2017 Cilt 15 Sayı 2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/8955

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 12 of 12
  • Item
    Juguler kateter komplikasyonu olarak hematomun neden olduğu vazovagal bradikardi
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Babacan, Oğuzhan; Ataş, Erman; Korkmazer, Nadir; Kesik, Vural
    Santral venöz kateterler genellikle küçük girişimsel işlemler ile kolayca takılabilmesi ve güvenli olması yanı sıra bazen büyük ve küçük komplikasyonlar ile karşılaşabiliriz. Bu komplikasyonlardan biri de takılma yerinde hematom gelişmesidir. Hematom sıklığı yapılan girişim metoduna, yapanın yeteneğine, hastanın tıbbi durumuna ve girişim gerektirecek problemlerin durumuna göre değişir. Servikal vagus siniri karotid arterin lateralinde seyreder. Servikal kardiyak dal genellikle servikal vagustan bazen de superior laringeal sinirden köken alır. Bu sinir dalı ayrıca aortik dal veya depresör sinir olarak adlandırılmakta olup, aortik ark baroreseptörlerinden çıkan afferent lifler içerir. Arteriovenöz işlemler veya vagal bölgeye kompresyon süresince vazovagal reaksiyonlar sıklıkla görülebilir. Juguler kateter komplikasyonu olarak hematom ilişkili vazovagal bradikardi akılda tutulmalıdır.
  • Item
    Geç tanı alan konjenital hipotiroidli bir çocukta L-tiroksin tedavisi sonrası saç dökülmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) İyidal, Ayşegül Yalçınkaya; Kılıç, Fatma Arzu
    Biz burada L-tiroksin tedavisi başlandıktan sonra saç dökülmesi şikayeti olan bu olguyla L-tiroksin tedavisinin nadir görülen yan etkisini sunmayı amaçladık Olgu: Polikliniğimize 3 yıl önce konjenital hipotiroidizm tanısı alan 13 yaşında bir kız hasta L-tiroksin tedavisi başlandıktan sonra difüz saç kaybı şikayeti nedeni ile başvurdu. Biz bu olgu yoluyla konjenital hipotiroidi nedeni ile L-tiroksin replasman tedavisine başlandıktan sonra saç dökülmesinin izlenmesini belki de kıl siklusunda yer alan hormon ve büyüme faktörlerinin arasındaki dengenin bozulması sonucu oluşan bir yan etki olduğunu düşünmekteyiz.
  • Item
    Polimorf ışık erüpsiyonu: Erken başlangıç ve nadir klinik görünüm
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Baş, Yalçın; Takcı, Zennure; Seçkin, Havva Yıldız; Özer, Samet
    Polimorf ışık erüpsiyonu yaygın görülen idiyopatik fotoduyarlı bir dermatozdur. Ultraviyole radyasyon maruziyeti sonrası, ışığa maruz kalan deride, ataklar şeklinde gelişen skar yapmayan kaşıntılı papüller, veziküller ve plaklar ile tanımlanır. Bu çalışmada, atakları 3 yaşında başlayan ve eritema multiforme benzeri döküntüleri olan bir vaka paylaşılmıştır. Bu olgu, atakların çok erken yaşta başlaması ve nadir klinik prezentasyonu nedeniyle sunulmaya değer bulunmuştur.
  • Item
    Çocuk ve adölesanlarin elektronik medya kullanımının obezite ve uyku sorunlarına etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Akçay, Duygu
    Günümüzde elektronik medya araçlarının sayısının ve ulaşılabilirliğinin artması, çocukların sedanter aktivite için (TV, bilgisayar, internet, bilgisayar oyunu vs.) harcadıkları ortalama süreyi artırmaktadır. Yapılan araştırmalarla çocuk ve ergenlerin sedanter davranış durumları (TV, bilgisayar, internet, bilgisayar oyunu vs.) ile kilo durumları arasında pozitif yönde bir ilişki olduğu ve elektronik medyanın uykularını olumsuz yönde etkilediği belirlenmiştir. Bu nedenle ;çocuk ve adölesanların, elektronik medya ürünleri ile etkileşimi daha önemli hale gelmektedir. Medya etkileşiminin olumsuz etkilerini azaltmak için; uzmanlar çocukların ekran önünde geçen zamanının en fazla iki saatle sınırlandırılmasını, doğru medya seçimine yardım edilmesini ve çocukların denetlemesini önermektedir.
  • Item
    Kanserli çocuklarda travma sonrası gelişim
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Esenay, Figen Işık; Atay, Sevcan
    Kanser, kişinin yaşayabileceği en travmatik deneyimlerden biridir. Kanser ve neden olduğu travma ile ilgili araştırmalar, genellikle olumsuz sonuçlara odaklanır. Ancak çalışmalar, kanser tedavisi biten bireylerde travmatik stresle birlikte kişisel gelişimin de oluştuğunu göstermektedir. Son yıllarda, çalışmalar bu olumlu değişimlere, özellikle de travma sonrası gelişime (TSG) odaklanmaya başlamıştır. Travma sonrası gelişim, kişinin yüksek stres yaratan durum ve olaylar sonucu olumlu kişisel gelişim yaşamasını ifade eder. Bu derlemede, çocukluk çağı kanseri geçirmiş ergenlerde travma sonrası gelişim ve etkileyen faktörler incelenmiştir.
  • Item
    Adölesan dönemi beslenme ve sorunları
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Köseoğlu, Sabiha Zeynep Aydenk; Tayfur, Aslı Çelebi
    Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak bilinen ergenlik dönemi; fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa erişmenin tamamlandığı bir dönemdir. Büyüme ve gelişme, adölesanlarda hızlanma gösterir ve bu dönemin sonunda erişkin hayattaki antropometrik ölçüm değerlerine ulaşılır. Adölesan dönemde büyüme ve gelişmenin hızlanması bu dönemdeki beslenme gereksinimlerini etkiler. Günlük kalorinin %10-15’i yüksek kaliteli proteinlerden, %30-35’i yağlardan ve %50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Kalori artışı ile birlikte bu dönemde; protein, vitamin ve mineral gereksinimlerinde de artış vardır. Vücut büyüme ve gelişmesine paralel olarak A vitamini ve vücut dokusunun gelişmesinde rol oynayan folik asit ve B12 vitamini gereksinimi de artar. Ayrıca iskelet gelişmesinde yeterli düzeyde D vitamini alımı da gerekmektedir. Kan hacminin artmasında ve iskelet gelişiminde önemli görevi olan demir ihtiyacı artar. İlaveten C vitamininden yüksek gıdalar da demirin vücut tarafından kullanımını arttırır. Çinko büyüme, boy uzaması ve seksüel gelişim için gerekli olan bir mineraldir. Besin gruplarından olan; Et Grubundan; demir, çinko, fosfor, magnezyum, A, B1, B6 ve B12 vitaminleri, Süt Grubundan; protein, kalsiyum, fosfor, B2 ve B12 vitaminleri, Ekmek ve Tahıl grubundan; B1 ve E vitaminleri ve posa, Sebze ve Meyve Grubundan; folik asit, beta karoten, B2 ve C vitaminleri, kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, posa gibi büyüme ve gelişmede, hücre yenilenmesinde, doku onarımında, görme işlevinde, kan yapımında görev alan ve bağışıklık sisteminde etkili nutrientler sağlanır. Adölesan dönemde beslenmeye bağlı sağlık sorunları arasında; obezite, demir eksikliği anemileri, B12 vitamini eksikliği anemileri, çinko eksikliği ve büyüme-gelişmede gerilik, anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, diş çürükleri, akne vulgaris, depresyon gibi yaşamın bütün dönemlerini etkileyebilecek sorunlar yer alır.
  • Item
    Büyüme hormon tedavisi kemik yaşını ilerletir mi?
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Salı, Enes; Sağlam, Halil; Eren, Erdal; Tarım, Ömer; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Endokrin Bilim Dalı.
    Giriş ve Amaç: Büyüme hormonu (BH) tedavisi, erken epifiz kapanmasına neden olan kemik matürasyonundaki ilerleme konusunda artan endişelerle, kemik matürasyonuna uyarıcı etkide bulunabilir. Bu çalışmada, bu olasılığın araştırılması ve ilerlemiş kemik matürasyonunun tahmini veya son boya etkisinin olup olmadığının saptanmasını amaçladık. Yöntem ve Gereçler: 1995-2005 tarihleri arasında BH tedavisi alan toplam 230 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar; izole BH eksikliği (Grup 1), Turner sendromu (Grup 2) ve diğer (Grup 3) olarak ayrıldı. Önceki el bileği X-ray verileri tıbbi kayıtlardan çıkarıldı ve klinik vizitlerde el bilek X-ray istendi. Kemik yaşı (KY) değerlendirilmesi Greulich ve Pyle atlasına göre yapıldı. Tahmini yetişkin boyu, KY kullanılarak Bayley ve Pinneau metoduna göre yapıldı. Bazal tahmini boy ile tedavinin 1. ve 2. yılındaki tahmini boy, takvim yaş (TY)-KY ve TY/KY değişkenlikleri kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Her üç grupta boy SDS anlamlı olarak arttı (p<0,05). Grup 1 ve 2'deki TY-KY, tedavinin 1. ve 2. yılı süresince azaldı (p<0,05). KY'ndaki ilerleme, TY/KY oranındaki azalma ile teyit edildi. Bununla beraber, KY ilerlemesine karşın öngörülen boy olumsuz etkilenmedi. Tartişma ve Sonuç: TY-KY ve TY/KY oranındaki azalma kanıtı olarak BH, KY'nı artırdı. Bununla beraber, tahmini boy iki yıllık tedavi kohortumuzda ilerlemiş kemik matürasyonuna ters olarak etkilenmedi. Bu konu, kemik yaşının daha çok ilerlediği puberte prekoks gibi hasta gruplarında araştırılmalıdır.
  • Item
    Göğüs duvarı deformitesi olan çocukların demografik, klinik ve ekokardiyografik özellikleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Aslan, Eyüp; Sert, Ahmet; Şap, Fatih; Aypar, Ebru; Odabaş, Dursun
    Giriş ve Amaç: Göğüs duvarı deformitesi olan çocukların demografik, klinik ve ekokardiyografik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem ve Gereçler: Çocuk kardiyoloji ünitesinde üç yıl süreyle göğüs duvarı deformitesi tanısı alan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Ortanca yaşı 8 olan hastaların ortalama yaşı 7.6 ± 4.5 idi. Göğüs duvarı deformitesi olan yüz altmış dört (% 80) hastanın ekokardiyografik değerlendirmesi normaldi. Ekokardiyografik tanıları 10 (% 4.87) atriyal septal defekt, 8 (% 3.90) mitral kapak prolapsusu, 7 (% 3.41) hafif mitral yetersizliği, 5 (% 2.44) darlık olmayan biküspit aort kapağı, 4 (% 1.95) ventriküler septal defekt, 2 (% 0.98) hafif aort kapak yetersizliği, 2 (% 0.98) dekstrokardi, 2 (% 0.98) aort koarktasyonu ve 1 (% 0.49) kompleks kalp defekti (pulmoner atrezi ve ventriküler septal defekt) idi. Ekokardiyografi ile değerlendirilen sağ kalbe bası bulgusu 15 (% 7.3) idi. Tartişma ve Sonuç: Göğüs duvarı deformitelerinin doğuştan kalp hastalıkları ile ilişkili olması ve kalbe bası bulgusu oluşturabilmeleri sebebiyle ekokardiyografi ile değerlendirilmesi defektlerin en uygun şekilde yönetilmesini sağlayacaktır.
  • Item
    Önemli bir halk sağlığı problemi: Vitamin B12 eksikliği
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Erdöl, Şahin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Metabolizma Bilim Dalı.
    Giriş ve Amaç: Merkezimize fenilketonüri ve biyotinidaz eksikliği şüphesi ile Sağlık Bakanlığı tarafından yönlendirilen bazı yenidoğan olgularda ayırıcı tanı için yapmış olduğumuz idrar organik asit analizinde sıklıkla metilmalonik asit atılımına rastlanıldığından etiyolojisine baktığımızda olguların tamamında B12 eksikliği saptanmıştır. Sonrasında B12 bakısını bu olgularda çalışmaya devam ettiğimizde B12 eksikliğinin çok sık olduğunu gördük. B12 eksikliği ciddi nörolojik hasara sebep olabildiğinden bu çalışma ile polikliniğimize başvuran olgulardaki sıklığını bildirmek istedik. Aynı zamanda literatürde ki B12 eksikliği ile ilgili çalışmalar daha çok hematolojik bulguları olan olgularda yapılmış olup, şikâyeti olmayan, aileleri tarafından sağlıklı kabul edilen bebeklerde yeterli çalışma mevcut değildir. İlaveten bu çalışma ile vitamin B12 eksikliğinin serum alt sınır değeri belirlenmeye çalışılmıştır. Yöntem ve Gereçler: Çalışma grubu merkezimize Haziran 2011 ila 2016 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı tarama programı ile yönlendirilen 335 olgudan ilk 4 ayda serum B12 düzeyi bakılmış olan 215 bebek ile oluşturuldu. Olguların dosyalarından demografik verileri, öz geçmişi, soy geçmişi, serum vitamin B12, folat, plazma homosistein, idrar metilmalonik asit (MMA) düzeyi, tandem MS ile propiyonil (C3) karnitin düzeyi elde edildi. B12 eksikliğinin tanısının konmasında eşik değeri olarak 200 pg/ml olarak alındı. Bulgular: Olguların %48,8’inde B12 eksikliği saptandı. B12 eksikliği bulunan olguların ortalama plazma homosistein, kan tandem C3-karnitin ve idrar MMA düzeyleri B12 eksikliği olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Serum B12 vitamini alt sınır değeri serum homosisteinine göre 257 pg/mL, idrarda MMA atılımına göre ise 219 pg/mL olarak bulunmuştur. Tartışma ve Sonuç: B12 eksikliği herhangi bir bulgu vermeden sadece nörolojik semptomlarla karşımıza gelebilmektedir, bu semptomların bir kısmı sonrasında B12 yerine konsa bile geri dönüşsüz olabilmektedir. Bizim gibi sosyoekonomik durumu kötü olan, B12 eksikliğinin sık görüldüğü toplumlarda, anne adaylarının gebelik öncesi serum vitamin B12 düzeyine bakılarak düşüklük saptanması durumunda desteklenmesi düşünülmelidir.
  • Item
    Anne sütü, anne sütü ile birlikte mama ve sadece mama ile beslenen bebeklerin koklear fonksiyonlarının değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Kaya, Mesut; Ünsal, Selim; Sarıgül, Ahmet Yasin; Yüksel, Çiğdem Nüket
    Giriş ve Amaç: Bu araştırmada; sağlıklı ve term doğan bebeklerde farklı beslenme şekillerine göre, koklear fonksiyonları değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla yaşamın ilk 6 ayı sadece anne sütü, anne sütünün yanında mama ve sadece mama ile beslenen sağlıklı bebeklerden oluşturulan üç grup ile çalışıldı. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya, herhangi bir risk faktörü taşımayan miadında ve sağlıklı doğmuş 53 bebek dahil edilmiştir. İlk 6 ay sadece anne sütü ile beslenen 23 bebek grup 1, anne sütünün yanında mama ile beslenen 19 bebek grup 2, sadece mama ile beslenen 11 bebek grup 3 olarak isimlendirilmiştir. Bebeklere altıncı ayın sonunda Kulak Burun Boğaz muayenesi yapılmış ve dış ve orta kulak problemi olmayanlar çalışmaya dahil edilmiştir. Bebeklerin Transient Evoked-Otoakustik Emisyon testi (TE-OAE) ile 1000 Hz, 1500 Hz, 2000 Hz, 3000 Hz ve 4000 Hz’de sinyal gürültü oranları (Signal to Noise Ratio-SNR) değerlendirilmiştir. Bulgular: Anne sütü, anne sütü ile birlikte mama ve sadece mama ile beslenen bebeklerin değerlendirilen tüm frekanslarda TE-OAE değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (p>0,05). Tartışma ve Sonuç: Çalışmamıza göre, anne sütü, anne sütü ile birlikte mama ve sadece mama ile beslenen bebeklerin ilk altı ay sonundaki koklear fonksiyonları arasında herhangi bir fark mevcut değildir.
  • Item
    Karbonmonoksit zehirlenmelerinde karboksihemoglobin düzeyleri önemsenmelidir
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Yurtseven, Ali; Saz, Eylem Ulaş
    Giriş ve Amaç: Karbonmonoksit (CO), çocukluk çağı zehirlenme nedenlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu çalışmada CO zehirlenmesi ile başvuran çocuklarda, başvuru semptomlarının karboksihemoglobin (COHb) konsantrasyonu ile olan ilişkisi araştırılmıştır. Ayrıca COHb konsantrasyonunun hedef organlardaki hasarlanmayı; miyokardiyal etkilenme ve/veya gecikmiş nörolojik sekel olasılığının öngörülebilirliği araştırılmıştır. Yöntem ve Gereçler: Kasım 2011-Mayıs 2012 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi çocuk acil servisine CO zehirlenmesi nedeniyle başvuran tüm olgular çalışmaya alındı. Toplam 47 hastanın demografik verileri, CO kaynağı, acil servisimize geliş süreleri, yakınmaları, klinik bulguları, kan COHb düzeyleri, hasarla ilişkili biyokimyasal göstergeler, verilen tedavi ve gelişen komplikasyonlar incelendi. Hastalar başvuru sırasındaki COHb değerlerine göre 2 gruba ayrılıp (<%20 ve >%20), bu gruplar demografik özellikleri, klinik bulgular ve laboratuar göstergeleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 47 olgunun yaş ortalaması 7.06±4.69 yıldı (4 ay-17 yıl) ve %53’ü (n=25) erkekti. Hastaların çoğunun (%91) başvuru sırasında bilincinin açık olduğu ve en sık Şubat ayında (%55) başvurduğu saptandı. CO kaynağı olarak en fazla saptanan kaynak kömür sobası idi (%78). Hastaların çoğunun (%70, n: 33) başvuru sırasındaki COHb değerleri %20’den daha düşüktü. COHb değeri >%20 olan olguların, daha ağır semptomlarla başvurduğu ve hedef organ hasarının daha yüksek olduğu saptandı. Akut nörolojik bulgular ve/veya COHb düzeyi >%20 olan olgular ile miyokardial etkilenmesi olan olgulara (n: 19, %40) hiperbarik oksijen (HBO) tedavisinin uygulandığı saptandı. Sadece bir hastada gecikmiş nöropsikiyatrik komplikasyon ortaya çıktığı görüldü. Tartışma ve Sonuç: Pediatrik CO zehirlenmelerinde başvuru anında ölçülen COHb düzeyinin >%20 olması, hedef organ hasarını ön görmede kullanılabilir. Tüm CO zehirlenmelerinde başlangıç COHb değerlerinin elde edilmesi önemlidir.
  • Item
    Çocuk yoğun bakım ünitesine yatan hastaların değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2017) Yeğin, L. Nilüfer; Sancak, Yasemin; Aşut, Çiğdem; Özdel, Z. Gizem Ergün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Giriş: Bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Yoğun Bakım Ünitesi’ne (ÇYBÜ)’ne bir yıl içinde yatan hastaların klinik ve demografik özellikleri incelenerek hangi hastalara hizmet verildiğinin ve sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Merkezimiz ÇYBÜ’ne 01.Mart 2013-01.Mart 2014 tarihleri arasında yatırılmış olan 1 ay18 yaş arası, yenidoğan ve travma hastaları hariç, 349 hastanın dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, kronik hastalık varlığı, yoğun bakım ünitesine yatırılma nedeni, yatış süresi, solunum destek cihazına bağlanma durumu ve süresi, mortalite oranları değerlendirildi. Bulgular: Olguların ortalama yaşları 7.12±6.05 yıl ve ortalama yoğun bakım yatış süreleri 8.47±13.96 gündü. Enfeksiyonlar, diabetik ketoasidoz ve dirençli veya sistemik hastalıkların merkezi sinir sistemine etkileri nedeniyle ortaya çıkan nöbetler ÇYBÜ’sine en sık yatış nedeni olarak bulundu. En fazla altta yatan endokrinolojik, nefrolojik ve nörolojik hastalıkları olan hastaların ÇYBÜ’sine kabul edildiği gözlendi. Hastaların %12.9’u kaybedildi. Ölen hastalarda altta yatan onkolojik hastalık ve lösemi varlığı, yatış süresinin uzun olması ve mekanik ventilatörde kalış süresinin uzun olması sağ kalanlara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede fazla bulundu. Sonuç: Bu değerlendirmede çok farklı hasta gruplarının çocuk yoğun bakım ünitemizde izlendiği, hastaların bir çoğunda altta yatan kronik bir hastalık olduğu ve bu durumun mortalite ile ilişkili olduğu gözlendi.