları etkileyen faktörler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Eylül 2000’e kadar opere edilenler Grup A (n:28), sonrakiler Grup B (n:57) olarak ikiye ayrıldı. Üretroplasti Grup A’daki 28 hastada 7/0 polydioxanone (PDS) ile kontinü tam kat sütürlerle yapılırken, Grup B’de ki 57 hastada kontinü subcutikuler sütürlerle yapıldı. Tek kat sütürlerin üzerine vaskularize dorsal dortos subkutanöz flep getirildi. A grubundaki 6 olguda fistül (% 7), 5 olguda da dilatasyonlara cevap veren meatal stenoz (% 5.8) gelişti. Grup B deki olgularda komplikasyon gözlenmedi. Olguların tümünde memnuniyet verici kozmetik görüntü elde edildi. Hipospadias onarımında Snodgrass yöntemi; distal, midpenil ve penoskrotal mea yerleşimli veya sekonder olgularda da uygulanabilecek uygulanması kolay bir onarım tekniğidir. Deneyim arttıkça fistül ve stenoz gibi komplikasyonlar daha seyrek olarak görülmektedirItem Akromegali hastalarındaki tedavi sonuçlarımız(Uludağ Üniversitesi, 2003-12-10) Ertürk, Erdinç; Tuncel, Ercan; Kıyıcı, Sinem; Ersoy, Canan; Duran, Cevdet; İmamoğlu, Şazi; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim DalıAkromegali tanılı hastaların 10 yıllık süre içinde merkezimizdeki tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Merkezimize başvuran toplam 52 akromegali hastası olmasına karşın klinik izlem bilgilerine ulaşılabilen 30 hasta (E/K: 13/17) çalışmaya alındı. Yaş ortalamaları 43 ± 10 (28-64) yıl, akromegali tanısı aldıklarındaki yaş ortalamaları 39 ± 9 (26-60) yıl ve ortalama izlem süreleri 42 ± 38 (5-127) ay idi. Kür olma kriteri serum GH seviyesinin bazal veya glukoz yüklemesi sonrası 2 ng/ml altına inmesi olarak kabul edildi. Tanı sonrası tüm hastaların değişik merkezlerde ve değişik cerrahlar tarafından transsfenoidal hipofizektomi operasyonu geçirdiği ve birinci operasyonda % 33 (10/30) oranında kür elde edildiği görüldü. Operasyon öncesi mikroadenomu olan hastalardaki (n=11) kür oranı % 63, makroadenomu olan hastalardaki (n=19) kür oranı % 15 idi. Aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Postoperatif kür olmayan hastalarda uygulanan radyoterapi sonrası 11 olgunun ancak 4’ünde kür elde edilirken, bunların 2’sinde hipopitüitarizm geliştiği görüldü. Oktreotid-LAR tedavisi uygulanan 12 hastanın sadece 1’inde (% 8) 30 mg/ay dozuna rağmen GH seviyesinin 2 ng/ml altına indirilemediği görüldü. İkinci kez operasyon uygulanan 6 hastanın yalnızca 1 tanesinde (% 16) kür elde edilebilirken, beşinde (%83) operasyona sekonder hipopitüitarizm geliştiği görüldü. Birinci operasyon ile karşılaştırıldığında kür başarısı yönünden anlamlı farklılık saptanmaz iken, hipopitüitarizm gelişme riski anlamlı yüksek bulundu (p=0.008). Sonuç olarak mikroadenomu olan hastalarda transsfenoidal operasyon sonrası kür olasılığı yüksek iken makroadenomlularda bu olasılık çok düşük bulundu. Bizim elde ettiğimiz kür oranlarının yayınlardan daha düşük olmasının nedeni operasyonların tecrübeli sayılabilecek cerrahlar tarafından yapılmamış olmasına bağlandı. İkinci operasyon sonrasında kür elde etme olasılığı çok daha azalırken, komplikasyon görülme olasılığının arttığı görüldü. Makroadenom ve mikroadenomlularda uygulanan oktreotid tedavisinin büyüme hormonu seviyesini güvenli sayılan seviyelere baskıladığı ve operasyona seçenek olabileceği saptandı.Item Mesane yerleşimli şistozomiazis(Uludağ Üniversitesi, 2003-12-22) Çalışır, Berna; Yavaşçaoğlu, İsmet; Yerci, Ömer; Tıp Fakültesi; Patoloji Ana Bilim DalıŞistozomiazis dünyada 200-250 milyon insanı etkileyen ve Afrika ve Orta Doğu’da yaklaşık 80 milyon insanı enfekte eden parazitik bir enfeksiyondur. Ürogenital sistemde en sık mesane lokalizasyonunda izlenir ve bayanlarda erkeklere oranla daha yaygındır. Olgu 20 yaşında Nijerya uyruklu erkek hastadır. Aralıklı olarak devam eden makroskopik hematüri şikayeti nedeniyle başvurduğu üroloji polikliniğince alınan sistoskopik biyopsi sonucu şistozomal sistit olarak raporlandı. Ülkemizde son derece az görülmesi nedeniyle olgu literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur.