Tinin devinirken kendini kavradığı sahne: Hegel’in düşüncesinde usla aklanan tarihsel süreç

Loading...
Thumbnail Image

Date

2020-09-15

Authors

Çağlıyan, Çağdaş Emrah

Journal Title

Journal ISSN

Volume Title

Publisher

Bursa Uludağ Üniversitesi

Abstract

Tarihte ve yaşamakta olduğumuz çağda tanık olduğumuz olayları değerlendirirken nasıl bir tutum takınmamız gerekir? Bu olaylar genellikle pek çok haksız yıkım eylemiyle örülü görünüyorsa, onlara yas tutmak mı daha makuldür, yoksa onların ardındaki ilkeyi açığa çıkarmak mı? Yas tutma eylemi, bu olayların usdışı ve böylece rastlantısal olarak kabul edildiğini gösterir. Bu olayların ardında bir ilke varsayıldığında ise, onların tüm gelişim sürecindeki zorunluluğu tanımamız gerekir. Savrulacağımız iki ucun birinde, eleştirel bir tutum takınmış olsak bile, başka türlü de gerçekleşebileceğini düşündüğümüz olayları tikel yanıyla değerlendirerek, yararı olmayan sözleri yinelemenin ötesine geçemeyiz. Diğerinde ise, tarihsel süreci tümel yanıyla kavrama çabamız, sonunda tüm bu süreçte yaşanan haksızlıkları meşrulaştırmakla suçlanmaya açık hale gelecektir. Peki bu suçlama, yerinde midir? Bu nasıl bir ilke olmalıdır ki, hem somut gerçeklikle örtüşsün hem de insanın üzerindeki boyunduruğu sürekli daha güçsüz kılmasının önünü açsın? Hegel, tarih kavrayışında böyle bir ilkeyi belirleyebilmek için, Özne olarak Tin düşüncesine başvurur. Buna göre, özne olarak Tin’in amacı, kendi kavrayışına erişmek ve kendini özgürleştirmektir. Bu amacı ise, Tin’in somut olarak ortaya koyduklarında görürüz. Tin’in bir özne olması ise, onun sonlu-sınırlı bir varlığa sahip olmasını gerektirir ki, bu sınıra ulaşma uğraşına girsin. Sınıra ulaşıldığında ise, tekil özne yerini ardılına devreder, tümel ilke bundan böyle ardıl tarafından taşınır. Bu doğrultuda, yaşadığımız evrende karşılaştığımız sonlu belirlenimler, kendilerinde sonsuztümel bir ilkeyi de taşır ve bu yönleriyle değer kazanır; dolayısıyla sonsuz olan, sonlu olandan ayrı değildir; onlar aracılığıyla kavranır. Tarihe baktığımızda ise, Tin’in kendini serimlediği birey, halk tinidir. Halklar, varolma mücadelesi verirken, içsel idealini her şeyin önünde tutar ve tümel ilkeye sahiptir; mücadele sonlanıp rahata erildiğinde ise, gevşeme ve dağılma dönemi başgösterir ve tümel ilke başka bir halk tarafından taşınmaya başlanır. Dolayısıyla, bu kavrayış, aynı egemenlerin süreğenliğini koruduğu bir düzene müsaade etmez. Çalışmamızda Hegel’in düşüncesini bu bağlamda irdelerken, onun gerçekçi tutumunun umutsuzluğa karşı halen bir panzehir işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Çünkü çağımızda da sıklıkla gördüğümüz üzere, haksızlıklara ağıt yakarken, yaşanan somut durumun arkasındaki ilkeyi görmezden gelmek ve aklı hiçe saymak yalnızca karamsarlığı pekiştirir ki; karamsarlık insanı uğradığı haksızlık karşısında daha da edilginleştirir. İşte Hegel’in düşüncesi, bizim somut gerçeklikle yüzleşmemizi zorunlu hale getirir. Bu yüzleşme ise, Tin’in ve dolayısıyla insanlığın kendi özgürlüğüne ilerleyişinin bir uğrağı olması bakımından, haklı bir savaşıma da temel sağlar.
What attitude should we have while evaluating the events in the history an the time we live in? In case, these events seem to be filled with unjust destructive actions, what is more reasonable: cursing them or unveiling the logic behind them? If we only curse them, we admit these events are irrational –and hence- coincidental. If we assume a logic behind these events, we have to accept the obligation of their development process. On the one edge we’re driven away, we evaluate events particularly, in a manner they could come true in a different way, so we only verbiage, even if our manner is critical. On the other, our effort to comprehend the historical process with its universal side, will leave the door open to be accused by legitimating injustice many people fell into. Well, is this accusing appropriate? What logic there must be, to match up with concrete reality as well as to pave the way for people to weaken the oppression over them? When we look at Hegel’s comprehension of history, which takes the Spirit as subject, we can encounter such one. Accordingly, the goal of the Spirit as a subject is getting its own conception and freeing itself. We can see this goal in the things the Spirit embodied. As a subject, the Spirit’s existence must continue via finite beings, so it would try to reach its limit. After reaching the limit, the particular subject’s place will be filled by its sequent, and the universal base will be carried by the sequent. In this direction, the finite beings we come across in our universe, carry an infiniteuniversal side and gain their value by that side. So, the infinite is not apart from the finites, it can be comprehended via them. As for looking at the history, the individuum the Spirit express itself is folk-spirit. Folks value their inner ideal more than everything while struggling for their existence so they have the universal base. But when the struggle ended and prosperity expanded, the era of softening and disintegration appears. So, a different folk will start to carry the universal base. Hence, this conception doesn’t allow the same hegemons to maintain continuity. In our study, as scrutinizing Hegel’s thought in this context, we can say that hism realist attitude is still remedy to hopelessness. Because, while wailing for injustice, ignoring the logic behind the facts and disregarding the reason, only reinforces pessimism. And pessimism passivates the people against injustice they experienced. Hegel’s thought obligates us to confront with the concrete reality. As a moment of the Spirit’s –and hence the humanity’s- progression to their own freedom, this confrontation also provides a basis for a right struggle.

Description

Keywords

Hegel, Tarih felsefesi, Özne olarak tin, Philosophy of history, The spirit as a subject

Citation

Çağlıyan, Ç. E. (2020). "Tinin devinirken kendini kavradığı sahne: Hegel’in düşüncesinde usla aklanan tarihsel süreç". Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 19(2), 408-426.