2016 Cilt 42 Sayı 2-3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18487
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Item Kronik i̇nflamatuar demiyelinizan nöropati ve meme kanseri: Ender bir birliktelik(Uludağ Üniversitesi, 2016-06-01) Kotan, Dilcan; Alemdar, MuratKronik inflamatuar demiyelinizan polinöropati (KIDP), otoimmun mekanizmalar sonucu gelişen periferik sinir hastalığıdır. Klinik prezentasyonu ve gidişi değişkenlik gösterebilir. Genellikle üst ve alt ekstremitelerde güçsüzlük, uyuşma ve spontan ağrı ile başlar. Hastaların yaklaşık tama yakınında ekstremitelerde motor kuvvetsizlik ve derin tendon reflekslerinin kaybı görülür, bulgulara duyusal bulgular ve fasyal paralizide eşlik edebilir. KIDP’nin kanserlerle olan ilişkisi uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu yazıda, motor ve duyusal bulgular ile semptom veren, nörolojik defisitlerin ve nöropatik ağrının varlığına rağmen memede kitle sonrası kanser tedavisine yoğunlaşılan, teşhisi ve tedavisi geciken KİDP’ li bir kadın olgu sunduk.Item İyot refrakter metastatik diferansiye tiroid karsinomlarında sorafenib tedavisinin etkinliliği ve güvenliği: Tek merkez deneyimi(Uludağ Üniversitesi, 2016-07-25) Cander, Soner; Şi̇şman, Pınar; Süveran, Mustafa; Şahi̇n, Ahmet Bilgehan; Gül, Özen Öz; Ertürk, Erdinç; Ersoy, Canan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Diferansiye tiroid karsinomları (DTK) tiroid foliküler epitelyal hücrelerden gelişen ve tüm tiroid karsinomlarının %90’ını oluşturan kanserlerdir. Çalışmamızda iyot refrakter metastatik DTK’larda sorafenib tedavisinin etkinliği ve güvenliğinin değerlendirilmesi planlandı. Çalışmamıza merkezimizde iyot refrakter metastatik DTK nedeniyle sorafenib tedavisi alan 6 hasta dahil edildi. Sorafenib tedavisi sonrası izlemde hastalarda en sık cilt döküntüleri olmak üzere, hipertansiyon, yüksek ventrikül hızlı atriyal fibrilasyon ve özefajit gibi ilaca bağlı yan etkiler gözlendi. Cilt lezyonları tüm hastalarda tedavinin 1. ayında ve hafif şiddette gelişmiş olup, ilaç doz azaltımı sonrası semptomlar 1 ay içinde düzeldi. Bir hasta perikardiyal effüzyon gelişimi ve iki hasta akciğer metastazlarında progresyon sonrası eksitus oldu. Tedavi sonrası 3 hastada progresif hastalık, 1 hastada stabil hastalık ve 1 hastada parsiyel yanıt saptandı. Sorafenib tedavisinin etkinliği konvansiyonel kemoterapilere göre daha yüksek olmakla birlikte, gelişebilecek yan etkiler nedeniyle deneyimli merkezlerce uygulanmalı, hastalar yan etkiler konusunda bilgilendirilmelidir.Item 22 olguda pulpa rekonstrüksiyonu için kullanılan ters akımlı digital arter ada flebinin i̇ncelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2016-07-29) Ersen, Burak; Akın, Selçuk; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik Rekonstruktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı.Pulpa rekonstrüksiyonu sırasında pulpanın duysal yastıksı yapısının sağlanması elin fonksiyonel kapasitesinin korunması için oldukça önemlidir. Özellikle kemik, tendon ya da eklemi açıkta bırakan distal parmak doku defektlerinin rekonstrüksiyonu cerrahi açıdan zorlayıcıdır. Literatürde pulpa rekonstrüksiyonu için tanımlanmış birçok teknik bulunmaktadır. Ters akımlı digital arter flebi kozmetik kalitesin yüksek olması, post operatif olarak mobilizasyonun hemen sağlanabilmesi, minimal donor alan morbiditesi ve pulpanın duysal yastıksı yapısının sağlanabilmesi ile diğer tekniklerin bir adım önüne geçmektedir. Çalışmada Semmes-Weinstein testinde bütün hastalar için normal duyu oranı %81.8, 2 nokta ayrım testinde ise iyi ve orta dereceli skorların bütün hasta grubuna oranının %95.4 olduğu görüldü. Flebin parmak pulpasının benzersiz yapısını ideale yakın rekonstrüksiyonuna imkanını vermesi, duysal geri dönüşünün yüksek olması ve minimal donör alan morbiditesine sahip olması sebebiyle cerrahın geniş pulpa defektlerinde ilk tercihidir.Item Anti-TNF-α tedavi ile remisyon sağlanmış ve tedavisi kesilmiş romatoid artrit, ankilozan spondilit ve psöriatik artrit hastalarındaki hastalık sürecinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2016-07-29) Kutlu, Nagehan Di̇k; Coşkun, Belkıs Nihan; Tufan, Ayşe Nur; Öksüz, Mustafa Ferhat; Ermurat, Selime; Özkaya, Güven; Pehli̇van, Yavuz; Dalkılıç, Ediz; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.TNF-α inhibitör (TNFi) tedavisi ile remisyon elde edilmiş, tedaviye ara verilmiş inflamatuar romatolojik hastalık (İRH) tanılı bireylerin seyrini ortaya koymayı amaçladık. Hastalar geriye dönük olarak incelendi. C-reaktif protein (CRP), eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) yanı sıra hastalık aktivite ölçütleri göz önünde bulunduruldu. Çalışmamıza 64 İRH (22 Romatoid Artrit (RA), 37 Ankilozan Spondilit (AS), 5 Psöriatik Artrit (PsA)) tanılı hasta dahil edildi. TNFi kesilmesiyle toplam 58 hastada reaktivasyon gelişmişti. Reaktivasyona kadar geçen süre ortalama 6 aydı. Hastaların 28’ inde (%46) ilk 6 ay içinde reaktivasyon görülürken, 47’ sinde (%73) ilk yılda reaktivasyon görülmüştü. TNFi kullanım süreleri ile reaktivasyon arasındaki ilişki incelendiğinde RA hastalarında TNFi kullanım süresi arttıkça reaktivasyona kadar geçen sürenin azalmış olduğu görüldü (p<0,05, r:-0,501). AS ve PsA hasta grubunda anlamlı ilişki görülmedi (p=0,899, r=0,023; p=0,102, r=- 0,803). TNFi kullanım süresi reaktivasyon sürecinde etkili olabilir. TNFi tedavisinin kesilmesiyle hastaların büyük çoğunluğunda reaktivasyon gelişmektedir.Item Çölyak hastalıklı çocuk hastalarımızın retrospektif olarak değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2016-10-14) Baştürk, Ahmet; Yılmaz, Aygen; Artan, RehaÇalışmamızın amacı Çölyak hastalığı (ÇH) tanılı hastalarımızın klinik, laboratuvar ve uzun süreli izlem bulgularını araştırmaktır. ÇH tanısı ile izlenen 2-18 yaş arasındaki çocuk hastalarımızın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Çalışmamız süresince çölyak tanılı 159 hasta çalışmaya alındı. Çalışmamızda olgularımızın en sık başvuru yakınmalarını ishal (% 78) ve karın ağrısı (% 36) oluşturuyordu. Çölyak tanılı olgularımızın 102’sinin doku grupları çalıştırılmış olup doku gruplarına göre dağılımı incelendiğinde, % 76’sında HLA-DQ2 ve HLADQ8, % 67’sinde HLA-DQ2 ve % 25’inde de HLA-DQ8 pozitifliği gözlendi. Ancak hastalarımızın % 24’ünde ne HLA-DQ2 ne de HLADQ8 doku grupları gözlendi. Anti-dTG IgA % 78 oranında, anti-dTG IgG pozitifliği % 22 oranında gözlenmiştir. Olgularımızın izleminde klinik düzelme % 93 oranında gözlenmiş olup bunun % 95’i diyete tam olarak uyanlar idi. Çalışmamızın sonuçları, çocuklarda ÇH’nin başvuru semptomlarının en sık gastrointestinal semptomlar ve büyüme geriliği olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda tedavide en önemli basamağın diyete uyum olduğunu göstermiştir.Item İntrakranyal hemanjiyoperistom: 4 olgu sunumu ve literatür gözden geçirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2016-10-27) Baykal, Duygu; Taşkapılıoğlu, M.Özgür; Yılmazlar, Selçuk; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı.İntrakranyal hemanjiyoperistom (HPC) dural sinüsler boyunca yerleşen nadir ve agresif seyirli bir tümördür. Tüm intrakraniyal tümörlerin %1’inden azını oluşturur. Bu yazıda HPC nedeniyle kliniğimizde 2015 yılında opere edilen 4 olguyu klinik ve radyolojik açıdan tartışmayı amaçladık.Item Soliter endobronşiyal glandüler papillom: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2016-11-23) Tepeoğlu, Merih; Taştepe, F.Zeynep; Özdemi̇r, B.Handan; Kılıç, Dalokay; Memi̇ş, LeylaEndobronşiyal glandüler papillomlar, bronş yüzey epitelinden köken alan, akciğerin oldukça nadir görülen papiller tümörleridir. Bronşiyal papillomlar içerisinde en sık skuamöz hücreli papillomlar görülmekte olup, bu lezyonların malign transformasyon gösterdikleri bilinmektedir. Glandüler papillomlar ise malign transformasyon göstermezler. Glandüler papillomların önemi klinik ve radyolojik olarak akciğerin benign ve malign pek çok lezyonu ile karışabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle kesin tanı için histopatolojik değerlendirme gerekmektedir. Bizde oldukça nadir görülmesi ve ayırıcı tanı zorluklarına sebep olabilmesinden dolayı, öksürük şikayeti ile başvuran ve görüntüleme yönteminde saptanarak bronkoskopik biyopsi ile tanı alan bir glandüler papillom olgusunu sunduk.Item Paratiroid adenomu tanısında ki67 ve p53 ekspresyonunun rolü(Uludağ Üniversitesi, 2016-12-15) Ünal, Nermin; Atalay, Fatma Öz; Saraydaroğlu, Özlem; Şen, Feyza; Kırdak, Türkay; Ertürk, Erdinç; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Bölümü.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Bölümü.Primer hiperparatiroidizmin en sık nedeni paratiroid adenomudur. Paratiroid adenomunun histopatolojik ayırıcı tanısında karsinom ve henüz küçük boyutta olanlarında normal veya hiperplastik paratiroid dokusu yer almaktadır. Morfolojik olarak tanı zorluğu olan durumlarda ek yardımcı yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Ki67 proliferasyon indeksi, çeşitli tümörlerdeki ve birçok lezyondaki hücre proliferasyonunu değerlendirmede kullanılmaktadır. Yüksek ki67 değerleri özellikle agresif tümörlerde saptanır. P53 ise tümör supresör gen olarak görev alır. Neoplazilerde en sık mutasyona uğrayan gendir. Biz çalışmamızda ki67 ve p53 ekspresyonunun paratiroid adenomunu tanısındaki yardımcı rolünü araştırdık. 86 paratiroid adenomu olgusunda ki67 ve p53 immunoekspresyonunu çevre normal paratiroid dokusu ile karşılaştırdık. Ayrıca tümörün çapı, mitotik aktivitesi, pleomorfizm varlığı ile olan ilişkilerini değerlendirdik. Adenomlardaki p53 ekspresyonunun çevre paratiroid dokusuna göre daha fazla olduğunu fakat istatistiksel olarak anlamlı olmadığını tespit ettik. Adenom ve çevre paratiroid dokusundaki ki67 ekspresyonu ise istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık gösterdi. Sonuç olarak ki67 ve p53 immünekspresyonlarının paratiroid adenomlarının ayırıcı tanısında ve tümörlerdeki agresif davranış ile nüks potansiyelini belirlemede etkin olacağını düşünmekteyiz.Item Primer adrenal yetmezliğin tanı ve tedavisi(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-09) Şişman, Pınar; Cander, Soner; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı.Primer adrenal yetmezlikte semptomlar glukokortikoid ve mineralokortikoid eksikliğine bağlıdır. Semptomların nonspesifik olması nedeniyle tanı sıklıkla gecikir ve hastalar adrenal kriz ile presente olabilir. Tedavide uygun dozda glukokortikoid ve mineralokortikoid replasmanı yapılmalıdır. Amaç normal iyilik halinin sağlanması, kilonun korunması, normal seksüel fonksiyonların ve fiziksel aktivitelerin sürdürülebilmesidir. Primer adrenal yetmezliğin en önemli sebebinin otoimmün olması nedeniyle bu hastalarda diğer otoimmun hastalıkların değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Primer adrenal yetmezlikli hastalarda hayatı tehdit edici adrenal kriz riski bulunmaktadır. Bu nedenle cerrahi, travma ve enfeksiyon gibi stres durumlarında glukokortikoid dozlarında artış yapılmalı ve hastalar doz artışı yapacakları durumlar hakkında bilgilendirilmelidir. Hastaların eksik ya da aşırı doz replasmanları açısından klinik bulgularının değerlendirilmesi izlemlerinde çok önemlidir. Bu nedenle bu hastaların, hastalık hakkında bilgili ve deneyimli merkezlerde takip edilmesi önerilmektedir.Item Tıbbi terminoloji hakkında öğrencilerin ve çalışanların görüşleri(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-10) Babacan, Serdar; Işıklar, Sefa; Kafa, İlker Mustafa; Coşkun, İhsaniye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anatomi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu/Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Programı.Bu çalışmanın amacı, öğrencilerin ve çalışanların tıbbi platformlardaki gelişmelerin takip edilmesi ve iletişim kurulabilmesi için gerekli olan Tıbbi Terminoloji hakkındaki görüşlerini almaktır. Çalışmaya, Uludağ Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu’nda okuyan 347 öğrenci ve Tıp Fakültesi Hastanesinin çeşitli birimlerinde çalışan 74 personel katılmıştır. Veriler Likert tipi ölçek içeren anket formları vasıtasıyla elde edilmiştir. Tıbbi Terminoloji dersinin gerekliliği konusunda öğrenciler ve çalışanlar tıbbi terminolojinin meslekleri açısından gerekli olduğunu (sırasıyla %74,2, %79,7) belirtmiştir. Hem okuyan grup hem çalışan grup stajda veya meslek hayatında Tıbbi Terminoloji dersinin faydasını gördüklerini belirtmiştir (%59,9, %71,6). Bunlara ek olarak, çalışanların %41,9’u tıbbi materyalleri okumakta bazen güçlük çektiklerini %56,7’si ise diğer çalışanlardan yardım aldıklarını ifade etmiştir. Tüm bu veriler ışığında, yapılan anket çalışmasından elde edilen ve değerlendirilen geri bildirimlerin Tıbbi Terminoloji dersinin sürdürülmesi ve müfredatın geliştirilmesi için önemli olduğu kanaatindeniz.Item Serbest doku nakli ile post travmatik ayak bileği rekonstrüksiyonu(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-11) Ersen, Burak; Şakı, Mehmet Can; Akın, Selçuk; Aksu, İsmail; Tunalı, Orhan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik Rekonstruktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı.Çalışmanın amacı; 4 yıllık bir süre boyunca ayak bileği bölgesinde meydana gelmiş kompleks yaraların tedavi süreci ve komplikasyonları ile ilgili faktörlerin analizidir. Mevcut retrospektif çalışma, Ocak 2011- Ocak 2015 yılları arasında ayak bileği defektlerinin serbest fleplerle onarımı yapılmış 20 hastayı kapsamaktadır. Bütün vakalar demografik yapı, oluş mekanizması, yerleşim, eşlik eden yaralanmalar, flep seçimi, flep boyutu, alıcı vasküler yapılar, anostomoz sayısı, hastanede yatış süresi ve post operatif komplikasyonlar açısından analiz edilmiştir. Çalışmamızda ayak bileği defektleri için 20 hastaya toplam 22 serbest flep yapılmıştır. 6 hastada anterolateral uyluk flebi, 6 hastaya lateral kol flebi, 4 hastaya latissimus dorsi kas deri flebi, 3 hastada radial ön kol flebi ve 1 hastada yüzeyel femoral arter perforatör serbest flebi kullanılmıştır. Vakalarda başarı oranının %85 olduğu görülmüştür. Alt ekstremite rekonstrüksiyonunda birincil amaç fonksiyonun geri kazanılması ve korunmasıdır. Uygun tedavi planının yapılması hayatidir ve bu tip yaralanmalarda serbest flep ile rekonstrüksiyon en ideal tercihtir.