2019 Cilt 45 Sayı 3

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 17 of 17
  • ItemOpen Access
    Yaşam sonunun uyarıcı işareti: Kennedy terminal ülseri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-16) Erbay, Öznur; Erarı, Gülhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı.
    Karen Lou Kennedy tarafından 1989 yılında tanımlanan, uzun süre bakım alan terminal hastalarda görülen Kennedy Terminal Ülseri (KTÜ), cilt dolaşımı yetersizliği nedeniyle hastanın ölümüne yakın saatler veya günler öncesinde ortaya çıkmakta ve hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Ölüm sürecinin parçası olarak ortaya çıkan ve kaçınılmaz bir cilt krizi olarak nitelendirilen KTÜ, 2009 yılından bu yana Ostomi Yara Yönetimi (Ostomy Wound Management) tarafından tanınmıştır. Ayrıca 2009 yılında uzmanlardan oluşan Yaşamın Sonunda Cilt Değişikliği konulu bir panelde (Skin Changes At Life’s End-SCALE), bu ülserin genellikle koksiks veya sakrumda görüldüğü ancak diğer anatomik bölgelerde de meydana geldiği ve genellikle ölüme yakın bir sürede görülme ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu özel sınıflandırmaya, 2014 yılında The Centers for Medicare & Medicaid Services (CMS) Uzun Süreli Bakım Hastanesi Kalite Programı Kılavuzu kapsamında da değinilmiştir. Klinik uzmanlar KTÜ'lerin nasıl tedavi edileceği konusunda farklı yaklaşımlara sahip olsalar da, mevcut literatürde multidisipliner ekip yaklaşımının benimsenmesi gerektiği ve bu ekip içindeki yer alan hemşirelerin spesifik bakım müdahalelerinin önemi konusunda hemfikirdir. Bu derlemede sağlık profesyonellerinin KTÜ'lerin varlığına yönelik farkındalığı arttırmak, hastaya daha iyi destek verebilmeleri ve kaliteli bakım hizmeti sağlayabilmeleri için tanılanma ve tedavi seçeneklerini tartışmak amaçlanmıştır.
  • ItemOpen Access
    DIEP flep ile meme rekonstrüksiyonunda “SPY” kullanımı: olgu sunumu
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-05) Kastamoni, Menekşe; Köse, F. Bilge; Akın, Selçuk; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı.
    Meme kanseri her 8 kadından birinde görülen kadınların en sık 2. kanseridir. Mastektomi sonrası meme rekonstrüksiyonu implant ile yapılabildiği gibi otolog dokularla da yapılabilir. Olgumuzda, mastektomi öyküsü olan 40 yaş kadın hasta rekonstrüksiyon isteği ile tarafımıza başvurdu. Poliklinik değerlendirmesi sonrası sağ mastektomili ve karında sarkıklığı mevcut olan hastanın derin inferior epigastrik arter perforatör (DIEP) flep ile rekonstrüksiyonu planlandı. Operasyon sırasında flep perfüzyonunu değerlendirmek için “SPY Kızılötesi Floresan Anjiografi Perfüzyon Değerlendirme Cihazı”nı kullanmak amaçlandı. Böylece ameliyat sonrası dolaşım problemi nedeniyle yaşanabilecek komplikasyonlar en aza indirildi. “SPY” cihazını aktif olarak kullandığımız operasyon süreci hakkındaki deneyimlerimizden bahsedeceğiz.
  • ItemOpen Access
    Yüksek kardiyak riskli olguda ultrasonografi eşliğinde kombine femoral-siyatik blok
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-13) Yılmaz, Nezir; Yerebakan, Selcan; Gurbet, Alp; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı.
    Yüksek kardiyak riskli hastalarda, hemodinamik duyarlılık ve antikoagülan kullanımı nedeniyle genel ve spinal anestezi kontraendike olarak kabul edilmektedir. Hemodinami üzerine etkileri minimal olan periferik sinir blokları yüksek riskli hasta grubunda daha güvenli bir anestezi yöntemi olarak görülmektedir. Bu olgu sunumunda yakın zamanlı miyokard infarktüsü geçmişi olan yüksek riskli kardiyak hastada kombine femoral –siyatik blok uygulamasını sunuyoruz. Hastada operasyon süresince ek anestezi ve analjezi ihtiyacı gözlenmedi. Peroperatif ve erken postoperatif dönemde komplikasyona rastlanmadı. Sonuç olarak kombine femoral –siyatik blok yüksek riskli hastalarda alt ekstremite cerrahilerinde etkin ve güvenli bir anestezi yöntemi olarak uygulanabilir.
  • ItemOpen Access
    Multipl kranial nöropatiyle prezente olan rinoserebral mukormikoz olgusu
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-02) Şimşek, Fatma; Kızıldağ, Nazım; Karaman, Hasan; Aktaş, Yunus Emre
    Rinoserebral mukormikoz, mukormikozun en sık görülen formu olup, fatal seyreden fulminan bir enfeksiyondur. Sıklıkla immunsüprese ve diabeti olup ketoasidoz gelişen hastalarda görülmektedir. Hastalık primer olarak paranazal sinüslerde olup direk yolla yada damar duvarı invazyonu ile intrakranial yayılım gösterir. Rinoserebral mukormikoz, ateş, pürülan burun akıntısı, baş ağrısı, yüz ağrısı gibi akut sinüzit bulguları ile gelebilir. Mortal seyirli bir hastalık olduğu için diabet tanılı, ketoasidozu olan ve akut sinüzit bulguları gelişen hastalarda mukormikoz tanısının dışlanması önemlidir. Tedavisi zor bir hastalıktır. Tanı ne kadar erken konulup tedaviye ne kadar erken başlanırsa başarı şansı o kadar yükselmektedir. Nekrotik dokunun debritmanı ve yüksek doz amfoterisin B kullanımı tedavinin ana prensibini oluşturmaktadır. Burada multipl kranial nöropatisi gelişerek takipte mukormikoz tanısı alan ve ilk görüntülemelerinde hafif akut sinüzit bulguları olan hasta sunulmuştur. Bu vakada diabetik ketosidozu ve akut sinüziti olan hastalarda mukormikozun ayırıcı tanıda ilk ekarte edilmesi gereken hastalık olması gerektiği vurgulanmak istenmiştir.
  • ItemOpen Access
    Fibromiyaljili hastalarda D vitamini düzeyi hastalık şiddeti ve enflamatuar göstergeler ile ilişkili midir
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-05) Turgay, Türkan; Karadeniz, Pınar Günel
    Bu çalışmada fibromiyalji hastalarının D vitamini seviyeleri ile hastalık şiddeti ve enflamasyonla ilişkisini nötrofil lenfosit oranı (N/L), platelet lenfosit oranı (P/L), ortalama trombosit hacmi (OTH), eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve C-reaktif protein (CRP) parametrelerini kullanarak değerlendirme ve klinik önemini araştırma amaçlanmıştır. Çalışmaya SANKO Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniğine başvurmuş fibromiyaljili hastalar ve sağlıklı kontroller dahil edildi. Fibromiyalji hastalarının fonksiyonel durumunu değerlendirmek için Fibromiyalji Etki Anketi kullanıldı. Hastalara ait demografik ve laboratuvar bilgileri retrospektif olarak dosya taraması ile elde edildi. Fibromiyalji (n=51) ve kontrol (n=46) grubu arasında cinsiyet ve yaş bakımından istatistiksel olarak anlamlı b ir f ark y oktu ( sırasıyla; p=1.000, p=0.074). Hasta ve kontrol gruplarının trombosit, OTH, nötrofil, lenfosit, N/L, P/L değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Fibromiyalji hastalarında D vitamini eksikliği, CRP ve ESH düzeylerindeki yükseklik istatistiksel olarak anlamlı bulunurken (sırasıyla p<0.001, p=0.009, p=0.036), D vitamini eksikliği ve hastalık şiddeti arasında anlamlı bir korelasyon bulunamadı (p=0.313). Her iki grupta D vitamini ve hastalık şiddeti ile diğer parametreler arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır (p>0.05). Çalışmamız her iki grupta D vitamini eksikliğinin hastalık şiddeti ve trombosit, OTH, N/L, P/L, ESH, CRP değerleri arasında anlamlı bir ilişki olmadığını ortaya koydu. Fibromiyalji sendromunda D vitamini ile enflamasyon belirteçlerinin ve hastalık şiddetinin arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için daha geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • ItemOpen Access
    Benign mediastinal/hiler lenfadenopatilerde etyoloji
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-11-11) Özlü, Tevfik; Bülbül, Yılmaz; Öztuna, Funda; Özsu, Savaş; Tekinbaş, Celal; Erbay, Müge; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Çalışmamızda benign mediastinal/hiler lenfadenopati saptanan hastalar takip edilerek lenfadenopatiye neden olan hastalıkların dağılımı incelenmiştir. Çalışmamız, Mayıs 2015 ile Haziran 2016 tarihleri arasında prospektif olarak yürütüldü. Çalışmaya mediastinal/hiler lenfadenopati nedeni ile EBUS/ Mediastinoskopi/ Torakoskopi yapılan olgular alındı ve başlangıçta biyopside malignite saptanan hastalar çalışmadan çıkarıldı. Çalışmaya dahil edilen benign mediastinal/hiler LAP saptanan 93 hastanın %59.1 (55)’i kadın, %40.9 (38)’u erkek, yaş ortalaması 55.1 (±12.6) idi. Seksen üç hastaya Endobronşiyal Ultrason Eşliğinde Transbronşiyal İğne Aspirasyonu (EBUS TBİA), 7 hastaya mediastinoskopi, 2 hastaya Video-asiste torakoskopik cerrahi (VATS) ve 1 hastaya torakotomi yapıldı. Hastaların %53.8 (50)’inde sarkoidoz, %12.9 (12)’unda antrakoz, %5.1 (5)’inde tüberküloz, %4.3 (4)’ünde silikozis, %1.1 (1)’inde churg strauss sendromu, %1.1 (1)’inde hipersensitivite pnömonisi, %1.1 (1)’inde enfeksiyon, %1.1 (1)’inde kanser, %19.4 (18)’ünde nedeni bilinmeyen lenfadenopati bulundu. Çalışmamızdaki esas bulgu benign mediastinal/hiler lenfadenopatinin en yaygın nedeninin sarkoidoz olarak bulunmasıdır. Enfeksiyöz nedenlerden tüberküloz ise 3. sıklıkta LAP nedeni olarak bulunmuştur. Ayrıca granülomatöz lenfadenitin benign mediastinal/hiler lenfadenopatilerin yarısından fazlasını oluşturduğu görülmüştür. Mediastinel/hiler LAP’lerin büyük oranda EBUS TBİA yöntemiyle örneklenebildiği saptanmıştır. Ayırıcı tanının yapılamadığı olgularda takip ile tanıya gidilebileceği de anlaşılmaktadır.
  • ItemOpen Access
    Obstruktif uyku apne sendromlu hastalarda fibrinojen düzeylerinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-11-27) Demirdöğen, Ezgi; Ursavaş, Ahmet; Karadağ, Mehmet; Coşkun, Funda; Edigen, Dane; Uzaslan, Esra; Ege, Ercüment; Gözü, Oktay; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) hastalarında vasküler hastalık riski artmıştır. Bu hastalarda kardiyovasküler hastalık gelişimine ait kesin mekanizma bilinmemektedir. Fibrinojen normal plazmanın ana bileşenidir. Akut faz reaktanı olan fibrinojen düzeyleri inflamatuar yanıtın bir parçası olarak yükselmektedir. Fibrinojenin koroner arter hastalığı ve inme için bağımsız risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda yeni orta/ağır OUAS tanısı almış hastalarda ve non-apneik olgularda plazma fibrinojen düzeylerini karşılaştırmayı ve polisomnografi (PSG) parametreleri ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Tüm gece PSG sonrası yeni tanı almış 50 orta ve ağır OUAS olgusu ile 33 nonapneik kontrol olgu çalışmaya dahil edilmiştir. uyku çalışmasının ardından sabah 8.00-9.00 saatleri arasında kan örnekleri alınarak plazma fibrinojen düzeyleri Clauss metodu ile ölçülmüştür. Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, sigara alışkanlığı açısından fark saptanmadı. Plazma fibrinojen düzeyleri OUAS grubunda (4.2 ± 0.14 g/L) kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.028). Plazma fibrinojen düzeyleri; Epworth uykululuk skalası (ESS) skoru (r=0.301, p=0.006), yaş (r=0.327, p=0.003), beden kitle indeksi (BKİ) (r=0.388, p<0.001), ortalama oksijen desaturasyonu (r=0.258, p=0.019), oksijen desaturasyon indeksi (r=0.281, p=0.010), oksijen satürasyonunun % 90’ın altında kalma süresi (r=0.248, p=0.024) ve arousal indeksi (r=0.220, p=0.046) ile pozitif korele idi. Plazma fibrinojen düzeyleri ile uykudaki oksijen saturasyonu arasında (r= -0.254, p=0.029) negatif korelasyon mevcuttu. Çoklu doğrusal regresyon analiz ile EUS skoru ve BKİ’nin, AHİ’den bağımsız olarak, fibrinojen düzeyleri ile ilişkili değişkenler olduğu saptanmıştır. Sonuçta plazma fibrinojen düzeyleri ile ESS ve BKİ’nin ilişkili olduğu bulunmuştur. Fibrinojen düzeyleri ve nokturnal desaturasyon arasındaki ilişki, hipoksi inflamasyon ilişkisini desteklemektedir. Yüksek fibrinojen düzeylerinin OUAS’lı hastalarda vasküler hastalık gelişimi için önemli bir faktör olabileceği sonucuna varılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Gebe kadınların gebelikte yoganın faydaları hakkındaki bilgi ve görüşleri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-11-27) Yurtsal, Zeliha Burcu; Eroğlu, Vasviye
    Giderek artan popülaritesine rağmen, gebe kadınlarda yoganın faydaları hakkında bilgi ve görüşlerini belirleyen sınırlı sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmanın amacı, gebe kadınların gebelikte yoga hakkında bilgi ve görüşlerini belirleyerek konu hakkında farkındalık oluşturmaktır. Tanımlayıcı kesitsel tipteki araştırma bir üniversite hastanesi’nin kadın doğum polikliniklerinde yapılmıştır. 15 Ocak- 15 Mart 2019 tarihleri arasında polikliniğe başvuran tüm gebeler çalışmaya alınmış, 220 gebeye ulaşılmıştır. Veriler araştırmacı tarafından geliştirilen 34 sorudan oluşan Kişisel Bilgi ve Yoga Bilgi Düzeyi Formu ile toplanmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel değerlendirmesi bilgisayar ortamında SPSS 22.0 paket programı ile yapılmıştır. Gebelerin %76,4'ünün (n=168) gebelik kontrollerinin ağırlıklı olarak doktor tarafından yapıldığı gözlenmiştir. Gebelerin gebeliklerinin kendisinde anksiyete oluşturduğunu söyleme oranı %74,5'inin (n=164), doğum korkusu yaşama oranı %68,1 (n=150) olarak belirlenmiştir. Gebelerin %88'6'sı (n=195) gebelikte egzersiz yapmanın gerekli olduğunu düşünmesine rağmen, %60,5'inin (n=132) gebeliğinde düzenli olarak egzersiz yapmadığı saptanmıştır. Gebelerin %91'i (n=201) gebelikte en uygun egzersizin yürüyüş, %54'ü (n=120) solunum egzersizleri, %30'u (n=67), pilates, %26'sı (n=57) yüzme, %24'ü (n=54) ise yoga olduğunu düşünmektedirler. Birden fazla tercih edenler olmuştur. Yoga uygulamalarının olumlu sonuçlarına rağmen gebe kadınların konu ile ilgili bilgi ve bilinç düzeyinin istenen düzeyde olmadığı tespit edilmiştir. Özellikle ebelerin gebelere yönelik yoga alanında eğitimlerini ve çalışmalarını yoğunlaştırmasının, yoganın gebelik doğum ve doğum sonu dönemdeki olumlu çıktılarını destekleyecek uygulamalı araştırmalar yapması ile ebelik alanına katkı sağlanacağı düşünülmektedir.
  • ItemOpen Access
    Karaciğer nakil hastalarında latent tüberküloz tedavi yaklaşımı: Bursa Uludağ Üniversitesi deneyimi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-10-22) Coşkun, Funda; Sakarya, Merve; Selimoğlu, Kerem; Dündar, Halit Ziya; Kıyıcı, Murat; İşçimen, Remzi; Yeşilbursa, Dilek; Bolca, Naile Topal; Kaya, Ekrem; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Organ Doku Nakli Koordinatörlüğü.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Gastroenteroloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde değerlendirilen ve karaciğer nakli yapılan hastalardaki latent tüberküloz sıklığını ve tedavi durumlarını incelemeyi amaçladık. Son 2 yıl içerisinde karaciğer nakli amacıyla başvuran 16’sı kadın 60 hasta çalışmaya alındı. Yaş ortalaması 53,8 idi. Olguların değerlendirmesinde 39 olguda tüberkülin cilt testi (TCT) 5 mm ve üzerinde pozitif olarak değerlendirildi. Olguların 25’inde karaciğer nakli gerçekleşmişti. Bütün olgular Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı tarafından değerlendirilerek TCT pozitif olan olgulara izoniyazid profilaksisi önerildi. Tedavi önerilen olguların sadece 3 tanesinin ilacını kullandığı saptandı. Latent tüberküloz tedavisi başlanılması önerilen olguların sadece %8’inin tedavi aldığını saptadık. Latent tüberküloz tedavisi karaciğer nakli olan hastalarda TCT pozitifliği saptanması durumunda rehberler tarafından kuvvetle önerilmektedir. Olgularımızda bu çalışmayı yaparak uyum oranının çok düşük olduğunu saptadık. Düzenli takiplere gelen bu hastaların profilaksi tedavisini kullanmaları yönünde değerlendirilmesi gerekmektedir.
  • ItemOpen Access
    Tip 2 diyabetli hastalarda dapagliflozin tedavisinin trombosit fonksiyonları ve inflamasyon üzerine etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-10-18) Eren, Mehmet Ali; Cindoğlu, Çiğdem; Gökçe, Burcu Dikeç; Gökçe, Ali; Sabuncu, Tevfik
    Dapagliflozin kardiyovasküler hastalıklarda güvenli ve yararlı olduğu gösterilen bir oral anti-diyabetik (OAD) ilaçtır. Dapagliflozinin kardiyovasküler olumlu etkilerinin kesin mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada, dapagliflozin kullanan hastalarda tedavinin trombosit fonksiyonunu gösteren ortalama trombosit hacmi (OTH) ve yeni inflamatuar belirteçler olan nötrofil lenfosit oranı (NLO) ve trombosit lenfosit oranı (TLO) üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık. Daha önce OAD veya OAD+insülin tedavisi almakta iken tedaviye dapagliflozin eklenen, 18 yaş üstü tip 2 diyabeti olan hastaların dosyaları incelenerek, dapagliflozin tedavisi başlamadan önce ve tedaviden sonra 3-6 ay içindeki laboratuar verileri kaydedildi. Dapagliflozin tedavisi ile birlikte glukoz ve A1c değerleri anlamlı olarak azalırken (her iki p<0.001), hemoglobin, hematokrit ve NLO değerleri anlamlı olarak arttı (sırasıyla p=0.005, p=0.001 ve p=0.032). Ayrıca nötrofil sayısı anlamlı olarak artarken, lenfosit sayısı anlamlı olarak azaldı (p=0.029 ve p=0.019). Dapagliflozin etkili bir OAD olup vücuttaki inflamasyon üzerine etkileri bulunmaktadır. Bu etkinin nasıl ve neden olduğunun anlaşılmasına ihtiyaç vardır.
  • ItemOpen Access
    Bursa Uludağ Üniversitesi sağlık bilimleri fakültesi hemşirelik öğrencilerinin akıllı telefon kullanım durumu ve bağımlılık düzeylerinin belirlenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-10-14) Özdemir, Aysel; Çiftçi, Halit; Dağılgan, Sedat; Ünal, Eda; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi/Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Hemşirelik Anabilim Dalı.
    Araştırma üniversite öğrencilerinde akıllı telefon kullanım nedenleri ve akıllı telefon bağımlılık düzeylerinin belirlenmesi amacıyla, Kasım- Aralık 2018 tarihleri arasında, tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırmanın verilerinin toplanmasında bir üniversitenin hemşirelik bölümünde okuyan öğrencilerden örnekleme yapılmıştır (n=187). Araştırmaya katılan bireylerin %67,4’ünün kız öğrencilerden oluştuğu görülmektedir. Öğrencilerin ölçekten aldıkları puan ortalaması 28,32 ±10,20’dir. Öğrencilerin ilk kez akıllı telefona sahip olma yaşı/ son bir ay içinde cep telefonla ile en az konuştuğu süre ile akıllı telefon bağımlılık ölçek puanları arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0,05). Öğrencilerin cep telefonunun günlük yaşantıdaki önemi ile akıllı telefon bağımlılık düzeyi ölçek puanı arasındaki ilişkiye bakıldığında: sağlık risklerini bilmesine rağmen cep telefonundan vazgeçemediği, prestij kaynağı olarak gördüğü, sorunlardan kaçmayı sağladığı, başkasına ihtiyaç hissetmesini önlediği, yalnızlık hissettirmediği, kendisine ait bir parçası olarak nitelendirdiği, sıkılmasını engellediği, yüz yüze konuşmalarda kendisini ifade etmede yaşadığı sıkıntıları azalttığını ifade eden durumlar ile akıllı telefon ölçek puanı arasında anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır (p<0,05). Öğrencilerin cep telefonlarını değiştirme nedenlerinin( yeni telefonun çıkması, teknik özelliklerin yetersiz kalması, arkadaşlarından etkilenmek) akıllı telefon bağımlılık ölçeği puanlarını etkilediği belirlendi (p<0,05).
  • ItemOpen Access
    Acil serviste kan transfüzyonu yapılan hastaların özellikleri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-10-11) İşler, Yeşim; Kaya, Halil; İşler, Şükrü; Yüksel, Melih
    Bu çalışmanın amacı acil serviste kan ve kan ürünleri transfüzyonu yapılan hastaların transfüzyon sonrası değişim verilerin incelenmesi amacıyla prospektif olarak incelemektir. Bu çalışma Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisine başvuran hastaların yaş ve cinsiyetleri, şikayetleri, muayene bulguları, kan grupları, verilen kan ürünleri ve ünitelerinin dağılımı, transfüzyon öncesi ve sonrası hemoglobin(Hb), hematokrit (Hct) değerleri incelenerek yapıldı. Çalışmaya 92 hasta alınmış olup hastaların %56,5’u 65 yaş ve üzerindeydi. %59,8’i kadındı. %44,6 ile en fazla “halsizlik” şikayeti vardı. Muayenede hastaların %17,4’inde melena %14,1’inde hematokezya vardı. Hastaların %40,2’si anemi ve %35,9’u Gastrointestinal Sistem (GİS) kanaması tanısı almıştı. Hastalar en fazla %45,7 ile A RH+ ve %29,3 ile 0 RH + kan gruplarına sahipti. Hastaların %94,6’sına eritrosit süspansiyonu (ES) ve %5,4’üne ES+ taze donmuş plazma (TDP) transfüzyonu yapıldı. Hastaların %46,7’sine iki ünite ES ve %40,2’sine bir ünite ES verildi. Yaş gruplarının transfüzyon öncesi Hb değerleri arasında istatistiksel olarak önemli bir fark yokken (p=0,879), transfüzyon sonrası istatistiksel olarak önemli fark olduğu bulundu (p=0,003). ES transfüzyonu sonrası hastaların %58,2’si beklenen Hb değerine ve %50,0’si beklenen Hct değerlerine ulaşmıştı. Yaş, cinsiyet ve tanıya göre beklenen Hb ve Hct düzeylerine ulaşma durumları arasında istatistiksel olarak önemli fark yoktu (p>0,05). Transfüzyon öncesi ve sonrası hastaların nabız, tansiyon ve ateş gibi vital bulgularında istatistiksel olarak fark yoktu (p>0,05), ancak Hb, Hct, MCV ve MCH’de önemli artış vardı (p<0,05). Çalışma sonunda acil serviste yapılan kan ve kan ürünü transfüzyonları incelendiğinde düşünülenin aksine travmaya bağlı acil transfüzyon değil de en fazla GİS kanama ve anemiye bağlı transfüzyon yapıldığı tespit edilmiştir.
  • ItemOpen Access
    KOAH ve overlap sendromlu hastalarda kardiyopulmoner egzersiz testinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-10-10) Cengiz, Arzu Ertem; Coşkun, Funda; Ursavaş, Ahmet; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) sistemik inflamasyon ile seyreden bir hastalıktır ve sistemik inflamasyon KOAH’ta morbidite ve mortalitenin ana nedenidir. OSAS ve KOAH birlikteliği yani Overlap Sendromu (OS) toplumda % 1 sıklığında görülmektedir. Bu iki hastalığın birlikteliğinde sistemik inflamasyon şiddeti daha da artmaktadır. Bu nedenle de OS’lı hastalarda morbidite ve mortalite daha fazla oranda görülmektedir. Bu çalışmanın amacı KOAH ve OS’li hastalarda kardiyopulmoner egzersiz testleri arasında anlamlı farklılık olup olmadığını saptamaktı. Çalışmamızda 18 hastaya Kardiyopulmoner Egzersiz Testi (KPET) yapılmıştır. Test yapılan hastaların 12’si KOAH’lı ve 6’sı OS’lu idi. Çalışmaya alınan hastalara Vmax Encore, USA cihazı kullanılarak semptom sınırlı incremental KPET uygulandı. KPET sonucu maksimum oksijen tüketimi (VO2max ml/kg/min) KOAH’lı grupta 15,5 ±6,4, OS’lı grupta 12,4±6 saptandı. Bu açıdan anlamlı fark yoktu (P>0,05). Karbondioksit üretimi (VCO2 L/min) açısıdan da iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Maksimum iş kapasitesi (work-watt) KOAH’lı grupta 59,2±29, OS’lı grupta 45,8±19 saptadı. Bu değerler arasında da anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Hastaların maksimum kalp hızı dakikada KOAH’lı grupta 120±21, OS’lı grupta 116±18 olarak saptandı. Oksijen pulse değeri (ml/atım) ve maksimum kalp hızı açısından İki grup karşılaştırmasında anlamlı fark yoktu (p>0,05) .Maksimum ventilasyon oranı (VEmax-L/dk) KOAH’lı grupta 43±13, OS’lı grupta 36,6±9,2 olarak saptadı. İki grup arasında anlamı fark saptanmadı (p>0,05). Endtidal CO2 değeri ve Endtidal O2 değeri açısında KOAH’lı ve OS’lı grup karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı (p >0,05) . Solunum katsayısı yani RQ oranı KOAH’lı grupta 1,1 ±0,4 iken OS’lı grupta 1,1±0,4 saptandı. İki grupta anlamlı fark yoktu. Anaerobik treeshot (AT) değeri KOAH’lı ve OS’lı grupta benzerdi. Bu değerler arasında da istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç olarak değerlendirildiğinde KOAH ve OS’lu hastalarda KPET değerlerini normal popülasyona göre düşük saptamakla birlikte iki hastalık arasında anlamlı farklılık saptamadık.
  • ItemOpen Access
    Rosmarinik asidin cisplatine karşı antisitotoksik ve antigenotoksik etkisinin A549 ve beas-2B hücre hatlarında araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-25) Vatan, Özgür; Bursa Uludağ Üniversitesi/Fen Edebiyat Fakültesi/Biyoloji Bölümü.
    Rosmarinik Asit (RA) birçok bitki türünde bulunan önemli bir fenolik bileşiktir. Çalışmada RA’nın, A549 (İnsan Akciğer Kanser Hücre Hattı) ve Beas-2B (İnsan Sağlıklı Bronşial Epitel Hücre Hattı) hücrelerinde, Cisplatin tarafından oluşturulan sitotoksik, genotoksik etki ve oksidatif strese karşın etkinliğinin in vitro olarak belirlenmesi ve böylelikle Cisplatin kemoterapisi sırasında hastalar tarafından kullanılabilecek RA içerikli bitkisel ürünlerin Cisplatin tedavisi üzerindeki olası etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaca yönelik olarak sitotoksite belirlenmesinde XTT, genotoksite belirlenmesinde Komet ve oksidatif stres değerlerinin belirlenmesinde ise DCFH-DA yöntemleri kullanılmıştır. Yöntemlerde hücreler Cisplatin’in iki farklı dozuna (11, 22 μM) 24 saat süre ile maruz bırakılmıştır. Hücreler RA’nın üç farklı konsantrasyonuna (50, 100, 200 μM) hem tek başına hem de Cisplatin’in iki farklı dozu ile beraber uygulanarak 24 saat süre ile maruz bırakılmıştır. Sonuç olarak Cisplatin dozları tarafından arttırılan; sitotoksik etkiye karşın RA’nın kullanılan konsantrasyonlarının antisitotoksik aktivite, genotoksik etkiye karşın ise antigenotoksik aktivite gösterme potansiyeli olduğu belirlenmiştir. RA’nın bu aktivitelerinin temelinde de Cisplatin tarafından arttırılan oksidatif stres parametrelerini azaltıcı antioksidan özellik göstermesi olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak RA içeren bitkisel ürünlerin, özellikle Cisplatin kemoterapisi alan hastalarda bilinçsizce tüketiminin önlenmesi gerekliliği gösterilmiştir.
  • ItemOpen Access
    Acil servise başvuran hasta ve yakınlarının sosyokültürel ve sosyoekonomik düzeylerinin ambulans kullanımına etkisinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-04) Ongun, Yıldız Ulkat; Durak, Vahide Aslıhan; Çıkrıklar, Halil İbrahim; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Acil Tıp Anabilim Dalı.
    Acil ambulans sisteminin ve sevk zincirinin uygunsuz olarak kullanılması günümüz modern sağlık sisteminin sorunlarından biridir. Halkın bu hizmeti kullanım oranı kişilerin sosyoekonomik şartlarına, sağlık hizmetlerine ulaşım süresine, yaşına ve geçirdiği kazanın veya hastalığının derecesine göre değişebilir. Çalışmamızda; üniversitemiz acil servisine 112 acil ambulans hizmetleri aracılığı ile başvuran hastaların ve hasta yakınlarının sosyokültürel, sosyoekonomik ve eğitim durumlarının incelenmesi amaçlanmıştır. Acil servisimize 112 ambulansı ile başvuran 500 hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Hastalar, hasta yakınları ve 112 ekipleri ile görüşülerek hastaların verileri toplandı. Cinsiyet, yaş, eğitim durumu, gelir durumu, önceki ambulans kullanımları, sağlık güvencesi, çalışma durumu, şikayetleri ve tanısı gibi bilgileri toplanarak istatistiksel analizi yapıldı. Çalışmamızda ambulans kullanımının erkeklerde daha fazla olduğu ve 65 yaş üstü grupta fazla olduğu saptanmıştır. Gelir düzeyi artışının uygunsuz ambulans kullanımını azalttığı görülmüştür. Daha önceden ambulans kullanımı olmayan hasta grubunun daha fazla oranda olduğu görülmüştür. Yine bu grupta uygunsuz kullanım oranı daha yüksek oranda saptanmıştır. 112 aramalarında en yüksek oranın hasta yakınları tarafından aranma olduğu ve en düşük oranın ise hastanın kendisi tarafından aranması olduğu görülmüştür. Sonuç olarak; uygun ambulans kullanımı için hastaların bilinçlendirilmesi ve hastaların acil servis başvurularında kullanabilecekleri alternatif ulaşım sistemleri gerekmektedir.
  • ItemUnknown
    Laparoskopik matür kistik teratom eksizyonu sonrası kistin büyüklüğü ile içerdiği farklı mezodermal ve ektodermal doku komponentleri arasındaki ilişki
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-08-29) Orhan, Adnan; Kasapoğlu, Işıl; Arık, Şeyda; Atalay, Fatma Öz; Özerkan, Kemal; Demir, Bilge Çetinkaya; Şen, Hamza Furkan; Uncu, Gürkan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp - Biyoistatistik Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı.
    Overin matür kistik teratomu (MKT) ikinci ve üçüncü dekattaki kadınların en sık görülen over tümörüdür. Hemen tamamı benign olan bu tümörlerin rüptür, torsiyon ve malignite gibi çeşitli komplikasyonları vardır. Her üç germ yaprağından da köken alabilen bu tümörlerde kemik, kıkırdak, diş gibi farklı germ yapraklarına ait dokular izlenebilir. Bu çalışmanın amacı laparoskopik MKT eksizyonu yaptığımız hastaların tümör içeriklerindeki doku farklılıklarını gözlemek ve bu dokuların MKT kist büyüklüğü ile olan ilişkisini araştırmaktır. Retrospektif olarak planlanan bu çalışmaya 01.01.2006 – 31.12.2018 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinde laparoskopik MKT eksizyonu uygulanan hastalar alındı. Hastaların demografik özellikleri, MKT çapı, bilateralite oranı, lobülasyon, içeriğindeki kıl, diş, kemik dokusu varlığı ayrıntılı olarak incelendi. Çalışmaya 236 hasta alındı. 222 hastaya laparoskopik MKT kist eksizyonu uygulanmıştı. 14 hastada ise diğer laparoskopik operasyonlar sonrasında patoloji spesimeninde matür kistik teratom saptanmıştı. Bilateralite oranı %15,2 idi. 4-5 cm çapında 58, 5-6 cm çapında 78, 6-7 cm çapında 82, 7 cm’den büyük 54 MKT saptandı. MKT’un çapı arttıkça içerisinde kıl, diş veya kemik doku bulunma veya lobule olma ihtimali belirgin olarak artıyordu. İstatistiksel olarak bakıldığında özellikle 7 cm den büyük kistlerde her üç dokuyu da içerme ve lobülasyon olasılığı en yüksek anlam düzeyine ulaşıyordu. Sonuç olarak laparoskopik MKT eksizyonu yapılan olgularda kist boyutu ile içerdiği farklı germ yapraklarına ait doku komponentleri ve lobülasyon durumu doğru orantılıdır. Bu durum özellikle 7 cm ve üstü matür kistik teratomlarda daha belirgindir.
  • ItemUnknown
    Nesfatin-1 ve oreksin A nöronları arasındaki etkileşimin immünohistokimyasal olarak araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-08-27) Yurtseven, Duygu Gök; Minbay, Zehra; Eyigör, Özhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.
    Nesfatin-1 besin alımını baskılayan, oreksin A ise tetikleyen birbirine zıt etkili iki peptidtir. Bu peptidler hipotalamusta yerleşik olan nöron grupları tarafından sentezlenmekte ve salıverilmektedir. Çalışmamız kapsamında, besin alımının düzenlenmesinde rol oynayan bu iki önemli peptiderjik sistemin birbirleri üzerindeki olası etkileşimi immünohistokimyasal yöntemlerle araştırılmıştır. Bu amaca yönelik olarak, ilgili peptidlerin deneklere verilmesi sonucu diğer peptidi sentezleyen nöronlardaki aktivasyon değişiklikleri incelenmiştir. Bir transkripsiyon faktörü olan c-Fos proteininin yanı sıra, iki farklı hücre içi yolağın aktivasyon belirteci olan fosforile STAT5 (sinyal çevrimcileri ve transkripsiyon aktivatörleri) ve fosforile CREB (c-AMP-yanıtlı element bağlayıcı protein, p-CREB) immün reaktivitesinin varlığı, nöronal aktivasyonun belirlenmesinde kullanılmıştır. Çalışmalarda hipotalamusun supraoptik çekirdeklerinde lokalize nesfatin nöronları ile lateral hipotalamusta lokalize oreksin A nöronları incelenmiştir. Çalışmaların sonucunda nesfatin-1 nöronlarına ait aksonların, oreksin A nöronları üzerinde sinaps oluşturabileceğini düşündürecek şekilde sonlanmalar yaptığı görülmüştür. Ancak nesfatin-1 verilen deneklerin oreksin A nöronlarında c-Fos, pCREB veya pSTAT5 proteinlerinin ekspresyonunda bir değişiklik görülmemiştir. Benzer şekilde oreksin A verilen deneklere ait nesfatin-1 nöronlarında da bu belirteçleri içeren yolaklara ait bir aktivasyon gözlenmemiştir. Sonuç olarak, nesfatin-1 nöronlarının oreksin A nöronlarıyla sinaps oluşturabileceği, nesfatin-1 ve oreksin A peptidlerinin birbiri üzerinde, c-Fos, CREB ve STAT proteinlerinin rol aldığı hücre içi yolakları kullanarak aktive edici etkilerinin olmadığı, ancak her iki peptidi eksprese eden nöronlarda, bu yolakların kullanımıyla farklı moleküllerin besin alımının kontrolü doğrultusunda düzenleyici etki gösterebilecekleri düşünülmüştür.