2010 Cilt 36 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18320
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 8 of 8
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akut miyeloid lösemi remisyon indüksiyon kemoterapisinde farklı antrasiklinlerin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2010-04-30) Yorulmaz, Hakan; Özkalemkaş, Fahir; Özçelik, Tülay; Özkocaman, Vildan; Acar, Celal; Veyseloğlu, Latif; Pekgöz, Murat; Cangür, Şengül; Ali, Rıdvan; Tunalı, Ahmet; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim dalı; Hematoloji Bilim DalıAkut miyeloid lösemi (AML), hemopoetik kök hücresinin neoplastik hastalığıdır. AML insidansı yaş ile birlikte artış gösterir ve erkeklerde kadınlara göre daha fazla oranda tespit edilmektedir. Remisyon indüksiyon kemoterapisi, AML tedavisinin birinci basamağıdır. Standart indüksiyon tedavisinde sitarabin ve antrasiklin kombinasyonu kullanılır. Bu çalışmada amacımız, AML remisyon indüksiyon kemoterapisinde farklı antrasiklin tiplerinin remisyon elde etmede ve destek tedavi gereksiniminde fark yaratıp yaratmadığını belirlemektir. Bunun için Ocak 2004–Aralık 2009 arasında toplam 6 yıllık sürede Uludağ Üniversitesi Hastanesi Hematoloji Kliniği’nde yatarak tedavi gören, AML tanısıyla 3+7 remisyon indüksiyon kemoterapisi alan 123 olgudan tam remisyona giren 96 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. Alınan 96 hastanın 44’ü (%45,8) kadın, 52’si (%54,2) erkekti. En sık FAB alt tipleri: M2 (%29,3), M3 (%15,4) ve M4 (%13,0) idi. Hasta sayıları ve aldıkları antrasiklin tipleri: idarubisin (72 hasta, %75), doksorubisin (12 hasta, %12,5), daunorubisin (9 hasta, %9,4) veya mitoksantron (3 hasta, %3,1) idi. Nötropeni süresi en kısa doksorubisin alan grupta idi (ortanca 16,5 gün; aralık 5-23). Antibiyotik kullanılan gün sayısı en uzun idarubisin alan grupta (ortanca 27 gün; aralık 10-45) idi. Hastalarımızın ortalama izlem süresi 25,7 ay, ortanca 15 ay (2-70 ay) idi. Bu hastaların 33’ünün (%34,4) takiplerinde nüks ettiği görüldü. 21 hastada erken nüks (%21,9) (<12 ay) ve 12 hastada geç nüks (%12,5) (>12 ay) bulundu. Hastalarımızın 54’ü (%56,2) hayatta olup, 42’si (%43,8) hayatını kaybetmişti. Sonuç olarak, farklı antrasiklin içeren indüksiyon kemoterapileri tedavi başarıları açısından benzer özellikler gösterirken destek tedavi ihtiyacı açısından farklılıklar gösterebilmektedir.Item Kardiyovasküler hastalarda antitrombositik tedaviye yanıtın optik agregometre ve pfa–100 ile incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2010-02-15) Sağdilek, Engin; Özdemir, Bülent; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim DalıKardiyovasküler hastalarda antitrombositik ilaçların vasküler olayları azalttığı, bazı hastalarda ise antitrombositik tedaviye rağmen vasküler olay yaşayan hastaların olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda, aspirin ve klopidogrelin trombositler üzerindeki etkileri değerlendirilmiş ve antitrombositik ilaç direncinin sıklığı araştırılmıştır. Antitrombositik tedavi gören 72 kardiyovasküler hasta ve 22 gönüllü değerlendirildi. Agregometrede ADP, kollajen ve epinefrine karşı % maksimum agregasyon cevapları ve maksimum agregasyona ulaşma süreleri ve PFA– 100 ile Kollajen/Epinefrin ve Kollajen/ADP kartuşlarında kapanma zamanları saptandı. Antitrombositik tedaviye rağmen trombosit fonksiyonları kontrol grubu sınırları içinde olan hastalar aspirine veya klopidogrele dirençli kabul edildi. Agregometre ile ölçülen maksimum agregasyon yanıtlarında aspirinin özellikle epinefrin ve kollajene karşı, klopidogrel’in ise esas olarak ADP’ye karşı olan agregasyonu azalttığı gözlendi. Kombine ilaç grubunda en düşük maksimum agregasyon yanıtları alındı. PFA–100’de aspirin kullanımı yalnızca Kollajen/Epinefrin kartuşu kapanma zamanını uzattı. Aspirin direnci 12/37, klopidogrel direnci 1/17 sıklığında bulundu. PFA–100 ve agregometre arasında ilaç direncinin saptanmasına dair bir ilişki bulunamadı. Antitrombositik ilaçların trombositler üzerinde farklı etkilere sahip oldukları ve trombosit fonksiyonlarının değerlendirilmesinde kullanılan yöntemlerin birbirleriyle ilişkili olmadığı gözlendi.Item Kronik aktif gastritli olgularda helicobacter pylori sıklığı(Uludağ Üniversitesi, 2010-02-23) Konakçı, Numan; Gülten, Macit; İbanoğlu, Mahmut Serbülent; Yorulmaz, Hakan; Veyseloğlu, Latif; Ayyıldız, Talat; Irak, Kader; Eminler, Ahmet Tarık; Dolar, Enver; Gürel, Selim; Kıyıcı, Murat; Nak, Selim Giray; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Gastroenteroloji Bilim DalıMide mukozasının inflamasyonu gastrit olarak tanımlanır. H.pylori küçük (0.5-3 mikron), gram negatif, spiral, kıvrımlı, 4-6 flagellası olan hareketli bir bakteridir. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yarısının H.pylori ile infekte olduğu kabul edilmektedir. H.pylori ile infekte kişilerin hemen hepsinde gastrit ve midede fonksiyonel değişiklik, %15-20’sinde peptik ülser, %2-12’sinde ülser komplikasyonu, %1-3’ünde mide kanseri, %0,1’inde primer gastrik lenfoma, az oranda da fonksiyonel dispepsi gelişme riski vardır. Bu çalışmada Mart 2007 ve Mart 2009 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji polikliniği veya Genel Dahiliye polikliniğine dispepsi şikayetleriyle başvurup, şikayetleri neticesinde tanıya yönelik endoskopik girişim yapılan ve bunun sonucunda mide biyopsisi kronik aktif gastrit saptanan 218 olgunun dosyaları retrospektif olarak incelendi. 218 hastanın 110’unda H.pylori pozitif iken (%50.5), 108’inde H.pylori negatif (%49,5) olarak saptandı ve tanı grupları arasında H.pylori varlığı bakımından farklılık saptanmadı. Diğer çalışmalarla kıyaslandığında bu oranın düşük bulunmasının sebepleri arasında ortamda H.pylori’nin yeterli düzeyde olmaması, üreaz oluşturan diğer bakterilerin varlığı ve özellikle de H.pylori’nin mide mukozasında yamalı biçimde dağılım göstermesi sayılabilir. Her ne kadar çalışmamızda H.pylori sıklığı diğer çalışmalara nazaran düşük çıksa da gerek biyopsi sonucuyla, gerek üre nefes testi ile mutlaka H.pylori araştırılmalıdır ve gerekli eradikasyon tedavisi yapılmalıdır. Tedavi sonrası mutlaka H.pylori nüksü açısından hasta değerlendirilmelidir. Erken eradikasyonların mide malignitelerini önlediği bilinmektedir.Item Küreselleşme ve sağlık(Uludağ Üniversitesi, 2010-04-20) Turan, Mustafa; Yıldız, Hicran; Sağlık YüksekokuluKüreselleşme terimi, dünya çapında ekonomi, siyaset, kültür, sağlık, sosyal hayat, vb. birçok konuda büyük bir değişimi ifade etmektedir. Teknolojik gelişmeler, politik etkiler, ekonomik baskılar, değişen fikirler, sosyal ve çevresel sorunlardaki artış gibi çok sayıda itici ve zorlayıcı güç küreselleşmeyi etkilemektedir. Küreselleşmenin gelişimi iki farklı dönemde ele alınmıştır. Birinci dönemde uluslararası mal ticareti anlaşmalarına ağırlık verilirken, ikinci dönemde daha çok hizmet ticaretine ağırlık verilmeye başlanmıştır. Bunun sonucu olarak, hizmet sektörünün bir parçası olan sağlık sektöründe de küreselleşme hareketleri başlamıştır. Bu makalede küreselleşme ve sağlık arasındaki ilişkiler küreselleşmenin sağlığa direkt ve indirekt etkileri, sağlık hizmeti maliyetinin kim tarafından karşılanacağı, sağlık sistem ve politikaları, sağlık sektöründe istihdam, iletişim ve teknolojik gelişmelerin dağılımı gibi konular tartışılmaktadır.Item Sağlık hizmetlerinde sorumluluğun paylaşılması(Uludağ Üniversitesi, 2010-04-01) Erer, Sezer; Tıp Fakültesi; Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim DalıSosyal gelişmenin temel öğesi olan sağlığın korunması bir ekip işidir. Bu ekip, sağlık hizmetini sunan/sunacak olan devlet/idare, hekim/sağlık çalışanı ve bu hizmetinden yararlanan/yararlanacak olan toplum/hastadan oluşmaktadır. Bu nedenle, sağlık hizmetlerinde ortaya çıkabilecek her türlü ikilem ve sorunda bu ekibin her üyesinin sorumluluklarından söz etmek gerekir. Bu çalışmada, sağlık hizmetlerinde paylaşılması gereken sorumluluk, devlet/idare, hekim/sağlık çalışanı ve toplum/hasta olmak üzere 3 ana başlık altında incelenmekte, yasal açıdan ele alınmakta ve konuyla ilgili önerilerde bulunulmaktadır.Item Selçuklu ve osmanlılarda müzikle tedavi yapılan hastaneler(Uludağ Üniversitesi, 2010-01-22) Erer, Sezer; Atıcı, Elif; Tıp Fakültesi; Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim DalıMüzikle tedavi, alternatif bir tedavi yöntemi olmayıp, geleneksel tıbba uygundur ve kendine ait metotları vardır. Mitten bir tedavi yöntemi olana değin kültürlere, uluslara ve dönemlere göre farklılık gösteren bir tarihsel gelişime sahiptir. Müzikle tedavi yapılan hastaneler de müzikle tedavinin kendisi kadar büyük öneme sahiptir. Bu makalede, günümüzde bilimsel bir tedavi yöntemi olarak kullanılan müzikle tedavinin Türklerdeki tarihsel gelişiminden bahsedilmekte ve tüm dünyada hastane mimarisi tasarımında öncü olan Selçuklu ve Osmanlılar döneminde müzikle tedavi yapılan hastaneler hakkında bilgi verilmektedir.Item Sıçanlarda zorunlu yüzme testi ile oluşturulan depresyon modelinde nitrik oksitin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2010-06-07) Uzunok, Barış; Kahveci, Nevzat; Güleç, Güldal; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada, sıçanlarda Zorunlu Yüzme Testi (ZYT) ile oluşturulan depresyon modelinde nitrik oksit (NO) prekürsörü L-Arjinin’in santral ve periferik uygulanmasının depresyon üzerindeki etkisinin incelenmesi amaçlandı. Bu amaçla sıçanlara yüzme testinin ikinci gününde, testten 10 dakika önce intraserebroventriküler (i.c.v.) olarak salin (4 µl) veya L-Arjinin (5, 20, 80 µg/4 µl), diğer gruba testten 30 dakika önce intraperitoneal (i.p.) olarak salin (1 ml) veya L-Arjinin (100, 500, 1000 mg/kg) uygulandı. İ.c.v. olarak uygulanan 20 µg/4 µl L-Arjinin kontrol grubuna göre hareketsizliği anlamlı olarak artırırken (p<0.05), tırmanmayı anlamlı olarak azalttı (p<0.05). İ.p. olarak uygulanan LArjinin ise, 100 mg/kg ve 500 mg/kg dozlarda kontrol grubuna göre hareketsizliği anlamlı olarak artırırken (p<0.001), tırmanma hareketini anlamlı olarak azalttı (p<0.001). Buna göre, ZYT ile oluşturulan depresyon modelinde NO’in hem santral hem de periferik olarak dozlailişkili etkisi olduğu sonucuna varıldı.Item Sitolojik olarak meme invaziv duktal karsinoma tanısı almış 34 olguda sitoloji ve biyopsi sonuçlarının karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2010-02-22) Aytaç, Berna; Yerci, Ömer; Şehitoğlu, İbrahim; Arıcı, Akgün; Tıp Fakültesi; Patoloji Ana Bilim DalıMalign ve benign meme lezyonlarının tanısında ince iğne aspirasyon biyopsileri (İİAS) yaygın olarak kullanılmaktadır. İİAS tanı doğruluğunu değerlendirmek amacıyla 34 olgunun sitolojik materyalleri ve biyopsi sonuçları geriye dönük olarak karşılaştırıldı. Otuzdört olguda sitolojik değerlendirmede invaziv duktal karsinoma tanısı kondu ve bu tanı 24 olguda biyopsi ile doğrulandı. Beş olgu sitolojik olarak tümör tanısı almış fakat izlem dışı kaldıkları için biyopsi örnekleri değerlendirilememiştir. Kanser tanısı almış 5 olguda ise biyopsi tanıları farklı bulunmuştur. Bu farklı tanıların 2’si invaziv pleomorfik lobüler karsinoma, 2’si intraduktal papilloma ve 1’i ise granülomatöz mastit tanısı almıştır. İİAS tecrübeli kişiler tarafından doğru örneklendiği ve değerlendirildiği taktirde yararlı bir tanı aracıdır.