2007 Cilt 33 Sayı 2

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 10 of 10
  • ItemOpen Access
    Pneumocystis jiroveci enfeksiyonu ve akciğer tutulumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-07-30) Elbüken, Gülşah
    Pneumocystis jiroveci, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda özellikle akciğer tutulumu ile seyreden fırsatçı bir patojendir. Pneumocystis jiroveci pnömonisinde klinik bulgular dispne, taşipne, nonprodüktif öksürük, ateş ve siyanozdur. Radyolojik olarak interstisyel pnömoni görünümü saptanır. Kültürde üretilemediğinden tanı klinik bulgular ile birlikte akciğer sekresyonunda organizmanın morfolojik olarak gösterilmesi veya fluoresan antikor ve moleküler yöntemler gibi daha duyarlı yöntemler ile saptanması ile konulabilmektedir. Diğer ilaç alternatifleri bulunmakla birlikte trimetoprim-sulfametaksazol profilaksi ve tedavide ilk seçenek olarak önerilmektedir.
  • ItemOpen Access
    Hasta - hekim ilişkisini etkileyen unsurlar
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-07-27) Atıcı, Elif; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Deontoloji Anabilim Dalı.
    Hasta-hekim ilişkisi tıbbi uygulamanın özüdür. Bu ilişkinin gerçekleştiği kültürde o zaman diliminde geçerli olan hekim rolü, hekim kavramı, hekimden beklenen davranış kalıpları, çağın hastalık kavramı, tanı ve tedavi yöntemleri, hekimden, hastadan ya da sağlık hizmetlerinin yürütülmesinden kaynaklanan sorunlar, hastalığın kendine özgü özellikleri bu ilişkinin şekillendirilmesi ve yönlendirilmesinde etkili olmaktadır. Bu derlemede hasta ve hekim arasındaki ilişkiyi etkileyen unsurlar değerlendirilmektedir.
  • ItemOpen Access
    Çocuklarda fonksiyonel konstipasyon
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-09-25) Özkan, Tanju Başarır; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Pediatrik Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim Dalı.
    Fonksiyonel konstipasyon çocuk gastroenteroloji polikliniklerine başvuru nedenlerinin % 25’ ini oluşturur. Roma II kriterlerine göre süt çocuğu ve okul çocuklarında, yapısal, metabolik, endokrin hastalık olmaksızın >2 hafta, katı kıvamda dışkılama olarak tanımlanır. Konstipasyonun en sık rastlanan tipidir. Fonksiyonel fekal retansiyon ise ağır formudur. Konstipasyona yaklaşım ve tedavisinde temel prensip diyetin düzenlenmesi ve uygun dışkılama eğitiminin verilmesidir.
  • ItemOpen Access
    Çocuklarda H.pylori enfeksiyonunda seroloji, tanı ve tedavi
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-09-25) Özkan, Tanju Başarır; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Pediatrik Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim Dalı.
    H.pylori, dünya üzerinde yaygın ve sık olarak rastlanan bir enfeksiyon etkenidir. H.pylori enfeksiyonu, gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha sık ve daha erken yaşta görülmektedir. Bulaş şeklinin, insandan insana; oral-oral, gastrik-oral veya fekal-oral yollarla olabileceği bildirilmiştir. Enfeksiyonun aile içi bulaş ile yayıldığı, bu konuda enfekte annelerin daha çok bulaş nedeni olduğu bilinmektedir. H.pylori enfeksiyonunun saptanmasına yönelik noninvaziv ve invaziv testler ancak klinik semptomların varlığında önerilmektedir. Klinik çalışmaların sonuçlarına göre, H.pylori gastritinin çocuklarda büyük ölçüde asemptomatik kalabileceği kabul edilmiştir. Klasik klinik tablo gastritis, tekrarlayan karın ağrısı ve nonülser dispepsidir. Çocuklarda tedavi yaklaşımları net olmamakla birlikte peptik ülser ve H.pylori pozitifliği saptanan hastaların tedavi edilmesi önerilmektedir. Çocuklarda yeğlenen güncel tedavi; geniş spektrumlu ikili antibiyotik ve proton pompası inhibitörlerinin 1–2 hafta süreyle uygulanmasıdır.
  • ItemOpen Access
    Anestezi asistanlarında nöbetin bilişsel işlevler ve ruhsal durum üzerine etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-11-30) Yavaşcaoğlu, Belgin; Aydın, Birgül; Karataş, Ebru Gökçen; Kaya, Fatma Nur; Özcan, Berin; Kırlı, Selçuk; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Psikiyatri Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada 32 saat ve 8 saat çalışan anestezi asistanlarının psikolojik ve bilişsel fonksiyonlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bilişsel ve psikolojik durumu değerlendiren nöropsikolojik ve psikolojik testler aynı anestezi asistanına 32 saat ve 8 saatlik çalışma sonrası uygulandı. 32 saat çalışan asistanların nöropsikolojik bozulma gösterdiği bulundu. Uygulanan psikolojik testler 32 saatlik çalışma sonrası depresif duygu durum, anksiyete ve stresin 8 saatlik çalışmaya göre daha sık bulunduğunu gösterdi. Bu bulgular ışığında, hataları azaltmak ve hasta güvenliğini arttırmak amacıyla, anestezi asistanlarının çalışma programlarının yeniden düzenlenmesinin uygun olduğu düşünüldü.
  • ItemOpen Access
    Prostatın transüretral rezeksiyonu sırasındaki kan kaybının azaltılmasında finasterıd’in rolü
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-11-28) Küçük, Muaffak; Edincik, Ender; Dirican, Melahat; Vuruşkan, Hakan; Yavaşcaoğlu, İsmet; Oktay, Bülent; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.
    Bu randomize prospektif çalışmada; transüretral prostat rezeksiyonundaki (TUR-P) peroperatif kanamanın azaltılmasında, preoperatif finasterid tedavisinin etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. Elektif TUR-P uygulanması planlanan 60 hasta çalışmaya alındı. Bu hastaların, rastgele 30 tanesine cerrahi öncesi tedavi verilmezken, 30 tanesine 2 hafta 5 mg/gün finasterid verildi. Cerrahi öncesi ve sonrası kan hemoglobin düzeyleri ölçüldü. Kullanılan yıkama sıvısının miktarı, hemoglobin konsantrasyonu, rezeksiyon süresi ve rezeke edilen prostat doku ağırlığı kaydedildi. Her iki grup arasında yaş, prostat spesifik antijen (PSA) düzeyi, rezeke edilen doku miktarı ve operasyon süresi açısından istatistiksel açıdan fark yoktu. Ortalama kan kaybı finasterid alan grupta, kontrol grubuna göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşüktü (p=0.017). Rezeke edilen gram prostat dokusu başına kan kaybı hesaplandığında, istatistiksel açıdan fark daha da anlamlı düşük olarak saptandı (p=0.005). Bu çalışma, preoperatif 2 hafta süreyle finasterid kullanımının TUR-P uygulanan hastalarda kanamayı azalttığını göstermiştir.
  • ItemOpen Access
    Prematüre retinopatili yenidoğanların laser tedavisinde genel anestezi uygulamalarımız: retrospektif değerlendirme
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-11-20) Yavaşcaoğlu, Belgin; Kaya, Fatma Nur; Özcan, Berin; Yılmaz, Canan; Töre, Gülbin; Ata, Filiz; Yıldız, Meral; Özmen, Ahmet; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.
    Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde retinal damarların immattüritesine bağlı oluşan prematür retinopatisi (PR) acil tedavi gerektirir. Prematür bebeklerde artan yaşam oranlarına bağlı olarak PR görülme sıklığı artmıştır. PR tedavisinde kullanılan indirekt lazer fotokoagülasyon işlemi sırasında bebekler analjezi ve anesteziye gereksinim duyarlar. PR tedavisi sırasında kardiyovasküler arrest, oksijen desatürasyonu, ciddi bradikardi ve apne gibi hayatı tehdit eden komplikasyonlar görülebilir. Bu nedenle prematürelerde uygulanacak anestezi tekniği ve postoperatif bakım özellik gerektirir. Hastanemizde Ekim 2004-Ağustos 2007 dönemleri arasında PR tedavisi için lazer fotokoagülasyon uygulanan bebeklerde sıklıkla endotrakeal entübasyon ile genel anestezi uygulamasının tercih edildiği görüldü. Lazer fotokoagülasyon tedavisinin genel anestezi altında minimal risk ile gerçekleştirildiği saptandı. Bebeklerin postoperatif dönemde gelişebilecek komplikasyonlarını azaltmak için ilk 24 saat yoğun bakım ünitesinde izlenmesinin uygun bakımı sağladığı görüldü. PR’li bebeklerin tanı ve tedavileri sırasında neonatolog, pediatrik anestezist ve pediatrik oftalmolog işbirliği ile değerlendirilmesi ve izlenmesi gerektiği kanısındayız.
  • ItemOpen Access
    Çocukluk çağında vitamin B12 eksikliği klinik bulgular ve tedavi
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-11-07) Baytan, Birol; Özdemir, Özlem; Erdemir, Gülin; Güneş, Adalet Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nöroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Gastroenteroloji Bilim Dalı.
    Vitamin B12 eksikliği gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla diyette alım kusuruna bağlı gelişir. Bu çalışmamızda çeşitli yakınmalarla çocuk genel polikliniğine başvuran çocuklar arasında vitamin B12 eksikliği saptanan olgular incelendi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi genel çocuk polikliniğine 2005-2006 yılları arasında değişik nedenler ile başvuran 3980 olgunun 15’inde anamnez, klinik ve laboratuar bulgular eşliğinde vitamin B12 eksikliği düşünüldü. Olguların %80’ni düşük sosyoekonomik düzeyli ailelerdendi ve vitamin B12’den fakir beslendiği saptandı. Vitamin B12 eksikliği sosyoekonomik düzeyi düşük ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunudur. Erken tanı ve tedavi ile önemli ve kalıcı nörolojik komplikasyonlar engellenebilir.
  • ItemOpen Access
    Tip II diyabetes mellituslu hastalarda kardiyak otonom nöropati ile diyastolik kalp fonksiyonlarının ilişkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-11-27) Güçlü, Sevil; Aydınlar, Ali; Kaderli, Aysel Aydın; Güllülü, Sümeyye; Özdemir, Bülent; Şentürk, Tunay; Baran, İbrahim; Güçlü, Metin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Anabilim Dalı.
    Hem tedavi hem de prognoz açısından önemli farklılıklar gösterdiği için erken dönemde saptanan diyastolik disfonksiyon, sistolik disfonksiyona göre koruyucu hekimlik açısından daha büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle çalışmamızda aşikâr kardiyak hastalık bulguları olmayan diyabetik hastalarda prognoz için önemli belirteçler olan kardiyak otonom nöropati (KON) ile diyastolik disfonksiyonun ilişkisini araştırdık. Çalışmaya tip 2 diabetes mellitus tanısı olan 33 hasta dahil edildi. Sağlıklı yaş uyumlu 12 kişi kontrol grubu olarak alındı. KON Ewing testi ile, diyastolik kalp fonksiyonları ekokardiyografi ile değerlendirildi. Ewing skoru<1 olan KON (-) 15 olgu grup 1’i, ≥1 olan KON (+) 18 olgu grup 2’yi oluşturdu. Grup 2’de hem grup 1, hem de kontrol grubuna göre A dalga amplitüdü daha yüksek, E/A oranı daha küçük ve deselerasyon zamanı daha uzun (p<0.05) bulundu. Bu bulgular grup 2’de diyastolik disfonksiyonun daha belirgin olduğunu göstermektedir. Çalışmamızın sonucunda tip II diyabetli olgularda KON ile diyastolik disfonksiyon arasında ilişki olduğunu gösterdik.
  • ItemOpen Access
    Hodgkin lenfoma izleminde pozitron emisyon tomografisi (pet) kullanımının rolü
    (Uludağ Üniversitesi, 2007-11-22) Kurt, Meral; Çetintaş, Sibel; Öztürk, Ayşen; Güneş, Neşe; Edincik, Çiğdem; Özkan, Lütfi; Tamgaç, Feyzi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.
    Bu çalışmanın amacı Hodgkin Lenfoma (HL) tanısıyla radyoterapi (RT) uygulanan hastalarda Fluorodeoksiglukoz-Pozitron Emisyon Tomografisi’nin (PET) tedavi cevabı ve nüks hastalığı belirlemedeki rolünü saptamaktır. Çalışmaya Nisan 2003-Ağustos 2005 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda HL nedeniyle tedavi edilen ve takiplerinde PET kullanılan 15 hasta dahil edilmiştir. Hastaların ortanca yaşı 26 (10-52) yıldı. Üç hasta kadın, 12 hasta ise erkekti. Bir hasta evre I, 5 hasta evre II, 9 hasta evre III’dü. Beş hastada B semptomları bulunuyordu. Hastalara RT öncesi ortalama 6 (3-6) kür kemoterapi (KT) uygulanmıştı. RT alanları; 11 hastada mantle, 2 hastada mantle+paraaortik, 1 hastada tutulmuş alan, 1 hastada da subtotal nodal ışınlamadır. Ortanca toplam RT dozu 39,6 (30,6-45) Gy’dir. Hastalara RT sonrası ortalama 2. ayda (1-5) PET çekimi yapıldı. Takipte diğer konvansiyonel radyolojik görüntüleme yöntemleri de kullanıldı. Hastaların ortanca takip süresi 36 (21-49) aydır. KT ve RT sonrası iki hastanın PET tetkikinde mediastinal hiperaktivite saptandı. Diğer 13 hastanın konvansiyonel radyolojik görüntülemelerinde rezidü lenf nodu mevcut iken, PET incelemeleri normal sonuçlandı. PET’de mediastinal hiperaktivite saptanan iki hastaya mediastinoskopi ve lenf nodu örneklemesi yapıldı. Bir hastada hastalık yinelemesi, diğer hastada ise ksanto-granülomatöz reaksiyon saptandı. PET’in, HL hastalarında evreleme, tedavi cevabını değerlendirme ve takipte kullanılan değerli bir görüntüleme yöntemi olduğu ve lenf nodu tutulumunun değerlendirilmesinde duyarlılığının ve özgüllüğünün yüksek olduğu sonucuna varıldı.