2003 Cilt 1 Sayı 1

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/5155

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 12 of 12
  • Item
    Astımlı çocuğun tedavisinde astım kamplarının yeri
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Öneş, Ülker; Sapan, Nihat; Canıtez, Yakup; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Allerji Bilim Dalı.
    Astım dünyada çocuklar arasındaki en sık görülen kronik hastalıktır. Hastalığın prevalansında son yıllarda tüm dünyada artış görülmekte olup, giderek daha fazla sayıda çocuğu etkilemektedir. Genel olarak çocuklar arasında görülme sıklığı çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda ortalama olarak % 5 ile 15 arasında değişmektedir. ilkokul çağı çocuklar arasında yapılan çalışmalarda Bursa'da % 7.9 (1), İstanbul'da % 9.8 (2) olarak bulunmuştur. Astımlı çocukların günlük yaşamı, zaman zaman ortaya çıkan öksürük ve nefes darlığı gibi bulgular nedeniyle olumsuz şekilde etkilenmektedir. Örneğin bu çocuklar sportif aktivitelere daha az katılırlar, genellikle aileleri tarafından aşırı korunan ve kollanan çocuklardır, koşup oynamalarına, spor yapmalarına izin verilmez, okulda beden eğitimi derslerine girmemeleri istenir. Hastalığın bulgularının artması nedeniyle özellikle kış aylarında okul devamsızlığı olabilir. Ayrıca hastaneye yatma ve okul devamsızlığı nedeniyle öğrenim kapasitelerinin, özellikle kötü sosyoekonomik durumda bulunan astımlı çocuklarda akranlarına göre azaldığı bildirilmektedir (3).
  • Item
    Çocukluk çağında "telekardiyografik değerlendirme"
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Çil, Ergün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.
    Doğumsal ve edinsel kalp hastalıklarının tanısında kalbin büyüklüğü, şekli, büyük damarların durumu ve akciğer damarlanması hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Bu nedenle fizik muayeneden sonra genellikle elektrokardiyografi ve telekardiyografi gereklidir. Röntgen tüpü göğüse 180 cm uzakta iken postero-anterior çekilen filmlere telekardiyografi (tele) denir. Telekardiyografi çekilirken aşağıda belirtilen kurallara uyulmaması halinde yanlış değerlendirmelere yol açar (1-4). Ayrıca yenidoğan ve süt çocuklarında, özellikle erkek çocuklarda timus hiperplazisi sık görüldüğünden, yanlışlıkla kardiyomegali şeklinde yorumlanabilir. Timus ilk yaş içinde büyük olup ön mediasteni ve kalbin önünü kapatarak, kalbi büyük gösterir veya kalp konturlarında anormal görünümlere yol açar (5,6). Süt çocuklarında üst mediastenin geniş oluşu, bu genişliğin kalp gölgesi gibi aşağıya devam etmesi, kalbin sağında veya solunda bir çentik görülmesi (yelken timus veya pelerin timus) timusu akla getirmelidir (fiekil 1,2). Klinik ve EKG bulguları kardiyomegali ile uyumsuz hastalarda sol yan grafi çekilerek, sadece ön mediasteni dolduran timusun görüntülenmesi ve kalbin büyük olmadığının gösterilmesi tanıyı koydurur.
  • Item
    İmmun yetmezlikli hastalarda intravenöz immünglobulin tedavisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Kılıç, Sara Şebnem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Standart intravenöz immunglobulin (IVIG) preparatları yaklaşık olarak 5000-10000 donör plazmasından elde edilmektedir. Çok sayıda donörden hazırlanması nedeniyle donörlerin doğal enfeksiyon ve immunizasyon ile oluşmuş çok çeşitli tipteki antikorlarını içerirler. Kullanımda olan IVIG preparatları, IgA ve IgG subgrupları yönünden aralarında minör farklılıklar içerirler. Ticari bir IVIG preparatı %95 ve üzeri IgG, %2.5’den az IgA ve IgM içerir. IgG subgrupları ise donör havuzunun içeriğine göre; IgG1 %55-70, Ig G2 %30-38, Ig G3 %0-6, Ig G4 %0.7- 2.6 şeklinde değişen oranlarda bulunur. Pürifiye immunglobulin glukoz, maltoz, glisin, sukroz, mannitol veya albumin ile stabilize edilir. IVIG’in ortalama yarı ömrü üç haftadır. IgG molekülü, dört polipeptid zincirden (iki hafif, iki ağır) oluşmaktadır. Hem hafif hem de ağır zincirlerin değişken (V) ve sabit (C) olarak belirtilen bölümleri mevcuttur. Bir hafif ve bir ağır zincir disülfit bağla kovalent olarak bağlanır. Hafif ve ağır zincirin değişken kısımları non-kovalent olarak bağlanmıştır ve antijen bağlayan kısmı oluşturmaktadır. IgG nin hücrelerle bağ- lantısını Ig G'nin Fc kısmı sağlamakta ve Fc reseptörleri aracılığıyla fagositlerde, B hücre ve diğer antijen sunan hücrelerle karşılıklı iletişim meydana gelmektedir. ‹ntravenöz immunglobulin (IVIG) tedavisi Amerika Birleşik Devletlerinde ilk kez 1981 yılında FDA onayı almış ve öncelikle hipogamaglobulinemi ile seyreden immün yetmezliklerin tedavisinde önerilmiştir. IVIG tedavisi başlangıçta aylık 200 mg/kg dozunda uygulanırken; günümüzde kişinin sık enfeksiyon geçirmesini engelleyecek en düşük doz önerilmektedir. Ancak otoimmün hastalıklarda ise yüksek doz immünglobulin tedavisi kullanılmaktadır (örne- ğin idiopatik trombositopenik purpura tedavisinde 1-2 g/kg doz) (1,2).
  • Item
    İnflamatuar barsak hastalıkları
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Özkan, Tanju Başarır; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    İnşamatuar barsak hastalıkları (‹BH), gastrointestinal kanalın kronik, idyopatik inşamasyonu ile karakterize hastalıklardır; Crohn hastalığı (CH) ve ülseratif kolit (ÜK) olmak üzere iki major klinik formdan oluşur. Ayırıcı tanının klinik, radyolojik, endoskopik ve histolojik özellikleri bazında yapılması, uygun kritik tedavi yaklaşımlarının farklı olduğu durumlarda özellikle önemlidir. Makroskopik ve mikroskopik olarak her iki hastalığa ait özellikleri de taşıdığı için net olarak sınışandırılamayan, olguların % 10-15’ini oluşturan klinik durum “indeterminate kolit” olarak nitelenmektedir. ‹BH, hastaların % 20’sinde çocukluk ve adolesan çağda başlamaktadır. Ancak hastalığın doğal öyküsü, ciddiyeti, tedaviye verdiği yanıt ve seyri değişkenlik göstermekte ve tutulum yeri, inşamasyonun ağırlığı ile ancak kısmen bir korelasyonu gözlenmektedir. Ülseratif kolit, kolonu rektumdan proksimale doğru sağlam kısım bırakmadan tutan, remisyon ve eksaserbasyonlarla seyreden; kronik, inşamatuar bir hastalıktır. Crohn hastalığı ise ağızdan anüse dek sindirim kanalını segmenter tarzda, arada sağlam bölgeler bırakarak tutan, transmural tutulum özelliği gösteren, remisyon ve eksaserbasyonlarla seyreden kronik, inşamatuar bir hastalıktır. Her iki hastalığın ortak özelliği sindirim sistemi dışında bir çok organ ve organ sistemlerinde bulgularla seyredebilen sistemik hastalık olmalarıdır (1).
  • Item
    İmmun trombositopenik purpura tanı ve tedavisine güncel yaklaşım
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Güneş, Adalet Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Idiopatik trombositopenik purpura (ITP) veya diğer adı ile primer immun trombositopenik purpura trombositlere karşı gelişen otoantikorların trombositleri retiküloendotelyal sistemde parçalaması ile karakterize hematolojik bir hastalıktır. Çocukluk ça- ğında %80 olguda spontan düzelmesine karşın bazı olgularda ciddi kanamalara yol açabilir. Özellikle hekimi trombosit sayısının düşük olduğu (<20 000/mm3 ) durumlarda, ciddi kanama bulguları olmasa bile hastaya uygulayacağı yaklaşım ve tedaviye karar verme açısından güç durumda bırakabilir. ITP’nin tanı ve tedavisindeki belirsizlikler, 1994 yılında Amerikan Hematoloji Birliğinin yayınladığı rehberde giderilmeye çalışılmıştır (1). Ancak pratik uygulamada hala güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu yazıda, ITP’nin tanı ve tedavisine yaklaşımdaki genel prensipler son literatür bilgileri ışığı altında değerlendirilmiştir. Böylece klinik uygulamalarda yaşanılan sorunlara yanıt aranmaya çalışılmıştır.
  • Item
    Prematüre ve yenidoğan beslenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Köksal, Nilgün; Akpınar, Reyhan; Köse, Hülya; Sayrım, Kadriye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Anne sütü tüm bebekler için özellikle prematüreler ve hasta yenidoğanlar için ideal bir besindir. Anneler emzirme konusunda desteklenmelidir (1). Çoğu pediatristin anne sütü ile beslenme hakkında yeterli bilgisi yoktur. Laktasyon yönetimi için çeşitli eğitim organizasyonları düzenlenmektedir (2). Term bebekler ve bazı preterm bebekler doğumdan sonra emebilecek düzeydedir. Çoğu yüksek riskli, çok düşük doğum ağırlıklı (ÇDDA) bebek anne sütü alamaz. Bebek oral alabilecek düzeye gelene kadar anne sütünü sağmalıdır. Desteklenmiş anne sütü ile beslenme genellikle iyi tolere edilir (1).
  • Item
    Çocuklarda idrar yolu enfeksiyonları
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Dönmez, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Çocuklarda İdrar yolu enfeksiyonu (İYE), sık karşı- laşılan ve nefroloji alanındaki önemli konulardan biridir. İYE deyimi üriner sistemin çeşitli yerlerini ilgilendiren, bakteriüri ile karakterize klinik ve patolojik durumları yansıtır. Bu enfeksiyonlar semptomatik olabildiği gibi asemptomatik olarak ta karşımıza çı- kabilmektedir. İYE’ları özellikle tekrarlayıcı nitelikte ise, obstrüktif malformasyon ve vezikoüreteral reşü (VUR) gibi anatomik bozukluklar varsa, ciddi komplikasyon gelişme riski bulunmaktadır (1,2). Böbrek sintigrafisi ile akut pyelonefrit tanısı (APN) doğrulanmış çocukların %25-40’ında VUR saptandığı ve daha sonra bu hastaların %10-15’de renal skar geliştiği bildirilmiştir. Skarlı böbrekte hipertansiyon gelişme riski, zedelenmenin boyutu ile korelasyon gösterir. Bilateral skarlı çocukların %15-30’unda 10 yıl içinde hipertansiyon geliştiği bildirilmiştir (1,2). Gelişmiş ülkelerde kronik pyelonefrite bağlı son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) azalırken (3), ülkemizde halen SDBY’nin en sık nedenini kronik pyelonefritler oluşturmaktadır (4,5). Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonunun ve komplikasyonlarının tedavisinde başarılı olabilmek için erken dönemde tanının konması ve patogeneze yönelik tedavinin başlatılması önemlidir.
  • Item
    Kanserli çocuklarda anemi
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Sevinir, Betül B.; Durmaz, Oğuzhan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Günümüzde gelişmiş ülkelerde çocukluk çağı kanserlerinde 5 yıllık ortalama yaşam hızları %75- 80’e ulaşmıştır (1). Sağkalım oranlarının iyileşmesinde birçok faktör etkilidir. Tanı ve evreye göre farklı sonuçlar söz konusu olduğundan hastadaki bireysel riske uygun tedavi yaklaşımı esastır. Yüksek riskli hastalarda daha yoğun kemoterapi protokolleri verilmektedir. Zaman zaman kemoterapi ve radyoterapinin akut yan etkileri, birincil hastalığa bağlı yakınmalardan daha ağır olmaktadır. Kemik iliği baskılanması, mukozit, kusma, enfeksiyonlara yatkınlık, beslenmenin bozulması, ağrı gibi sorunlardan en az birkaçı onkolojik tedavide her hastanın yaşadığı sorunlardır. Hiç kuşkusuz bu problemlerin aşılmasını sağlayan destek tedaviler, elde edilen başarıda büyük paya sahiptir. Ancak, destek tedaviler sağkalım hızını olduğu kadar kanser tedavisinin ekonomik maliyetini de yükseltmektedir. Çocukluk çağı kanserlerinde tam iyileşme oranlarının artması ve çocuklarda beklenen yaşam süresinin uzunluğu gözetildiğinde destek tedavilerden en çok yarar görecek grup, çocuk hastalardır. Pediatrik onkoloji hastalarının bazı sorunlarında, onkoloji merkezi dışındaki birinci ve ikinci basamak hekimlerinin yardımı gerekmektedir. Bu nedenle destek tedavi kapsamındaki çeşitli konulara bu dergide yer verilecektir.
  • Item
    Çocuklarda akut otitis media
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Hacımustafaoğlu, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Otitis media (OM) orta kulak inşamasyonu olup, çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra en sık görülen enfeksiyonlardır. Gerçek insidans aşırı tanı konulmasına veya aksine tanının gözden kaçırılması gibi nedenlerle sıklıkla her zaman doğru olarak saptanamaz. Akut inşamasyon (Akut otitis media) sonrasında uygun tedavi almış çocuklarda bile orta kulak efüzyonu belirli bir süre devam eder, bu nedenle bir süre izlem gerekir.
  • Item
    Çocukluk çağı astımında ilaç tedavisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Canıtez, Yakup; Gider, Cahide; Gök, Fatih; Sapan, Nihat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Epidemiyolojik çalışmalar son yıllarda astım ve di- ğer atopik hastalıkların gelişmiş ülkelerde daha belirgin olmak üzere tüm dünyada arttığını göstermektedir (1-3). Atopik hastalıklardaki bu artış oldukça dramatiktir ve dünyada bir allerji pandemisinin yaşandığını düşündürmektedir (4). Günümüzde astım çocukluk çağının en sık görülen kronik hastalıkları arasında başta gelmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalar astım prevalansındaki artışın özellikle çocuklar arasında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmalardan bir çoğu astım prevalansındaki artışın özellikle son 10 – 20 yılda çok belirgin olduğunu ortaya koymaktadır (3).
  • Item
    Aşılamanın dünü, bugünü, yarını
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Ildırım, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    İnsanlar eski çağlarda da hastalıklardan korunmaya çalışmışlardır. Aşıların keşfinden önce insanlar doğal yolla hastalıklardan korunmak istemişler, bu nedenle bazı aileler suçiçeği veya kızamık hastalığı geçiren çocuklarının yanına, diğer kardeşlerini de yatırarak, onların da küçük yaşta bu hastalığı geçirmelerini, bir defada bu hastalıkları atlatmalarını düşünmüşlerdir. Buna hastalığı geçirerek kazanılmış bağışıklık diyoruz.
  • Item
    Çocuklarda baş ağrısı
    (Uludağ Üniversitesi, 2003) Okan, Mehmet; Özdemir, Hakan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.
    İnsanların sık karşılaştığı yakınmalardan birisi olan baş ağrısı kafatası içinde veya dışında yer alan ağrıya duyarlı oluşumların değişik nedenlerle etkilenmesi sonucu ortaya çıkar. Bu yakınma merkezi sinir sistemindeki (MSS) patolojilerden kaynaklanabildiği gibi vücudun diğer bölümlerinin rahatsızlıklarının bir belirtisi olarak da karşımıza çıkabilir. Baş ağrıları bazen hayatı tehdit edici bir patolojinin habercisi olabildiği gibi, bazen de bir enfeksiyona, ailevi olarak geçebilen vasküler patolojilere veya psikojenik kökenli nedenlere bağlı olabilir. Yetişkinler arasında baş ağrısı yakınması ile karşı- laşmayan hemen hemen yok gibidir. Ancak yaş küçüldükçe bu yakınma ile başvuran hasta sayısı da azalmaktadır. Bu da küçük yaştaki çocukların muhtemelen ağrıyı ve niteliğini ifade edememelerinden kaynaklanmaktadır. Çocuklarda baş ağrısı prevalansı yaş ile birlikte artış göstermektedir. Polonya’da yapılan retrospektif çalışmada bir yıl içerisinde okul çağı çocuklarının % 75’inin baş ağrısı geçirdiği tespit edilmiştir (1). iskandinavya’da yapılan bir çalışmada ise, 7 yaş civarındaki çocukların % 1,4’ünde gerçek migren, % 2,5’inde non migrenöz baş ağrısı, % 35,0’inde de diğer nedenlere bağlı baş ağrısı tanımlanmıştır (2). On beş yaş civarında ise, migren sıklığı % 5,3 olarak verilirken, non migrenöz baş ağrıları % 15,7, diğer nedenlere bağlı baş ağrıları da % 54,0 oranında bildirilmiştir (3). Ülkemizde bu konuda geniş kapsamlı çalışmalar sınırlı olup 6-15 yaş arasındaki çocuklarda baş ağrısı oranı % 37,3 olarak bildirilmiştir (4). Altı yıllık periyodu kapsayan bir çalışmada ise çocukların % 80,0’inin baş ağrısı yakınması ile karşılaştığı bildirilmektedir (3). Sonuç olarak yapılan epidemiyolojik çalışmalar adölesan öncesi dönemde baş ağrısı insidansının % 20,0 ile % 54,0 arasında değiştiğini göstermektedir (2,3).