1982 Cilt 1 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18596
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Denetçi bağımsızlığının kuvvetlendirilmesi üzerine iki öneri(Bursa Üniversitesi, 1982) Stettler, Howard F.; Dirimtekin, TuğrulDenetçinin bağımsızlığı üçüncü kişilerin güvenilir finansal bilgiler almak istemeleri sonucu önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı, denetçinin bağımsızlığının meslek için yegane konu olduğunu vurgulamak ve bağımsızlığın kuvvetlendirilmesi üzerinde açık görüşlerin neler olduğunu ortaya koymaktır. Denetçinin bağımsızlığı konusu ilk olarak 1933 yılında ve 1934 yılında Federal Güvenlik Yasası'nda mevcut bir hükümle ele alınmıştır. Önceleri gelişigüzel üzerinde durulmuşsa da sonraları bu konunun denetim uygulamaları ile de ortaya çıkan önemi göstermiştir ki; bağımsızlık, yönetim kadrosu, yöneticiler ve finansal grupların hakları açısından çok önemlidir. Yönetim, hileler ve muhasebe hataları, amirler ise daha çok yasal kar payı ödemelerinin yapılabilmesi için gerekli fonun sağlanması ile ilgilenirler. Kamuoyuna iletilen genellikle kurumların karlarına ilişkin kayıtlar ile hisse senetleri ve tahvillerin fiyatlarını gösteren belgeler olmaktadır. Kurum yöneticileri bazen kar paylarını sermayeye ilave etmek durumunda kalabilirler. Böylece, kar ve zarar hesabının doğru olarak saptanması ve sonucun sermayeye ilave edilmesi gerekli olsa bile kann ancak belirli bir kısmı sermayeye·ilave edilebilir ve yasal olarak dağıtılması gereken kısım ortaklara dağılır. Bu hesaplamaların doğru olarak yapılıp yapılmadığının araştırılması ve ortaklar aleyhine bir durumun olmaması için denetçiler tarafından bu konunun incelenmesi oldukça yaygındır. 1890 larda işletmelerin birleşmeleri olgusu denetimi içe dönük olarak kullanma eğilimini yaratmıştır. Kurumların birleşmeleri sırasında bilançoların denetlenmesi ve gerekli verilerin sağlanması, çoğu zaman kurum sahiplerinin menfaatlerine uygun biçimde yapılmıştır. Bağımsızlık hakkı ve denetçinin hakları gözönüne pek alınmamış ve işletmelerin menfaatleri ve itibarı finansal gruplar karşısında daha ön planda tutulmuştur. 1933 yıllarında her ne kadar temettü kayıtlarına aş'ırı önem verilmişse de, bazı ileriyi görebilen işletmeler kısaltılmış bilançolar yanında kan veren, kar ve zarar hesabına da yer vererek ek finansal bilgi vermeyi uygun bulmuşlardır. Bu bilgiler her zaman denetlenmiş değildirler. Ancak, bankerlerin de bulunduğu bazı kredi görüşmelerinde denetlenmiş bilançoların sunulması istenmiştir. Bu gelişmelerle beraber genel kabul görmüş muhasebe prensipleri açıklanmış ve Serbest Muhasebe Uzmanlarının önemli fonksiyonu olan onay yetkisi kendilerine verilmiştir. Ocak 1933 kararları onay yetkisi bakımından yol gösterici olmuş ve daha sonra 1 Temmuz 1933'te New York Menkul Kıymetler Borsasının yaptığı bir açıklama ile borsa listelerinde işletmelerin yer alabilmesi ancak finansal tablolarının denetlenmiş olması şartı ile mümkün olabileceği karar altına alınmıştır. 1932'de Fortune adlı bir dergide yer alan bir makalede, New York Menkul Kıymetler Borsası'na kayıtlı kurumların sadece üçte ikisinin de netlenmiş olduğu ileri sürülmektedir. Şüphesiz, bu girişimler halka açık kurumların devlet lehine güvenilir bilgiler sunmasını sağlamıştır. 1933'de Federal Güvenlik Yasası' nda devlet menfaatleri en yüksek düzeyde tutulacaktır hükmü yer almıştır. Böylece, yatırımcının menfaatleri de açıkça korunmuş olmaktadır.Item Perakendeci politikaları: Seçim ve uygulamaları(Bursa Üniversitesi, 1982) Johnson, Robert H.; Ceylan, AliPerakendeci bir işletmeyi kurmak ve çalıştırmak karmaşık bir işlemdir. Çünkü çok ve türlü işlemlerin koordinasyonu özel bilgi ve beceri ister. Yeni bir perakendeci işyerini satışa hazır duruma getirmeden önce, iyi bir konumluk yerini, ne tür bir perakende iş yapacağını, araç ve mobilyaların tür ve miktarını, işyerinin hukuki şekli ve en iyi satış yöntemi gibi birçok faktörleri düşünmelidir. Bundan sonra, pazarı analiz ederek gelecekteki müşterilerinin nerede yerleştiklerini ve kimler olduğunu bulmalıdır. Ayrıca girişimci, müşterilerin hangi mal ve hizmetleri, ne zaman, nerede ve nasıl almak istediklerini öğrenmelidir.Item Can sıkıntısı ve tekdüzelik (Psikolojik çalışma koşulları)(Bursa Üniversitesi, 1982) Schultz, Duane; Denizli, GülgünÇalışmanın iki ana sonucu olan can sıkıntısı ve tekdüzelik psikolojik çalışma ortamının önemli unsurlarıdır.Item Atatürk ilkelerinden : Laiklik(Bursa Üniversitesi, 1982) Binatlı, Yusuf ZiyaTürk inkılabının rejimle ilgili evresi, saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihinde başlar. Bunu Cumhuriyetin ilanı ile Halifeliğin, Şer'iye ve Evkaf Vekaletlerinin kaldırılması; tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması hareketleri izler. Sosyal içerikli devrimlerin ilki şapka ve kıyafet devrimi, ikincisi Medeni Kanunun kabulüdür. (17 Şubat 1926). Sosyal içerikli devrimlerin üçüncüsü Harf devrimidir. Kuşkusuz sosyal içerikli devrimler arasında kadın haklarının tanınmasını, metrik sistemin kabulünü, öğretim eğitimdeki yenilikleri, Soyadı Yasasını saymamız gerekir. Bugün ne rejimle ilgili ne de sosyal içerikli inkılaplar güncel konuludur. Bütün bu devrimler hemen hemen gerçekleştirdikleri tarihte milletçe anlaşılmış ve sindirilmiştir. Bugün artık Türk milletini padişahlığın, halifeliğin, şer'iye vekaletinin, tekke ve türbelerin faydasızlığına inandırmaya eski yıllara oranla fazlaca gerek duyulmamaktadır. Türk inkılaplarının yanı sıra Atatürk ilkelerinin de milletçe benimsendiğini görmekteyiz. Ancak bu ilkeler içinde biri iyice anlaşılamamış ya da anlatılamamış olduğundan ötürü güncelliğini korumakta ve biteviye anlatımı sürdürülmektedir. Bu ilke "Laiklik" tir. Aslında anlatımı sürdürülen laiklik de değildir, laikliğin dinsizlik olup olmadığıdır. Yurdumuzda bu konu üzerinde yapılan konuşmaların ve tartışmaların asırlık merkezini laikliğin dinsizlik olup olmadığı oluşturmaktadır. Bunun sebebi, bu ilkenin anlaşılmasının güçlüğünden değil , "Laik" kelimesinin sözlük anlamından gelmektedir.Item Pazarlama faaliyetlerinin gelişme seyri ve kapsamı(Bursa Üniversitesi, 1982) Akçay, OkanPazarlama, malların ve hizmetlerin üreticiden tüketiciye akışına yön veren faaliyetlerin tümüdür. Fakat bu faaliyetlerin gelişme seyri hemen aniden olmamış, bir evrim sonucu ortaya çıkmıştır. Çalışmamızın birinci kısmında bu evrimin nasıl olduğu anlatılacak klasik ve modern pazarlama anlayışlarına yer verilecektir. Pazarlama gelişmiş, gelişen ve az gelişmiş ülkelerde kapsam olarak değişiklik göstermemekle beraber, değişen ekonomik, sosyal ve kültürel ortama göre içeriğini genişletmiştir. Bugün tüketici gereksinimlerinin doygunluk sağlamasına yardım eden pazarlama, konuya örgütsel ve toplumsal açıdan bakmaya başlamıştır. Ülke kalkınmasına yardım etmek ve aynı zamanda kıt kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak tüketici gereksinimlerinin nasıl doygunluk kazanacağını anlatmaya çalışmaktadır. Ayrıca tüketiciyi koruma yollarını göstererek işletmelerin daha sıhhatli, yararlı ve çevreyi kirletmeden mal ve hizmet üretmesini etkileyerek onların uzun dönemde kar elde etmelerini sağlamaktadır.Item Otomasyonun doğurduğu sorunlar(Bursa Üniversitesi, 1982) Sabuncuoğlu, ZeyyatOtomasyon ya da otomatizasyon son yıllarda gündemde olan bir konudur. Bu olaya karşı adeta bir "Toplu Psikoz" oluştuğu izlenmektedir. Günümüze kadar özellikle Fransız işletmelerinde otomasyonun boyutları henüz çok önemli bir nitelik kazanmış değildir. Yaklaşık olarak çalışan kesimin ancak yüzde onbeşi otomatik makinaların çalışma ya da gözetiminde görev almaktadır. Bununla birlikte yakın ya da uzak gelecekte bu tekniğin genelleşeceği ve bir takım sorunlar doğuracağı söylenebilir. Öte yandan, otomasyona bağlı olmayan bazı modern tekniklerde benzer sorunlar yaratabilir.Item İleri düzeyde okuma öğretimi : Yöntemler ve işlemler(Bursa Üniversitesi, 1982) Morris, William E.; Dönmez, Şevket"Konuşmadan önce dinleme, okumadan önce konuşma, yazmadan önce okuma’’. Bu tanım Moulton'un 1940-1950 yılları arasında dil öğretimi konusunda yaptığı mükemmel araştırmada belirttiği gibi, dilde ayırımın noktalandığı 1941'lerden bu yana Amerika'da Çağdaş Dil öğretimine üstünlük kazandırmıştır. O zamandan bu yana dilbilimciler özellikle birbirine benzemeyen diller üzerinde analizler yaparak çalışmaktadır ve Moulton'un belirttiği gibi ders araç ve gereçleri "Günümüzün Dil Öğretimi Sloganları" dediği dilbilim ilkeleri ışığı altında hazırlanmaktadır. "Dil öğretiminde soyut kavramlar değil dilin kendisi öğretilmelidir." Böylece sözlü yaklaşım veya işitsel dil metodu yetişkin öğrencilerle başlamıştır. Açıkça görüldüğü gibi, önem, konuşma dili üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Dil Bilimcilerin Dil öğretiminde Dilbilim İlkelerini tanıttıkları zamanın etkin yayınları şunlardı: "Outline Guide to Practical Study of Foreign Languages (1942) L.Bloomfield. Teaching and Learning English as a Foreign Language (1945) C. C. Fries. Learning a Foreign Language (1950) E. A. Nida. Language Teaching: A Guide for Teachers of Foreign Languages (1953) E. T. Gornelius. Şüphesiz sözlü dil kaynaklarının etkisi, 19. yüzyılda Avrupa'da ve diğer ülkelerde fonetik metodun uygulandığı 1941 yılları öncesinde bile görülmekteydi ve sonuç olarak direkt metoda dönüşmesine neden oldu. Fakat direkt metodun Amerika'daki başarısı oldukça sınırlı kaldı ve 1930'larda okullarda daha çok okuyarak çevirme ve dilbilgisi kurallarını ezberlemeye yönelik çalışmalara önem veriliyordu. Bununla beraber direkt metod yoğun dil öğretimi programlarını etkiledi. Direkt metodun etkisi direkt yapısal sözlü yaklaşım metodunun tanımlanmasında yansır.Item Endüstriel yorgunluk ve çalışma mutluluğu(Bursa Üniversitesi, 1982) Sabuncuoğlu, ZeyyatEndüstri devriminden bu yana özellikle makinalaşma ve onun doğal uzantısı sayılan otomasyon sürecinin üretimde nicelik ve nitelik yönünden önemli artışlar sağladığı tartışma götürmeyecek kadar açık ve kesin bir gerçektir. Ne varki bu gelişmenin toplumlara aynı ölçüde çalışma mutluluğu getirdiği son derece kuşkuyla karşılanan ve tartışılması gereken güncel konulardan birini oluşturur. Bu sorunu, bazılarının ileri sürdüğü gibi sadece gelişmiş ülkelere özgü bir konu olarak nitelemek yersiz ve tutarsız bir görüştür. Sanayileşme sürecine girmiş her ülke sanayileşmenin doğasında var olan her sorunu bütünüyle göğüslemek zorundadır. İşte bu sorunlar demeti içinde ilgi çeken konulardan biri sanayileşmenin çalışan kesim üzerinde yarattığı fiziksel ve ruhsal yorgunluktur. Konunun ülkemiz açısından önemi küçümsenemez. Türk sanayisinin kazandığı gelişim artık çiçeği burnunda olmaktan çıktığına göre, endüstriel sorunlar içinde yer a!an çalışan kesimin psikolojik mutluluğu ya da mutsuzluğu ve bunu doğuran nedenlerin araştırılmasının geciken bir girişim olduğu kanısındayız. Böyle bir çalışmanın ekonomik ve sosyal yararı yanında , insancıl bir görev olduğu da unutulmamalıdır. Ehdüstriel yorgunluk kavram olarak, çalışan kesimin ağır çalışma koşullarına , işin gereklerine ya da günün büyük bölümünü birlikte geçirdiği çalışma grubuna gerektiği gibi uyarlanamamasından doğan fiziksel ve ruhsal sıkıntılar ya da açmazlar olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle, işlerle bunları yapan kişiler arasında görülen dengesizlik ve uyumsuzluktan doğan çelişkilerin görüntüsüdür. Endüstriel yorgunluğa yol açan çelişkileri ve çalışma mutluluğu üzerindeki etkilerini ayrıntılara inmeksizin özetlemeye çalışacağız.Item İdeal haberleşme sistemi(Bursa Üniversitesi, 1982) Rockart, John F.; Boyacı, CemilBu güne dek, haberleşme sistemleri, yönetim kitaplarının yayınlarını yapanların satışlarını arttırmış ve buna karşın işletmeler bundan gereği gibi yararlanamamışlardır. Formal haberleşme sistemleri, yönetim kontrolu ve uzmanlaşmış gazetecilik arasında tereddüt ederken, gereksiz ve çok fazla denecek kadar bilgiyi işletme yöneticisine sağlıyordu. Resmi haberleşme sistemleri, kendi açılarından eksik bilgi veriyorlar ve işletme yöneticisinin rahatlıkla elde edebileceği eldeki faydalı bilgileri yararlanılması gereken şekilde kullanmıyorlar. Bütün yöneticilerin hayal ettikleri haberleşme sistemi herşeyi ile tam ve öz olandır. İşletmenin çalışma şeklinden ve stratejisinden hareket etmek koşulu ile başarının anahtarı faktörlerini ortaya çıkarmak ve bundan bilgiler toplamak mümkündür.Item Kurumlar Vergisi Kanununda yapılan son değişiklikler ve sermaye şirketlerinde kar dağıtımı: (5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanununda 2362 ve 2573 Sayılı Yasa ile son yapılan değişiklikler)(Bursa Üniversitesi, 1982) Dirimtekin, TuğrulBilindiği gibi Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 1 nci maddesinde, hangi kurumlann kazançlarının bu kanuna tabi olacağı belirtilmektedir. 2362 sayılı yasa ile kurumlar vergisine tabi kurumlar aşağıdaki biçimde sıralanmıştır : 1) Sermaye Şirketleri 2) Kooperatifler 3) İktisadi Kamu Müesseseleri 4) Dernek, Sendika, Cemaat ve Vakıflara ait İktisadi İşletmeler Sıralamada görüldüğü gibi "Koperatif Şirketler" yerini "Kooperatifler" sözcüğüne terketmiştir. Ayrıca sendikaların da dernek hükmünde sayılacağı açıkça ortaya konmuştur.Item Gelişmiş ülkelerde ve Türkiye'de sermaye piyasasının düzenlenmesinde devletin rolü(Bursa Üniversitesi, 1982) Tokol, TuncerSermaye piyasasında büyük bir hızla el değiştiren milyarlarca lira tutarındaki para, hiç şüphesiz ki, kötü niyetli kişileri yatırımcıları eksik veya yanıltıcı bilgilerle aldatma ve borsada fiyat suistimali yapma gibi fırsatlardan yararlanmaya yöneltebilir. Eğer aldatma ve fiyat suistimali sermaye piyasalarında yaygın bir uygulama gösteriyorsa, tasarruf sahipleri menkul kıymetlere para yatırmaya isteksiz olacaklar, bunun yerine tasarruflarını ellerinde tutmayı veya başka yerlere yatırmayı tercih edeceklerdir. Bu fonlar işletmelerin yeni ve genişleyen faaliyetlerini finanse etmeye yönelmediği müddetçe de, ülke ekonomisinde durgunlaşma eğilimi görülecektir. Onun için, devlet, sermaye piyasası üyelerince yapılması olası dürüst olmayan uygulamalara karşı yatırımcıyı korumak amacıyla sermaye piyasasını denetlemek zorundadır. Çünkü, unutulmamalıdır ki, işlemlerde dürüstlük bu piyasanın vazgeçilmez öğesidir.Item Türkiye i̇pek üreti̇minde organizasyon sorunları(Bursa Üniversitesi, 1982) Onal, GüngörItem Doğrusal programlama ve üretim teorisi(Bursa Üniversitesi, 1982) Baumol, William J.; Tanrısever, Adil UğurDoğrusal programlamanın geometrik tanımlanmasında sadece bir tip şekil kullanılır. Bahsi geçen şeklin eksenleri girdi miktarını değil, çıktı miktarlarını ölçmekte kullanılır. Daha genel söylersek, şekil araçlardan çok sonuçlarla ilgilidir. Şekillerdeki herhangi bir nokta probleme muhtemel bir çözüm olan çıktılar (veya yöntemler) kombinasyonunu temsil eder. Girdiler, sadece sınır hatları biçiminde görünür. Bu sınır çizgileri eldeki kısıtlı girdilerin çıktı miktarını belirleyen ölçüleri verir. Standart üretim teorisinin şekilleriyle kolay bir karşılaştırma yapabilmek için, doğrusal programlama problemini farklı bir şekilde aktarmak gerekecektir. Bu şekilde girdi miktarları eksenlerle, çıktılar ise eşürün eğrileriyle gösterilir. Bu yeni şekillerde de, girdi gereksinimleri tanımlamanın odak noktasını oluşturacaktır.Item Türkiye'de sermaye piyasasının tarihsel gelişimi(Bursa Üniversitesi, 1982) Edizdoğan, NihatSermaye piyasası, hisse senedi, tahvil ve pazarlanabilir varlıkların alınıp satıldığı yerdir¹. Bir başka tanıma göre sermaye piyasası uzun vadeli borç ve öz sermayenin karşılandığı yerdir². Bilindiği gibi uzun vadeli borç tahviller, uzun vadeli özsermaye ise hisse senetleri aracılığı ile sağlanır. Uzun vadeli fonlara, sınai işletmelerin genişletilmesi, modernleştirilmesi gibi çalışmalar sırasında gereksinim duyulur. Anonim şirketler gereksinim duydukları uzun vadeli fonları hisse senedi ve tahviller aracılığı ile sermaye piyasasından sağlarlar. Bu bakımdan sermaye piyasası sermaye birikimine ve tasarrufların yatırımlara akmasına aracılık eder. Küçük tasarruf sahibi riski az ve istenildiği an geri alabileceği kısa vadeli alanlara yatırımı tercih eder. Öte yandan yatırımcılar ise geliri az, uzun vadeli fonlar bulmak eğilirnindedirler. İyi örgütlenmiş bir sermaye piyasası özellikle bu tür birbirine karşıt olan yatırım olanaklarının gerçekleştirilmesini sağlayabilir³. Çünkü kısa vadeli fonların uzun vadeli fonlara dönüştürülmesi sermaye piyasasında menkul kıymetlerin alım satımı ile olur. Yatırımcılar menkul kıymet ihracı yolu ile uzun vadeli fonlar sağlayabilirler. Tasarruflarını menkul kıymetlere yatıranlar ise paraya çevirebilirler. Bu şekilde aynı kaynak yatırımcı için uzun vadeli, tasarruf sahibi için ise kısa vadeli bir özellik kazanır. Böylece yatırımcı uzun dönemli yatırımı için belirli bir sürede ve belirli bir program içinde ödenecek kaynağı elde etmiş olur. . Sermaye piyasası aracılığı ile uzun vadeli fon gereksinimlerini karşılayan işletmeler zorunlu olarak halka açık⁴ bir özellik gösterirler⁵. Sermaye piyasası uzun vadeli yatırım ve finansman faaliyetleri ile bu faaliyetleri yürüten mali aracı kuruluşları içerir. Sermaye piyasasının ortaya çıkışı yasal düzenlemelerin sonucu değildir⁶. Nitekim Türkiye'de de sermaye piyasası yasası çıkmadan önce, sermaye piyasası oluşmuştur . Ancak memleketimizde sermaye piyasasının kendiliğinden gelişip oluşması, bu olguya yasal bir yaklaşım yapılmamış olmasından ileri gelmiştir. Bu bakımdan belirli koşullarda geliştiği ve ekonomik süreç içinde, disipline edilmeden oluştuğu söylenebilir. Faaliyetleri hızla büyüyen sermaye piyasasının bir kanun ile yönlendirilmesi ise kaçınılmaz olmuştur. Çünkü çağımızın devleti, kendi ekonomik seçeneği içinde, ekonominin gerisinde kalmamak, ekonomik gelişimleri halkın yararına ve yasalaştırarak zamanında yönlendirmek ve disipline etmek zorundadır. Son yıllarda sermaye piyasasındaki büyük gelişmeler öncelikle küçük tasarruf sahiplerinin milyarlara varan yatırımlarının yasal bir güvence altında değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır. 28.7.1981 tarihinde kabul edilip 30.7.1981 de çıkanlan 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun konu ve amacının bunu yansıtacak şekilde; "tasarrufların menkul kıymetlere yatırılarak halkın iktisadi kalkınmaya etkin ve yaygın bir şekilde · katılmasını sağlamak amacıyla; sermaye piyasasının güven, açıklık ve kararlılık içinde çalışmasını, tasarruf sahiplerinin hak ve yararlarının korunmasını düzenlemek ve denetlemek" olduğu (Madde: 1) de ifade edilmiştir. Yazımızda, Türkiye'de Sermaye Piyasası olgusu, Menkul Kıymet Borsası, Sermaye Piyasası ile ilgili Kanun Tasarıları, Kanun ve Tebliğler ile Kalkınma Planlarındaki seyri tarihsel açıdan ele alınacaktır.Item Sermaye piyasasında küçük tasarruf sahibinin korunması sorunu(Bursa Üniversitesi, 1982) Ceylan, AliTürkiye'de özellikle son yıllarda tartışması yapılan konuların başında sermaye piyasası gelmektedir. Enflasyon hızının yüksek oranlarda seyretmesi sermaye piyasası tartışmasının hemen arkasından tasarruf sahibinin korunması sorununu getirmiştir. Başka bir anlatımla sermaye piyasasıyla ilgili tartışmaların özünde tasarruf sahibinin korunması sorunu yatmaktadır. Ülkemizde sermaye ve para piyasasında eskiye göre büyük bir canlılığın olduğu bir gerçektir. Hemen her gün çeşitli basın organlarının banka ve bankerlerin tasarruf sahiplerine sundukları hizmetlerden söz etmeleri de bunun bir göstergesi olabilir. Halkın büyük bir çoğunluğu bu tür reklam çalışmalarına hedef olmaktadır. Hatta bu tür reklamlar nedeniyle, gayrimenkullerini satıp pay senedi, tahvil v.b. menkul kıymetlere yatırım yapanların varlığı bilinmektedir. Özellikle 1974 yılından sonra sermaye piyasasında görülen canlılık 1981 yıllarında da devam etmektedir. Bu arada ülkemizdeki sermaye piyasası hareketlerinin genellikle ikincil tahvil piyasasında olduğunu belirtmek gerekir. Bu çalışmada şu sorulara cevap aranacaktır : Gerçekten ülkemizde sağlıklı bir sermaye piyasası gelişimi var mıdır? Başka bir deyişle, Türkiye'de sermaye piyasasının gelişmesinde çok önemli yeri olan tasarruf sahipleri korunmakta mıdır? Cevabı aranacak bir başka soru ise; eğer tasarruf sahibi korunamıyorsa, nasıl korunabileceğidir. Özetlersek, bu çalışmada iki sorunun cevabı aranmaktadır : 1- Türkiye'de sermaye piyasasında tasarruf sahibi korunmakta mıdır? 2- Küçük tasarruf sahibi nasıl korunabilir? Birinci soruya cevap ararken içinde bulunduğumuz enflasyon oranını önemli bir değişken olarak düşünmek gerekir. İşletmeler tarafından pay senedine göre çok fazla tahvil ihraç edilmesinin nedeni de buradan kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi enflasyon ortamında gerek işletmeler, gerek kişiler için borçlanma en iyi yoldur. Çünkü borcun vadesi geldiğinde ödenecek paranın satın alma gücü oldukça düşmüş olacaktır. Bu durum tasarruf sahibi için iyi olmamakla beraber parayı kullanan işletme açısından oldukça tutarlı bir yoldur. Tasarruf sahibi vadesi geldiğinde daha az para verilmesi yanında , faiz olarak yapılan ödeme de enflasyona göre yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle sermaye piyasasında ne kadar yoğun reklamlar yapılırsa yapılsın uzun vadede piyasanın gelişeceğinden umut etmek hayal olacaktır. ülke- mizde ikincil tahvil piyasasının gelişmesinin en önemli nedeni, tasarruf sahiplerini enflasyona göre korumaya çalışır görünmesidir. Başka bir anlatımla, ikincil tahvil piyasasında faaliyet gösteren bankerler tasarruf sahibine enflasyon oranına yakın faiz vermeye çalışmışlardır. Şimdi ülkemizde sermaye piyasasında faaliyet gösteren tasarruf sahiplerinin durumlarını, tahvil ve pay senedine yatırım yapanlar için ayrı ayrı inceleyelim.Item Parkinson Kanunu(Bursa Üniversitesi, 1982) Parkinson, C.Northcote; Özgüven, Bilal M.Herhangi bir iş, yapılabilmesi için ayrılan zamanı dolduracak şekilde genişler. Bu sayede işin (özellikle evrakla ilgili işlerin) zaman talebi elastiktir. Şurası aşikardır ki yapılacak bir işle o işi yapmakla görevlendirilenler arasında ya çok az veyahutta hiç bir ilişki yoktur. Yapılacak bir iş olmaması istirahat şeklinde sonuçlanmaz. Bir meşguliyetin olmaması açık bir tembellik olarak ta ortaya çıkmaz. Yapılacak bir iş, o işi yapmak için ayrılan zamana göre karmaşıklık ve önem yönünden doğru orantılı olarak genişler. Bu gerçek, amme idaresi açısından açık bir şekilde anlaşılmıştır. Ancak yaygın sonuçlarına fazla eğilen olmaz.