2018 Cilt 16 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/9106
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 24
- Results Per Page
- Sort Options
Item Çocuklarda akut pankreatitin ender bir nedeni: Duodenum duplikasyon kisti(Uludağ Üniversitesi, 2018) Akbulut, Ulaş Emre; Cömert, Hatice Sonay Yalçın; Sarıhan, Haluk; Korkmaz, Hatice Ayca Ata; Saygın, İsmailDuodenum duplikasyon kistleri sindirim sistemin ender görülen anomalileridir. Çocukluk döneminde daha fazla görülmektedirler ve en sık görülen komplikasyonları obstrüksiyon, pankreatit ve kanamadır. Bu yazıda, akut pankreatit tablosu ile başvuran, görüntüleme yöntemleriyle kist tespit edilen, kistin cerrahi olarak çıkarılması sonrası histopatolojik inceleme ile duplikasyon kisti tanısı konulan üç yaşındaki erkek olgu sunulmuştur. Çocuklarda akut pankreatitin ender bir nedeni olarak duodenum duplikasyon kisti akılda tutulmalıdır.Item Çocukluk çağı obezitesinin beslenme tedavisinde yeni bir kavram: Besin insülin indeksi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Caferoğlu, Zeynep; Hatipoğlu, Nihal; Özel, Hülya GökmenÇocukluk çağı obezitesinin tedavisinde ilk adımı, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması ve fiziksel aktivite düzeyinin artırılmasını kapsayan sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri oluşturmaktadır. Bununla birlikte, geleneksel yaklaşımlar ile istenilen başarının elde edilememesi klinisyenleri yeni tedavi arayışlarına yöneltmiştir. Bunlar arasında en çok ilgi çeken yaklaşımlardan birisi, postprandiyal kan glukoz ve insülin düzeylerinin düzenlenmesine yönelik beslenme yaklaşımları olmuştur. Bu yaklaşımlar ile karbonhidrat içeren besinlerin glisemik yanıtlarını değerlendirmek için kullanılan glisemik indeks (Gİ) kavramı gündeme gelmiştir. Yapılan çalışmalarda, diyetin Gİ’i ile obezite arasındaki ilişkinin gösterilmesi ve düşük Gİ’li öğünler ile postprandiyal kan glukoz ve insülin düzeylerinin yanısıra açlık hissi ve besin alımının azaltılabileceğine ilişkin sonuçlar elde edilmesi obezite tedavisinde düşük Gİ’li diyetlerin yardımcı olabileceğini düşündürmüştür. Diğer taraftan, postprandiyal insülin salınımında sadece karbonhidratların değil aynı zamanda protein ve yağların da rolü olduğunun bilinmesi akılları karıştırmaktadır. Bu nedenle, postprandiyal glisemik ve insülinemik yanıtın kontrol altına alınması için Gİ’in göz önünde bulundurulması yetersiz kalmakta ve karbonhidratlar ile birlikte protein ve yağların etkisini de değerlendiren bir yönteme ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gereksinimi karşılamak amacıyla besin insülin indeksi (Bİİ) kavramı geliştirilmiştir. Oldukça yeni bir kavram olan Bİİ ile ilgili yapılan çalışma sayısı sınırlı olmakla birlikte, postprandiyal insülin yanıt ve iştah üzerine elde edilen olumlu sonuçlar umut vaat edicidir. Sonuç olarak, çocukluk çağı obezitesinin tedavisinde düşük Gİ’li ve Bİİ’li diyetlerin kullanımı yararlı olabilir. Ancak, kesin önerilerde bulunabilmek için iyi planlanmış daha fazla kısa ve uzun dönem çalışmaya gereksinme vardır.Item Bebek beslenmesinde hurma yaği: Neler biliyoruz?(Uludağ Üniversitesi, 2018) Gürakan, Berkan; Ertekin, Vildan; Çetinkaya, Merih; Kutluk, Günsel; Mungan, İlkeBeslenmenin ana maddelerinden biri olan yağların temel fonksiyonunun enerji sağlamak olduğu bilinmektedir. Ancak son yıllarda özellikle bebeklik döneminde yağların başka önemli işlevlerinin de olduğu anlaşılmıştır. Önceki araştırmalarda miktar ve enerji/kilo alımı gibi konular üzerinde durulurken yağların içerik ve özelliklerini ele alan güncel çalışmalarda yağ kalitesinin büyüme, gelişme ve uzun süreli sağlık sonuçlarını etkilediği gösterilmiştir. Bebek mamalarında kullanılan hurma yağındaki palmitik asidin yapısal olarak anne sütünden farklı olması nedeniyle bebeklerde sindirim, emilim ile ilgili sorunlar gözlenebilmektedir. Bu sorunlar arasında a) yağ emilimi ve enerji alımının azalması; b) dışkı kıvamı ve sıklığının olumsuz etkilenmesi; c) kolik ve regürjitasyon benzeri sindirim sorunlarının ortaya çıkması ve d) kalsiyum emiliminin azalması ile mineralizasyon ve kemik kütlesi üzerinde olası olumsuz sonuçlar doğurması sayılabilir.Item Çocukluk çağında mikroskopik kolite yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2018) Urgancı, NafiyeMikroskopik Kolit; kronik sulu ishal, normal endoskopik ve histopatolojik bulgular ile karakterize inflamatuvar değişiklikler gösteren nadir bir barsak hastalığıdır. Kronik diarenin sık görülen bir nedenidir. Kollajenöz kolit ve lenfositik kolit (LK) olmak üzere iki subtipi mevcuttur. Klinik ve histopatoloik özellikleri benzer olan bu tiplerinin biribirinden ayrı hastalık mı,yoksa aynı hastalığın farklı fenotipleri mi olduğu halen bilinmemektedir. Etyolojisi bilinmemekle birlikte; genetik, otoimmunite, luminal bir antijene karşı (gıda, mikroorgaanizma vs) immunolojik veya inflamatuvar reaksiyon, ilaçlar, bakteriyal infeksiyon ve toksinleri, safra asitleri ve safra asit malabsorbsiyon, bozulmuş sıvı ve elektrolit emilimi ve salınımı, kollajen sentez-degredasyon (parçalanma) dengesi ve nitrik oksit öne sürülen başlıca mekanizmalardır. Erişkin yaş grubunda sıklıkla altıncı ve yedinci dekatlarda daha fazla olmakla birlikte çocuk yaş grubu dahil her yaş grubunda giderek arttığı bildirilmektedir. Çocukluk çağında MK’in sıklığı bilinmemektedir. Klinik bulguları nonspesifik olup ikisinde de kronik veya tekrarlayan sulu, kansız, dehidratasyona neden olmayan şiddetli, gecede olabilen ishal, karın ağrısı, kramplar, kilo kaybı ve fekal inkontinans görülür. Rutin laboratuvar incelemeler genellikle yardımcı değildir Tanı çoğu zaman klinik belirtiler varlığında, alınan biyopsilerle histolojik olarak konulabilmektedir. Bu amaçla çıkan ve sigmoid kolondan biyopsi alınmalıdır. Ayırıcı tanıda, ilaca bağlı mikrosopik kolit ve çölyak hastalığı mutlaka ekarte edilmelidir. Tedavisinde fazla kontrollü çalışma yoktur. En fazla çalışılan ilaç budesoniddir. Hafif vakalarda anti-diareikler genellikle yeterli olmaktadır. Genel olarak MKin uzun süreli izlem sonucunda prognoz oldukça iyidir.Item Kolşisin tedavisi altındaki ailevi akdeniz ateşi tanısı ile takip edilen çocuk hastalarda vitamin B12 düzeylerinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Başaran, Özge; Uncu, NerminGİRİŞ ve AMAÇ: Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA), ateş ve serözit atakları ile karakterize otoinflamatuvar bir hastalıktır. Düzenli olarak kullanılan günlük 1-2 mg kolşisin tedavisi ile AAA atakları azalmakta ya da tamamen geçmektedir. Bu çalışma ile pediatrik AAA hastalarında serum vitamin B12 düzeylerinin değerlendirilmesi, kolşisin tedavisinin süresi ve dozu ile vitamin B12 düzeyi arasında ilişki olup olmadığının araştırılması planlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: En az bir yıldır düzenli kolşisin tedavisi alan AAA tanılı 98 çocuk hasta ile yaş ve cinsiyet olarak benzer özellikteki 49 sağlıklı birey çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar almakta oldukları kolşisin süresine (≤ 3 yıl ve > 3 yıl) ve kolşisin dozuna (≤1 mg/gün ve > 1mg/gün) göre iki gruba ayrılmıştır. BULGULAR: Hasta ve sağlıklı bireyler arasında vitamin B12 düzeyleri arasında istatiksiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (295,14 ± 171,62 pg/mL ile 301,55 ± 148,86 pg/mL, p=0,66). 3 yıl ve daha az süredir kolşisin tedavisi alan hastalar (310,22± 141,5 pg/ml ) ile 3 yıldan daha uzun süredir kolşisin tedavisi alan hastaların (281,81± 170,47 pg/ml) vitamin B12 düzeyleri arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,589). 1 mg/gün ‘den fazla miktarda kolşisin tedavisi alan hastaların medyan vitamin B12 düzeyleri, 1 mg/gün ve daha az miktarda kolşisin tedavisi alan hastaların medyan vitamin B12 düzeylerine göre anlamlı olarak düşük bulundu (197 pg/ml ile 275 pg/ml, p=0.04). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız ışığı altında düşünüldüğünde düzenli kolşisin tedavisi alan hastalarda vitamin B12 düzeylerinin bakılmasına gerek yoktur. Ancak yüksek dozlarda kolşisin alan hastalarda vitamin B12 düzeyinin düşük olabileceği akılda tutulmalıdır.Item Kistik fibrozis dışı bronşektazi tanılı olguların değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Korkmaz, Serpil; Canıtez, Yakup; Çekiç, Şükrü; Efe, Hülya Poyraz; Ocakoğlu, Gökhan; Sapan, Nihat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Alerji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Ana Bilim Dalı.GİRİŞ ve AMAÇ: Bronşektazi, bronş duvarının kalıcı dilatasyonu ile seyreden kronik inflamatuar bir hastalıktır. Bu çalışmada kistik fibrozis dışı bronşektazi tanılı çocuk olguların araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya kliniğimizde Ocak 2010-Ocak 2015 tarihleri arasında kistik fibrozis dışı bronşektazi tanısı konularak takip edilen 98 olgu alındı. Olguların; klinik, laboratuvar ve radyolojik incelemeleri dosya kayıtlarından geriye dönük olarak değerlendirildi. BULGULAR: Olguların kız erkek oranı 1,3 idi (56/42). Olguların medyan yaşları 12,2 yıl (1-18), tanı yaşları medyan 6 yıl (1-17 yıl) ve takip süreleri medyan 38 ay (3-140 ay) olarak bulundu. Olgularda en sık görülen semptom öksürüktü (n=91, %93) ve ikinci sırada balgam çıkarma yer alıyordu (n=56, %57). İlk tanı konulması sırasında yapılan solunum fonksiyon testlerinde olguların; %29,1’inda (n=21) restriktif, %23,6’sında (n=17) ise obstrüktif tipte, son kontrollerinde ise %17,3’ünde (n=9) restriktif, %44,2’ünde (n=23) obstrüktif tipte değişiklik vardı. Etiyolojik faktörler içinde en sık neden postenfeksiyöz akciğer hastalıklarıydı (n=41, %42). Bronşektaziler, en sık akciğer sol alt lobda (n: 52, %54,7), ikinci sırada sağ alt lobda (n=32, %33,7) saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bronşektazi ülkemizde hala önemli bir sağlık sorunudur ve tedavi edilmediğinde akciğerde kalıcı değişikliklere neden olmaktadır. Çocuklarda postenfeksiyöz akciğer hastalıkları bronşektazinin en önemli nedenlerinden biridir. Erken tanı tedavi başarısını artırır.Item Ağır adet kanaması olan ergenlerin kanama diyatezi açısından değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Evim, Melike Sezgin; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Hematoloji Bilim Dalı.Ağır adet kanaması; 7 günü geçen ya da bir siklusta 80 ml’den fazla kanama olarak tanımlanır. Demir eksikliği anemisinin yanı sıra; sosyal ve fiziksel aktivitelere katılmada isteksizlik, okula devamsızlıklara neden olarak yaşam kalitesini azaltır. En sık neden henüz tam olgunlaşmamış hipotalamik-hipofizer aksa bağlı anovulatuar sikluslar olmakla birlikte, ikinci sık neden altta yatan bir kanama hastalığıdır.Item BRUE - bebeklerde kısa süreli düzelen açıklanamayan olaylar(Uludağ Üniversitesi, 2018) Dorum, Bayram Ali; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.Daha öncesinde “Açıkça yaşamı tehdit eden olaylar” “Apparent life-threatening events” (ALTE) olarak tanımlanan olgular, 2016 yılında, Amerikan Pediatri Akademisi tarafından “Kısa süreli düzelen açıklanamayan olaylar”-“Brief Resolved Unexplained Events” (BRUE) olarak yeniden isimlendirilmiştir. BRUE tanısı için; kısa süren, bu süre sonunda düzelen, öykü ve fizik muayene ile açıklanamayan bir olayın şu özelliklerden birini içermesi gerekir; siyanoz ya da solukluk; solunumun azalması, düzensizleşmesi yada olmaması; tonusta belirgin değişiklik; bilinç durumunda değişiklik. Böyle bir olayın düşük riskli mi yoksa yüksek riskli mi olduğu, epidemiyolojik olarak ortaya konmalıdır. Düşük riskli olarak değerlendirilmesi için şu kriterler karşılanmalıdır; doğumda ≥32 haftalık ve doğum sonrası yaşın 60 günün üzerinde olması, daha önce benzer bir olay olmaması, 1 dakikadan kısa sürmesi, eğitimli sağlık personeli tarafından canlandırmaya gerek duyulmaması ve herhangi bir öykü veya fizik muayene bulgusu saptanmaması. Düşük riskli olaylar, hastaneye yatırma, daha fazla araştırma veya ev monitorizasyonu gerektirmez. Aksine, yüksek riskli olayları olan bebekler hastaneye yatırılmalı, izlenmeli ve altta yatabilecek bir patoloji açısından incelenmelidir.Item Sosyal medyada çocuk hakkı ihlali: Sharenting(Uludağ Üniversitesi, 2018) Çimke, Sevim; Gürkan, Dilek Yıldırım; Polat, SevinçSon yıllarda ebeveynler arasında sosyal medya kullanımı hızlı bir şekilde artmıştır. Çocuklar henüz adım atmaya başlamadan çok daha önce ebeveynlerinin sosyal medya paylaşımları aracılığı ile dijital ayak izlerine sahip olmaktadır. Hızlı bir şekilde artan bu ebeveyn paylaşımları ‘parenting’ ve ‘share’ kelimelerinden türetilmiş ‘sharenting’ kavramının literatüre girmesine neden olmuştur. Sosyal medya, ebeveynlere bir takım faydalar sağlamakla birlikte, bilinçsizce yapılan paylaşımlar, çocuklarını yetişkinliğe kadar takip edecek zararlara sebep olabilmektedir. Ebeveynler farkında olmadan çocuklarının mahremiyet, unutulma hakkını ihmal etmekte ve bunun başkaları tarafından istismar edilmesine aracı olabilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili yaptıkları paylaşımların etkilerini fark etmelerini sağlayacak ve sosyal medyanın sağlıklı kullanımında onlara yardımcı olacak az sayıda araştırma ve kaynak bulunmaktadır. Bu derlemenin amacı, bu konuyla ilgili olası yasal çözümleri keşfetmek, ebeveynler ve diğer paylaşımcılar için çocuklar hakkında paylaşım yaparken göz önüne alacakları çocuk merkezli, halk sağlığı temelli önerileri sunmak, çocuğun haklarını korurken aynı zamanda da ebeveynin ifade etme özgürlüğünü sınırlamaksızın sosyal medya kullanımını sağlamaktır.Item Nöral tüp defektli yenidoğanların kısa dönem sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2018) Çakır, Salih Çağrı; Dorum, Bayram Ali; Özkan, Hilal; Taşakapılıoğlu, Özgür; Köksal, Nilgün; Toker, Rabia Tütüncü; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı.GİRİŞ ve AMAÇ: Nöral tüp defektleri (NTD) yenidoğanlarda en sık saptanan konjenital anomalilerden biridir. Türkiyedeki görülme sıklığı 3/1000’dir. NTD’lerin etiyolojisi multifaktöriyel olup önemli bir kısmının folik asit desteği ile önlenebilmesi mümkündür. NTD olan hastaların uzun dönem medikal, cerrahi ve bakım desteği ihtiyacı vardır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada retrospektif olarak 2013-2017 yılları arasında Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde yatan NTD’li hastaların özellikleri incelenmiştir. BULGULAR: Toplam 29 NTD’li hasta incelendi. Hastaların 16’sı (%55) erkek, 13’ü (%45) kız idi. Ortalama gestasyon yaşı 37,5±1,97 hafta, ortalama doğum ağırlığı 3050±703,29 gramdı. NTD gelişimi için altı hastada maternal risk faktörü saptandı. . Hastaların hiçbirinde prekonsepsiyonel folik asit kullanımı yoktu. Hastaların tümü antenatal dönemde ultrason ile tanınmış olup 16 hasta 22 gestasyonel haftadan önce tanınıp terminasyon önerilmiştir. NTD’lerin 23’ü meningomyelosel (%79), 1’i meningosel, 3’ü ensefalomyelosel, 1’i ensefalosel, ve 1’i akrani şeklindeydi. Hastaların on birinde bacak hareketlerinde tam kayıp, dokuzunda kısmi kayıp mevcuttu. Tam motor defisiti olanların hepsinde, kısmi motor defisiti olanların ise 4’ünde (%44) lezyon seviyesi L4’den üst seviyelerdeydi. Yedi hastanın meningomyelosel kesesi yırtıktı. Hidrosefalisi olan 19 hastanın 17’sine ventrikülo peritoneal şant, birine lumboperitoneal şant takılması gerekti. Şant takılması 11 hastada meningomyelosel operasyonu ile aynı zamanda yapıldı. TARTIŞMA ve SONUÇ: NTD’lerin önlenebilir etiyolojik risk faktörlerinin bilinmesi ve çocuk sahibi olmayı düşünen ailelerin bu konuda daha çok bilinçlendirilmesi gerekmektedir.Item Bronşiolit tanısı alan çocuklarda human metapnömovirüs bulgularının diğer solunum yolu virüsleri ile karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2018) Altay, Derya; Üzüm, Kazım; Köse, Mehmet; Gökahmetoğlu, Selma; Yıkılmaz, AliGİRİŞ ve AMAÇ: Akut bronşiolit, viral etkenlerle oluşan ve çocuklarda sık görülen bir alt solunum yolu hastalığıdır. Bölgemizde akut bronşiolit tanısı alan çocuklarda viral etkenlerin ve özellikle Human Metapnömovirüs sıklığının belirlenmesi, olguların klinik, laboratuvar ve radyolojik bulgularının irdelenmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2006 ile Mayıs 2007 tarihleri arasında Çocuk Acil Polikliniğinde akut bronşiolit tanısı alan, bir ay ile iki yaş arasında 73 çocuk hastada Respiratuvar Sinsityal Virüs, Parainfluenza Virüs, Adenovirüs ve Human Metapnömovirus sıklığı araştırıldı. Olguların klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları irdelendi. BULGULAR: Akut bronşiolit tanısı alan hastalarda Human Metapnömovirüs sıklığı %5,4, Respiratuvar Sinsityal Virüs sıklığı %75, Parainfluenza Virüs sıklığı %5,4 ve Adenovirüs sıklığı %6,8 olarak bulundu. Bir olguda Respiratuvar Sinsityal Virüs ve Human Metapnömovirüs birlikte idi. Human Metapnömovirüs pozitifliği saptanan olguların klinik ve radyolojik bulguları diğer viral bronşiolit etkenleri ile benzer şekilde idi. Olguların %16,4’ünde herhangi bir etken saptanmadı. Virüs pozitifliği saptanan olguların %67’si ile Respiratuvar Sinsityal Virüs pozitifliği olan hastaların %67’si antibiyotik tedavisi aldı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Human Metapnömovirüs’ün klinik ve radyolojik bulguları diğer viral bronşiolit etkenleri ile benzerdir. Akut bronşiolit tanısı olan hastaların %83,5’inde etyolojide en az bir viral etken gösterilmiştir. Bu nedenle hastalarda gereksiz antibiyotik kullanımının önlenmesi antibiyotik direnci gelişimi ve hastane masraflarını azaltacaktır.Item Pediatrik üveitler(Uludağ Üniversitesi, 2018) Çelik, TubaPediatrik üveitler, farklı kliniklerde ortaya çıkması, ambliyopi riski ve tedavi yönetimindeki kısıtlılıklar nedeniyle klinisyenler için önemli bir yere sahiptir. Çocukluk çağındaki üveitler genellikle rutin göz muayenesi sırasında tespit edilmekte ve tedavi seçeneklerinin kısıtlı olması nedeniyle ciddi komplikasyonlara neden olabilmektedir. Hastalar inflamasyona tolerans geliştirmesi için beklenilen dönemde ya da suboptimal tedavi ile takip edildikleri dönemde glokom, katarakt, ambliyopi ve bant keratopati gibi ciddi komplikasyonlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu derlemede, çocukluk çağındaki başlıca üveit sebepleri ve tedavi yaklaşımları ele alınmıştır.Item Fenilketonüride beslenme ve yeni tedavi yaklaşımları(Uludağ Üniversitesi, 2018) Ülker, İzzet; Şanlıer, NevinFenilketonüri (PKU), fenilalanin hidrosilaz (PAH) geninde mutasyon sebebiyle gelişen otozomal resesif geçişli bir hastalıktır. Doğumdan sonra kan fenilalanin (FA) seviyesi normal aralıktayken, besin alımına başladıktan sonra bebeklerin kan FA seviyeleri yükselir. Hastalığa özgü tıbbi ve beslenme tedavisi yapılmadığında mental gerilik (IQ<50), deri-saç pigmentasyon bozukluları, büyüme geriliği, mikrosefali, epilepsi, davranış bozuklukları, hiperaktivite ve anksiyete gibi birçok klinik bulgu görülebilmektedir. Hastalığın tedavisinde çeşitli yöntemler bulunmakla birlikte beslenmenin önemi büyüktür. Beslenme tedavisinin amacı kan ve beyinde fenilalaninin birikmesini önlemektir. Ayrıca fenilalaninin tirozine dönüşümünün olmaması sebebiyle eksikliği gelişen tirozini yerine koymak ikincil amaçtır. Beslenme tedavisiyle çocuğun büyüme ve gelişmesi normal seyreder ve komplikasyonlar engellenir. Ancak beslenme tedavisinin uygulanması küçük yaşlarda çok kolayken hastanın yaşı ilerledikçe diyete uyum güçleşmektedir. Yeni tedavi yaklaşımları ile diyete uyum kolaylaştırılabilmekte ve klinik bulgular engellenebilmektedir. Yeni tedavi yaklaşımlarından bazıları glikomakropeptid, büyük nötral aminoasitler ve tetrahidrobiyopterindir. Tetrahidrobiyopterin sadece tedaviye cevap veren klasik fenilketonürili hastalarda (önceden yapılan testlerle uygun olacağı öngörülen, seçilmiş hastalarda) ya da BH4 metabolizması bozukluğu olanlarda kullanılabilmektedir. Glikomakropeptid ve büyük nötral aminoasitler neredeyse tüm hastalarda kullanılabilmektedir. Henüz çalışma aşamasında olan fenilalanin amonyak liyaz enziminin kullanılması, biriken fenilalaninin zararsız metabolitlere dönüşümünü sağlamaktadır. Ancak etkin bir beslenme tedavisinin uygulanması, sağlık ekibiyle aile arasında iletişim sağlanması ve aileye tedavi yönteminin anlatılmasıyla mümkün olur. Ayrıca beslenme tedavisinin yeni tedavi yaklaşımları ile desteklenmesi hastalığın bulgularının engellenmesi ve hastanın yaşam kalitesinin artırılmasında önemlidir.Item Bebeklerin uyku güvenliği konusunda internet verilerinin güvenilirliği(Uludağ Üniversitesi, 2018) Turan, Türkan; Erdoğan, ÇiğdemGİRİŞ ve AMAÇ: Tüm dünyada giderek artan internet kullanımı sağlık alanını da etkisi altına almaya başlamıştır. İnternetteki sağlık bilgilerinin kalitesi ise hala tartışılmaya devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı da internet üzerindeki bebek uyku güvenliği hakkındaki bilgilerin doğruluğunu belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Amerikan Pediatri Akademisi önerileri doğrultusunda 8 anahtar kelime kullanılmış ve ilk 100 sayfa taranmıştır. Bilgilerin doğruluğu "uygun", "uygun değil" veya "alakalı değil" olarak sınıflandırılmıştır. Web siteleri türe göre kategorize edilmiştir. BULGULAR: Toplam 800 web sitesinin 163’ü (%20,4) uygun bilgiyi sağlarken, 181’i (%22,6) uygun olmayan bilgi vermekteydi. Web sitesi türleri analiz edildiğinde en yüksek doğru bilgi oranına sahip olan web sitesi türü devlet sitesi/organizasyon siteleri, uygun olmayan bilgileri içerme oranı en yüksek olan web sitesi türü ise bireysel siteler/bloglar idi. Doğru bilgi olan web sitesinin en fazla oranda olduğu anahtar kelimeler ‘güvenli bebek yatağı’ olarak belirlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sonucunda web sitelerindeki bebek uyku güvenliği hakkında yanlış bilgi içerme oranları tespit edilmiş ve bu oranların İngilizce web sitelerine göre çok daha fazla olduğu görülmüştür. Sağlık çalışanları güvenli bebek uykusu konusunda web siteleri önermelidir. Böylece aileler internetten doğru bilgiye ulaşmış olurlar.Item Bebeklerde diş çıkarma süreci ve bu süreçte karşılaşılan sorunlara yönelik uygulamalar(Uludağ Üniversitesi, 2018) Çelen, Raziye; Arslan, Fatma TaşDiş çıkarma bütün çocukların deneyimlediği fizyolojik bir süreçtir. Bu süreç, bebeklik gelişiminin normal bir parçası olmasına rağmen diş çıkarma sürecindeki semptom yönetimi hakkında çok az şey bilinmektedir. Süt dişlerinin çıkması sırasında kuru öksürük, mızmızlık, uyku bozukluğu, diş eti inflamasyonu, salya akması en yaygın görülen belirtiler arasındadır. Ancak ateş, ishal ve çok sayıda diğer şikayetler yeterli kanıt olmamasına rağmen, yaygın olarak diş çıkarma süreci sorunu olarak belirtilmektedir. Bebeklerde diş çıkarma ile ilişkili olan ağrı ve huzursuzluk farmakolojik ve nonfarmokolojik olmayan yöntemlerle yönetilebilmesine rağmen bunlara yönelik yeterli kanıt olmaması dikkat çekmektedir. Bu makale diş çıkarma döneminde bebeklerde karşılaşılan sorunları anlamayı ve bu süreçte ebeveynlerin yaklaşımlarını desteklemeyi amaçlamaktadır.Item Mature B-hücreli lösemiden kaynaklanan serebral sinovenöz trombozis ve multipl kranial palsi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Tan, Hüseyin; Tatar, Arzu; Büyükavcı, Mustafa; Yıldırım, Zuhal Keskin; Yörük, Özgür; Oğul, HayriAkut lenfoblastik lösemi çocukluk çağının en sık hematolojik malignensisidir. Sık semptomlar, inatçı ateş, ilerleyici solukluk, kanama, kilo kaybı, kemik ve eklem ağrılarıdır. Biz, serebral sinovenöz trombozisi ve çoklu kranial palsisi olan akut lenfoblastik lösemili bir çocuk rapor ettik. Sonuç olarak, ayakta tedavi edilen her hastanın nörolojik muayenesinin dikkatli yapılmasını tavsiye ediyoruz. Bu yaklaşım kuşkusuz ciddi hastalıkların sebep olduğu ağır nörolojik bulguları ortaya çıkaracaktır.Item 0-24 aylık çocuğu olan annelerin çocuk bakımına ilişkin bilgi, geleneksel inanç ve uygulamaları(Uludağ Üniversitesi, 2018) Aşılar, Rabia Hacıhasanoğlu; Bekar, PınarGİRİŞ ve AMAÇ: Geleneksel uygulamalar, modernleşen tıp uygulamalarına karşın güncelliğini korumaktadır. Bu araştırmanın amacı 0-24 aylık çocuğu olan annelerin çocuk bakımına ilişkin bilgi, geleneksel inanç ve uygulamalarını belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı özellikte olan bu araştırma Erzincan il merkezinde bulunan beş Aile Sağlığı Merkezine Ekim 2014-Şubat 2015 tarihleri arasında herhangi bir nedenle başvuran 0-24 aylık bebeği olan araştırmaya alınma ölçütlerini karşılayan 207 anne ile yapıldı. Veriler, tanımlayıcı form kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler sayı, yüzde ve ortalama olarak verildi. BULGULAR: Çocukların % 40,1’inin 0-6 ay arasında olduğu, annelerin % 65,2’sinin çocuk bakımı konusunda bilgi aldığı ve bunların % 49,6’sının bilgiyi hemşire/doktordan aldığı belirlendi. Ayrıca annelerin % 2,9’unun göbek düşmesi için krem ve pudra kullandığı, % 39,1’inin sarılık olmasın diye çocuğa uygulama yaptığı, % 27,2’sinin çocuğu kırk çıkma gezmesine götürdüğü, % 22,7’sinin kokmasın diye çocuğu tuzladığı, %48,8’inin çocuğu kolay uyutabilmek için salladığı, %58’inin kundakladığı ve annelerin yaş ortalamasının 27,14±5,50 (min: 18-max: 45) olduğu belirlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlara göre annelerin bebeklerin sağlığına zarar verebilecek bazı geleneksel uygulamaları yaptıkları belirlenmiştir. Bu nedenle hemşirelerin annelere doğum öncesi ve sonrası izlemlerde çocuk bakımına yönelik eğitim ve danışmanlık yapmaları ve toplumun bu konularda bilinçlendirilmesi önerilmektedir.Item Ev kazaları hakkında okul öncesi dönemdeki çocukların eğitiminde resim kullanımının etkinliği(Uludağ Üniversitesi, 2018) Altundağ, Sebahat; Turan, TürkanGİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı resim yöntemi ile okul öncesi dönemdeki çocuklara (3-5 yaş grubu) verilen eğitim ile ev kazaları risklerinin öğretilmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada yarı deneysel “Bir Grup Pre-Test Post-Test Modeli” kullanılmıştır. Çalışma, okulöncesi eğitim kurumunda yapılmıştır. Anaokuluna devam eden 3, 4, 5 yaş gruplarından birer şube basit rastgele örnekleme yöntemi ile seçilerek toplam 87 öğrenci çalışmaya alınmıştır. Çalışma kapsamındaki çocuklara yapılan eğitimde “Ev kazası risklerini tanılama formu” ve “Evde riskli durumları gösteren ev resmi” kullanılmıştır. BULGULAR: Eğitim sonrası çocukların ev ortamındaki odalarda kaza risklerini tanıma durumları anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.001). Genel olarak, eğitimden sonra tüm odalardaki kaza risklerinin tespiti daha yüksek belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Eğitim sonrası çocukların ev kazası risklerini tanıma durumları yükselmiştir. Girişim uygulanmasıyla çocukların kaza risklerini tanıma durumları iyi olmakla birlikte, bilgi her zaman davranış değiştirmeye dönüşmeyebilir. Eğitimden sonra, çocuklar ev kazaları riskini daha iyi tanımaktadırlar. Bilgi her zaman davranış değişikliğine yol açmayabilir, ancak çocukların kaza riskini tanıma kabiliyeti iyidir. Ev kazalarından korunma konusunda 6 yaşından küçük çocuklara etkili biçimde eğitim vermek için bilişsel becerilerine uygun eğitim yöntemleri kullanılmalıdır.Item Uyumsal yeme davranışının değerlendirilmesi: Bebeklik ve erken çocukluk dönemlerine yönelik iki yeni ölçeğin geliştirilme, geçerlik ve güvenirlik çalışması(Uludağ Üniversitesi, 2018) Dilsiz, Habibe; Dağ, İhsanGİRİŞ ve AMAÇ: Beslenme/yeme sorunu, çocuklarda en sık görülen davranışsal sorunlardan biridir. Ülkemizde bebeklik ve erken çocukluk dönemindeki çocukların beslenme ve yeme sorunlarını tespit etmek amacıyla geliştirilmiş olan herhangi bir ölçek bulunmamaktadır. Bu araştırmanın amacı; 9-36 ay (bebeklik dönemi) ve 37-72 ay (erken çocukluk dönemi) arasındaki çocukların yeme davranışlarının değerlendirilmesinde kullanılabilecek, ülkemiz çocuk nüfusuna uygun, geçerli ve güvenilir birer ölçek geliştirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Ankara il sınırları içindeki 26 kreş ve çocuk gündüz bakımevi ile bir Aile Sağlığı Merkezi olmak üzere toplam 27 farklı kurum ve kuruluşta toplam 1121 katılımcı ile yürütülmüştür. Araştırma kapsamında geliştirilen ölçeklerin geçerliğine ve güvenirliğine ilişkin olarak; faktör analizi, alt ve üst % 27’lik grupların farklarının t testi ile incelenmesi, uzman görüşü, iç tutarlık, korelasyon teknik ve yöntemleri kullanılmıştır. BULGULAR: Çalışma kapsamında; 9-36 ay (N=235) arasındaki bebekler için “Bebeklik Dönemi Uyumsal Yeme Davranışı Ölçeği (BDUYDÖ)” ve 37-72 ay (N= 886) arasındaki çocuklar için “Erken Çocukluk Dönemi Uyumsal Yeme Davranışı Ölçeği (EÇDUYDÖ)” olmak üzere iki farklı ölçek geliştirilmiştir. Ölçeklerde yer alan ortak faktörler; “İsteksizlik”, “Duyusal Nedenlerle İlişkili Yeme Reddi” ve “Ana Öğün Düzenine Tepki” dir. BDUYDÖ’de “Direnç”, EÇDUYDÖ’de ise “Agresyon” faktörleri dördüncü faktör olarak yer almıştır. Ölçeklerin sırasıyla; açıklanan toplam varyans oranları % 59,76 ve % 56,34, Cronbach alpha değerleri 0,90 ve 0,89 ve test-tekrar test güvenirlik katsayıları 0,95 ve 0,96’dır. Her iki ölçek için de alt-üst %27’lik grup ortalamaları arasındaki fark p<0,001 düzeyinde anlamlıdır. Ölçeklerin faktör yapısı doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarına göre doğrulanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlar, ülkemiz çocuk nüfusuna özgü olarak geliştirilmiş olan ve 20’şer maddeden oluşan her iki ölçeğin de geçerli ve güvenilir olduğunu ortaya koymuştur.Item Adolesanlarda epileptik nonepileptik olayların ayrımında elektroensefalografinin yeri: Bir pediatrik nöroloji merkezinin üç yıllık deneyimi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Kamaşak, Tülay; Durgut, Betül Diler; Arslan, Elif Acar; Şahin, Sevim; Dilber, Beril; Kurt, Tuğba; Cansu, AliGİRİŞ ve AMAÇ: Elektroensefalografi (EEG), epileptik nöbetlerin tanısında pediatrik nörologlar için vazgeçilmez bir tanısal araçtır. Günümüzde Pediatrik Nöroloji Bölümündeki hasta sayısındaki artışın sadece epilepsi nedeni ile değil nonepileptik olaylarla da, artan sayıdaki çekimlerle EEG laboratuvarlarına da yansıdığını görmekteyiz. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu düşünceden yola çıkarak planladığımız çalışmamızda; 2013-2016 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Pediatrik Nöroloji Polikliniğinde muayene olarak ilk defa EEG çekimi yapılan 5-18 yaş arası 1000 hastanın EEG kayıtları incelendi. Hastaların EEG çekimine neden olan klinik şikayetleri ve EEG sonuçları karşılaştırıldı. BULGULAR: Nöbet düşünülerek EEG’si çekilen 213 hastanın % 39’unda EEG anormalliği izlendi. Genel olarak nonepileptik olay olarak değerlendirilerek EEG’si istenen 787 hastanın %7’sinde EEG bozukluğu izlendi. Nonepileptik olaylarda pseudonöbet ve senkop düşünülen grup sayıca diğerlerinden fazlaydı EEG de anormallik görülme oranı %7 idi. Tüm nonepileptik gruplar içinde EEG bozukluğu açısından bir karşılaştırma yapıldığında en yüksek EEG anormalliğinin %13 ile öğrenme bozuklukları grubunda izlendiği görüldü. Sayıca fazlalığı ile dikkat çeken baş ağrısı grubunda sadece %4 oranında bozukluk izlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Nonepileptik olayların epileptik olaylardan ayrımında ayrıntılı bir anamnez ve dikkatli bir nörolojik muayene önemlidir. Gerçekten epilepsi hastası olduğu halde EEG’si normal olan hastalar kadar, epilepsinin eşlik etmediği EEG bozukluklarının görüldüğü hastalar da vardır. Bu konuda bir genelleme yapmak mümkün değildir ve her bir hasta dikkatle ele alınmalıdır. Böylece gereksiz EEG çekimleri azaltılabilir.