1985 Cilt 6 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20272
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Item 1983-84 yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine kayıt yaptıran öğrenciler üzerinde uygulanan anket ve sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 1985) Aytaç, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.1985 yılı tüm dünya ülkeleri tarafından uluslararası gençlik yılı olarak kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak ülkeler bu gençlik yılında, kendi ülkelerindeki gençlerle ilgili araştırmalar yapmakta, seminer ve paneller düzenlemektedirler. Uluslararası gençlik yılı ülkemizde de büyük bir coşku ile kutlanmaktadır. Bakanlıklarımız, üniversitelerimiz ve hemen hemen tüm kuruluşlar seminer, panel ve gösteriler düzenleyerek buna katılmaktadırlar. İletişim araçları ise uluslararası gençlik yılında gençler üzerine daha fazla eğilmekte ve onlarla yapılmış araştırmalara yer vererek sorunlarını kamuoyuna sunmaya çalışmaktadırlar. 1985 gençlik yılında ülkemizin özel bir de yeri vardır. Gençliğin bir toplumdaki yerinin ne kadar önemli olduğunu Atatürk "Gençliğe Hitabında" çok anlamlı bir şekilde vurgulamıştır. Buna ek olarak Atatürk, eserlerinden en büyüğü olan Türkiye Cumhuriyetini 1927 yılında Türk Gençliğine emanet etmekle kalmamış, ulusal kurtuluş savaşının başlangıç günü sayılan 19 Mayıs 1919 yılının da Gençlik ve Spor Bayramı olarak her yıl kutlanmasını istemiştir ve her yıl 19 Mayıs günleri Gençlik ve Spor Bayramı olarak ülkemizde büyük bir coşku ile kutlanmıştır. İster gelişmiş, isterse gelişmekte olan ülkeler olsun, bugünün toplumlarında az veya çok gençlik sorunları ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar gelişmekte olan ülkeler de hem daha fazla hem de daha çok birbirine bağlıdır. Özellikle son 30-35 sene içerisinde gelişme yolunda büyük ilerlemeler sağlamış bulunan Türkiye'de de gençlerin sorunları nitelik ve nicelik olarak artmıştır. Ülkemiz gençlerinin en büyük sorunu eğitimdir. İlkokula başlarken bu sorunlar doğmakta, ilkokul sonrası sıkı bir eleme sınavına bağlı olarak ortaöğretimde artmakta, üniversite kapılarında ise doruğa çıkmaktadır. Üniversiteye giremeyenler çalışmak istemekte, fakat iş bulamamakta, üniversiteyi bitirenler de aynı durumla karşı karşıya kalmaktadırlar.Item Aşar'ın vergi tekniği yönünden değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1985) Şenyüz, Doğan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Bu çalışmanın amacı, Osmanlı İmparatorluğu'nda uzunca bir süre uygulandıktan sonra Cumhuriyet döneminde 1925 yılında kaldırılan âşarın açıklamasını yapıp onu vergi tekniği açısından değerlendirmektir. Bu çerçeve içinde âşarın olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koymaya çalışacağız. Yoksa, âşarın dini açıdan ele alınması ile kaldırılması veya kaldırılmaması gerektiği konusundaki görüşler kapsam dışı tutulmuştur.Item Çin Halk Cumhuriyetinde kalkınma stratejileri ve planlama(Uludağ Üniversitesi, 1985) Öztürk, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Günümüze kadar süregelen anamalcı (kapitalist) kalkınma modelinin temeli Adam Smith ve 19. yüzyıl İngilteresi tarafından atılmıştır. Adam Smith'in başlattığı ekonomik kalkınma yönteminden anamalcı ülkeler son iki yüzyılda değişen oranlarda sapmışlardır. Şöyleki, 1929 yılında başlayan ve 1934 'lere kadar süren Dünya ekonomik bunalımından kurtulmak için Keynezyen iktisat politikasını, 1974'lerde petrol şokunun yarattığı bunalımdan da kurtulmak için parasalcı iktisat politikasını uygulamaya koyduklarını görürüz. Öte yandan Marx ve Sovyetler Birliği de toplumculuk (sosyalizm) ve toplumcu (sosyalist) kalkınma için Smith ve İngiltere'nin oynadığı rolün bir benzerini toplumcu ülkeler için oynamıştır. Anamalcı ülkeler nasıl Adam Smith ve İngiltere'nin başlattığı anamalcı kalkınma modelinden değişen oranlarda sapmışlarsa, çoğu toplumcu ülkeler de Marx'ın ve Sovyetlerin toplumcu kalkınma modelinden göreli şekilde ayrılmışlardır. Yeryüzündeki tüm ulusların kalkınmalarını belirli araçlar kullanarak üç alternatif ekonomik sistem modeli içinde gerçekleştirmeye çalıştıklarını görürüz. Birinci model arı piyasa ekonomisidir. Bu model de; 1- Kaynak ayırımı tüketici tercihlerine göre yapılır yani kaynakların ayırımı hane halkınca yönetilir, 2- Ayırım süreci piyasa mekanizması içinde yapılır, 3- Tüketici tercihlerine dayanan kaynak ayırım karmasının uygulanma süreci maddi özendirmeye dayanır.Item F. Almanya'da yaşayan yabancı işçilerin uyumlarının yasal sorunları(Uludağ Üniversitesi, 1985) Genç, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.F. Almanya'da yaşayan çoğunlukla Güney Avrupa kökenli işçilerin statülerinin de facto tanımlanmasında 70'li yılların ikinci yarısına değin genelde "yabancı veya "misafir" işçi kavramları kullanılmıştır. F. Almanya'da ekonomik konjonktürün etkisi ile 70'li yılların ikinci yarısından günümüze kadar F. Alman iç politikasın da sürekli bir sorun haline gelen yabancı işçilerin durumu, yabancı işçilerin statülerinin tanımlanmasında "hemşehri" (Mitbürger) ve "göçmen" kavramlarının kullanılmasına da neden olmuştur. Günümüzde, sürelilik ve dolaylı da olsa dışlanma şeklinde de yorumlanabilecek "yabancı" – ve "misafir" işçi kavramlar genelde geleneksel çevrelerce kullanılırken, ılımlı çevreler süreklilik de ifade eden "hemşehri" veya "göçmen" – işçi kavramlarını çeşitli etnik gruplardan oluşan, dolayısıyla Alman olmayan bu grupların tanımı için kullanmayı tercih etmektedirler. Ancak F. Almanya'da yaşayan yabancı uyruklu etnik grupların günümüzde 2. ve 3. kuşaklarının da oluşmuş olmasına, dolayısıyla "hemşehri" veya "göçmen" kavramlarının defacto açıklama gücü olmasına rağmen bu kavramları de jure kullanmak (ilerde belirtileceği gibi), mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle bu yazımızda "yabancı - işçi" kavramının kullanılması tercih edilmiştir. Federal ve Eyalet Parlamentolarında temsil edilen siyasal partilerin yabancılar politikasında, F. Almanya'da yaşayan yabancı işçilerin ve ailelerinin F. Alman toplumuna uyum sağlamaları, F. Alman toplumuyla kaynaşmaları ilke olarak vurgulan makta ve bu süreci oluşturacak uygulamaya yönelik önlemlerin alınması yıllardır sürekli olarak kamuoyuna yansıtılmaktadır.Item İktisadi gelişmenin mali cepheleri ve mali aracılar olarak sigorta şirketlerinin rolü(Uludağ Üniversitesi, 1985) Aslan, M. Hanifi; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Gelişme prosesinde, ekonomilerin mali yapıları da reel cephelerine paralel bir şekilde gelişir. Çünkü, gelişme hadisesinin mali cepheleri "reel" dünyanın gerisinde cereyan eden "mali" hareketleri ihtiva eder. Ekonominin temel unsurları büyürken, bu büyüme hem mali piyasa ve müesseselerin tesirinde kalır, hem de onları şekil ve muhteva itibariyle değişikliğe uğratır. Söz konusu piyasa ve müesseselerin en önemli fonksiyonu ise ekonomideki farklı birimlerce alınan tasarruf ve yatırım kararlarının birbiriyle ahenkli bir şekilde gelişmesini temin etmek ve bu iki unsuru denkleştirmektir. Modern bir ekonomide, bütün iktisadi birimlerin gelirleri veya tasarrufları, harcamaları veya yatırımlarını finanse etmeye yetmez. Bazıları bu hususta sıkıntı çekerken, bazıları ellerindeki fazla tasarrufları nasıl kullanacaklarını bilmeyebilirler. Bu durum, tabii olarak finansman meselesini ortaya çıkarır. Finansman ise, kendini, esas itibariyle iktisadi birimlerin harcamalarının harici fonlarla karşılanması şeklinde gösterir. İşin bu noktasında, devreye mali piyasalar ve mali aracı müesseseler girer. Harici finansmanın önemli bir unsurunu teşkil eden dolaylı finansman, bu müesseseler vasıtasıyla gerçekleşir. Gelişmiş ekonomilerde, sigorta şirketleri, yatırımların finansmanı açısından önemli roller icra eden mali aracılar arasında yer alırlar. Gelişmenin işaretlerinden biri tasarrufların ve yatırımların müesseseleşmesi olduğundan, bu istikametteki faaliyetlerin enteresan bir örneğini veren sigorta şirketleri, özellikle hayat dalında hayli büyük fonların birikmesine sebep olurlar. Bu fonlar, muhtelif mali aktifler yoluyla sermaye piyasasına kanalize edilir.Item İmparatorluk ve cumhuriyet dönemlerinde gelir, gider, servet vergileri(Uludağ Üniversitesi, 1985) Özyüksel, Murat; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.İçinde yaşadığımız toplumların sosyo-ekonomik yapıları önemli ölçüde geçmişin izlerini taşır. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi vergi sisteminin gelişimini kavrayabilmek için önceli olan Osmanlı İmparatorluğu'nun vergi yapısının incelenmesi gerekir. İmparatorluğun temel vergisi öşürün 1925 yılında, Cumhuriyet döneminde hayvanlar vergisi adıyla anılan ağnam vergisinin ise 1962 yılında kaldırılabilmiş olması, her iki dönem arasındaki süreklilik çizgisinin somut örnekleridir. Bugüne kadar tüm İmparatorluk döneminde vergi sisteminin gelişimini irdeleyen kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Bir ölçüde de olsa bu boşluğu doldurmak amacıyla, çalışmamızda İmparatorluğun başlangıcından günümüze kadar uygulanmış olan tüm vergileri tarihsel gelişme süreci içinde bir arada sunabilmeyi hedefledik. Vergilerin tasnifinde gelir, gider ve servet vergilerinden oluşan temel sınıflandırma sistematiğinden yararlandık.Item İş atölyesi düzenleme problemi ve çözüm yöntemleri(Uludağ Üniversitesi, 1985) Esen, A. Serdar; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Gelişen teknoloji ve artan nüfus yanında kaynakların sınırlı oluşu, ana amacı kârlılık olan işletmeleri üretimin her alanında planlı davranmaya zorlamaktadır. Kârını eniyileme çabasındaki işletmeler bir yandan üretimi arttırmaya çalışırken, öte yandan hammadde, insan, makina gibi üretim unsurlarını kısıtlı biçimde kullanarak maliyeti düşürmeyi amaçlamaktadırlar. Kuşkusuz ki maliyeti düşürücü unsurlardan biri de zamandır. Diğer unsurlarda değişiklik olmaksızın bir dizi işin tamamlanması için gerekli sürenin azaltılması, en azından işçi maliyetindeki azalmanın etkisiyle, toplam maliyeti düşürecektir. "iş atölyesi düzenleme problemi", n tane işin m tane makinanın her birinden geçerek yapılmasının söz konusu olduğu durumlarda, bunların oluşturduğu sonlu bir seçenekler kümesi arasından amaç fonksiyonunu eniyileyen seçeneğin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda en iyi düzenleme, tüm işlerin tüm makinalarda işlenmesi için geçen toplam süreyi en aza indirgeyen bir sıralamadır. Problemin çözümünde, bir işin (j – 1). makinadan geçmeden j. makinaya gelemeyeceği ve her işin tüm makinalardaki işlem sürelerinin bilindiği varsayılmaktadır. Bu tür bir düzenleme probleminde, kuramsal olarak (n!)m farklı düzenleme yapılabilmekte olup, bu düzenlemeler, i) Teknolojik olarak uygundurlar, yani her iş tüm makinalardan geçerek yapılacaktır, ii) Teknolojik olarak uygun olan düzenlemelerden en az biri optimal (en iyi) çözümdür. "iş atölyesi düzenlemesi" adıyla bilinen bu problem, dört unsura göre sınıflandırılmaktadır.Item K.İ.T.'lerin özelleştirilmesinde sorunlar(Uludağ Üniversitesi, 1985) Ceylan, Ali; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Bilindiği gibi, ülkemizde köprü, baraj gibi alt yapı tesislerinin gelirlerinin satışı 1984 yılında uygulamaya konmuş bulunmaktadır. Boğaz Köprüsü gelir ortaklığı senetlerinin 10 milyar liralık Keban gelir ortaklığı senetlerinin 40 milyar liralık bölümünün satışı ilk uygulamalar olmuştur. Tasarruf sahipleri köprü gelir ortaklığı senetlerine büyük ilgi göstermişler ve satış çok kısa bir zamanda tamamlanmıştır. Gelir ortaklığı, tanım olarak altyapı kurumlarının gelecekteki gelirlerinin bugünden satılmasına aracılık eden bir menkul kıymettir. Bu nedenle gelir ortaklığı altyapı tesisinin mülkiyetini temsil etmemektedir. Ancak yeni bir tür menkul kıymet olması nedeniyle bazı yanlış anlamaları da beraberinde getirmiştir. K.I.T.'lerin hisse senetleri yoluyla satışı veya özelleştirme ise; kamulaştırmanın tersi olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle, devlet mülkiyetinde olan ekonomik birimlerin mülkiyetinin % 51'den fazlasının özel şahıslara satılması özelleştirmedir. Tanımlardan anlaşılacağı gibi özelleştirmede mülkiyet devletten özel şahıslara geçmektedir. Yalnız bu açıdan bile özelleştirme olayı, Türkiye Cumhuriyetinin en önemli ekonomik kararları arasında sayılabilir. Ancak geçmişe bakıldığında özelleştirmenin yeni bir ekonomik karar olmadığı görülecektir. Başka bir deyişle, özelleştirme kavramı Türkiye açısından yeni bir kavram değildir.Item Kalite maliyetlerinin analizi ve kontrolü(Uludağ Üniversitesi, 1985) Lazol, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Bilindiği gibi kişilerin tüm akılcı faaliyetleri toplum ve insan refahının yükseltilmesine yöneliktir. İşletmelerde bu amaca hizmet etmek amacıyla ekonomi sistemi içinde yer alan birimlerdir. Günümüzde bir işletmenin varmak istediği hedef, kârlılık, iyi bir pazar duru mu elde etmek, mamul liderliği, büyümek ve saygınlık gibi konulardan biri veya birkaçı olabilir. Ancak, işletme hangi hedefi seçerse seçsin belirli bir düzeyde kâr elde etmek zorundadır. Bu onun en azından varlığını sürdürebilmesi için gerekli bir ön koşuldur. İşletmelerin başarı ölçüsü genellikle onların kârlılığı olmaktadır. Bu ise, işletmenin müşterilerine kabul edilebilir kalitedeki mal ve hizmeti, onlar için katlanılan maliyeti aşan bir fiyattan sunmasıyla ulaşılan bir sonuçtur. İşletme yönetiminin belli bir başarıya ulaşabilmesi, mamulün satış fiyatı ve maliyeti yanında, kalite düzeyini de göz önünde bulundurmasına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, işletme yönetimi mamul için bu üç boyutu dengelemek durumundadır. Kalite mamulün yerine getirdiği fonksiyonla ilgili bir kavramdır. Bir mamulun fonksiyonu belirli bir ihtiyacı karşılamaksa, "kalite' ihtiyaca uygunluk olarak tanımlanabilir. Bu durumda "yüksek kalite" ihtiyacı tam anlamıyla karşılama olmaktadır. Kalite ile güvenilirlik birbirleriyle çok yakın ilişki içinde olan iki kavramdırlar. Güvenilirlik bir mamulün belli bir zaman içinde fonksiyonunu yerine getirme kabiliyetini ortaya koyarken, kalite mamulün herhangi bir zamanda kabulünü önermektedir.Item Keynesgil iktisat politikaları üzerine(Uludağ Üniversitesi, 1985) Yay, Turan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.II. Dünya Savaşından sonra kapitalist dünya ekonomisinin yirmi-yirmi beş yıl gibi oldukça uzun bir büyüme ve refah dönemi yaşamasını sağlayan, Keynesgil iktisat politikaları olmuştur. Keynes'in 1936'da yayınladığı Genel Teorisi'ne atfedilen bu politikalar, yeni bir buhran endişesini çok çabuk unutturup, giderek hafızalardan sildirmiş ve gerek iktisatçılar, gerekse politikacıların iktisadi olayları izleme ve değerlendirmelerinde hakim bir yaklaşıma dönüşmüştür. Ancak son onbeş yıl içinde kapitalist dünya ekonomisinde artık tarihe karış. tığı sanılan bunalım olgusunun tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Gelişmiş kapitalist ülkeler - ve de iktisatçıları - şimdiye kadar hiç karşılaşmadıkları bir olguyla, görülmemiş fiyat artışları (enflasyon) ve büyük işsizlik oranları olgusuyla karşılaşıyorlar: Stagflasyon. Stagflasyonla birlikte görülen; Keynesci iktisatçıların, politikacıların danışmanlıklarından azad edilerek yerlerine Monetaristlerin getirilmeleri, iktisat politikası aletlerinin yeniden gözden geçirilmesi ve bir zamanlar çok kullanılan büyüme planlama ve koruyucu devlet kavramlarının yerine istikrar-etkinlik-piyasa kavramlarının kullanılmalarıdır. Uluslararası Kamu Maliyesi Enstitüsü'nün 1981 ve 1982 yılları konferans konuları bunların iyi birer göstergeleridir: Sırasıyla, para ve maliye politikalarının iktisadi büyümedeki rollerini ele alan Büyüme ve Kamu Maliyesi; Etkinlik ve Kamu Maliyesi.Item Monetarist - Keynesgil tartışması(Uludağ Üniversitesi, 1985) Parasız, İlker; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Para politikasının gücü, bir başka deyişle para politikasıyla milli geliri etkileme kabiliyeti iktisat teorisinin en önemli konularından birisidir. Geçmişe doğru gidildiğinde, 1929 ekonomik krizine kadar iktisatçılar para politikasına büyük önem veriyorlardı. 1930'lu yıllarda iktisadi düşüncede büyük bir değişme oldu ve para politikasının zayıflığına inanılmaya başlandı. 1960'lı yılların sonuna kadar artık mali ye politikasına para politikasından daha üstün bir politika aracı olarak bakılmaya başlandı. Keynesgil iktisat olarak adlandırılan bu yeni yaklaşım, uzun zaman ekono mik davranışların açıklanmasında enflasyon ve işsizliğin önlenmesinde başarılı seçenekleriyle önemini korumuştur. Ancak 1960'lı yılların sonlarına doğru geleneksel para ve maliye politikalarıyla iktisadi faaliyetlerin kontrolü giderek zorlaşmaya başlamıştır. İşte bu tarihlerde Milton Friedman'ın öncülük ettiği Monetarist (paracı) görüşün Keynesgil görüşe alternatif olarak çıktığını görüyoruz. Önce Keynesgil iktisatçılarla Monetarist iktisatçıların hangi konularda birbirlerine ters düştüklerini görelim, daha sonra da bunlardan birkaçını daha ayrıntılı olarak açıklayalım.Item Osmanlı İmparatorluğunda 16. yüzyıl enflasyonu(Uludağ Üniversitesi, 1985) Gürkan, Gülsün; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Osmanlı İmparatorluğu, Merkezi Bürokratik bir tarım toplumudur. İmparatorluğun ideal yapısı, üretim araçlarının tüm mülkiyetinin devleti oluşturan ve başında hükümdar bulunan bürokrasinin elinde yoğunlaşması şeklinde belirir. Nazari olarak, bütün sistem hükümdarın yararına işler; çeşitli gruplar da, çeşitli düzeylerde bu işleyişten yararlanırlar. Böyle bir sistem, iç unsurların direnci yüzünden ve İmparatorluk bünyesine durmadan eklenen yeni yığınların asimilasyonu zaman istediği için, hiçbir zaman son şeklini alamaz. Son şeklini hemen hemen almış gibi göründüğü çağda da, onu içinden kemiren çelişkiler sistemin bağrında çoktan yerleşmiş, kökleşmiş durumdadır. 16. yüzyıl çelişkilerin çok büyük boyutlara ulaştığı bir dönem olarak önem kazanır. Bu yüzyıl, genel olarak imparatorluğun en parlak çağı olarak nitelendirilmektedir. Fakat aslında, toplumsal ve ekonomik çelişkilerin en üst düzeye ulaştığı bir dönemdir. Bir yandan Süleyman'ın dillere destan fetihleri yapılırken, bir yandan da İmparatorluk sınırları içinde ekonomiden sosyal yapıya, her şey büyük bir sarsıntının içindedir. İmparatorluğun doruk noktası olarak nitelendirilen 16. yüzyıl büyük krizin başlangıcını da içermektedir aynı zamanda. Adı geçen yüzyıl sonunda sistemin dayanak noktası olan yapıların büyük bir bölümü temelinden sarsılacak ve yerini yeni yapılara bırakmak zorunda kalacaktır. Çünkü sistem dengesini devamlı kılacak ve kendini yeniden üretecek yapılardan yoksundur. Bu nedenle de doruk noktasını hemen kriz dönemi izlemektedir.Item Sermayede yapı değişikliği; Brezilya 1947 - 1983(Uludağ Üniversitesi, 1985) Eren, Ercan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.24 Ocak 1980 istikrar tedbirleri sonrası tartışmaların "Brezilyalılaşma" üzerinde odaklaşması, üzerinde önemle durulması gereken konudur. 24 Ocak istikrar tedbirleri ve arkasında yatan "liberal" iktisat anlayışının Brezilya'da 1964 sonrası izlenen politika ile benzerliği yani "Brezilyalılaşma", bu tedbirler alındığı dönemde Brezilya'da 1974 sonrasında hızlanan enflasyon ve dış borç yüküyle bütünleşen büyümenin yavaşlaması ile 1980 sonrasında büyümenin gerilemeye dönüşmesi ve gelir bölüşümünün daha da bozulması bir çıkmazın habercisi olarak tartışmaların kaynağıdır. İşte bizi de eldeki veriler çerçevesinde Brezilya'yı incelemeye götüren Brezilya ve Türkiye'de izlenen politikaların benzerliği tartışmalarıdır. Brezilya'ya ilk yaklaşımımın amacı liberalleşmenin hangi doğrultuda olduğu, yani kaynak dağılımının gerçekten piyasaya bırakılıp bırakılmadığıdır. Liberal dönemde devlet-ekonomi ilişkileri nasıl olmuştur? Daha sonra bu soruya yanıtın ancak "liberalizm" öncesi dönemle birlikte ele alındığında anlamlı olacağını düşünerek, ikinci dünya savaşı sonrası başlayan "bilinçli" ithal ikameci sanayileşme dönemi ve 1964 sonrası "liberal" dönem kıyaslamalı olarak inceleme yoluna giderek verileceği belirdi. Böylece çalışmam, sermayedeki yapı değişikliği ile birlikte devletin ekonomiye müdahale biçimleri üzerine yoğunlaşmıştır. Brezilya, özellikle 1967-1973 yılları arasında yaşanan "Brezilya Mucizesi" dolayısıyla dikkati çeken bir ülkedir. 1964 istikrar tedbirleriyle kaynak dağılımının "Piyasa" ya bırakılması ile elde edilen başarıları yakın zamana kadar örnek gösterilen bu ülke, ayrıca 1964 askeri yönetimi ve piyasa mekanizması anlayışı arasındaki bağlantı nedeniyle eleştirilerin de yoğunlaşması ile gündeme gelmiştir. Bu konumundan hareketle incelememiz dış ekonomik ilişkilere ve devletin ekonomiye müdahale biçimlerine ağırlık verilerek, 1947-1964 ve 1964-1983 olmak üzere iki döneme ayrılarak, 1947-1983 döneminde sermayede yapı değişikliği ile sınırlanmıştır.Item Şüphe nedeniyle feshin sınırları(Uludağ Üniversitesi, 1985) Karapınar, İsmail; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Bir suç veya bir cürüm ve kabahat zanlı işçinin hizmet akdinin haklı nedenle feshi için önemli bir sebep olabilir. Zira işverenin güveni, zanlı işçiyi istihdam etmesi beklenemeyecek derecede sarsılmış olabilir. Bir suç şüphesinin bir fesih bildirimi sebebi teşkil edip edemeyeceği çok tartışmalı bir konudur. Sorunu olumsuz cevaplandıranlar bulunmakla birlikte, özel sebepler bir başka çözümü haklı çıkarabilmektedir. Şayet şüphe özellikle ağır, ciddi ve âcil ise ve böylece işverenin güveni suçlanan işçiyi çalıştırması beklenemeyecek derecede sarsılmışsa, artık işveren zanlı işçiyi işinden çıkarabilmelidir. Genellikle ilmi ve yargısal içtihatlar şüphenin ağır ve âcil olması, işverenin güvenini hizmet sözleşmesinin devamını bekleyemeyecek derecede sarsması halinde bir suç şüphesini özel durumlarda süresiz fesih bildirimi için önemli ve haklı bir sebep olarak kabul etmektedir. Hernekadar şüphe, kelime olarak bir kuruntu, kuşku ve tereddüt anlamına gelmekte olup şüphe edilen durumun gerçekleşip gerçekleşmediği, işçinin söz konusu fiili işleyip işlemediği henüz kesin olarak bilinmemekte ise de, bazı hallerde olayın ve çalışılan yerin özelliği, işçinin daha önceki yaşantısı, tutum ve davranışları, işyerindeki pozisyonu ve mevkiinin önemi aleyhine şüpheyi kuvvetlendirici bir karine teşkil etmekte ve belirli koşullar altında şüphenin hizmet sözleşmesinin feshi için haklı ve önemli neden sayılmasını gerektirmektedir.Item Türkiye’de kamu iktisadi teşebbüslerinin gelişimi(Uludağ Üniversitesi, 1985) Yıldız, Mircan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülkede yaygın şekilde görülen kamu iktisadi teşebbüsleri, devletin ekonomik yaşama müdahalesi sonucu ortaya çıkan kuruluşlardır. 19. yüzyıl başlarından itibaren ekonomik yaşamın gittikçe artan gelişme hızının 20. yüzyılda baş döndürücü duruma gelmesi sosyal yaşamda ve ideolojide önemli değişiklikler yaratmıştır. 1929 dünya ekonomik bunalımı ve ikinci dünya savaşının da bu değişmelerde büyük payı vardır. Bu gelişmeler sonucu devletin görevlerinin neler olması gerektiği konusunda yeni görüşler belirmiştir. Böylece klasik iktisatçıların öngördüğü gibi devletin egemenlik niteliklerine dayanarak yürüttüğü faaliyetlerin (savunma, adalet dağıtma, genel idare v.b.) yanısıra toplumun refah düzeyini arttırmaya yönelik faaliyetlerde bulunması gerektiği kabul edilmiş ve bunun için kullanılacak en önemli araç olarak da ekonomik ve mali ya. şamda devletin girişimci sıfatıyla rol alması ve kuruluşlar oluşturması biçiminde kendini göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde daha ziyade önemli faaliyet alanlarındaki kuruluşların devletleştirilmesiyle kurulan kamu iktisadi teşebbüsleri, az gelişmiş ülkelerin kalkınmasında çok önemli birer araç olmuşlardır. Bu ülkelerdeki altyapı ve sermaye yetersizliği, girişimci eksikliği, nitelikli eleman sıkıntısı gibi etkenler devletin yatırımları ya kendi oluşturduğu kuruluşlar ya da özel teşebbüsle birlikte oluşturduğu karma teşebbüsler aracılığıyla gerçekleştirmesine neden olmaktadır. İtalya, İspanya, Meksika, Brezilya, Şili, Bolivya, Venezuela, Seylan, Hindistan gibi birçok ülke kalkınmasını kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İtalya'da IRI, İspanya'da INI, Filipinler'deki Milli Kalkınma Kurumu, Seylan'daki Devlet Sanayi Kurumu bu kuruluşların en belirgin örnekleridir. Ülkemizde ise Sümerbank ve Etibank kalkınmaya yardımcı olarak kurulan en eski kamu iktisadi teşebbüsleridir.Item Verimlilik açısından iş yeri koşulları ve psikoteknik yöntem(Uludağ Üniversitesi, 1985) Efil, İsmail; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Teknolojik gelişmenin hızlanması mal ve hizmet üreten işletmeler açısından bilimsel yöntemlere başvurmayı gerekli kılmaktadır. İşletmelerin rekabet etme ve varlığını sürdürmesi açısından bu bir zorunluluktur. Ayrıca bilimsel yöntemleri uygulayan işletmeler verimliliğin arttırılmasında önemli başarılar sağlamaktadır. İşletmeler açısından verimliliğin düşmesine neden olarak birçok faktör gösterilebilir. Verimliliği etkileyen faktörler başlığı altında özellikle insan faktörü üzerinde durularak insan-iş-çevre ilişkileri incelenecek ve bu faktörlerin insanla olan karşılıklı etkileşimleri tahlil edilmeye çalışılacaktır. İşgörenin verimliliğini etkileyen etkin olmayan sürelerin azaltılması ve önlenmesi için çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve psikoteknik yöntemin uygulanma gerekliliği üzerinde durulacaktır. Bilindiği gibi işgörenin kendi kontrolündeki nedenlerle, işçinin veya makinenin ya da her ikisinin birden boş geçirdiği süre işgörenin kontrolü altında bulunan etkin olmayan süreyi ifade eder. İşgörenin kontrolünde bulunan etkin olmayan süreler içinde, işe devamsızlık, geç gelme, dikkatsizlik, artıklar veya tekrar nedeniyle etkin olmayan zaman, kazalar, durma, işgören devir hızı gibi çeşitli olumsuz etkiler yer alır. Bu olumsuz etkiler verimliliğin azalmasına neden olmaktadır. İşgörenin kontrolü altındaki etkin olmayan süreyi ortadan kaldırmak için çalışma koşullarının düzenlenmesi birey açısından önemlidir. Ayrıca bireyin de çalışma koşullarının gereklerine uygun bir yapıya sahip olması gerekir. Bu konuda da psikoteknik yöntem önemli bir role sahiptir.Item Yönetim üzerinde "hukuka uygunluğun" ve "yerindeliğin" denetimi(Uludağ Üniversitesi, 1985) Güven, H. Sami; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Yönetim, boşlukta bir vakum içinde yalnız başına varolan bir sistem değildir. Yönetimin bir çevresi vardır. Yönetim, ekonomik, hukuki ve toplumsal sistemler içinde yer alan açık bir sistem, bir gerçektir. Yönetim çevresi ile karşılıklı ve sürekli bir etkileşim halindedir. Bu etkileşimin belirli bir derecesi ve kapsamı olması gereklidir. İşte "yönetsel denetim" sorunu böyle bir gereksinmenin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yönetim üzerinde uygulanan denetim şekillerini, "iç denetim" ve "dış denetim" olmak üzere iki kümede incelemek olasıdır. İç denetime genellikle "hiyerarşik denetim", "yönetsel denetim" v.b. gibi isimler verilmektedir ki, bu yönetim hiyerarşisi içinde bir üst makamın, alt makamlar üzerindeki denetimini belirtir. Örneğin, ilçe yönetimleri üzerinde il yönetimlerinin ve il yönetimleri üzerinde de bakanlıkların uyguladığı denetim gibi. "Hiyerarşik denetleme çeşitli şekillerde yapılır. Bilindiği gibi, üst makamın, nezaret etmek, talimat vermek, disiplin cezası uygulamak, memurun terfi ve ilerlemesinde etken olmak, memurların işlemlerini denetlemek gibi bir takım yetkileri vardır". Yönetimin dış denetimi, siyasi ve kazai denetim biçimlerinden oluşur. Yönetimin siyasi denetimi önce ulusal egemenliği doğrudan temsil eden Yasama Organı' nin yönetim üzerinde sahip olduğu yüksek denetleme yetkisi olarak, bakanların bakanlık örgütü içindeki bütün memurların çeşitli işlemlerinden dolayı Yasama Organı’na karşı sorumluluğu şeklinde ortaya çıkmakta ve sonra da kamuoyunun ve basının dolaylı olarak halkın dilek ve şikayetlerini, kamuoyunun ne istikamete yönelik bulunduğunu yönetenlere ulaştırarak, yönetim üzerindeki denetimleri şeklinde biçimlenmektedir.Item Yüksek eğitim gören kadın işgücü ve eğilimleri(Uludağ Üniversitesi, 1985) Lordoğlu, Kuvvet; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Çağımızda kadının yeri, hızla geleneksel yeri olan evinden uzaklaşmaktadır. ilişkilerde, belki kadın erkek rollerinin değişimi için henüz erken bile olsa, çok açık olarak kadın üretime ev dışında katılmaktadır. Elbette büyük ölçüde kadın evin içinde ve dışında da çalışmaktadır. Bu haliyle kadının adeta "tam istihdamı" gerçekleşmektedir. Ekonominin geneli içinde eğitim faaliyetlerinden beklenen farklı işlevlerden biri de daha etkin ve vasıflı bir işgücüne sahip olabilmek olarak özetlenebilir. Bu yönüyle cinsiyete ilişkin bir ayırımdan söz edemeyiz. Ancak geleneksel toplum yapısının işgücüne katılımı hem sektörlere göre hem de yerleşim merkezlerine göre farklılaşmayı getirmektedir. Kentsel merkezlerde kadınların işgücü katılımı kırsal alana göre daha düşük olmaktadır. Tarım ağırlıklı bir yapıda kadının işgücüne katılımı yüksek bir orandadır. Eğitim düzeyleri ise kentlerde çalışan kadınlara oranla son derece düşüktür. Bu nedenle eğitimle işgücüne katılma arasında kadınlar için olumlu bir ilişki gözlenmektedir. Ancak bu ilişkinin tarımda çalışanlar nedeniyle kırsal alanda kentsel alandan daha fazla işgücüne katılma, eğitimsizliğe rağmen sürmektedir. İşgücüne katılmada, kadınların bulundukları coğrafi alanın etkisi olduğu kadar, medeni durumları belirleyici olmaktadır. Evlenme ya da eşinin isteği paralelin de işgücünden çekilme gerçekleşmektedir.Item Ziraatımızın fakirleşmesi ve düşündürdükleri(Uludağ Üniversitesi, 1985) Palamut, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.Bazı iktisatçılar, Colin CLARK ve Jean FOURASTIE, millet ekonomilerini üç sektöre ayırarak, bu sektörlerdeki nüfus kesafetini ve üretim oranlarını kaale almak suretiyle, o ülke ekonomilerinin gelişmişlik düzeyleri ile iç bünyeleri hakkında birtakım genel sonuçlara ulaşmaya çalışmışlardır. Buna göre, ekonomi geliştikçe, "ilk sektör" olarak tavsif edilen tarım kesiminden sanayi ve hizmet sektörüne doğru tedrici bir nüfus kayması olacak ve ileri gelişmişlik aşamasında, küçük bir nüfus yüzdesi ile tarım kesimindeki üretim başarılabilinirken, nüfusun büyük çoğunluğu sanayi ve hizmet kesimlerinde istihdam edilecektir. Hattâ Jean FOURASTIE'nin deyimiyle, gelişmemiş ülkelerin zirai kesimlerinde barınan bugünkü nüfus fazlası, 1995-2000 yıllarına doğru, "zirai medeniyet" ten "üçüncü sektör medeniyeti" ne kayacaktır. Olaya Türkiye yönünden baktığımızda, son zamanlardaki veriler (indicateurs), tarım kesimindeki aktif nüfus oranının-yavaş da olsa – azaldığını, bu sektörün gerek GSMH ve gerekse toplam ihracat içindeki payının düştüğünü göstermektedir. Bununla beraber, tarımdaki bu gelişmeye bakarak sevinmemeliyiz. Zira bu, bünyevi ve olumlu bir değişmenin değil; maalesef giderek artan bir fakirleşmenin yalın işaretidir.