2007 Cilt 33 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18265
Browse
Browsing by Department "Tıp Fakültesi"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Item Artroplastide derin ven trombozu profilaksisinde aktif ve erken hareketin etkinliği(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-01) Şerifoğlu, Rasim; Bilgen, M. Sadık; Atıcı, Teoman; Bilgen, Ömer Faruk; Yılmazlar, Aysun; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıÇalışmamızda, primer total kalça ve diz artroplastisi uygulanan olgularda DVT profilaksisi için kullanılan farmakolojik ajanlardan düşük molekül ağırlıklı heparin ile mekanik olarak etki yapan ameliyat sırasında pasif hareket ve ameliyat sonrası erken dönemde mobilizasyon uygulanmasının DVT proflaksisinde etkisinin prospektif olarak karşılaştırılması amaçlandı. Bu prospektif çalışmada tek taraflı primer total kalça veya total diz artroplastisi uygulaması planlanan 100 hasta randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Grup I’de; profilaksi için ameliyat sırasında kalça ve diz eklemine pasif hareket yaptırılıp ameliyat sonrası 2. ve 6. saatte mobilizasyon yapılırken Grup II’de ise ameliyat öncesi 12. saatte başlayıp ameliyat sonrası 10 gün devam eden düşük molekül ağırlıklı heparin uygulandı. Her iki gruba da varis çorabı ve 4 hafta süre ile 2x300 mg aspirin verildi. Her iki gruptaki hastalar ameliyat sonrası 4.-7. günlerde venografi ya da renkli doppler ultrasonografi ile değerlendirildi. Grup I’de olguların 8’inde (%16), Grup II’de ise 7’sinde (%14) DVT tespit edildi. DVT gelişimi grup I’deki olguların 2’sinde (%4) proksimal, 6’sında (%12) asemptomatik distal yerleşimli idi. Grup II’de olguların 1’inde (%2) proksimal, 3’ünde (%6) semptomatik distal DVT ve 3’ünde ise (%6) asemptomatik distal DVT saptandı (p>0.05). Sonuç olarak TKA ve TDA uygulamalarında ameliyat sırasında pasif hareket ve ameliyat sonrası erken dönemde mobilizasyonun DVT gelişimini en az düşük molekül ağırlıklı heparin kullanımı kadar engellemesi, profilaktik farmakolojik ajanların neden olabileceği yan etkileri içermemesi ve ek maliyet getirmemesi nedeni ile artroplasti ameliyatlarında DVT profilaksisi için tercih edilebilecek bir yöntem olduğu kanısındayız.Item Ateşli silaha bağlı popliteal arter yaralanması ile femur kırığı olan bir çocukta revaskülarizasyon ve ortopedik tedavi(Uludağ Üniversitesi, 2007-12-28) Uçar, Halil İbrahim; Akel, İbrahim; Serter, Tanzer; Huri, Gazi; Öç, Mehmet; Tatar, Tolga; Güvener, Murat; Tok, Mustafa; Tıp Fakültesi; Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim DalıYüksek enerjili penetre travmalara bağlı kompleks alt ekstremite damar yaralanmaları amputasyonları da içeren kabul edilmesi zor komplikasyon oranları ile birliktedir. Popliteal arter yaralanmaları diğer periferik damar yaralanmalarından daha çok ekstremite kaybı riski taşımaktadır. Küçük çocuklardaki açık arter tamirlerinde başarı oranları da oldukça düşüktür. Burada beş yaşında alt ekstremite ateşli silah yaralanması sonucu sol uyluk distal bölümde açık yalanma ve femur kırığı ile birlikte oluşan arter ve ven yaralanması olgusu sunuldu. Ortopedi tarafından kemik yapılar fiske edildikten sonra sağ bacaktan alınan safen ven kullanılarak popliteal arter ve vene greft interpozisyonu yapıldı. Aynı zamanda fasiotomi ile bacakta oluşan kompartman bulguları giderildi ve defekt kapatıldı.Item Bel ağrısında acil bir durum: kauda equina sendromu ile kendini gösteren lomber disk hernisi(Uludağ Üniversitesi, 2008-01-21) Doğan, Şeref; Türkan, Alper; Caner, Başak; Kaplan, Tolga; Bekar, Ahmet; Tıp Fakültesi; Nöroşirurji Ana Bilim DalıLomber disk herniasyonları nedeni ile ortaya çıkan kauda ekuina sendromu (KES) nadir görülür ve kesin cerrahi tedavi gerektirir. KES bulguları ile başvuran lomber disk herniasyonu olan 10 olgu retrospektif olarak incelendi. 8’i kadın, 2’si erkek ve yaş ortalamaları 52.4±11.8 yıldı. Major semptom şiddetli bel ve/veya bacak ağrısıydı. Hastalar acil operasyona alındı. Ortalama takip süresi 2,65 ±0,9 yıl idi. Semptomların başlamasından ilk 48 saat içinde operasyona alınan 5 olgunun 4’ünde (%80) idrar inkontinansı, 3’ünde (%60) perianal his kusuru tamamen düzeldi. 4 olgunun 3’ünde (%75) kuvvet kaybı ve bir olgunun seksüel disfonksiyonu tamamen düzeldi. 48 sonra operasyona alınan 5 olgunun 3’ünde (%60) idrar inkontinansında iyileşme olmadı. Seksüel disfonksiyon olan 1 olguda da düzelme gözlenmedi. Cerrahi alınma süresi tartışmalı olsa da, 48 saat içinde cerrahi dekompresyon yapılan olgularda duyu, motor ve üriner fonksiyonlarda belirgin iyileşme olmaktadır.Item Çalışan kalpte koroner baypas ile eş zamanlı ve aşamalı karotis endarterektominin erken dönem sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-01) Biçer, Murat; Çokünlü, Özgür; Saba, Davit; Yanar, Murat; Cangür, Şengül; Şenkaya, Işık; Kalyoncu, Ayhan; Özkan, Hayati; Tıp Fakültesi; Kalp ve Damar Cerrahi Ana Bilim DalıKarotis arter hastalığı ile birlikte koroner arter hastalığı olan hastalarda cerrahi yaklaşım açısından fikir birliği sağlanamamıştır. Kombine cerrahi girişimle başarılı sonuçlar bildirilmekle birlikte mortalite ve morbidite riskini artığını gösteren yayınlarda bildirilmiştir. Bu çalışmada aynı dönem içinde aşamalı karotis endarterektomi ile çalışan kalpte koroner baypasla birlikte karotis endarterektomi uygulanan olguların sonuclarını karşılaştırmayı amaçladık. Kliniğimizde 2000-2006 tarihleri arasında aşamalı ve çalışan kalpte koroner arter bypass (OPCABG) ile birlikte karotis endarterektomi (CEA) uygulanan 15 bayan, 30 erkek 45 olgu retrospektif olarak incelendi. Olgular Grup1(G1); CEA+OPCABG(eşzamanlı) (22), Grup2(G2); CEA sonra CABG(aşamalı) (23) olmak üzere 2 grupta incelendi. Preoperatif demografik özellikler açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu Hastaların yaş ortalaması G1 de 65.7±4.7 G2 de 66.1±4.3 idi.G1 de Kadın(K)/Erkek(E): 7/15, G2 de K/E: 8/15. Postoperatif G1 de 1 olguda düşük kalp debisi nedeniyle mortalite gelişti, G 2 de mortalite yoktu. Grup 1 de 1 olguda geçici stroke görüldü. Grup 2 de 1 olguda transiskemik atak görüldü. Gruplar arasında mortalite ve morbidite açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. OPCAB ile birlikte CEA sonuçlarının aşamalı uygulama sonuclarına benzer olmasıyla kritik karotis stenozu ve koroner arter hastalığı olan hastalarda kombine girişimin güvenle uygulanabileceği düşünmekteyiz.Item Spinal cerrahi sonrası epidural fibrozisin önlenmesinde omentum greftinin etkinliği: deneysel çalışma(Uludağ Üniversitesi, 2008-01-02) Bulut, Güray; Doğan, Şeref; Doygun, Muammer; Tıp Fakültesi; Nöroşirurji Ana Bilim DalıLomber spinal cerrahi sonrası geçmeyen bel ağrısının en önemli etkeni olarak görülen epidural fibrozisin önlenebilmesi amacı ile birçok biyolojik ve biyolojik olmayan materyaller denenmiştir. Biyolojik bir materyal olan omentumun, pediküllü ve serbest kullanımının epidural fibrozis üzerine olan etkinliği sıçanlarda (Sprague Dawley, 400-450g) laminatomi + annular fenestrasyon modelinde araştırıldı. Kontrol grubunda (Grup I) (n=10); laminatomi + annular fenestrasyon, deney gruplarında ise Grup II (n=10); laminatomi + annular fenestrasyon + pediküllü omentum greft, ve Grup III (n=10); laminatomi + annular fenestrasyon + serbest omentum grefti uygulandı. Dört hafta sonra sakrifiye edilen ratlar histopatolojik olarak incelendi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, deney gruplarının (pediküllü ve serbest omental greft) epidural fibrozisi istatistiksel olarak anlamlı derecede azalttığı görüldü (p<0,001). Ancak pediküllü ve serbest omental greft grupları arasında bir fark saptanmadı. Sonuç, pediküllü ve serbest omental greftler, deneysel olarak spinal cerrahi sonrası epidural fibrozis oluşumunu anlamlı derecede azaltmaktadır.Item Tavşanda deneysel osteoartrit modelinde insan amniotik sıvısının eklem içi uygulamasının kıkırdak doku ve sinovya üzerindeki etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-01) Tirelioğlu, Onur; Bilgen, M. Sadık; Atıcı, Teoman; Yalçınkaya, Ulviye; Bilgen, Ömer Faruk; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıBu deneysel çalışmada tavşanlarda oluşturulan deneysel osteoartrit modelinde eklem içi uygulanan insan amniyotik sıvı’nın (İAS) eklem kıkırdağı ve sinoviyal dokuya etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Osteoartrit geliştirilmek için 20 tavşanın sağ dizinin ön çapraz bağı kesildi. Dört hafta sonra 10 tavşana birer hafta ara ile 3 kez eklem içi 0,5 ml İAS enjeksiyonu uygulandı. (Grup 1). Diğer 10 tavşanda kontrol grubu olarak kaydedildi ve herhangi bir tedavi uygulanmadı. (Grup 2). En son uygulanan eklem içi enjeksiyondan 12 hafta sonra her iki grupdaki tavşanlar sakrifiye edildi. Eklem kıkırdak dokusunun makroskopik değerlendirilmesi için Meachim morfolojik evreleme sistemi, histopatolojik değerlendirmesi için modifiye Mankin değerlendirme sistemi kullanılmıştır. Sinoviyal doku histolojik değerlendirmesi Yoshimi’ye göre yapılmış ve sinoviyal hücre tabakası kalınlığı da ölçülmüştür. Makroskopik incelemede Grup 1’in %100’ü evre 1–2 iken Grup-2’nin %80’i evre 3–4 olarak değerlendirildi (p<0,05). Kıkırdağın histopatolojik değerlendirmesinde Grup 1’de medial femoral kondil ve medial tibial plato sıra ile 6,6 (1–12) ve 7,0 (1–12), Grup 2 de ise 17,8 (7–30) ve 18,9 (6–30) olarak tespit edildi (p<0,05). Sinoviyal doku histopatolojik derecelendirmesinde belirgin istatistiksel farklılık tespit edildi (p<0,05; Grup–1 6,3 (3–8), Grup–2 12,9 (6– 17)). Ortalama sinoviyal hücre tabakası kalınlığı Grup 1’de 20 µm (10–30) Grup 2’de 29 µm olarak ölçüldü (p<0,05). Sonuç olarak proteinlerden, makromoleküllerden ve büyüme faktörlerinden zengin inert bir sıvı olan İAS’ın, tavşan deneysel osteoartrit modelinde kıkırdak ve sinoviyal dokudaki dejeneratif değişikliklerine karşı koruyucu etkisinin olması nedeniyle kıkırdak koruyucu tedavi ajanlarına bir alternatif olabileceği kanısına varıldı.Item Türkiye’de ve dünya’da bilimin organizasyonu ve finansmanı: farklar, sorular ve sorunlar(Uludağ Üniversitesi, 2007) Akdiş, Cezmi A.; Tıp Fakültesi; Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıTürkiye’de bilimin organizasyonu ve para kaynağındaki eksiklikler ve batı toplumlarından farklılıkları ciddi boyutlardadır. Şu anki koşullarda Türkiye’de ülkenin gönecini arttıracak çok önemli bir bilimsel buluş yapılsa bile, patentlenemeyecek ve ürün haline dönüşmesinde büyük sorunlar olacaktır. Ana sorunlar, ülkede yerleşmiş bilim bilincinin olmayışına bağlı olarak bütçede bilime verilen yer ile birlikte personel kanunu ve maliye kanunundaki farklılıklardır. Buna ek olarak, bilimin organizasyonu ve işleyişinde; bilimsel başarı düzeyi değerlendirilirken; doktora, doktora sonrası ve öğretim üyesi olarak sürdürülen bilimsel yaşamda; bilimsel toplantıların içeriğinde; bilim adamının ödüllendirilmesi ve denetlenmesinde; bilimin şeffaf bir şekilde finansmanında ve orijinal buluşların patentlenmesine giden yolda batı toplumları ile Türkiye arasında nasıl bu kadar büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır, anlamak oldukça zordur.