2011 Cilt 37 Sayı 2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18369

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 9 of 9
  • Item
    Tedaviyle ilişkili AML-M4 gelişen endometrium kanserli bir olgu
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-07-08) Çubukçu, Erdem; Kurt, Ender; Karkucak, Mutlu; Ölmez, Ömer Fatih; Deligönül, Adem; Görükmez, Orhan; Keni, Nermin; Yakut, Tahsin; Özkocaman, Vildan; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Bilim Dalı.
    Solid organ tümörlerinde alkilleyici ajanların ve topoizomerazların yaygın kullanılmaya başlanması kanser hastalarının yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak ikincil lösemi insidansını arttırmıştır. Tedavi ilişkili lösemiler tüm lösemilerin yaklaşık %10-20 sini oluşturur. Olgumuz Mart 2008 tarihinde endometrium kanseri tanısı almış olup, sisplatin-doksorubisin-radyoterapi tedavisi sonrası takiplerinde trombositopeni saptandı. Bunun üzerine yapılan kemik iliği materyali değerlendirilmesi sonucunda French American British (FAB) sınıflamasına göre AML M4 tanısı alan olgumuzun kemik iliği materyaline yapılan moleküler sitogenetik (FISH) analizinde de inv 16 pozitif olarak bulularak tanı doğrulandı. Olgumuz, kısa sürede lösemiye bağlı komplikasyonlar nedeniyle kaybedildi. Primer malignitenin tedavisi takibinde kısa süre bile olsa hematolojik durumlar dikkatli olarak incelenirse bir çok tedavi bağımlı AML saptanabilir. Sonuç olarak, tedaviyle ilişkili akut löseminin 5 ay gibi kısa sürede gelişen ve inv 16 pozitif saptanan endometrium kanserli olgumuz, literatürde nadir görülmesi sebebiyle önem taşımaktadır.
  • Item
    Elektrikli radyatöre temas sonucu oluşan yanık
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-05-17) Özgenel, Güzin Yeşim; Şimşek, Muhammed Eren; Özberk, Serhat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı.
    Tıbbi ve teknolojik ilerlemelere rağmen, yanık halen yaşamı tehdit eden ciddi bir sorundur. Yanığı oluşmadan önlemek, en ucuz ve en etkili yöntemdir. Çocuk hastalarda en sık görülen yanık nedeni haşlanmadır. Özellikle dört yaş altındaki çocuklarda görülen yanıklar, erişkinlerde karşılaşılan yanıklara oranla daha ciddi olabilmektedirler. Bu yaş grubu, tehlikeyi sezme ve gerekli önlemleri alma, kaçma gibi yetileri henüz tam gelişmediği için, tehlikelere daha açıktır. Olgumuz 22 aylık çocuk hasta olup radyatörle kanepe arasına sıkışma sonucu vücudunun değişik yerlerinde oluşan çizik tarzında I. ve II. derece toplam %5-6 yanık alanları mevcuttu. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi Yanık Ünitesi’ne yatırılarak medikal ve pansuman tedavisiyle yanık alanları iyileştirildi. Bu vaka ile basit aile eğitimleri sonucu yanıkların önlenebileceğini vurgulamak istedik.
  • Item
    Transösefagial ekokardiyografi sırasında topikal anestezi için lidokain uygulanan bir hastada gelişen methemoglobinemi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-04-26) Bayram, Murat; Özkocaman, Vildan; Yeşilbursa, Dilek; Özkalemkaş, Fahir; Ali, Rıdvan; Irmak, Gönül; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.
    Methemoglobinemi; iki değerli hemoglobin demirinin okside olup üç değerli duruma geçmesiyle oluşan bunun sonucunda da dokulara yeterli oksijen taşınamaması nedeniyle siyanoz ile karekterize olan ciddi bir hematolojik hastalıktır. Konjenital ve akkiz nedenlere bağlı olarak meydana gelebilir. Konjenital olarak methemoglobinemi; organizmadaki çeşitli indirgeyici enzimlerin eksikliğinde veya az çalışması sonucunda meydana gelebilir ve bulgular genellikle doğuştan itibaren mevcuttr. Akkiz olarak ise çeşitli oksidan ajanlara maruziyet sonrası meydana gelir ve genellikle bulgular tedavi ile düzelmektedir. Olgumuzda lidokain uygulaması sonrası methemoglobinemi gelişen durumu incelemeyi amaçladık.
  • Item
    Ependimomalarda Ki67 ekspresyonunun histopatolojik parametreler ile ilişkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-09-14) Kılıçoğlu, Mehtap Kasap; Tolunay, Şahsine; Ferik, Zarema; Elezoğlu, Bahar; Aşık, Naile; Korfalı, Ender; Bekar, Ahmet; Kocaeli, Hasan; Taşkapılıoğlu, Özgür; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroşirurji Anabilim Dalı.
    Çalışmamızın amacı, ependimal tümörlerde Ki67 proliferatif aktivite indeksi (PI)’nin yaş, cinsiyet, tümör grade’i, alt tipleri, sellülarite, pleomorfizm, nekroz, atipik endotel proliferasyonu gibi parametrelerle korelasyonunun belirlenmesidir. Çalışmaya 1997-2009 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde opere edilerek ependimoma tanısı almış toplam 58 olgu dahil edildi. Histolojik değerlendirme, H-E ve immunohistokimyasal olarak Ki67, GFAP, EMA ile boyanmış arşiv preparatlarında yapıldı. Olguların 38’i erkek (%65.51), 20’si kadın (%34.49) olup; yaşları 2-72 (ortalama 33.91±19.50) arasında değişmekteydi. Ki67 PI ölçümü ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık; Ki67 PI ile yaş arasında negatif korelasyon mevcuttu (r=-0.349; p=0.007). Olguların 3’ü (%5,2) grade 1, 45’i (%77,6) grade 2 ve 10’u (%17,2) grade 3’tü. İstatistiksel olarak Ki67 proliferatif indeksi ile grade arasında anlamlı bir ilişki mevcuttu (r=0,363;p=0,005). Ki67 PI ile sellülarite arasında korelasyon mevcutken (r=0.289; p=0.028); pleomorfizm ve nekroz ile aralarında ilişki saptanmadı (r=0.156, p=0.153). Endotel proliferasyonu, GFAP ve EMA immunohistokimyasal boyalar ile boyanma özellikleri bakımından Ki67 PI ölçümüne göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p=0.104, p=0.182 ve p=0.567). Sonuç olarak, çalışmamızda grade ve sellülarite ile Ki67 PI arasında istatistiksel olarak korelasyon saptandı.
  • Item
    Icare tonometresi ve goldmann aplanasyon tonometrelerinin klinik olarak karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-07-11) Baykara, Mehmet; Türüdü, Sevil; Zaım, Nükhet; Ağayarov, Allahyar; Özçetin, Hikmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Bu çalışmanın amacı; göziçi basıncını ölçmek için geliştirilen Icare tonometresi ve Goldmann aplanasyon tonometresinin normal gözlerde karşılaştırılmasıdır. Bu çalışma, UÜTF göz polikliniğine refraksiyon muayenesi amaçlı başvuran ve refraktif kusur dışında göz problemi olmayan toplam 32 hastanın 64 gözünü içerdi. Hastaların önce topikal anestezi kullanılmadan Icare tonometresi ile daha sonra Goldmann aplanasyon tonometri yapılarak göz tansiyonları ölçüldü. Her iki ölçüm kendi aralarında karşılaştırıldı. Bu amaçla yüzde değişim analizi, intraklas korelasyon, Pearson korelasyon analizi ve Mann-Whitney testleri ile ortalama, medyan, standart sapma değerleri ve minimummaksimum değerler hesaplandı, anlamlılık düzeyi 0,05 olarak kabul edildi. Ayrıca bütün hastalara Pentacam® cihazı ölçüm yapılarak santral kornea kalınlığı değerleri elde edildi. Bu ölçümlerde Mann Whitney testi ve Pearson korelasyon analizi ile değerlendirildi, anlamlılık düzeyi yine 0,05 olarak kabul edildi. İki metod arasındaki (Icare-Goldmann) göziçi basınç farkı sağ gözde 0 (-0,40 ile 0,82 arasında), sol gözde 0 (0,29 ile 1.00 arasında) olarak saptandı. Yüzde değişimleri bakımından İcare ve GAT ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p> 0.05) Yine Icare ile GAT arasında kuvvetli korelasyon (p<0.01, r=0,769) görüldü. Çalışmamızda; her iki teknikten elde edilen göziçi basınç değerleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Icare tonometri kullanımı kolay, ölçümü basit ve hızlı olması, topikal anestezi gerektirmemesi nedeniyle Goldman aplanasyon tonometriye göre hasta ve hekim açısından daha konforlu olabileceği görüşü ortaya çıkmıştır.
  • Item
    Guillain barre sendromu tanısıyla yatarak rehabilitasyon uygulanan olgularımızın klinik ve fonksiyonel izlem sonuçları
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-06-24) Sivrioğlu, Konçuy; Özçakır, Şüheda; Biçer, Mehmet Ali; Arpa, Selcan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı.
    Akut demyelinizan inflamatuvar bir poliradikülonöropati olarak tanımlanan Guillain Barre Sendromu (GBS), yol açtığı komplikasyonlar, yetiyitimi ve bunlarla ilişkili psikososyal sorunlar nedeniyle rehabilitasyon açısından önemli bir klinik tablodur. Bu çalışmanın amacı yatarak rehabilite edilen GBS olgularını klinik özellikler, komplikasyonlar ve fonksiyonel durum açısından incelemektir. Bu retrospektif çalışmada GBS tanısı ile rehabilitasyon amacıyla yatarak tedavi edilen 18 olgunun dosya bilgilerinden klinik özellikleri ve fonksiyonel bağımsızlık ölçümü skoru, fonksiyonel ambulasyon skoru ve Hughes skoru ile yapılan fonksiyonel değerlendirme sonuçları incelenmiştir. Rehabilitasyon kliniğine yatışa kadar geçen süre ortalaması 57,5 + 20,5 (12-382) gün ve klinikte yatış süresi ortalaması 33,5 + 4,9 (4-77) gün olan olguların yarısında nöropatik ağrı saptanmıştır. Fonksiyonel bağımsızlık ölçümü skoru, fonksiyonel ambulasyon skoru ve Hughes skoru ile yapılan değerlendirmelerde rehabilitasyon sonrasında anlamlı düzelmeler saptanmıştır. Hughes skoru yüksek (daha kötü) olan olgularda yatış süresi daha uzun olmuştur. Bulgularımız ambulasyon sorunu olan GBS’de rehabilitasyon gereksiniminin sürdüğünü ve rehabilitasyon sonucunda fonksiyonel iyileşmeler sağlanabildiğini desteklemektedir.
  • Item
    Sağlıklı bireylerde ve kardiyovasküler hastalığı olan olgularda adiponektin, leptin, rezistin düzeylerinin değerlendirilmesi: Bursa çalışması
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-06-21) Eröz, Esma; Güneş, Yeliz; Özarda, Yeşim; Aydınlar, Ali; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.
    Türk toplumunda KVH prevalansı ve buna bağlı ölümler batı toplumlarına göre yüksektir. Son yıllarda, toplumumuzdaki KVH ile ilgili çeşitli risk faktörlerinin durumu üzerinde çalışılmaktadır. Ancak, dolaşımdaki adipokinlerin düzeyleri ile ilgili sistematik bir çalışma ve veri yoktur. Çalışmamızda sağlıklı erişkinlerde ve anjiyo hastalarında adipokinlerin düzeylerini ölçmeyi, KVH ile arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık. Çalışmamıza 18-45 yaşları arasında sağlıklı 243 sağlıklı gönüllü erişkin koroner anjiyografisi yapılan 101 anjiyo hastası alındı. Anjiyo hastalarının Gensini skorları hesaplandı. KVH olan gruptaki hastaların leptin (p<0.05) ve rezistin (p<0.01) düzeyleri sağlıklı gruptaki katılımcılara göre yüksek, adiponektin düzeyleri ise düşük (p<0.01) bulundu. KVH olan hastalar Gensini skorlamasına göre hafif ve ağır darlık olan gruplara ayrıldığında adiponektin, leptin ve rezistin seviyeleri arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Sağlıklı erkek bireylerde adiponektin ve leptin düzeyleri sağlıklı kadın katılımcılara göre düşük (p<0.001) bulundu. Adipokin düzeylerindeki bulunan bu değişiklikler toplumumuzda ve özellikle erkeklerde görülen yüksek KVH prevalansına katkıda bulunabilir.
  • Item
    Sol meme radyoterapisinde kaynak-cilt mesafeli yöntemle elde edilen dozların tedavi planlama sistemi ile dozimetrik olarak karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-06-28) Yeşil, Abdullah; Kurt, Meral; Çetintaş, Sibel Kahraman; Gözcü, Sema; Altay, Ali; Demiröz, Candan; Özkan, Lütfi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.
    Çalışmamızın amacı sol meme radyoterapisinde, kaynak-cilt mesafeli (SSD- SOURCE SKIN DISTANCE) yöntemiyle elde edilen, hedef volüm ve kritik organ dozlarının üç boyutlu bilgisayarlı tedavi planlama sisteminden (BTPS) elde edilen verilerle karşılaştırarak in-vivo dozimetriyle doz hesaplama algoritmasında kullanılan dozimetrik sürecin kontrolüdür. Bilgisayarlı Tomografi Simülatör ile 0,5 cm aralıklarla tomografi kesitleri alınarak, randofantom üzerinde hedef volümler ve kritik organlar konturlandı. Kalibre edilen Termolüminesans Dozimetri (TLD) çipleri randofantom üzerine belirlenen noktalara yerleştirildi. Her teknik için 5’er kez ışınlama yapılarak ölçüm değerlerinin ortalaması elde edildi. Hedef hacim ve kritik organ dozları incelendi. BTPS ve ölçülen değerler arasında ±%5’in altındaki değerler kabul edilebilir sınırlar içine alındı. Üç ve dört alan SSD tekniğiyle hedef volüm içindeki üç noktada BTPS ile hesaplanan doz değerlerinin ortalaması sırasıyla 206.67 cGy ve 209.03 cGy, bu noktalarda TLD çipleri ile ölçülen dozların ortalaması sırasıyla 208.55 cGy ve 210.78 cGy’dir. Her iki teknikte de kalp ve akciğer noktalarında ölçülen ve hesaplanan dozlar arasındaki fark %5’in altındayken sağ meme cildinde %14’e varan farklar bulundu. Meme radyoterapisinin amacı; yinelenme olasılığını azaltmak ve hedef hacimde homojen doz dağılımını sağlayarak sağlam dokuları minimum düzeyde ışınlamaktır. Çalışmamızda elde edilen sonuçlar tedavi planlama sürecinde oluşabilecek hataların belirlenmesinde TLD ile yapılan doz ölçümlerinin, ideal olmasa da, yararlı olabileceğini göstermektedir.
  • Item
    Endokrinoloji polikliniğine başvuran hastalarda tiroid fonksiyonlarının yaş ile olan ilişkisinin incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-05-31) Gül, Özen Öz; Şahin, Serkan; Cander, Soner; Gül, Bülent; Ünal, Oğuz Kaan; Akçalı, Ünsal; Cangür, Şengül; Aikış, Nihan; Bayındır, Ayşenur; Ersoy, Canan; İmamoğlu, Şazi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.
    Tiroid fonksiyon bozuklukları yaşlı hastalarda oldukça sık görülmektedir. Çalışmamızda Endokrinoloji Polikliniğine yönlendirilmiş 65 yaş altındaki ve 65 yaş ve üzerindeki hastaların tiroid fonksiyonlarını ve epidemiyolojik özelliklerini karşılaştırılmalı olarak değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamıza yaşları 18 ile 78 arasında değişen, Endokrinoloji bölümüne tiroid hastalığı şüphesi ile yönlendirilmiş, toplam 116 hasta alındı. Hastaların antropometrik ölçümleri, doğum yeri, yaşadığı yer, tiroid hastalığı açısından aile anamnezi sorgulandı. Her iki gurupta hastaların başvuru anındaki tiroid fonksiyon testleri incelendi. Hastalarımızın 66’sı 65 yaş altında (grup 1) ve 50’si ise 65 yaş ve üzerindeydi (grup 2). Grup 1’de hipotiroidi (subklinik) %16.67 oranında, hipertiroidi (subklinik ve aşikar) %37.88 oranında görülürken, grup 2’de hipotiroidi (subklinik) %4 oranında, hipertiroidi (subklinik ve aşikar) %46 oranında görüldü. Çalışmamızda Endokrinoloji Polikliniğine yönlendirilmiş 65 yaş ve üstündeki hastalarda tiroid fonksiyonları açısından 65 yaş altı hastalara göre fark saptanmadı. Çalışmamızda tiroid disfonksiyonu oranlarının yüksek saptanması hastaların tiroid hastalığı ön tanısıyla bölümümüze yönlendirilmiş olması ile ilişkilendirildi.