2012 Sayı 19
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/12848
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item Analitik zihin felsefesinin temel problemlerine bir bakış(Uludağ Üniversitesi, 2012) Sayan, ErdinçZihnimizin içinde olup biten acı ve haz duymalar; düşünceler, inançlar, arzular ve endişeler; renk, koku, ses algıları; kaşıntılar, gıdıklanmalar, sıcak ve soğuk hissetmeler; beklentiler, hatırlamalar, öfke ve sevinç duymalar; susuzluk, açlık ve can sıkıntısı hissetmeler gibi olaylara veya durumlara zihin halleri diyoruz. Zihin hallerini barındıran zihin dediğimiz bu “şey” nasıl bir şeydir? Beden, özellikle de beyin (daha genel alırsak, merkezi sinir sistemi) ile zihin dediğimiz şeyin ne gibi bir ilgisi, ilişkisi var? Beyin ile zihin arasındaki bu ilişkinin aydınlatılması sorunu felsefede “beden-zihin problemi” olarak adlandırılır. Bu yazıda çağdaş analitik zihin felsefesinin bazı temel problemlerini, muammalarını ve kavramlarını ele alacağım. Ayrıca, bilinç ve zihin arasındaki farktan bahsedeceğim.Item Aristoteles’te sanatın neliği ve işlevi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Yetişken, HülyaBu makalenin ana amacı, Aristoteles’in sanatın neliği ile işlevi konusundaki görüşünü, bu ikisi arasındaki ilgileri kurarak ve buradaki ortak temellerin neler olduğunu göstererek irdelemektir. Aristoteles’in sanatın işlevi konusundaki derin görüşünün temelinde, onun sanatın neliğine ilişkin düşünceleri ve belirlemeleri yer almaktadır. Bu ikisi arasında kurulacak bağın temelinde ise duyusallığa bağlı sığ bir duygusallık ve yarar etkili sıradan hazlar değil, öğrenme, tanıma, anlama, bilme gibi etkinlikler ve kafaca gelişmiş bir kişinin karakterine ilişkin olan bir beğeninin varlığı yer almaktadır. Öyle ki, Aristoteles, sanata özgü hoşlanmanın ve sanata özgü bilginin özelliği konularında sanatla felsefe arasında benzerlik kurmaktadır. O, bir taklit olan sanat yapıtlarından hoşlanmanın ve bu hoşlanmayla birlikte günlük yaşamdaki duyguların değişerek dönüşmesinin temeline de öğrenme ve bilme etkinliklerini koymuştur. Buradaki hoşlanmaya temel olan bilginin özelliği ise bunun olanaklar bütününe ilişkin bir bilgi olmasıdır. Bu özelliği ile sanat, insana, yaşantılara ve eylemlere ilişkin olan çeşitli olanakların bilgisini vermektedir. Aristoteles’in görüşünde sanatın nesnesinin ve bilgisinin bu şekilde geniş kapsamlı ve felsefi temelli bir özelliğe sahip olması, onun sanatın işlevine ilişkin görüşünün boyutlarını da genişleterek evrensel olana açmaktadır. Aristoteles, sanatın haz vermenin yanında insana olan etkisiyle ilgisinde daha yüksek bir değerin taşıyıcısı olduğuna işaret etmektedir. Ona göre, sanatın üstün değeri, karaktere ve eyleme ilişkin olarak çeşitli zihin durumları yaratabilme ve de insanlarda doğru ve etik olan yönünde bir yatkınlık meydana getirebilme işlevinde bulunur. Makalenin devamında, Aristoteles’in sanatın bu işlevine ve insan üzerindeki etkisine ilişkin görüşünün zengin boyutları, aynı zamanda, katharsis, hamartia, insan sevgisi gibi kavramlarla olan ilgisi de kurularak, gösterilmeğe çalışılacaktır.Item Avustralya ve Yeni Zelanda’da çokkültürlülüğün değişen yüzü(Uludağ Üniversitesi, 2012) Yanık, CelalettinAvustralya ve Yeni Zelanda, dünyadaki en çok göç alan iki ülkedir. Bu iki ülkeye yönelik yaşanan göçün yanı sıra ülkede mevcut ulusal azınlıkların toplumsal, siyasal ve kültürel talepleri büyük toplumun şekillenişinde ve yine toplumsal yaşantının sürdürülmesinde etkindir. Her iki olgu, Avustralya ve Yeni Zelanda’da çokkültürlülük tartışmalarının ve çokkültürlülük pratiklerinin gelişimi açısından önemlidir. Bu makalede bu iki sosyal olgudan yol çıkılarak, göç ve göçmenlik politikaları bağlamında çokkültürlülük pratiklerinin nasıl oluştuğu incelenecek, bunun yanı sıra ulusal azınlıkların çokkültürlülük pratikleri içerisindeki önemi vurgulanacaktır.Item Belirlenimci Etik’te, paradoksal bir durum olan özgürlük-zorunluluk bağıntısı ve rasyonalite (Spinoza örneği)(Uludağ Üniversitesi, 2012) Ceylan, TuncaySpinoza’yı anlamak, Spinoza’yı yorumlamak, onu okumaya bağlıdır ve onu okumanın bir sonu olmadığını da onunla ilgili yapılan çalışmalar açıkça ortaya koymaktadır. Spinoza ile ilgili farklı yorumlamaların olması farklı okumaların bulunmasından kaynaklanmaktadır ki, çok farklı Spinoza okumalarının olması onun sisteminin doğasının gereğidir. Spinoza’yı yorumlamada terim ve deyimlerin, bunların “sıradan dil”de taşıdıkları anlamda değil, onun kendi tanımlamaları bağlamında anlaşılmaları özel bir öneme sahiptir. Spinoza’nın felsefesinde terimlere uygulayımsal bir anlam verilir ve bu çoğu kez doğal olarak kendiliğinden onlara yükleyebileceğimiz ya da yüklenmiş olan anlamlardan ayrılır. Bunların içerisinde, Spinoza’nın metafiziğinde oldukça önemli bir yer işgal edenlerin başında Tanrı ve özgürlük kavramları gelir. Onun felsefesinde zorunluluk ile özgürlük arasındaki bağıntının doğru kurulması, temel kavramlara yüklenilen anlamlara değil, kendisinin bu kavramlara yüklediği anlam içeriklerinin bilinmesine bağlıdır. Spinoza’nın zorunluluk-özgürlük paradoksuna getirdiği yaklaşımı anlamak, onun kendi sistemini oluşturmasında kullandığı yöntemin ve kavramların Spinozaca anlamlarını göz önünde bulundurmakla mümkündür. Spinoza’nın belirlenimci etiğinde zorunluluk özgürlüğü yadsımaz, aksine rasyonalite ile zorunluluğu yani doğa yasasını ya da Tanrısal yasayı kavramak, özgür olmakla aynı anlama gelir.Item Geçmişle gelecek arasında insan(Uludağ Üniversitesi, 2012) Kılıç, YavuzHannah Arendt’e göre insan geçmişle gerecek arasında yaşayan bir varlıktır. Geçmişle gelecek arasında yaşayan insan, ancak eylem aracılığıyla insanlar arasına yerleşebilir ve kamusal bir alan kurabilir. İnsan ancak bu yolla “insan dışı” bir dünyadan kurtulabilir ve kendisinin yarattığı ortak bir dünyada, yani kendi evi olan bir dünyada yaşayabilir. Ne var ki, eylem öngörülemezlik ve belirsizlik özelliğiyle geçici olan, sonlanan bir etkinliktir. Onun kalıcı olmasını sağlayan tarihtir. Tarihe süreklilik sağlayan ise gelenektir. Geçmiş ile gelecek arasındaki bağı gelenek kurmakta ve gelenek sayesinde insan köksüzlükten kurtulabilmektedir. Bu yazının ana savı, Arendt’in politika felsefesinin temelinde insanın köksüzlüğü (ve yurtsuzluğu) sorununun olduğudur. Bu yüzden makalede, Arendt’in görüşünde, insanın “köksüzlük”ten nasıl kurtulacağının yolları gösterilmeye çalışılacaktır. Ayrıca, Arendt’in görüşünde, insanın kendisine ait ortak bir dünyayı kurmasının arkasında, insanın özüne ilişkin olarak “ölümsüzlük arzusu”nu dile getirdiği ortaya konacaktır.Item Grek ve islam etkileri ışığında süryanilerde felsefi düşüncenin gelişimi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Doru, M. NesimBu çalışmada, Mezopotamya’nın en eski halklarından biri olan Süryanilerin felsefe alanında yaptıkları çalışmalar ele alınacaktır. Bilindiği gibi felsefe, herhangi bir şahsa veya topluma ait değil insanların ortak malı, başka bir ifade ile kümülatiftir. Bir kültürden başka bir kültüre aktarılabilen, değişen ve dönüşen bir disiplindir. Daha önceleri Mezopotamya’nın eski uygarlıklarının elinde empirik karakterli iken Grek dünyasında a-priorik ve sistemli bir hale dönüşmüştür. Felsefe geleneği, Süryanilerin de içinde bulunduğu birçok etno-dinsel topluluk tarafından Doğu’ya ve oradan da İslam dünyasına aktarılmıştır. Bu çalışmada, ilk olarak felsefi düşüncenin Süryanilerin elinde aldığı karakteri analiz edilecek, ikinci olarak Grek düşüncesinden İslam kültürüne uzanan süreçte Süryanilerin katkıları analiz edilecektir.Item Modern mantık açısından ahlâk çıkarımı(Uludağ Üniversitesi, 2012) Osman, FikretBu çalışmada ahlâkla ilgili çıkarımları modern mantık açısından ele almaya çalıştık. Bunun için öncelikle Kant’ın en yüksek iyi kavramına, Dostoyevski’nin mübah kavramına, Lewis, Adams, Zagzebski ve Rashdall’ın objektif yükümlülükler kavramına dayanan çıkarımlarını sembolleştirdik. Daha sonra da bu çıkarımları niceleme mantığı, varlık mantığı ve kiplikli mantık açısından denetledik.Item Politik Olan’ın nötralizasyonu ve devrimci politika: Carl Schmitt’in Marx okuması(Uludağ Üniversitesi, 2012) Kaya, Funda Günsoy; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Marksizmin yeni düzen vaadini tükettiği, onunla birlikte sol kanat projelerin ağır bir bunalım içine girdiği ve merkezde yer almanın yeni siyasal paradigma veya “üçüncü yol” olarak sunulduğu bir dönemde, güçlü devlet savunusuyla ünlü Alman hukukçu Carl Schmitt içsel tutarsızlıklarına ve çelişkilerine işaret ederek liberalizmin hegemonyasına meydan okudu. Bu yazıda ilkin, çoğulcu, rasyonel ve dışlayıcı olmayan konsensus siyasetini ilerici demokratik bir proje olarak kabul eden, karşıtlıklardan, mücadelelerden ve çatışmalardan arındırılmış bir siyasal alanı demokratik mantığın ilerici hamlesi olarak değerlendiren evrenselci liberalizme karşı yöneltilen bu eleştirinin Marksizmle paylaştığı ortak karakteristikleri ortaya koymaya çalışacağız. İkinci olarak, Schmitt’in Marx okumasına betimsel ve eleştirel bir tarzda odaklanarak, Schmitt ile Marx arasındaki temel karşıtlık noktalarını serimlemeye çalışacağız.Item Rasyonel ve varoluşçu teolojinin bir mukayesesi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Bayındır, Ahmet; Uludağ Üniversitesi.Varoluşçu filozofların bazılarının (B.Pascal, S.Kierkegaard gibileri), fideistik kaygılarla rasyonel teolojiyi eleştirdikleri bilinen bir durumdu. Bu varoluşçular, Teolojinin temel konusu olan Tanrı'nın, rasyonel kanıtlarla kanıtlanmasının imkansız olduğunu iddia ediyorlardı. Onlara göre Tanrı'nın varlığına, insan varoluşunun somut durumundan hareketle ulaşabiliriz. Bu, Pascal’a göre; ülfet, Kierkegaard’a göre; saçma’dır. Kısaca inanç, ussal kategoride değil, somut varoluşsal kategoride ele alınmalıdır. Temel hareket noktası, varoluş’un öz’den önce geldiğine olan inanç idi. Bu tartışma çok eski bir tartışmadır. Bu eski tartışma konusuna P.Tillich tarafından yeni bir boyut katılmıştır. P.Tillich, saf aklın kavramlarının karşısına somut dini sembolleri koymuştur. Bu itirazı ile, teizmin aşkınlık kaygıları neticesinde uzaklara gönderdiği Tanrıyı, P.Tillich, insanın şimdi ve şurada duyumsadığı somut hayatına yeniden sokmak istemiştir. Bir tarafta insan aklının en değerli faaliyeti olan metafiziksel kuramlarla oluşan rasyonel teoloji, diğer tarafta ise somut varlığı öne çıkaran varoluşçu teoloji durmaktadır.Item Thomas Kuhn’un paradigma kavrayışı üzerine analitik bir irdeleme(Uludağ Üniversitesi, 2012) Öztürk, Ümit; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabıyla bilim felsefesi çalışmalarında yeni bir çığır açmıştır. Özellikle klasik bilim algısına yönelik karşı çıkışları ve bilimsel sürecin kırılma noktaları üzerine olan vurgusu, metnin 1962 tarihli ilk basımından günümüze değin hâlâ yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Bilindiği üzere bilimsel etkinliği esasen olağan bilim ve devrim dönemleri üzerinden karakterize eden Kuhn’un çalışması “paradigma” terimini eksen kabul eder. Bununla birlikte terimin söz konusu kitapta son derece geniş bir fenomen örgüsünü adlandırmak için kullanılması, “paradigma” terimi hakkında adeta bir mitolojinin doğmasına neden olmuştur. Dahası Kuhn, özellikle 60’ların sonu ve 70’lerde terimin anlam katmanlarını berraklaştırmak için yeni bir dizi tanım sunma cihetine gitmiş ve bu husus tartışmaları daha da alevlendirmiştir. Bu çalışmanın hedefi, Thomas Kuhn’un “paradigma” kavramını analitik bir düzlemde incelemektir. Bu çerçevede, gerek Kuhn’un 1962 tarihli Bilimsel Devrimlerin Yapısı, gerekse de ilgili sonraki çalışmaları üzerinden, “paradigma” terimi derinlemesine çözümlenecek ve açıklanmaya çalışılacaktır.