2022 Cilt 31 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27798
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 15 of 15
- Results Per Page
- Sort Options
Item Uyku ile namazın terki arasında bağlantı Kuran iki hadis ve delaletleriyle ilgili değerlendirmeler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Şakar, Mehmet; Kahraman, Hüseyin; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0002-8101-8469; 0000-0002-1345-4429Kur’an ve sünnette en çok zikri geçen ibadet namazdır. Namazdan bahseden ayet ve hadislerin bir kısmında onun vaktinde edasına engel durumlardan bahsedilmiş ve bunlara çözümler sunulmuştur. Bu konudan bahseden hadislerden anlaşıldığına göre din, namazın vaktinde eda edilmesine engel bir mazeret olarak sadece uyku ve unutmaya vurgu yapar. Dinin bu yaklaşımı yani bir namazın ancak uyku veya unutma sebebiyle terk edilebileceğini kabul etmesi, geniş çerçevede, amel ile iman arasında bir bağlantı kurmaya da müsait görünmektedir. Nitekim namazın kendi vaktinde eda edilmesine engel durumları uyku ve unutma olarak sayan hadisler, telafi olarak bunların uyanınca veya hatırlanınca kılınmasını istemekte ve dolayısıyla her- hangi bir yaptırımdan ve cezadan bahsetmemektedir. Hadis kitaplarında bu duruma somut örnek olabilecek rivayetler vardır. Bunların birinde Allah resûlü sabah namazlarına uyanamayan sahabiye “Namazını uyanınca kıl!” buyurmakta, gecenin tamamını uyku ile geçiren bir başkasını da “Kulağına şeytan bevletmiş!” ifadesiyle tavsif etmektedir. Hz. Peygamber’in bu tepkiyle yetinmesi, bazı çevreler tarafından “Amel imanın şartlarından değildir.” şeklinde yorumlanmıştır. Bu bakış tarzından öyle anlaşılıyor ki, dinin temelini oluşturan ibadetlerden olan namaz konusunda, imana zarar verebilecek bir probleminin mutlaka ve hatta şiddetli bir şekilde cezalandırılması beklenecektir. Makalede bu yorumun haklılık payı araştırılmaktadır. Zira uykunun istem dışı olmasının ve bir ibadetin böyle bir mazerete binaen terk edilmesinin, amel-iman ilişkisi gibi ciddi bir konuda örnek ve delil sayılması tenkide değer görünmektedir. Bu açıdan araştırma, ameliman münasebeti tartışmalarında öne sürülen delillerin amaca uy- gunluğunu belirleme konusunda bir örnek addedilebilecek durumdadır.Item II. Meşrutiyet Dönemi ilmiye sınıfının siyasi mücadelesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-13) Kılınç, Kadir; Pay, Salih; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü; 0000-0002-4981-3075Bu araştırmada II. Meşrutiyet döneminde (1908-1918) ilmiye sınıfının siyasi konumu, düşüncesi ve faaliyetleri ele alınıp incelenmiştir. Söz konusu dönemle birlikte ilmiye sınıfı ve onun başı olan meşihat makamı siyasi sahada etkin bir rol oynamıştır. İlmiye mensupları meşrutiyetin ilan edilmesine yönelik hutbe ve vaazlar vererek çeşitli yayın organlarında yazılar kaleme almışlardır. Bu yeni rejimin İslam’da “meşveret, şura, istişare” gibi kavramlara karşılık geldiğini söyleyerek meşrutiyete şer’i bir anlam yüklemişler ve bu sistemi “meşrûtiyet-i meşrû‘a” olarak adlandırmışlardır. Ayrıca 31 Mart Vakası ve sonrasında Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) tahttan indirilmesi gibi olaylarda da önemli bir rol oynamıştır. Bu yeni yönetim sistemiyle birlikte kurulan partilere başta şeyhülislâm olmak üzere birçok ilmiye mensubu katılmış veya destek vermiştir. Böylece din adamları aktif bir şekilde siyasi hayatın içinde yer almıştır. Bundan sonraki süreçte doğrudan padişah tarafından atanan şeyhülislâmın, meclis üstünde bir konumda görülmesi üzerine şeyhülislâmın siyasi etkinliği meclis ve hükümet tarafından azaltılmak istenmiş ve hazineden ilmiyeye ayrılan bütçe düşürülmüştür. Bu durum ilmiye ricalinin hükümete karşı bir siyasi mücadeleye girişmesine neden olmuştur. Nihayetinde meşrutiyetin ilan edilmesi için yoğun mesai harcayan ilmiye mensupları bu yeni sistemde umduklarını bulamamıştır.Item Bakıcı ilanlarına göre ebeveynlerin tercihleri, iş tanımı ve çalışma koşulları açısından bakıcılık(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-14) Turan, Sümeyra Ünalan; İlahiyat Fakültesi; Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü; 0000-0003-3900-0369Bu çalışma, sahibinden.com adlı web sitesinde yer alan çocuk bakıcılığı ilanları üzerinden çalışan ebeveynlerin çocuk bakım sorununa çözüm arayışlarını konu edinmektedir. Çalışmada ailelerin çocuk bakım ve eğitiminde karşılaştıkları zorluklar, bakıcı seçim kriterleri ile çocuk bakıcılarının görev tanımları, çalışma koşulları ve sosyal güvenlik durumlarını web sitesi içerisinde yer alan ilan metinleri üzerinden ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu doğrultuda 1 Aralık 2019 ila 31 Ağustos 2020 tarihleri arasında İstanbul ve Ankara şehirlerinden verilen 2009 bakıcılık ilanı, nitel veri toplama yöntemleri içerisinde yer alan doküman analizi çerçevesinde incelenmiştir. Araştırmada bakıcıda aranan temel kriterler; referanslı olma, yakın muhitte oturma, sigara kullanmama, sakin mizaçlı olma, işveren ailenin kurallarına uyma, dinî-ideolojik talepler gibi temalar etrafında toplanırken bakıcı iş tanımının; çocuğun bakım, gelişim ve eğitimini desteklemekten yemek, temizlik, ütü gibi ev işlerini yapmaya kadar çok çeşitli ve kompleks işleri kapsayabildiği tespit edilmiştir. Yatılı bakıcılıkta iş tanımı daha belirsiz ve geniş kapsamlıdır. Aileler çalışanlara maaş ve çeşitli nakdî yardımların yanı sıra paternalist ilişkileri sürdürmelerini sağlayan maddi olmayan imkânlar da sunmaktadır. Araştırmada ayrıca Covid-19 salgınının başlamasıyla bakıcı seçim kriterleri ve iş tanımında değişimler meydana geldiği; uzaktan eğitime geçilmesiyle ailelerin eğitimci vasfı taşıyan personel arayışına girdiği tespit edilmiştir.Item Kur’ân tilavetinde karşılaşılan yaygın hatalar: Sâdık b. Yusuf Halîfe ve Risâle fi’t-tecvîd (Risâle fî taṣḥîḥi’l-ġalaṭâṭ fi’l ḳırâʾât) isimli eserinin tahkik ve incelemes(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-25) Başal, Abdulhalim; Türkmen, Ömer; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0002-3919-2754; 0000-0001-8509-172XBu çalışma, Osmanlı kıraat âlimlerinden Sâdık b. Yusuf Halîfe’nin Risâle fi’t-tecvîd isimli risalesini konu edinmektedir. Müellifin, Kur’ân tilavetinde karşılaştığı yaygın hatalara (laḥn) işaret etmek amacıyla muhtasar olarak kaleme aldığı bu risale hakkında daha önce yapılmış herhangi bir araştırma bulunmamaktadır. Üç bölüm halinde ele alınan bu makalenin ilk kıs- mı, Sâdık b. Yusuf’un hayatı, hocaları, öğrencileri ve eserleri hakkındaki biyografik bilgileri ihtiva etmektedir. İkinci bölüm; eserin isimlendirilmesi, konusu ve müellife aidiyeti, müelli- fin bu risalede izlediği usûl ve metot, risalenin temel kaynakları, risalenin telif edilme amacı ve muhtevası gibi tahkik usulüne göre incelenmesine dönüktür. Ayrıca bu bölümde eserin nüshalarının yanı sıra tahkikte takip edilen yönteme de yer verilmiştir. Üçüncü ve son bölüm ise risalenin tahkikli neşrine ayrılmıştır. Sonuç olarak; tecvid ilminin mahiyeti ve Kur’ân tilaveti esnasındaki gerekliliği, laḥnın kavramsal alanı ve çeşitleri gibi konulara hasredilen bu risalenin, harflerin mahreç ve sıfatlarında meydana gelen hataların tespit ve tashihi noktasında günümüze de ışık tutması amaçlanmaktadır.Item Klasik Arap Edebiyatında sıra dışı bir tema: Keyfe eṣbaḥte sorusuna verilen hikemî cevaplar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-28) Çakır, Muhammed Faruk; Şahin, Şener; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0002-7831-5075; 0000-0002-2499-7672Bu makale, kadim Arap kültüründe günün sabah vakitlerinde hâl hatır sormak üzere sıkça kullanılmış bir klişeye - َ َ كَيْفأَصْبَحْتَ ؟ soru cümlesine- verilen edebî cevapları ele almaktadır. Yerine göre “Bu sabah nasılsın?”, “Nasıl oldun?”, “Sabaha nasıl eriştin?” ya da doğrudan “Nasılsın?” gibi karşılıklarla Türkçeye çevirebileceğimiz “Keyfe eṣbaḥte?” sorusuna verilen ilgi çekici cevaplar, yüksek edebî kalitesi, metnin manasındaki derinlik ve lengüistik açıdan ifade ettiği değer sebebiyle, pek çok müellifi cezbeden bir konu başlığı oluşturmuştur. Çoğunlukla meşhur zahitlerin dudaklarından birer vecize ve hikmetli söz formunda dökülen bu edebî ve mistik malzeme, klasik edebiyat ve züht kitaplarında gerek nesir gerek şiir formunda karşı- mıza çıkmaktadır. Genellikle kısa kesitlerden oluşan bu ibretlik, etkileyici cevapların Arap dili ve belagati açısından önem arz eden yönü, sanatsal kaygılarla ortaya konulmuş olması ve belagat sanatları açısından da özel bir değere sahip olmasıdır. Bu cevaplar içerisinde bilhassa seci, tıbâk ve mukābele gibi bedîʿ sanatlarının ustalıkla kullanıldığı göze çarpmaktadır. Makalemizde “Keyfe eṣbaḥte?” sorusu çerçevesinde teşekkül eden ve gerek mana derinliği gerek lafız dizilimindeki estetik açısından dikkat çeken edebî malzemenin bir kısmı çevirileriyle birlikte sunulmuş, ardından da genel bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur.Item XIII.-XV. asırlar arasında Kuzey Afrika hanedanlarında siyasî evlilikler (Hafsî – Merînî - Abdülvâdî [Zeyyânî] devletleri)(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-07) Arı, Esra Keskin; İlahiyat Fakültesi; İslâm Tarihi ve Sanatları Bölümü; 0000-0002-6778-444XKuzey Afrika’da kurulan büyük devletlerden biri olan Muvahhidler, Kuzey Afrika ve Endülüs’te 524/1130 - 668/1269 yılları arasında hüküm sürmüştür. Yıkılma sürecine girdiğinde, bu bölgedeki Hafsî, Merînî ve Abdülvâdî gibi kabileler devletin yönetimini ele geçirmeye teşebbüs etmişlerdir. Ancak Muvahhidler Devleti’nin yıkılışının ardından bu kabilelerin kurduğu devletler Kuzey Afrika’nın tamamına hâkim olamamıştır. Buna rağmen Muvahhidler Devleti’nin mirasçısı olmak isteyen bu devletler bazen savaş bazen de sulh ile birbirle- rine kısmî üstünlük sağlamışlardır. Tarafların sulh ittifakları çoğunlukla karşılıklı evlilikler vesilesiyle olmuştur. Bahsi geçen üç devlet arasından Hafsî Devleti (625/1228-982/1574) Merînî (592/1196-869/1465) ve Abdülvâdî (Zeyyânî) (632/1235-957/1550) devletlerinin ikisiyle de bir dünürlük ilişkisi kurmuştur. Bundan dolayı makalede Hafsî Devleti merkezli olarak devletlerin birbiriyle irtibatlarının ele alındığı bir anlatım metodu kullanılmıştır. Zikredilen metotla çalışma Hafsî, Abdülvâdî ve Merînî devletleri arasında yapılan evliliklerin amaçlarına ve sonuçlarına odaklanmıştır. Bu makale devletlerin siyasî hedefler için evlilik kurumundan nasıl faydalandıklarına da bir örnek sunmaktadır.Item Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye isnad edilen Tuḥfetü’s-sefere ilâ ḥażreti’l-berere adlı eserin tercüme ve basımına Ali Rûmî tarafından yapılan manzum eleştiri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-07) Eğri, Sadettin; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü; 0000-0001-9879-5291Muhyiddin İbnü’l-Arabî; hayatı, eserleri ve tasavvufî görüşleriyle asırlar boyunca tartışılmış olan önemli bir şahsiyettir. O’nun tasavvuf ve varlık anlayışı etrafında şekillenen bu tartışmaların bir kısmı lehinde, bir kısmı ise aleyhinde gelişmiştir. Bu durum karşısında sessiz kalmayı tercih edenler de olmuştur. 19. yüzyılda yaşayan Seyyid Ali Rûmî, Kitâb-ı Dürrü’l-Fuʾâd ve Şeyḫu’l-İrşâd adlı eserinde; Arabî’ye ait olduğu iddia edilen Tuḥfetü’s-sefere ilâ ḥażreti’l-berere risâlesi hakkında görüşlerini şiirleriyle dile getirmiştir. Yakın sayılabilecek bir dönemde yaşa- yan Şeyh Ali Rûmî ve oldukça hacimli olan kitabı hakkında tezkirelerde ve diğer kaynaklarda bir bilgiye ulaşılamamıştır. Çoğu manzum ve tasavvufî metinlerden oluşan Dürrü’l-Fuʾâd ve Şeyḫu’l-İrşâd’ın bir bölümünde; İbnü’l-Arabî’nin Tuḥfetü’s-sefere ilâ ḥażreti’l-berere isimli eserinin Türkçeye çevrilmesi, basılmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. İki bölüm halindeki bu şiir ehil olmayan, tasavvufun ruhundan habersiz, hasetçi ve münafıkların bu eseri çevirip, matba- ada yayımlandığını iddia eder. O’na göre; gönül ehli olan kişiler, eserin Arapçasından gereğince istifade edip, faydalanmaktadır. Tarihimizde kimi zaman bazı eserlerin tercüme edilmesine ve yayımlanmasına karşı çıkanlar olmuştur. Çalışmada bu durumun örneklerinden birinin Seyyid Ali Rûmî’nin manzumelerle ifade ettiği itiraz nedenleri ana başlıklar hâlinde incelenip, eserin tercüme ve basımına karşı çıkış sebeplerinin tespiti amaçlanmıştır. Yöntem olarak metinlere dayalı yapılan tahliller, bu yaklaşımın esasını kavrama ve o devirlere ait zihin dünyasının tanınmasına da katkıda bulunacaktır.Item Mısırlı mütefekkir Ahmed Emîn’in hadis anlayışının tespiti ve değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-04-14) Öz, Betül; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0001-7739-9732Batı kültürünün etkilerinin hissedildiği bir ortamda hayatını geçiren Ahmed Emîn küçük yaşlardan itibaren ilme ilgi duymuştur. Bu vesileyle yaşamının ilerleyen dönemlerinde hem öğrenci hem öğretici olarak yaptığı araştırmalar neticesinde ardında önemli ilmî eserler bırakmıştır. Medeniyet tarihçisi olarak tanınmasının yanı sıra o, edebî kişiliği ile de bilinmektedir. Yaptığı çalışmaların en zengini olan İslâm tarihi ve medeniyeti üzerine kaleme aldığı Fecru’l-İslâm, Ḍuḥa’l-İslâm ve Ẓuhru’l-İslâm adlı eserlerinde İslâmi ilimler hakkında geniş bilgi- lere yer vermiştir. Bu eserler İslâm tarihi konularında başvuru kaynağı olmasının yanı sıra, diğer ilimler hakkında da bilgiler içermesi bakımından önemli bir seri olarak bilinmektedir. Bahsi geçen eserlerin hadis ilmine dair bölümlerinde temel hadis bilgileri, hadis tarihi, hadis uydurmacılığı ve hadis tenkidi konularına detaylı bir şekilde yer verilmiş ve bazı tenkitlerde bulunulmuştur. Bu çalışmada Ahmed Emîn’in hadis ilmine dair verdiği bilgiler değerlendirile- rek yer yer kendisine tenkitlerde bulunulmakta ve eleştirdiği bazı hususlara da izahlar getirilmektedir. Netice itibariyle bu tenkitler incelendiğinde yazarın bazı müsteşriklerin etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır.Item Zeydî fıkhında mezhep görüşünün oluşumunda Zeyd b. Ali’nin etkisi: Namazın kılınış şekli örneği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-05-09) Gündüz, Eren; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0003-0880-5623Bir fıkıh mezhebi olarak Zeydiyye hakkında da bilgi veren genel nitelikli bazı çağdaş yayınlarda Zeyd b. Ali’den (öl. 122/740) mezhebin kurucu imamı, ona nispet edilen el-Mecmûʿu’lfıḳhî’den de mezhebin en önemli kaynağı olarak söz edilmektedir. Buna karşın son zamanlarda yapılan Zeydiyye konulu müstakil çalışmalar, mezhebin Sünnî fıkıh mezhepleri gibi doktriner bir yapıya kavuştuğu müteaḫḫirûn dönem Zeydî literatüründe Zeyd b. Ali’nin hukuk doktrinine bağlılık anlamı içermeyen yaygın bir Zeydîlik anlayışının varlığını fark etmemizi sağlamıştır. Bu iki bakış arasındaki zıtlıktan yola çıkan çalışmamızda Zeydî fürû-i fıkıh literatürü açısından Zeyd b. Ali’nin hangi konumda görüldüğünü anlamak için onun Zeydî mezhep görüşünün oluşumundaki etkisinin açığa çıkarılması hedeflenmiştir. Yöntem olarak onun fıkhî görüşleri ile Zeydiyye’nin en güvenilir fıkıh metinlerinden Kitâbu’l-Ezhâr’daki müftâbih görüşler arasındaki farklılıklar mezhebin oluşum sürecindeki önemli fakihlerden el-Müeyyed-Billâh’ın (öl. 411/1020) Şerḥu’t-Tecrîd’i üzerinden yorumlanmıştır. Örneklem olarak istiftâḥ duasının zamanı, iftitâḥ tekbirinde ve kıraat sırasında ellerin durumu ve kunut dualarının okunuşu gibi namazın kılınış şeklinde öne çıkan ve her Müslümanın tanık olduğu ihtilaflı fıkhî meseleler incelenmiştir.Item Türkiye’de spiritüel arayışlar deizm, yoga, budizm, meditasyon, reiki vb. - Kitap değerlendirmesi -(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-05-10) Yılmaz, Hatice ZişanTürkiye’de son on yılda spritüel arayışlarda gözle görünür bir patlama yaşanmaktadır. Özellikle büyük şehirlerin orta üst sınıf mahallelerinde çoğalmaya başlayan yoga-meditasyon stüdyoları, bunun en belirgin göstergesidir. Reiki, tanra, şifacılık, şamanlık, bioenerji, alternatif tıp ve astroloji gibi alternatif inançlar da ilgi duyulan spritüel pratikler arasındadır. Esere konu olan araştırmanın sonuçları özellikle yüksek eğitimli, orta-üst gelir grubuna mensup, profesyonel meslek sahibi genç ve orta yaşlı kadınlar arasında yoga ve meditasyona yönelik ilginin son derece yoğun olduğunu göstermektedir. Spritüel hareketler geleneksel dindarlığın etkisi ile kıyaslandığında toplumun az bir kesimini kapsıyor ve genellikle orta-üst sınıftan eğitimli insanlarla sınırlı kalıyorsa da gitgide popülerleşmekte ve kitleselleşmektedir. İnsanlar neden bu inanç ve pratiklere ilgi duyuyor? Bu eser özel olarak bu meseleye odaklanmakta; büyük çoğunluğu Müslüman bir ülkede geleneksel dini pratiklerden ziyade kişisel deneyimi öne çıkaran bu tür arayışlara dönük ilgiyi anlamayı amaçlamaktadır.Item İsmâilîlik’te nefsânî diriliş ve tenasüh inancı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-05-16) Tığlı, Asiye; İlahiyat Fakültesi; Temel İslam Bilimleri Bölümü; 0000-0003-3693-692XNeoplatonik felsefenin ve İslam filozoflarının da etkisiyle İsmâilîler, Müslüman çoğunluktan farklı olarak ölümden sonra bedenin toprağa karışacağı, nefsin ise olgunlaşarak aslî mekânı olan ulvî aleme döneceği konusunda ittifak etmişlerdir. Bu anlayışa göre nefsin tekâmül süreci, maddeden uzaklaşma ve dolayısıyla da en mukaddes olana (Külli Akıl) yaklaşma ile paralel olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle kurtuluş, nefsleri dünyevi ve uhrevi mutluluğa erdirecek batınî bilgiyi uhdelerinde bulunduran nâtıkları ve imamları tanıyıp, onlara tabi olmaya bağlanmıştır. Zira insanın kendi devrindeki imamı tanıması onun ulvî alemle kuracağı bağı ifade etmektedir. Bu bağlamda ceza ya da cehennem de imamlardan öğrenilen bu batıni bilgiyi reddetme yahut görmezden gelmenin bir sonucudur. Bu sebeple, Külli Akıl’dan taşan batınî bilgiden uzak kalan ruhlar, gerek dünyada gerekse Büyük Kıya- met’ten sonra mânevî alemde, gerçek ilmi zevki tadamamanın acısını yaşayacaklardır. Bunlara Allah’a ve peygambere inanan zahir ehli de dahildir. Bu cezanın yeri, keyfiyeti ve ebedi olup olmadığı meseleleri ise muğlaktır. İsmâilîler’in tenasüh inancına sahip bir fırka olarak görülmelerine neden olan etmenlerin başında, Gazzâlî, İbn Haldûn ve Bîrûnî gibi kendilerine muhalif olan Müslüman yazarların bu yöndeki ifadeleri olduğunu söylemek mümkündür. Binaenaleyh makalede, İsmâilî öğretinin mimarları sayılabilecek Sicistânî, Hamîdüddîn el- Kirmânî, Nâsır-ı Hüsrev ve Nasîrüddîn et-Tûsî’nin bu konulardaki fikirleri ele alınmış; iddia edildiği gibi bir tenasüh inancına sahip olup olmadıkları sorgulanmıştır. Söz konusu isimlerin eserlerinde, tenasüh inancını kabul etmediklerine dair açık ifadeler bulunmakla birlikte, yeniden dirilmenin (baʿs̱) Kıyamet’ten sonra değil de bu dünyada gerçekleşmesi, dünyanın bir tür cehenneme benzetilmesi ve saf olmayan ruhların nihaî sonları hakkındaki belirsizlik tenasühün reddiyle ilgili ifadelerini tartışmalı kılmaktadır.Item Bursa’da Ehl-i Fesâd suhte tâifesinin kurbanı bir seyyid: Emir Gazi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-05-28) Maydaer, Saadet; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü; 0000-0001-8222-7740Osmanlı Devleti’nin en parlak dönemi olarak bilinen XVI. asır, içte ve dışta elde edilen başarıların yanı sıra suhte ve levend tâifesi gibi bazı kesimlerden kaynaklanan birtakım huzursuzlukların da varlığına sahne olmuştur. Özellikle Anadolu’nun iç ve batısında etkili olan suhte olayları Bursa’da huzursuzluk yaratmıştır. Bu tür olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için merkezden gönderilen emirlerle medreselerdeki talebelerden kefil talep edilmiş ve suhtelerin silahla gezmeleri yasaklanmıştır. Alınan tüm önlemlere rağmen birtakım olumsuzluklar yaşanabilmiştir. Suhtelerin bu dönemde organize bir şekilde evini basarak mal ve parasını çalıp, öldürdükleri kişilerden biri de Emir Gazi’dir. Tebriz’den Yavuz Sultan Selim’le birlikte gelen aileler arasında yer alan Emir Gazi, seyyid unvanına sahiptir. Bursa’da selâtîn vakıfları tevliyeti gibi önemli vazifeler yürütmüş, toplum nazarında saygın bir konum elde etmiştir. Yine kendisi gibi Tebriz’den gelmiş olan Yavuz Sultan Selim’in nedimi Hasan Can’la da yakınlığı bulunmaktadır. Emir Gazi’nin kâtilleri kısa sürede tespit edilip başka bir şehirde yakalanmıştır. Bundan sonra uzun bir davalar silsilesi ve merkezle yazışma süreci yaşanmıştır. Söz konusu kayıtlar, fâillerin hepsinin olay yerinden ustalıkla kaçtığı hallerde bile Osmanlı yargı sürecinin ne kadar hızlı işletilebildiğini gösterebilmesi açısından oldukça anlamlıdır.Item Memlûk sultanlık anlayışı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-02) Levanoni, Amalia; Ötenkaya, YusufMısır ve Suriye’deki yönetimleri sırasında (1250-1517) Memlûklar, veraset kuralları ve hükümdarın güç dayanağını içeren hususlarda sultanlığa yönelik tutumlarında bir belirsizlik gösterdiler. Bu belirsizlik, Memlûk Tarihi üzerine yapılan ilmî çalışmalarda Memlûk Devleti’nin mahiyeti hususunda çeşitli fikirlere neden olmuştur. Genellikle veraset ilkesinin Memlûk Devleti’nde farklı derecelerde benimsendiği ancak bunun Bahrî dönemi esnasında zayıf olduğu, Çerkes dönemi esnasında ise tamamen terk edildiği ima edilmiştir. Bununla birlikte Memlûklar’ın veliahtlık sistemi kurmak istedikleri ifade edilmiş ancak bunun memlûk sistemi ile çatışması neticesinde çoğu defa akamete uğradığı belirtilmiştir. Bu çalışmada Memlûk Devleti’nde zaman zaman hanedanlık sistemi eğilimlerinin olduğuna işaret edilmekle birlikte, çoğunlukla veliahtlığın bir sistem olarak tatbik edilmediği, Memlûk sultanlarının mutlak bir hükümdardan ziyade seçkin emîrler yanında “eşitler arasında birinci” mesabesinde kaldığı vurgulanacaktır. Bu çalışmada sınırlı bir tarih aralığından ziyade, genel olarak Memlûk Devleti’nde nasıl bir sultanlık anlayışının benimsendiği tarihsel örnekler yoluyla gösterilerek genel bir çıkarım yapılmaya çalışılacaktır.Item Anadolu’daki nakşî şairlerin Mes̱nevî’ye ilgisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-02) Yiğiterol, Ömer Faruk; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü; 0000-0001-5811-5116Anadolu’nun tasavvufî hayatına en fazla etkisi olduğu düşünülen yollardan biri olan Nakşibendîlik ve Mevlevîliğin piri Mevlânâ’nın Mes̱nevî isimli şaheseri, bu çalışmayla ortak bir paydada buluşturulmuştur. 15. yüzyılda Anadolu’ya Nakşîliği getiren Abdullah İlâhî’yle halifeleri Emîr Buhârî ve Âbid Çelebi’nin başlangıçta Mes̱nevî’ye olan ilgi ve alakaları bilinmektedir. Yine aynı yüzyılda bu ilgi ve alaka, şair Sürûrî’yle birlikte edebî yakınlaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu ilişki, sonraki yüzyıllarda da kesilmeden devam etmiş ve günümüze dek ulaşmıştır. Bu makalede, özellikle şair olan Nakşîlerin Mes̱nevî’ye ilgisi irdelenmek istenmiş; şiiri olmayan müellif Nakşîler ve edip olmayan Nakşî şahsiyetler, muhtevaya dâhil edilmemiştir. Çalışmada öncelikle, Mes̱nevî’nin kültür ve ilim hayatımızdaki yeri ve önemi, Mes̱nevî’ye olan ilgi ve Mesnevîhanlık müessesesinden bahsedilmiştir. Sonra, Nakşîlerin hangi sebeplerle Mes̱nevî’yle yakınlık kurduğu ya da kurmuş olabileceği belirtilmiş, ardından Mes̱nevî’yle alakası tespit edilen 12 Nakşî şairin hayatı hakkında kısaca bilgiler verilip Mes̱nevî’yle olan ilişkilerinden söz edilmeye çalışılmıştır. Son kısımda da Nakşî şairler ile Mes̱nevî ilişkisindeki tarafların birbirlerine etkilerinden söz edilmiş; Nakşî şairler ile Mes̱nevî arasındaki ilişkiye dair tespitler sunulmuştur. Ayrıca bu makalenin, tasavvuf tarihi araştırmalarının konularından olan tarikatlar arasındaki ilişkilere, kaynaklık ve örneklik edeceği düşünülmektedir.Item Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin güfte mecmuası(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-09) Kaygısız, Ömer Faruk; İlahiyat Fakültesi; 0000-0001-9011-595XGüfte mecmuası genellikle makam, usul ve bestekâr bilgilerini içeren ve hânendelerin mûsikî meclislerinde şarkıları unutmamak ya da bakıp hemen hatırlamak maksadıyla güfteleri yazdıkları defterlerdir. Bu mecmualar şiir ve mûsikî birlikteliğini arz etmesi açısından önemlidir. Ayrıca dönemin sanat zevkini yansıtması dolayısıyla kültür tarihimizde önemli bir konuma sahiptir. Bu çalışmada Kazasker Mustafa İzzet Efendi (ö. 1876) kendisine ait güfte mecmuası dolayısıyla konu edilmiştir. Çalışmanın amacı ise güfte mecmualarının edebî hüviyeti hakkında bilgi vermek ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin güfte mecmuasını tespit etmektir. 19. asırda yaşayan Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Osmanlı devletinde önemli görevlerde bulunmasının yanı sıra sarayda mûsikî meclislerine katılmış bir sanatkârdır. Onun Osmanlı sara- yında mûsikî meclislerine katılması kendisinin tertip etmiş olduğu güfte mecmuasının öne- mini arttırmaktadır. Araştırmamızda nitel araştırma yöntemlerinden kaynak tarama yöntemi kullanılarak ilgili güfte mecmuasının Kazasker Efendi’ye ait olduğu ortaya konmuştur. Mec- muanın içerisinde 312 şiir tespit edilmiştir. Bu şiirlerin mahlas mısralarından hareketle 31 şaire rastlanılmıştır. Burada geçen İzzet mahlaslı şairin Kazasker Efendi olduğu iddiası yapılan incelemelerden sonra zayıflamıştır. Mecmuanın 83b varağında yer alan İzzet mahlasına sahip bir şiirin Hazineli Sâgır İzzet Bey’e ait olduğu ortaya konulmuştur. Çalışmada ayrıca güfte mecmularının hem edebiyat araştırmacıları hem de mûsikî tarihçileri açısından önemi gösterilmiştir.