1987 Cilt 2 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13370
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 33
- Results Per Page
- Sort Options
Item Abdullâh B. Abbas’ın şahsiyeti ve ilmî faaliyetleri(Uludağ Üniversitesi, 1987) Bulut, Ahmet; İlahiyat FakültesiBu makalede, islâmın altın çağında yaşayan, kendisinden sonrakiler üzerinde maddî, manevî çalışmalarının tesiri görülen sahâbt, Hz. Peygamber'in Amcasının oğlu ‘Abdullâh b. ‘Abbâs'ın şahsiyeti ve ilmi faaliyetleri ele alınmıştır. Bu çalışma "'Abdullah b. ‘Abbâs ve Garıbu'l-Kur'ân-ı" isimli araştırmanın bir bölümüdür. ‘Abdullâh b. ‘Abbâs, hayatı dolu geçmiş, İslâmî bütün yönleri ile yaşamış büyük bir âlim, hikmet sahibi, fakih, muhaddis, şiir münekkidi, edıb ve ilmine yeti- şilememiş bir müfessirdir. tbnu ‘Abbâs, tefsir, hadis, fıkıh sahalarında tam bir otorite olarak kabul edilmiştir. O şahsî hayatında müslüman olduğu gibi, ilmi şahsiyetinde de mantıklı ve güvenilir, sağlam bir âlimdir. Zaten onun o devirde sivrilmiş yüksek bir makamda bu lunması bunların tam sarsılmaz bir şahididir. Sonrakiler ondan asla yüz çevirmemişlerdir. Kur'ân'ın nazil olduğu ve Hz. Peygamber'in onu izah ettiği bir muhitte yaşa yan tbnu ‘Abbâs, İslâm dünyasında ilmi faaliyetleri ilk başlatanlardan biri olarak Hulefâ-yı Râşidîn ve Emevî dönemlerinde yerini almıştır, O, Kuzey Afrika'nın, İran'ın fetihlerinde bulunan ve İstanbul'u fethe gelen bir ordunun içindeydi. Bu geniş muhitlerde bir çok kavimden insanla karşılaşmış, onları tanımıştır. İbnu ‘Abbâs, meydana getirdiği dînî ve İlmî hareketlerle değerlendirilecek olursa, Arap dili çalışmalarının da kurucusu olacaktır.Item Aşan B.Alt El-Berbehârı, hayatı ve îtikâdî görüşleri(Uludağ Üniversitesi, 1987) Kılavuz, Ahmet Saim; İlahiyat FakültesiYaşadığı dönemde selef mezhebinin ateşli müdafilerinden biri olan Hasan B. Alî B. Halef El-Berbehârî (329/941), selef akidesi, hanbelî fıkhı, ahlâk ve âdâb ile ilgili bilgileri Ahmed b. Hanbel'in öğrencisi Ebûbekr el-Mervezi'den almıştır. Döne minin siyasi otoritesiyle zaman zaman çatışma halinde olan Berbehârî'nin hayatının belli süresi saklanmakla geçmiştir. Selefin genel kanaatlerinin hepsini benimseyen Berbehârî, bid'at mezheplerine, kelâmcılara ve müfrit sufilere karşı çıkmıştır.Item Bişr B. Gıyâs El-Merîsî, hayatı, görüşleri ve islâm düşünce tarihindeki yeri(Uludağ Üniversitesi, 1987) Kılavuz, Ahmet Saim; İlahiyat FakültesiMürcie'den Merîsiyye fırkasının kurucusu olan Bişr b. Gıyâs el-Merîsî, fıkhî bilgileri Ebu Yûsuf'tan almış, Hammâd b. Seleme ve Siifyân b. Uyeyne'den az miktarda hadis rivayet etmiştir. Cehm b. Safvân'ın ortaya attığı Kur'anın yaratılmış olduğu fikrini serbestçe tartışmış ve Me'mûn'un ilmi sohbetlerinde yer almıştır. Hadisçiler tarafından bid'atçı ve cehmî olmakla suçlanan Bisr, istitâat (kudret), kaza- kader, irade ve kulların fiillerinin yaratılması konusunda siinnî inancı benimsemiştir.Item Bursa şer'î mahkeme sicillerinden notlar(Uludağ Üniversitesi, 1987) Çetin, Osmanlı; İlahiyat FakültesiTarih boyunca İslâm devletlerinde adalet işlerine çok önem verilmiş ve kadı ların yetkisinde olup mahkemelerde görülen bütün işler ve alman kararlar özel defter lere işlenmiştir. Bu "sicil" geleneği OsmanlIlarda da devam etmiştir. Şer'iye sicilleri, kadı defterleri, mahkeme defterleri, zabıt defterleri gibi değişik isimler verilen bu sicil kayıtlarında İdarî, malî, askerî, İçtimaî, hukukî vs. konularda çok zengin kayıtlara rastlamak mümkündür. Tarihimiz, özellikle şehir tarihleri bakımından bu kayıtlar son derece önemlidir. XVI. yüzyıla ait Bursa Şer'iye Sicilleri'nden aldığımız muhtelif konuları içeren aşağıdaki kayıtlar, devrin, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatını yansıtan belgeler mahiyetindedir.Item Bursa tekkeleri ve tasavvufî hayat üzerine genel bir değerlendirme(Uludağ Üniversitesi, 1987) Kara, Mustafa; İlahiyat FakültesiOsmanlı Devletinin ilk başkenti olan Bursa, Anadolu'da gelişen tasavvufî ha yat ve düşüncenin de önemli merkezlerinden biridir. XIV-XVI. yüzyıllarda Anadolu'ya Asya topraklarından gelen pek çok sufî Bursa'da karar kılmış, pek çoğu da "burc-ı evliya" diye isimlenen yerde bir müddet kalmıştır. Dolayısıyle Osmanlı dü şünce ve zihniyetine zamanla hakim olacak olan yaşama ve düşünme tarzının tohumları bu asırlarda ve bu bölgede atılmıştır. Emir Sultan, Abdal Murat, Geyikli Baba, Abdullatif Kudsî, Ahmet İlâhî, Niyaz-ı Mısrî, İsmail Hakkı Bursevî, Lamiî Çelebi, Somuncu Baba, üftade ilk akla gelen isimlerdir. Bu makalede Bursa'daki tasavvufî hayat konusunda genel bir değerlendirme yapılacaktır.Item Bursa tekkelerinin alfabetik olarak isimleri ve bellibaşlı kaynaklar(Uludağ Üniversitesi, 1987) Kara, Mustafa; İlahiyat Fakültesi; Tasavvuf Tarihi BölümüBursa'nın din ve kültür hayatıyla olduğu kadar sosyal güvenlik ve mimari ta rihiyle de yakından ilgili olan Bursa Tekkeleri XIV. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlamışlardır. Zaman içinde bir kısmı tarihe mal olmuş, bir kısmı da gelişerek te sir ve hizmet sahasını büyütmüştür. Bu makalede ilk asırlardan günümüze kadar kurulmuş olan tekke ve zaviye lerin bir dökümü verilecektir. Bunun yanında tekkenin bulunduğu mahalle, bağlı olduğu tarikat ve zikir günleri de tesbit edilebildiği kadarıyla verildikten sonra bazı kaynak eserlere de işaret edilecektir. Şüphesiz bu çalışma konu ile ilgili bir başlan gıç mahiyetindedir.Item Cahiliyye devri insanında aklî durum(Uludağ Üniversitesi, 1987) Kazancı, Ahmet Lütfi; İlahiyat FakültesiCahiliye devri insanı, putlara karşı sihirlenmişcesine itaatkâr, Peygambere karşı aklıyla mücadele eden iki türlü şahsiyyete sahiptir. O putuna bütün işlerinde itaat eder, onun hoşnudluğunu arar, gazabından korkar. "Bu put canlı değildir, ağaçtan, taştan yapılmıştır, faydası ve zararı olmaz" denildiğinde aklını kullanmaz. "Ben babamı buna ibadet eder halde buldum" der. Âynı insan Peygamberin karşısında böyle değildir. Akıl ve zeka sahibidir. Hayrına ve şerrine olanı bilir. Aklına güvenerek, Allahın ayetleri konusunda aldatılma imkânı olmayan bir kişinin mücadelesini verir. Şayet bu adam putunun canlı olmadığını, taştan yahut ağaçtan yapıldığını kabul etseydi yeni dini kabul edebilirdi.Item Cuma namazı ve kılınma şartları(Uludağ Üniversitesi, 1987) Döndüren, Hamdi; İlahiyat Fakültesi; İslam Hukuku Ana Bilim DalıCuma namazı kimi özürlüler dışında her ergin, akıllı, hür ve'mukîm erkek müslümana farzdır. İnsanların yerleşik bulunduğu belirli merkezlerde, Devletin izniyle ve büyük topluluklar halinde kılınması bu namaza ait özelliklerdendir. Cuma namazının tek başına kılınması veya evlerde yahut topluma kapalı özel yerlerde cemaatle kılınması sahih değildir. İşte bu nedenle bazı fakihler fitneyi önlemek ve insanlara gücünün yeteceğinden fazlasını yüklememek için Devletle bu namaz arasında bağlantı görmüşler ve izin verilmeyen ülkelerde cuma namazının farz olmadığı kanaatine varmışlardır. Bu konudaki delilleri bazı hadisler ve sahabe uygulamaları olmuştur.Item Dinler ve sosyal değişmeler(Uludağ Üniversitesi, 1987) Deniel, Raymond; Er, İzzet; İlahiyat FakültesiOuagadougou ve Abidjan 'da çalışan gençler ve öğrenciler nezdinde gerçekleştirilmiş olan iki anket, din değiştirmeleri ile sosyal değişmeler (şehirleşme), bir dine mensup olma, ideoloji, dini uygulama ve modern hayat (ekonomik kalkınma) duygusu ve isteği arasında mevcut ilişkileri, tıpkı dinî vakıayı engelleyen veya yardımcı olabilen motifler gibi inceleme imkanı veriyor. Bu anketler, söz konusu farklı görüntüler altında hristiyanlık, İslâmiyet, animizm ve ilgisizler grubunu mukayese eder. Anketlerde dini, ruhun kurtuluş ve selametine indirgeme ve geleneksel inanç ları Afrikalılıkla özdeşleştirme temayülü görülür.Item Ehl-i sünnet kelamcılarında tekvin tartışması(Uludağ Üniversitesi, 1987) Yücedoğru, Tevfik; İlahiyat FakültesiTekvîn sıfatı tartışması, Eş'arî ve Mâtürîdî mezhepleri arasında yapılmıştır. Tartışma konusu, tekvin sıfatının ezelîliği, tekvîn-mükevven ve bu sıfatın taalluku meselelerinde cereyan etmiştir. Eş'arî mezhebi bu sıfatı kabul etmezken, Mâtürîdî mezhebi, bunu naklî ve aklî delillerle ispat etme yoluna gitmiştir.Item Ergenlerin sosyal ilişki ve ilgilerine din eğitiminin etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1987) Hökelekli, Hayati; İlahiyat Fakültesi; Din Psikolojisi BölümüMesleki din eğitimi veren kuramlarda yetişen gençlerin bazı davranış özellik lerinin, diğer eğitim kuramlarında yetişenlerinkine kıyasla farklılıklar gösterdiği müşâhade edilmektedir. Bunların büyük bir bölümü esasen, bu nitelikteki bir eği tim programının gerçekleştirmeyi amaç edindiği davranış özellikleridir. Bunun ya nında diğer bazıları ise, ya büyük ölçüde başka faktörlerce belirlenmiştir ya da bu eğitim programının boşluklarından ve bu arada okul içi ilişki sistemindeki aksak lıklardan kaynaklanabilmektedir. Bu yazımızda, bir bölümünü geçen yıl bu dergide yayınlamış bulunduğumuz bir araştırmanın son bölümünü veriyoruz. Bu bölümde, İmam-Hatip Lisesi ve Genel Lise öğrencilerinin sosyal ilişkileri ve bazı ilgi alanları karşılaştırmalı olarak İnce lenmektedir.Item Fârâbî'nln siyaset felsefesinde "ilk-başkan (er-Reîs el-Evvel)" kavramı(Uludağ Üniversitesi, 1987) Aydınlı, Yaşar; İlahiyat Fakültesi; İslam Felsefesi BölümüFârâbi'ye göre, her erdemli toplumun, mutlak anlamda ilk yöneticisi ve kanun koyucusu durumunda bulunan bir ilk-başkanı vardır, İlk-başkan toplumun yönetimi yanında eğitiminden de sorumlu olan insandır. O bu sorumluluğunu sahip olduğu iki üstün nitelikle, peygamber ve filozof olmakla yerine getirir, ilk-başkan, bir taraftan, maddi olana ilişkin bütün sınırları aşıp öte'de yaşarken, bir taraftan da bu bu ilişkiden sıyrılarak yeryüzünü düzenlemekte ve yönetmektedir. Fârâbl'ye göre, ilk-başkan bütün fonksiyonlarını Tanrı'dan almış olduğu vahiy doğrultusunda gerçekleştirir.Item Gençlerde dini gelişim(Uludağ Üniversitesi, 1987) Guittard, Louis; Özyılmaz, Ömer; İlahiyat FakültesiDin eğitiminin, fıtraten temel bir postula olarak kabul edildiği bir'defa benim senince, geriye artık onun uygulama şartlarını belirlemek için bilhassa yaşanmış olaylara dayanmak gereği kalır. Genelde bir "Din Eğitimi" yoktur. Ancak Katolik Eğitim, Protestan, Yahudi ve İslâmî bir eğitimden söz edilebilir. Katolik kolejlerindeki öğrencilerin manevi gelişimlerinin genel bir görünümü, hem onlara uygulanan eğitim sisteminin avantaj ve dezavantajlarını gösterecek, hem de diğer dinlere faydalı telkinler verecektir. Bu prensiplere göre yetiştirilmiş öğrencilerin, birbirleriyle anlaşmışcasına aynı tarzda gelişmeğe devam edecekleri çok rahatlıkla zannedilebilir. Fakat durum hiç te öyle değildir. Aksine, yaşlara ve kişilere göre değişik tutum ve davranışlar or taya çıkar. Bu değişikliklerin en belirgin özellikleri, erinlik (buluğ) dönemlerinde belirir. Çocuklar kendi dinlerini buluğdan önce, büluğ esnasında ve onun tamamlan masından sonra aynı şekil ve tarzda uygulamazlar. Bu dönemlerin her birini karakte- rize eden bir kelime ile ifade etmek için, 1 dönemdekine: "Taklidi îman", II. dö nemdekine: "Buhranlı îman", III. dönemdekine de "Kişiselleşmiş îman" (özümse- nip kişiye mal edilmiş iman) diyebiliriz.Item Genelde din sosyolojisine karşı ilgisizliğin kaynağı ve bu ilgisizliğin giderilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1987) Er, İzzet; İlahiyat Fakültesi; Din Sosyolojisi BölümüSosyoloji ve özellikle Din Sosyolojisi, diğer ilimlerden istifade ederek sosyal problemlerimize çözüm getirmek bakımından ilk akla gelen ilimlerden biridir. Buna rağmen gereken ilgiyi görmüyor ve gerçek değeri takdir edilmiyor. Kanaatimizce bu ilgisizlik, daha çok günümüz din sosyolojisinin bünyesinde doğduğu batı toplumu ile içinde yaşadığımız toplum arasındaki sosyo-kültürel farklılıktan kaynaklanıyor; onun için din sosyolojisi batı patentlidir, batı kimliği taşımaktadır. Sosyo-kültürel farklılıktan doğan bu ilgisizliği gidermek için ona tslâmt bir kimlik kazandırmak ge rekir. Genel ve özel Din Sosyolojisinin metod ve tekniklerinden yararlanan tslâm Sosyolojisinin bu problemin çözümünde bize yardımcı olacağına inanıyoruz.Item Hegel'e göre Tanrı'nın varlığıyla ilgili kanıtların anlamı(Uludağ Üniversitesi, 1987) Vancourt, Raymond; Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi; Din Felsefesi ve Mantık Bölümüİnsanın Tanrı'ya tabii yükselişi, tefekkür (reflexion) yardımıyla çözümlenmesi gereken, doğrudan bir veri gibidir. Ruhun, "Mutlak"a doğru kendiliğinden yükselmesi, bağlanabileceğimiz ve dinî yapıyı taşıyabilecek, üstün bir bilginin kurulmasına engel midir? Pietistler, bu doğrudan verilerle yetinmemizi isterler ve Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışmayı, dinsizlik gibi görürler. Spener, öğrencilerine, akıl yürüt menin "susuz çölleri"nde yollarını şaşırmamalarını, "ateşli iman"a ve duygunun coşkunluğuna dayanmalarını tavsiye eder1 , felsefenin, Tann'nın varlığı konusunda, zayıf kanaatlar ortaya koyabildiğini hatırlatır. Hegel aynı fikirde değildir, iman ve duygu alanında, daha ileri gidebilmenin mümkün olduğu kanaatındadır. Ona göre, diğer doğrulamalardan kendimizi muaf tutsak bile, hiç olmazsa, bulduğumuz doğrudan veriye güvenme hakkına sahip olduğumuza güvenmemiz gerekir. Jacobi, doğrudan bilginin değerini ispatlamaktan, ulaştığı şeyi açıklamaktan kaçınabilir mi? Bu bilginin, değerine kendinin tanık olduğunu ileri sürenler buluna caktır. Fakat, yine de bunu ispat etmek gerekir; yoksa akıl tatmin olmayacaktır. Akıl, yerini duyguya bırakmaya çağrıldığında, bunun neden ve hangi şartlarda olduğunu bilmek ister. Sonuç olarak, her hipotezde, doğrudan dinî verilere basit dönüş yetmez. Jacobi ve Schleiermacher'in bunu yeterli görmelerinin nedeni, dinî tecrübede, "Mutlak"la bir nevi esrarlı birleşmenin olduğunu kabul etmeleridir. Hegel, "Mutlak"la birleşmeyi, düşünme-öncesi (pre-reflexive), kendiliğinden zımnî bir düşünce gibi gördüğünden, Tanrı'nın varlığının kanıtlarının kapsamını ve anlamını yeniden bulacak güçtedir.Item Hz. Muhammed'in tebliğinin kalıcı olması(Uludağ Üniversitesi, 1987) Kazancı, Ahmet Lütfi; İlahiyat FakültesiRasulullahın tebliği kalıcı ve müessir olmuştur. Bugün öğrenilen ve yarın unu tulan bilgi çeşidinden değildir. Bununla beraber Rasulullah davetini çeşitli imkan sızlıklar içinde yürütmüştür. Mescid dardır. Halk geçim sıkıntısı içindedir. Ashabı arasında yaş birliği yoktur, genç, orta yaşlı ve ihtiyarlar vardır. Bununla birlikte Rasulullahm ashabı, Rasulullahdan aldıklarını, kendilerinden sonraki nesle mükem mel şekilde aktarmışlardır. Rasulullah insanlara akli durumlarına göre hitabetmiştir. Mücerred konular dan çekinmiş, toplu öğretimin yanında ferdi öğretime önem vermiş, dini hakkında sual soranı geri çevirmemiş ve söylediği her şeyi hayatında tatbik etmiştir. Bütün bunların üzerinde ruhlara tesir eden kuvvetli bir şahsiyete sahip olduğu unutulma malıdır.Item İbn Hazm'a göre hadis rivayetinde "mechûl"(Uludağ Üniversitesi, 1987) Başaran, Selman; İlahiyat FakültesiMechûl, hadis literatüründe, hadisle fazla meşgul olmadığı için muhaddisler arasında bilinmeyen kimse, anlamına gelir. Böyle olan kişiler ya fazla tanınmadığı, dolayısıyla hakkında araştırma yapılamadığı için ya da adaleti tesbit edilemediği için zayıf olarak nitelendirilirler. Endülüs âlimlerinden îbn Hazm da tanımadığı birçok râvîyi mechûl olarak vasıflandırmıştır. Elindeki kaynaklarda adı geçmeyen bazı kişilere mechûl deyi vermesi, onun tenkide en çok sebep olan yönlerinden birisini teşkil etmiştir. Başka hiçbir kimse tarafından mechûl olarak nitelendirilmeyen râvîler hakkında İbn Hazm bu tabiri kullanmışsa, onun bu ithamını ihtiyatla karşılamak gerekmektedir.Item Kıraat ve tecvid ilimleri bibliyografyası(Uludağ Üniversitesi, 1987) Çetin, Abdurrahman; İlahiyat Fakültesi; Tefsir ve Hadis BölümüKıraat ve Tecvid ilimleri, Kur'an-ı Kerim'in okunuşuyla ilgili iki bilim dalıdır. Bunlardan Kıraat ilmi; Kur'an kelimelerinin okunuş şekil ve çeşitlerini; Tecvid ilmi ise, Kur’an harflerinin mahreç ve sıfatlarını inceler. İkisi de "Ulumu'l-Kur'ân = Kur'an ilimlerindendîr. . Her bilim dalında olduğu gibi, Kıraat ve Tecvid ilimlerinde de, çok eski tarih lerden itibaren çeşitli eserler yazılmıştır. Başlangıçta şifahî olarak nakledilen bu ilimler, hicri ikinci asırdan (m. 9. yy.) sonra tedvin edilerek, kitaplara kaydedilmiş tir. Aslında bu iki bilim dalının konusunun, doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim ol duğunu düşünürsek, Kur'an'ın indirilmeye başlaması ve hemen yazılmasıyla bu iki ilmin de ortaya çıkmış olduğunu ve böylece Kur'an ilimlerinin ilki ve en kıdemlisi olduklarını ve doğar doğmaz da yazılmaya başlandığım söyleyebiliriz.Item Kitap tanıtma: İlim felsefe ve din açısından yaratılış ve gayelilik (teleoloji)(Uludağ Üniversitesi, 1987) Yücedoğru, Tevfik; İlahiyat Fakültesi; Kelam Bölümüİnsanlığın ötedenberi ilgisini eksik etmediği insanın ve kâinâtın oluşumu problemi, son yıllarda çeşitli düzey ve statüde Türkiye gündeminde yeniden, kendisine bir yer bulmuş ve hararetli tartışmalara sebep olmuştur. Aynı zamanda, ehliyetli-ehliyetsiz birçok kaleme de malzeme teşkil etmiştir. Konu ile ilgili tartışmalar genelde, evrimci-darwinist görüşle, idealist-yaratıhşcı görüşün boygösterisi şeklinde ve daha çok ideolojik bir platformda cereyan etmekte; her ilmi kesimden insanı da çeşitli oranlarda ilgilendirmektedir. Bu arada, bazı resmi organların da konuya ciddi bir şekilde ilgi duyduklarını belirtmeliyiz, örnek olarak, M.E.G. ve S. Bakanlığı yayın lan arasında neşredilen "Yaratılış Modeli" isimli çeviri eseri zikredebiliriz. Aşağıda tanıtımı yapılacak olan eser de bir yönden, T.C. Diyanet İşleri Bakanlığı'nm konuya duyduğu ilginin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.Item Kur'an ışığında islamın inanç hürriyetine verdiği önem ve kişinin sorumluluğu(Uludağ Üniversitesi, 1987) Çelik, İbrahim; İlahiyat FakültesiYüce Allah insanları, beşerî kabiliyetleri oranında hür iradeli yaratmıştır. Ki şilere tanınan haklar ve bunların karşılığında onlardan beklenen vazifeler de bu te mele dayanır. • Kişisel hakların en başta geleni, bir kimsenin, hiçbir baskı altında kalmadan, aklına ve gönlüne yatan bir dine bağlanabilmesidir. Kur'an'da bazı âyetler, dine davette zorlamayı katiyyetle yasak ederken, ba zıları da "din sadece Allah için oluncaya kadar” savaşmayı emretmektedir. İslam ta rihi ve âyetlerin nüzul sebeplerini dikkate alarak, konuyu incelediğimizde Kur'ân'ın İslâmî zorla kabul ettirmek için değil, fakat insanlarla bu dinin arasına giren engelle ri kaldırmak için savaşmayı emrettiğini görürüz. İnsan istediği bir dini seçebilir. Fakat isteyerek kabul ettiği dinin hak ve vazi felerini çiğnediği takdirde, dünyevî ve uhrevt sorumluluklarına katlanmak mecburi yetindedir. Zira külfetsiz nimet veren hiç bir sistem yoktur.