2012 Cilt 38 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18381
Browse
Browsing by Type "Araştırma makalesi"
Now showing 1 - 6 of 6
- Results Per Page
- Sort Options
Item İntraserebroventriküler yolla enjekte edilen adrenomedüllin’in kan basıncı ve kalp hızına etkisinde sempatoadrenal sistem ve nitrik oksitin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2012-10-22) Etöz, Betül Çam; Büyükcoşkun, Naciye İşbil; Özlük, Kasım; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fizyoloji Anabilim Dalı.İntraserebroventriküler olarak uygulanan adrenomedüllinin (ADM) arteriyel kan basıncı ve kalp hızını yükseltici etkisinde sempatoadrenal sistemin ve santral nitrik oksit (NO)’nun rolü araştırıldı. Sıçanlara eter anestezisi altında, kan basıncı ölçümleri için sıçanların sağ femoral arterleri ve intraserebroventriküler enjeksiyonlar için sağ lateral ventrikülleri kanüle edildi. ADM’nin arteriyel kan basıncı ve kalp hızını yükseltici etkisinde sempatoadrenal sistemin rolünü belirlemek amacıyla, ADM verilmeden önce intravenöz α-adrenoseptör antagonisti fentolamin veya intravenöz β-adrenoseptör antagonisti propranolol; otonom ganglion blokajının rolünü belirlemek amacıyla ADM enjeksiyonundan önce intraperitoneal hekzametonyum enjekte edildi. ADM’nin etkisinde santral NO’nun rolünü belirlemek amacıyla, ADM verilmeden önce nitrik oksit sentaz inhibitörü L-NAME uygulandı. Fentolamin ve propranolol ADM’nin kardiyovasküler etkilerini önledi. Hekzametonyum ile oluşan hipotansiyon ADM enjeksiyonundan sonra kısmen düzeldi. L-NAME ise, ADM’nin sadece kan basıncına etkisini önledi. Sonuçlarımıza göre santral uygulanan ADM, α ve ß adrenerjik reseptörler aracılığıyla sempatik sistem stümülasyonu oluşturarak kan basıncı ve kalp hızını arttırmaktadır. ADM’nin santral kardiyovasküler etkisinde santral NO’nun rolü olabileceği düşünülmektedir.Item Kandan izole edilen enterokok suşlarında linezolid ve daptomisin duyarlılığının tedavi seçeneğinde yer alan diğer antibiyotikler ile birlikte değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012-09-20) Cilo, Burcu Dalyan; Geçgel, Saliha Sanem; Kazak, Esra; Sınırtaş, Melda; Özakın, Cüneyt; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.Enterokoklar’da artan direnç tüm dünyada ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaya başlarken, tedavide linezolid ve daptomisin gibi antibiyotikler kullanıma girmiştir. Çalışmamızda enterokok suşlarında ampisilin, moksifloksasin, gentamisin, vankomisin, teikoplanin, linezolid ve daptomisinin in-vitro etkinliklerini değerlendirmek amaçlanmıştır. Çalışmaya, kandan izole edilen 100 enterokok (57 E. faecalis, 40 E. faecium, 1’er E. hirae, E. avium, E.raffinosus) suşu dahil edildi. Linezolid ve daptomisin duyarlılığı E-test yöntemi ile diğer antibiyotikler ise Phoenix otomatize test sistemi ile değerlendirildi. Çalışmamızda E. faecalis suşlarının %100’ü, E. faecium suşlarının ise %8’i ampisiline duyarlı bulundu. İzolatların %51’inde yüksek düzey gentamisin direnci, %60’ında yüksek düzey streptomisin direnci saptandı. Bir E. faecium izolatında vankomisin direnci saptandı. Suşların %91’i linezolide duyarlı, %1’i dirençli olarak belirlendi. İzolatların tamamının daptomisine duyarlı olduğu saptandı. Linezolid ve daptomisinin enterokok enfeksiyonlarının tedavisinde etkin ve güvenilir birer seçenek olduğu ancak vankomisine dirençli suşlarda nadir de olsa linezolid direncine rastlanabileceği unutulmamalıdır.Item Koroner arter hastalarında koroner kollateral gelişiminin risk faktörleri ile arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2012-08-24) Keçebaş, Mesut; Beşli, Feyzullah; Alişir, Mehmet Fethi; Aydınlar, Ali; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.Bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı'nda koroner anjiografisi yapılıp, koroner arter hastalığı olup kollateral gelişimi gözlenen ve gözlenmeyen hastalarda klinik ve laboratuvar parametrelerinin kollateral dolaşım gelişimi ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. 01.01.2010- 31.03.2011 tarihleri arasında Koroner anjiografisi yapılıp %95 ve üzeri darlık saptanan 50 kollateral gelişimi olan ve 50 kollateral gelişimi olmayan hasta grubunun kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastaların %84’ü erkek olup; yaş, diyabet, hipertansiyon, obezite, sigara kullanımı, aile öyküsü ile ortalama kalp hızı, kan LDL, HDL, trigliserid, hemoglobin değerleri, sistolik ,diyastolik kan basınçları, asetilsalisilik asit, klopidogrel, ACE inhibitör kullanımı arasında her iki grupta anlamlı fark izlenmedi (p>0,05). Yine kollateral gelişimi olan grupta statin ve β-bloker tedavi kullanımı daha fazla idi (p<0,05). En çok kollateral alan damar 26 hastada RCA olup istatiksel olarak belirgindi (p<0,05). En çok kollaterali veren damar ise yine RCA olup istatiksel farklılık mevcuttu (p<0,05). Sonuç olarak statin ve β-bloker kullananlarda kollateral gelişimi daha sık olarak tespit edilmiştir.Item Nüks veya metastatik hastalık şüphesi olan I-131 tarama sintigrafisi negatif papiller tiroid kanseri hastalarında F-18 FDG PET/BT’nin klinik önemi(Uludağ Üniversitesi, 2012-10-09) Duman, Gani; Şen, Feyza; Kumtepe, Dudu; Sevilmiş, Burcu; Güler, Erkan; Karnal, İlknur; Alper, Eray; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.Çalışmamızın amacı tiroglobulin (Tg) değeri yüksek, iyot (I)-131 tüm vücut tarama sintigrafisi (TVİTS) veya radyolojik görüntülemelerin rekürrens/metastaz açısından negatif veya yetersiz olduğu papiller tiroid kanseri (PTK) hastalarında flor-18-florodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografinin (F18-FDG-PET/BT) değerinin incelenmesidir. Ocak 2008-Haziran 2011 tarihlerinde PET/BT ünitemizde görüntülenen 28 PTK hastasının imajları retrospektif olarak incelendi. BT karşılığında anormal yumuşak doku lezyonu olan fokal artmış F18-FDG tutulumları patolojik olarak değerlendirildi ve tutulum ölçütü olarak standardize tutulum değeri (SUVmax) hesaplandı. PET/BT bulguları, Tg düzeyleri, TVİTS veya radyolojik görüntülemeler ve cerrahi/biyopsi sonrası histopatoloji sonuçları ile karşılaştırıldı. Tg ve SUVmax değerleri ile PET/BT bulguları arasındaki ilişki istatistiksel olarak analiz edildi. 28 F18-FDG-PET/BT çalışmasının 16’sı gerçek pozitif (GP), 7’si gerçek negatif, 4’ü yalancı pozitif (YP), 1’i yalancı negatifti. F18-FDG-PET/BT’nin rekürrens veya metastaz odağını saptamadaki duyarlılığı %94.1, özgüllüğü %63.6, pozitif tahmin edici değeri (PTD) %80.0, negatif tahmin edici değeri %87.5, doğruluğu %82.1 olarak bulundu. Tg değerleri ile F18-FDG-PET/BT pozitif ve negatif olan gruplar karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). SUVmax değerleri açısından GP-YP gruplar arasında anlamlı istatistiksel fark bulundu (p=0,048). F18-FDGPET/BT, Tg değeri yüksek, TVİTS’i negatif rekürrens veya metastaz şüpheli tiroid kanser hastalarında oldukça duyarlı bir görüntüleme metodudur.Item Pompalı ile çalışan kalpte yapılan koroner baypas cerrahisi sonrasında akut böbrek hasarı gelişiminin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2012-04-30) Sevingil, Tolunay; Saba, Davit; Türkücüoğlu, İbrahim; Gürcü, Engin; Tecimer, Ergun; Özgöz, Haluk M.; Özkaya, Güven; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Çalışan kalpte koroner baypas tekniğiyle pompalı koroner baypas tekniğinin postoperatif akut böbrek hasarı gelişimine etkisini karşılaştırdık. Kliniğimizde elektif koroner baypas yapılmak üzere 40 olgu, eşit iki gruba ayrılarak çalışmaya alındı. Birinci gruba çalışan kalpte koroner baypas (grup 1), ikinci gruba pompalı koroner baypas (grup 2) uygulandı. Preoperatif ve postoperatif en yüksek serum kreatinin değerleri alındı. İki grup arasında preoperatif ve intraoperatif değerler operasyon süresi (p=0.001) ve distal anastomoz sayıları (p=0.02) hariç benzerdi. Postoperatif akut böbrek hasarı gelişimi açısından iki grup arasında istatistiksel fark bulunmadı. İki grupta da sadece evre 1 akut böbrek hasarı gelişti (grup 1’de %10, grup 2’de %25) (p=0.204). Akut böbrek hasarı gelişen 7 hastanın 2’sinde sol ana koroner arter lezyonu saptandı. Grup 2’de yoğunbakımda kalış süresi 2.40±0.25 gün, grup 1’de 1.45±0.15 gün olarak bulundu (p=0.006). Postoperatif akut böbrek hasarı gelişimi açısından çalışan kalpte ve pompalı koroner baypas tekniklerinin birbirlerine üstünlük sağlamadığı, sol ana koroner arter lezyonunun akut böbrek hasarı gelişiminde önemli bir etken olduğu görüldü.Item Post lumber ponksiyon baş ağrısının prognozunu etkileyen sebepler üzerine bir çalışma(Uludağ Üniversitesi, 2012-07-05) Güneş, Aygül; Yurtoğulları, Şükran Çevik; Kırlı, Necdet; Sığırlı, Deniz; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Lumber ponksiyon (LP), vazgeçilmez invazif tanı yöntemlerinden olup; sonrasında sık görülen klinik sorun post lumber ponksiyon baş ağrısı (PLPB)’dır. Literatürde PLPB, yapılan iğne ucunun çapı ile ilişkilendirildiğinden, çalışmamızda PLPB’nın multifaktöriyel sebeplerinin araştırılmasını amaçladık. Bu çalışma Haziran-Aralık 2010 tarihleri arasında UÜTF-Nöroloji Kliniğinde LP yapılan 101 hastanın verilerinin retrospektif olarak analiz edilmesiyle yapılmıştır. LP yapılanların ön tanıları sıklıkla MS (Multipl Skleroz), GBS (Guillain Barre Sendromu) ve T.Myelit (Transvers Myelit)’ti. Çalışmaya alınanların %41.7’sinde PLPB gelişti. Psikiyatrik komorbidite (p=0.798), LP’nun yapıldığı pozisyon (p=0.766), BOS’nın alındığı intervertebral aralık (p=1.00), BOS (Beyin omurilik sıvısı)’nın boşaltılma miktarı (p=0.419), LP sonrasında yatış pozisyonu (p=0.132) alt grupları ile PLPB gelişimi karşılaştırıldığında, PLPB gelişimi için hiçbiri risk faktörü olarak değerlendirilmemişlerdir. LP girişim sayısı arttıkça (p=0.042) ve post-lumber mobilize olma (p<0.001) süresi kısaldıkça PLPB gelişme oranı artmaktaydı. LP iğnesinin, intervertebral aralıkta kalış süresi kısaldıkça PLPB gelişimi azalmaktaydı (p=0.047). PLPB gelişme oranı LP öncesi baş ağrısı öyküsü olanlarda baş ağrısı öyküsü olmayanlara göre daha yüksek saptandı (p=0.020). Sonuç olarak bu çalışmada iğne ucu çapı dışında PLPB’nı etkileyen faktörlerin neler olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.