Sosyal Bilimler Enstitüsü / Institute of Social Sciences
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/15
Browse
Browsing by Department "Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 29
- Results Per Page
- Sort Options
Item Almanca öğretmen adaylarında yabancı dil öğrenme stratejileri kullanımı(Uludağ Üniversitesi, 2005) Karamanoğlu, Ş. Şadi; Güler, Gülten; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıBu araştırmada Oxford’un (1990) elli maddelik Dil Öğrenme Stratejileri Dökümü (DÖSD) Alman diline uyarlanmıs Türkçe çevirisi kullanılarak dört üniversite Alman Dili Eğitimi 3. Sınıf öğrencisi 126 deneğe uygulanmıştır. DÖSD altı strateji alt kategorisi içermektedir : hatırlama, bilişsel, eksik bilgiyi tamamlama, üstbilişsel, duyuşsal ve sosyal stratejiler. Deneklere aynı zamanda öğrenci tanıma anketi de verilerek cinsiyetleri, Almancayı nerede öğrendikleri, Yabancı dil öğrenme stratejileri ile karsılaşma durumları ve ingilizce bilgileri ile ilişkin veriler toplanmıştır. Birinci bölümde yabancı dil öğrenme stratejileri ve Türkiye’de Almanca öğretmenlerinin eğitimi hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde DÖSD ve öğrenci tanıma anketi sonuçları SPSS 13.0 istatistik programı ile incelenerek sonuçlar ortalama ve standart sapma değerleri kullanılarak tablolar halinde sunulmuştur. Üçüncü bölümde ise elde edilen sonuçlar alanda yapılan diğer araştırma sonuçları ile karşılaştırılarak yorumlanmıştır. Araştırmada yabancı dil öğrenme stratejilerinin kullanım sıklığında cinsiyetler arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. İngilizce bilgisi ve yabancı dil öğrenme stratejilerinin kullanım sıklığı arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Almancayı yurt dışında öğrenmiş olan öğrenciler lehine, bilişsel strateji kullanımında anlamlı bir fark belirlenmiştir. Ayrıca yabancı dil öğrenme stratejilerinin kullanımı konusunda bir eğitim almadığını veya bilgisinin olmadığını ifade eden öğrencilerle stratejileri derslerinde bazen söz edildiğini belirten öğrencilerin anket sorularına verdikleri cevapların karşılaştırılmasında strateji eğitimini derslerinde bazen alan öğrenciler lehine, duyuşsal stratejiler kullanımında anlamlı bir farklılık belirlenmiştir.Item Die Althochdeutschen zaubersprüche(Uludağ Üniversitesi, 1996) Aygün, Jale Işık; Tuncer, Zihni; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıBüyü dünyası ve bu dünyaya ait olan pratikler, en ilkel çağlardan günümüze kadar, çeşitli evrimler geçirdiği halde, varlığını ve amacını koruyarak nesilden nesile aktarılmıştır. Her kültürde olduğu gibi Alman kültüründe de kendine has yerini alan büyüler, dün olduğu kadar bugün de, insanın bilinmeyene karşı kullandığı en önemli silahıdır. Çalışmamızın konusu olan ve özellikle de VIII. - XII. yüzyıllar arasında yazıya dökülen bu metinler, aslında sözlü halk edebiyatının ürünleridir. Alman dil tarihinde ilk ölçünlü dil (Althochdeutsch) döneminin başlamasıyla birlikte, misyonerlerin ve bilim adamlarının yazma uğraşına duydukları büyük ilgi, bu küçük ve yalın kültür örneklerinin kağıda aktarılmasında en önemli etken olmuştur. insanoğlu dilinin özelliklerinden yararlanarak sözünü, görünmeyen güçlerden kaynaklandığına inandığı her türlü sorununda kullanma cesaretini göstermiş ve hayalinde canlandırdığı kötü güçlerle mücadele edebileceğini kanıtlamıştır. Bu bağlamda dil olgusu, büyülerin oluşturulmasında temel öğedir. Bu nedenle çalışmamızın ilk aşaması insanın en mükemmel varlık olmasını sağlayan dile ayrıldı. Canlı bir yapıya sahip olan dil, gelişim ve değişim süreçleriyle açıklanarak tanıtıldı. önceleri "Hint-Avrupa" dil ailesinin bir üyesi olan Almanca"nın ses ve sözcük bazındaki evrimlerinden sonra, çeşitli diyalekt gruplarının ortak dili kabul edilen "Germen"123 dil ailesini oluşturduğu ve ilk ölçünlü dile dönüştüğü evreler ve bu evrelerin özellikleri ana hatlarıyla anlatıldı. VIII. Yüzyıl başlarında yazılı edebiyat dönemine geçişin hızlanmasıyla birlikte kaleme alınmış, çok tanrılı Germen dininin izlerini taşıyan iki büyü metni günümüz Almancası'na çevrilerek dilsel özellikleri ve içerik açısından incelendi. Edinilen bilgiler doğrultusunda ortaçağ insanın çaresiz kaldığı her durumda büyü ve büyücüye başvurduğu belirlendi. Büyüyü büyü yapan ve onun gücüne güç katan faktörler önem derecelerine göre sıralandı. Her şeyden önce kendi gücüne ve diliyle biçimlediği sözünün gücüne "kesinlikle" inanan büyücünün, zaman zaman, doğada var olduğuna inanılan iyi güçlere de seslenip yardım istediği örnekler sunuldu. Batıl inanışa göre doğadaki varlıklar karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim varlıkların sahip oldukları bazı benzer noktalardan kaynaklanmaktadır (Tertium comparationis). Büyünün gücünü artırmak için, doğadaki, benzer özellikleri içeren varlıkların (dağ, taş, ağaç vs.) destekleyici unsur olarak kullanıldığı pratikler, önemleri vurgulanarak tanıtıldı. Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla, Germen inancını yavaş yavaş ortadan kaldırmak ve böylece de tek tanrılı dine geçişi hızlandırmak için, kilisenin direktifleri doğrultusunda eski inancın izlerini taşıyan büyülerin de içerik ve biçim açısından değiştirildiği saptandı. Bu değişim sonucunda Hıristiyanlığın ana öğeleri olan "Baba", "Oğul" ve "Kutsal Ruh" tek güç olarak. kabul edildiğinden, zamanla sadece bu sembolleri içeren duaların kullanıldığı görüldü. Değişim süreci içinde ve sonrasında ortaya çıkan dua tipi büyüler de yine ses, biçim ve içerik açısından bu dönem öncesinin özgün örnekleriyle karşılaştırılarak incelendi. P124 Bu çalışmalar sırasında özellikle bir büyü türünün (geri dönüşümlü), modern edebiyatın dalı olan "Konkrete Poesie" ile ortak olan bazı yönleri araştırıldı. Her iki metin türünün de amaçlarına ulaşmak için dili araç olarak kullandıkları ve bu aracı hem biçim hem de içerikle güçlendirmeye çalıştıkları belirlendi. Biri ateşli hastalıkları geri dönüşümlü biçimle iyileştirmeyi amaçlarken, bir diğeri yabancı dil eğitiminde dilin önemini, onu sisteminden soyutlayarak, en yalın haliyle görselleştirmiştir. Büyülerle ortak özelliklere sahip başka bir alansa, günümüz dünyasında önemli bir yere sahip olan ve reklam sektöründe kullanılan metin türleridir. özellikle de dili farklı biçimlerde,. ve farklı ritimlerle kullanarak (Apellfunktion) insanları etkilemesinin her iki metin türü için de tek amaç olduğu anlaşıldı. p "Aliterasyon", «üçlü tekrarlar", "seçkin kişiliklerin" metin içinde yer alması, sözle duygulara ve hayal dünyasına seslenerek (Suggestion), bilinçli ya da bilinçsiz düşüncelerin değiştirilmesini sağlamak, önemli benzerlikler olarak tespit edildi. Bu gerçekler doğrultusunda büyülerin salt "batıl inancın ürünleri" olarak adlandırılamayacağı düşünüldü, çünkü ileriye dönük çalışmalar için temel teşkil edebilecek özelliklere sahip oldukları ve bu çalışmaların genişletilmesi için de yeterli malzemeyi sunabilecekleri kanısına varıldı.Item Antalya, Alanya, Manavgat Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek liseleri 1. sınıf öğrencilerinin Almanca karşılıklı iletişim becerilerinin Avrupa Konseyi genel dil kriterleri çerçevesinde değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2006) Göçerler, Harun; Güler, Gülten; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıBu çalışmada Avrupa Konseyi Ortak Dil Kriterleri Çerçevesi’nin (AKODK) Almanca için bilgisayar odaklı hazırlanmış şekli olan Profile Deutsch’taki yapabilirim tanımlamaları (Kannbeschreibungen) temel alınarak, Antalya Bölgesi’nde üç Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinde 1. sınıf Almanca öğrenicilerine birer kendini değerlendirme anketi hazırlanıp sunulmuştur. Anket Genel Çerçeve’ye göre öğrenicilerin A1-A2 seviyesinde Almanca karşılıklı iletişim alanında kendilerini değerlendirmelerini amaçlamaktadır. Dolayısıyla bir yönden de öğrenicilerin kendi bilgilerini değerlendirme alanında ne derece bilinçli oldukları sınanmıştır. Bu tür becerilerin sınıf içinde öğreniciye aktarılmasının da ancak öğrenici otonomisini her zaman ön planda tutan oluşturmacı yaklaşım ile mümkün olduğu savunulmaktadır. Ankette kullanılan A1 ve A2 ölçeği arasında özellikle Antalya ve Alanya’da bulunan Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Liseleri arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Fakat buna karşın, yüksek oranda kararsızlık belirtilmesi de öğrenicilerin henüz istenen otonom öğrenici anlayışına ulaşamamış olduklarını gösterir. Bu çalışmanın Türkiye’deki Anadolu Otelcilik ve Turizm Liseleri öğrenicilerinin Alman dilini AKODK’ya göre A1-A2 seviyelerinde uygulama boyutunda ne derece kullanabildiklerinin saptanması ve yine bu öğrenicilerin, yabancı dil öğrenim süreçlerinde kendi bilgilerinin değerlendirilmesinde ne derece bağımsız davranabildiklerini saptayabilmek, bunlara öneriler sunmak açısından bir model teşkil etmesi amaçlanmaktadır.Item Arbeit mit texten im fremdsprachenunterricht Deutsch (In den vorbereitungsklassen der Deutschabteilung)(Uludağ Üniversitesi, 1998) Mollaoğlu, Arzu; Kudat, Celal; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıIn diesem Teil dieser Arbeit ist der Einstufungstest der letzten zwei Jahre der Deutschabteilung der Uludağ Universitât vorzufinden. Der Grammatikteil wurde unverândert auch am Anfang des Studienjahres 1997/98 verwendet. Nur fur das Leseverstandnisteil wurde ein anderer Text ausgesucht und dementsprechend wurden die Fragen vorbereitet. Auch fur den Teil, in die Schreibfertigkeit der Studierenden überprüft werden soil, wurde ein anders Bild eingesetzt. Hier muBten die Studierenden das Bild beschreiben, zum anderen muBten sie auch Stellung zu diesem Bild nehmen und ihre eigenen Gedanken und Meinungen zu Wort bringen. Der Hörverstândnisteil wurde nur am Anfang des Studienjahres 1996/97 verwendet. Am Studienjahr 1997/98 wurde er ausgelassen, da die Studierenden in diesem Teil nur ankreuzen muBten. Deshalb konnte man sich nicht richtig orientieren, ob die Studierenden diesen Teil verstanden haben oder ob sie einfach angekreuzt haben, ohne den Text, welcher ihnen vor der Prüfung vorgelesen wurde, zu verstehen.Item Attribuierung im Deutschen und Türkischen unter dem aspekt ihrer didaktisierung(Uludağ Üniversitesi, 1994) Taş, Hakan Yusuf; Tuncer, Zihni; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıBu çalışma, bölümümüzdeki çeviri derslerini şu an olduklarından daha verimli bir duruma getirme isteğinden ortaya çıkmıştır. Öğrencilerimizin dil bilgisi düzeyleri göz önünde tutulduğunda, daha ilk sınıflardan çeviri becerisi kazandırmanın çok zor, hatta olanaksız olduğu görülecektir. O halde bu dersin çeviri becerisi kazandırma hedefi, çevirinin bazı unsurlarından yararlanarak Alman dilini aktarmaya doğru yönelmelidir. Biz bu hedefi "dar hedef olarak tanımlamaktayız ve bu dar hedefi "geniş hedef diye adlandırdığımız, dil bilinci gibi daha soyut ve geniş bir amaca yönelik olan bir hedefle birleştirdik. Bu birleştirmenin sebebi bir üniversitede sadece dil eğitimi vermekle yetinilmemesi gerektiği savında olmamızdır. Aksi taktirde üniversitedeki eğitimin dil kursundan pek fazla bir farkı kalmayacak. Halen Edebiyat ve Dilbilim içerikli derslerin verilmesine karşın, eğitimin bir konuda yetersiz kaldığı kanısındayız. Öğrencilerimiz dili, insanlar tarafından bilinçli bir şekilde oluşturulmuş olan bir kurallar yığını olarak algılayıp bu kuralların öğrenilmesiyle bir dilbilimci olunabileceğini sanmaktadırlar. Su durumda dilin büyük bir özelliğinin bilincine ya varamıyorlar ya da çok geç varıyor; dil, insanlar vasıtasıyla gelişir, ancak bu süreç insanın bilinci dışında gerçekleşir. Böylece dilbilimciler, ki biz en basit dil eğitmeninden araştırmalarında dilin en ince ayrıntılarına kadar inen herkesi dilbilimci sayıyoruz, kural koymuyor, tam aksine kural arıyor, dilin işleyişini açıklamaya çalışıyorlar. Bu yüzden değişik dilbilimciler dildeki olguları farklı biçimde açıklayabilir, aynı olgu üzerine ayrı ayrı tezler geliştirebilirler ve her biri kendi tezini savunduğu eserler ortaya çıkarabilir. Nitekim her dil bilgisi (gramer) kitabını böyle bir eser olarak algılayabiliriz. Bunun bilincine vardığımızda elimize aldığımız her dil bilgisi kitabı kesin doğru olarak algılamamız bizi büyük yanılgılara sürükleyebileceğini görürüz. Özellikle bir dil öğretmeni bunun bilincinde olmalıdır ki, öğrencisi farklı bir kuraldan bahsettiğinde bunu hemen yanlış olarak kabul edip daha sonra aynı öğrenci karşısına bu farklı kuralı savunan bir yapıtla karşısına çıktığında güç duruma düşmesin.47 Çalışmamızda hem dar hedefe hem de geniş hedefe yönelik uygulamaya konulabilecek bir konu seçip dersteki pratik uygulamaya ışık tutacağını umduğumuz bir biçimde sergiledik. Seçtiğimiz konu Almanca' da bir ismi ya da isimsiyi tamlama görevi olan bir yan cümle türü olan "Relativsatz" dır. Bu cümle türüne kolaylık olması amacıyla "relativ cümle" diyeceğiz. İlk aşamada tanınmış dilbilimciler tarafından yazılmış ve bilimsel oldukları kabul edilen dört ayrı dil bilgisi kitabının relativ cümleyi işleyişini ve bu konuyu nasıl algıladıklarını inceledik. Gerek konuyu algılamalarda gerekse işleyişlerde belirgin farklılıkların var olduğunu, ikinci aşamada bu kitapları karşılaştırdığımızda ortaya çıkardık. Kitapları karşılaştırırken mümkün oldukça eleştirel bir yaklaşımda bulunduk, ki aynı yaklaşım daha sonra derste öğrencilerden beklenecektir. Bu incelemede kitaplar arasında çelişkiye kadar varabilecek farklılıkların yanısıra aynı kitap içerisinde bu konu işlenirken büyük bir çelişkiye düşüldüğü görülmekte; relativ cümle diğer yan cümlelerden ayırt edilirken bir cümle türünün relativ cümle türüne çok benzemesine rağmen bir özelliğinden dolayı relativ cümle olarak değerlendirilemeyeceğini ancak bu hataya sıkça düşüldüğünü vurgulandıktan sonra relativ cümle için örnekler verilirken bu sefer aynı hataya düşülmüştür. Bu tür çelişkilerin öğrenciler tarafından ortaya çıkarılmasının sağlanması, aynı zamanda onların böyle konulara daha fazla ilgi duymalarını ve böylece dersten de daha fazla zevk almanı sağlar. Üçüncü aşamadaysa relativ cümlelerin Türkçeye aktarılmasını inceledik ve burada da ummadığımız bulgular elde ettik. Yine tanınmış bir dilbilimci tarafından yazılmış ancak birbirileriyle karşılaştırdığımız kitaplardan ayrı olarak değindiğimiz bir dil bilgisi kitabında relativ cümle bölümünün sonunda değişik dil ailelerine bu cümlelerin nasıl aktarıldığını açıklamış. Bu açıklamaya göre Almancada'ki relativ cümle Türkçede bir partizip olarak ifade ediliyor ve tamladığı öğenin önüne getiriliyor. Biz bu aktarımı genel aktarım diye adlandırma gereğini duyduk, çünkü bunun dışında aktarımların da yapıldığını gördük. Türkçede'ki "ki" bağlacını kullanarak da relativ cümleler aktarılmaktadır. Tahir Nejat Gencan nekadar bu şekilde kurulmuş cümlelerin çeviri koktuğunu ve güzel bir Türkçe olmadığını söylese de ve biz bu görüşe katılsak da, "ki" bağlacıyla yapılan aktarımın relativ cümlenin bir biçiminde, bu biçim Almancada eskimiş olup artık pek fazla kullanılmasa da, en doğru aktarımolduğunu ortaya koyduk. Bunun dışında özellikle Türkçenin sözlü kullanımında "ki" bağlacıyla kurulmuş Almancada'ki relativ cümlenin gördüğü görevin aynısını gören cümlelerin kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır ve aynı yabancı sözcükler gibi dilimize zorla girme yolundadır. Biz de bu yazıda bu tür bir cümle kullandık. Dileriz mümkün olduğu kadar çok kişi bundan rahatsızlık duymuş olsun. Son aşamadaysa bu özetin başında belirttiğimiz yeni hedeflere vardık ve kendi dersimizden ders işleme konusunda örnekler verdik. Özellikle düştüğümüz bazı hataları dile getirip irdeledik. Belirttiğimiz hedeflerin yanı sıra dersin işlenme biçimi üzerinde de durduk. Bize göre derste öğretmenin öğrencilere bilgi aktarması yerine öğrencileri araştırmaya ve bir konu üzerinde sonuca varabilecek şekilde tartışmaya yönlendirmeli. Öğretmen kendisini mümkün olduğu kadar gerilerde tutmalı, öğrencilerin sorularına cevap vermektense sorularına başkasının yardımı olmadan nasıl yanıt bulabileceklerini, bir konuyu araştırırken nasıl bir yol ya da hangi yöntemleri izleyebileceklerini aktarmalıdır. Kısaca öğretmen, öğrencilere mümkün olduğu kadar edilgen görülmeli ve onlara he kadar etken olduklarını hissettirmeli. Bu, genelde insanımızda pek gelişmemiş olan özgüvenin gelişmesine olumlu bir katkıda bulunabilir. Biz özellikle öğretmenin edilgen görülmesi gerektiğini dedik, çünkü ne kadar öyle görülecekse de, gerçekte tam anlamıyla etken bir durumda bulunacaktır, öğrencileri yoğun bir şekilde yönlendirecek ancak bunu onlardan gizleyecektir. Böylece yabancı dil öğretiminde de ülkemizde halen geleneksel olan, fakat bir çok ülkede 70 li yıllarda terk edilen öğretmen odaklı dersten öğrenci odakli ders ve eğitim biçimine geçmiş olacağız. Böyle bir eğitimin geleneksel eğitimden çok daha zor olduğunun bilincindeyiz ve kendimiz de bu yöntemi yıllardır uygulamaya koymaya çalıştıysak da bazı olumlu sonuçlar elde etmemize rağmen henüz bizi tam anlamıyla tatmin eden bir eğitim / öğretim dönemi geçiremedik. Ancak çalışmalanmız bu yönde sürecektir.Item Aziz Nesin'in "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz", Carl Zuckmayer'in "Köpenick'li Yüzbaşı" ve Friedrich Dürrenmatt'ın "Büyük Romulus" adlı eserlerinde mizah, hiciv ve ironi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Taş, Cem; Kudat, Celal; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı“Aziz Nesin’in ‘Yasar Ne Yasar Ne Yasamaz’, Carl Zuckmayer’in ‘Köpenick’li Yüzbası’ ve Friedrich Dürrenmatt’ın ‘Büyük Romulus’ adlı eserlerinde Mizah, Hiciv ve roni” baslıklı çalısmamda; Türk, Alman ve sviçre Edebiyatı’ndan, yakın anlatım teknigine sahip üç yazarın örnek olarak seçtigim eserlerini çıkıs noktası olarak kullanarak, anlatım yöntemlerine yönelik incelemelerde bulundum. Mizah, hiciv ve ironi ögelerinin sık kullanımına dayalı bu yöntemin hangi amaçlarla ve ne sekilde uygulandıgına, okur üzerinde nasıl etkiler bırakabildigine; yöntemin amacına ulasmasında yazarların basarısına, günümüz sartlarında hiciv, mizah, ironiye dayalı anlatımların hangi durumda olduguna ve hangi sebeple bunlara basvurulduguna yönelik yorumlarımı, örneklendirmelere dayanarak çalısmamda sundum. Bu amaçla, çalısmamın ilk kısmında “mizah, hiciv ve ironi” edebi terimlerinin kavram tanıtımına yer verdim. Hangi yazarların, hangi eserlerinde, hangi konuların üzerinde yogunlasacagımızı bir sonraki bölümde vurguladıktan ve bu dogrultuda çalısmanın geri kalanı için gerekli ön bilgileri aktardıktan sonra; eserlerin tek tek hiciv, mizah, ironi yönünden incelenmesine geçildi. Bu kısımda her eseri kendi içerisinde üç alt baslıga ayırarak mizah, hiciv ve ironi yönünden analiz edip, ilgili örneklemeler yapıldı. Kendi içerisinde tek tek incelenen eserler, bir sonraki kısımda benzerlikler ve farklılıklar bakımından kıyaslanmıstır. Kıyaslamaların ardından gelen 4. bölüm çalısmamın ana fikrini olusturmaktadır. Bu bölümden sonra; durumun genellestirilip günümüzle bagdastırıldıgı, yorum ve degerlendirmelerin yer aldıgı “Sonuç” kısmı gelir. Sonuç kısmında, çalısma konuma birebir uyan, güncel olaylar ve yasanmıs örneklere yer vererek; ele aldıgım konunun geçerliligine, yasantımızdaki yerine dikkat çekmek istedim. Çalısmam boyunca verilen örneklerden varmak istedigimiz sonuç; çıkıs noktam olarak seçtigim üç yazarın da mizah, hiciv ve ironiye dayalı anlatım tarzlarıyla hedeflediklerinin ne oldugunu göstermekti. Böylelikle bu yöntemin etkinliginin farkına varılarak kullanım alanının genisletilmesini ve benzer eserler okurken sadece yüzeysel degil, farklı anlamların da farkına varılmasını kolaylastırmak istedim.Item Die darstellung der frau in Türkischen Deutschlehrbüchern unter lexikologischem und Sozio-linguistischem aspekt(Uludağ Üniversitesi, 1994) Arda, Bakiye; Kelling, Dieter; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıBir çok toplumlarda, toplumsal yapı gereği erkek para kazanarak ailesini geçindirirken, kadın ev işini ve çocuk bakımını üstlenerek sürekli erkeğe maddi ve manevi açıdan destek ol muştur; fakat bunun yanı sıra erkekler tarafından da "saçı uzun, aklı kısa" diye suçlanarak, dış dünyadan soyutlanmışlardır. Kadının gelişiminde rol oynayan en önemli faktörlerden biri endüstrinin gelişmesi ve modernleşmesidir. Bu modernleşme toplumun yapısını değiştirerek kadının mutfaktan çıkmasına sebep olmuştur ve erkek kadar zeki ve akıllı olduğunu kanıtlamıştır. "Sosyolinguistiğin", dili sosyal bir olgu olarak kabul eden ve bunu bireylerin sosyal yaşam tarzı ile bağdaştıran toplum bilimi ile yakın bağları vardır. Sosyolinguistik günümüzde dili sadece sosyal statü ile olan bağı açısından değil aynı zamanda sosyal faktörlerin dile olan etkilerini de incelemektedir Sosyolinguistik kendi ' içinde birçok gruplara ayrılmaktadır, bu gruplardan bir tanesi de "feminist dilbilimidir." "Feminist dil bilimi" 70 li yıllarda Amerikada doğup uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Feminist dilbilimi, dil sistemini ve bireylerin konuşma tarzlarını incelemektedir. Konuşma tarzına bağlı olarak kadın ve erkeklerin tipik konuşma stratejilerini de araştırmaktadır. Bu araştırmanın sonucu olarak kadınların gerek konuşmalarda ve gerekse tartışmalarda erkekler tarafından sözlerinin kesildiği ve dil ile baskı altında tutuldukları ortaya çıkmıştır.71 Her iki cinsin konuşurken farklı davranış tutumları ve kadınların dil sisteminde küçük görülmesi nedeni ile son 20 yılda feminist akımla birlikte bu bilim dalı dil bilimindeki yerini almıştır. Dil insanların tecrübelerini, duygularını ve düşüncelerini ifade ettikleri ve kendi aralarında anlaşmayı sağlıyan bir iletişim aracı olmakla beraber aynı zamanda sosyal bir olgudur. Dil yeteneğinin gelişimi toplumdaki bireylerin almış oldukları eğitimlerine ve sosyal statülerine bağlıdır, bu durum bireylerin üstlendikleri görev ve dil davranışları ile yakından ilgilidir. Toplumda yapılan görev dağılımları hangi statünün ve konuşma tarzının ön plana çıkacağını belirler. Schelsky'nin "Dile hakim olan, insanlara da hakimdir" sözü, dilin güçlü bir silah olduğu olduğunu, düşünme ile konuşma arasında kuvvetli bir bağın var olduğunu gösterir. Öyleyse, dil sayesinde bir toplumun konuşma, düşünme tarzı ve bilinci değiştirilebilir. Bundan dolayıdır ki, bir toplumun hem dilsel açıdan hem de toplumsal yapıda değişimin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle ders kitaplarındaki kadının konumu ve tasviri değiştirilmeli ve sürekli gelişen dünya ile paralellik göstermelidir. Fakat ne yazık ki kadınlara tanınan anayasal haklar, ne sosyal yaşamda, ne de ders kitaplarında göz önünde bulundurulmuyor. Bu sonuca hem Türkiye'de orta öğretimde okutulan ders kitaplarında, hem de "Deutsch aktiv Neu I C" de kadının sosyal statüsünü inceleyerek ulaştım. Kadınlar metinlerde ve resimlerde geleneksel rollerinde, yani ev kadını ve anne olarak tasvir edilmektedir. Çalışan kadın figürlerine ise sekreterlik, tezgahtarlık, memurluk gibi meslek gruplarında olmak üzere çok az rastlanmaktadır. Buna karşılık72 erkekler kadınlara oranla adeta toplumsal yaşamın kilit noktası olarak karşımıza çıkmaktadır, doktorluk, mühendislik, öğret menlik, eczacılık ve yöneticilik gibi mesleki alanlarda görev yapmaktadırlar. Oysa düşünme açısından kadınlar da erkeklerle aynı yeteneklere sahip olduklarına göre erkeklerin çalıştığı mesleklerde aynı ölçüde başarı sağlayabilirler ve bu durum ders kitaplarında kadınlara daha aktiv roller verilerek yansıtıla- bilir. Geleneksel yaşam tarzında alışıldığı üzere kadın mutfak tadır ve mutfakta annesine yardım eden kız figürü yerine erkeğe de aynı rol verilebilir, veya her iki cinste mutfakta yemek hazırlarken is bölümü anlayışı içinde ele alınabilir, yani kadın mutfakta yemek hazırlarken, erkek eline gazetesini alıp okuma malıdır. Kadına ve erkeğe eşit şekilde sorumluluk ve iş bölümü paylaştırılarak ders kitaplarında tasvir edilirse, birey yabancı dil eğitimini alırken tipik kadın veya erkek işi diye bir ayrım olmadığını ve sosyal hayatta her iki cinse de eşit görevler düştüğü fikrini benimser. Toplumlarda var olan kurallar, toplumdaki bireyler tarafından benimsenir ve hayata geçirilir. Öyleyse dil kurallarını ve konuşma tarzını belirleyen bireyler olduğuna göre, bunları değiştirecek olan yine bireylerdir. Bu bakımdan kadınların toplumda hak ettikleri düzeye ulaşabilmeleri hem devletin, hem de Milli Eğitim Bakanlığının ortak çalışması sonucu gerçekleşebilir. Bunun yanısıra toplumdaki cinsiyetlerin rol dağılımları eşit bir şekilde yapılmalıdır. Böylece yeni yetişen nesil kadınlara tanınmış olan anayasal haklara sahip çıkar, eşitliğe gerek sosyal yaşamda, gerekse konuşma tarzında daha çok önem verilir.Item Emine Sevgi Özdamar'ın "Hayat bir kervansaray, İki kapısı var, Birinden girdim, Birinden çıktım" adlı eseri ile Alev Tekinay'ın "Ağlayan Nar" adlı eserinde içerik karşılaştırması(Uludağ Üniversitesi, 2000) Doğan Özdemir, Berrin; Uysal, Hikmet; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıEmine Sevgi Özdamar und Alev Tekinay sind in Deutschland lebende, in deutscher Sprache publizierende Türkische Autorinnen, die zur zweiten Generation gehören und verschiedene Literaturpreise gewonnen haben. Emine Sevgi Özdamar, die nach dem Verzicht auf das Gymnasium als Arbeiterin nach Deutschland gefahren ist und dört Deutsch gelernt hat, macht die Germanisten in linguistischer und inhaltlicher Hinsicht auf ihren Roman "Das Leben ist eine Karawanserei" aufmerksam. Alev Tekinay, die die deutsche Sprache in der Türkei gelernt hat, in Deutschland Germanistik studiert und zum Dr.promoviert hat, beweist ihr Sprachvermögen in ihren Werken. İhr literaturwissenschaftliches Wissen sieht man auch in ihrem Roman "Der weinende Granatapfel" Emine Sevgi Özdamar schildert in ihrem 1991 den Ingeborg Bachmann-und 1993 Walter Hasenclever-Preis erhaltenen Roman "Das Leben ist eine Karawanserei" ihre Kindheit in verschiedenen Stadten der Türkei. İm Werk, das autobiographische Bezüge erkennen lasst, stellt die Autorin in einem Zeitraum vom Ende der vierziger bis zum Anfang der sechziger Jahre das Leben der türkischen Gesellschaft, sozioökonomische und politische Entwicklungen der Zeit. Ausserdem schildert die Autorin vielfâ Itige Menschenbilder aus der Türkei. Der Roman, der zuerst aus der Perspektive eines kleinen Mâdchens, nachher einer Jungen Frau geschrieben ist, endet mit der Abreise der Autorin als Arbeiterin nach Deutschland. Alev Tekinay, die 1990 den Adalbert von Chamisso Preis gewonnen150 hat, schildert in ihrem Entwicklungsroman "Der weinende Granatapfel" die Identita tssuche eines deutschen Orientalisten, namens Ferdinand Tauber. Im Werk wechseln sich die reale Welt und Traumelemente gegenseitig ab. Auf der Suche nach seiner Identitatfahrt Ferdinand Tauber in die Tiirkei. In einem kleinen Buchladen in İstanbul findet er ein Buch namens "Der weinende Granatapfel". In diesem Werk sieht er sein eigenes Abbild und er fühlt sich angesprochen, weil es eine Verbindung zwischen diesem Buch und seinen Traumen gibt, die er seit langer Zeit sieht und an die sich nicht erinnem kann. Das Buch ist von einem wandernden Volksdichter, namens Ferdi Tâbrisi geschrieben. Um sein wahres Ich und diesen Volkssânger zu finden, fâhrt Ferdinand in viele Stâdte der Türkei, aber er kann ihn nicht erreichen. Am Ende des Romans erfahrt Ferdinand, dass der von der Menschenliebe und Natur, Brüderschaft und vom Frieden singende Dichter gestorben ist. Aber er weiss jetzt, wer er ist. Er findet seine eigene Identitat und verschmilzt in zwei Kulturen. Ferdinand Tauber, die Hauptfigur des Romans, hat viele Gemeinsamkeiten mit Alev Tekinay. Wahrend Dr.Alev Tekinay, die Germanistin aus İzmir in Deutschland lebt, kommt der Turkologe Dr. Ferdinand Tauber in die Türkei. Neben İstanbul, Bursa, Ankara und Erzurum halt er sich in İzmir auch auf. Alev Tekinay und Ferdinand Tauber beschâftigen sich mit Literatür und schreiben Gedichte und kombinieren in ihren Persönlichkeiten die türkische und deutsche Kultur, die Welt des Orients und Okzidents. Alev Tekinay stellt ihre eigenen Eigenschaften bei Ferdinand Tauber dar. "Das Leben ist eine Karawanserei" und "Der weinende Granatapfel" erzâhlen von der Türkei, türkischen Kultur und Gesellschaft. Emine Sevgi Özdamar hat eine kritische Haltung gegen türkische Gesellschaft und Kultur, und Islamische Religion. Die türkische Mentalitât und151 Weltanschauung, die türkischen Traditionen und die Stellung der Frau in der Gesellschaft werden von Özdamar auf eine detaillierte und kritische Weise dem Leser angeboten. Alev Tekinay stellt die Türkei in einer orientalischen Mystik dar. Sie behandelt sozioökonomische und politische Entwicklungen der türkischen Geschichte nicht. Bei Alev Tekinay wird die Wirklichkeit mit einer emotionallen Sprache geschildert. Die Autorin, die in die okzidentalische Welt eingeschmolzen ist, (ohne ihre eigene Nationalkultur verloren zu haben), kritisiert die türkische Kultur nicht. Wahrend die Identitâtsfrage als die Folge der Bikulturalttat das Hauptthema des Romans ist, betont die Autorin Liebe zum Menschen und Frieden, Vereinigung von Ost und West, Bedeutungslosigkeit der Grenzen zwischen Landern, die die Menschen trennen, und Clberwindung dieser Trennung. Identitâtssuche steht im Mittelpunkt des Romans, zudem weist die Autorin auf die Problematik der Rückkehrerkinder hin. Die türkische Gesellschaft wird von diesen Rückkehrerkindern kritisiert, man betont, dass die türkische Gesellschaft die Frauen stândig kontrolliert. Entsprechend dem Sprachvermögen und Studium der Autorin sieht man im Roman "Der weinende Granatapfel" ein perfektes Hochdeutsch und eine literarische Erzahlweise. Hingegen ist "Das Leben ist eine Karawanserei" ein türkisch gedachtes und ins Deutsche übersetztes, und mit der Alltagssprache geschriebenes Werk. Es ist interessant, dass im Werk die Zusammensetzungen, Personennamen, Redensarten und Sprichworter Wort für Wort ins Deutsche übersetzt worden sind. Im Roman sind viele vulgâre Worter und Sâtze verwendet. Das vereinfacht das Werk. Die Inhaltsangaben der Romane und Perspektive der Autorinnen152 kann man so zusammenfassen. In Hinsicht auf ihre Titel haben die Werke eine gemeinsame Eigenschaft, die Titel weisen auf eine orientalische Welt hin. "Das Leben ist eine Karawanserei, hat zwei Türen, aus einer kam ich rein, aus der anderen ging ich raus" ist ein langer Titel, der auf die türkische Kultur deutet. Das Wort "Karawanserei" ist persischer Herkunft und man kann es ins Türkische als "han" übersetzen. Das früher an den grossen Handelswegen zur Unterkunft für Karawanen gebaute Gebâude nennt man Karawanserei. Die Karawansereien sind für islamische Lander charakteristisch und das Wort Karawanserei ist ein fremder Begriff für die westliche Welt. In der türkischen Kultur bezeichnet eine Karawanserei mit zwei Türen das Leben, das Diesseits. Mit der Geburt kommt man rein, mit dem Tod geht man raus. Das Leben des Menschen ist kurz und verganglich wie die Distanz zwischen zwei Türen. In der türkischen Volksmusik spricht man von einer Karawanserei mit zwei Türen, in der man nachts und tags stândig wandert. "Der weinende Granatapfel" erinnert an das türkische Mârchen "Die lachende Quitte und der weinende Granatapfel" und reflektiert türkische Kultur. İm Mârchen sind die lachende Quitte und der weinende Granatapfel in einem Garten, der von einem Drachen beschützt wird. Die zu prüfende Person (Hauptfigur) soil die lachende Quitte und den weinenden Granatapfel von dort nehmen und mitbringen, und es gelingt dem Helden des Mârchens. Der weinende Granatapfel ist hier ein Ideal, das schwer zu erreichen ist, aber man hat Erfolg am Ende. Alev Tekinay soil hier auf die Clberwindung der Trennung durch Liebe hingewiesen haben, indem sie ihren Roman "Der weinende Granatapfel" nennt. Einerseits wird in den Romanen türkische Kultur reflektiert,153 andererseits sind die Spuren aus der deutschen Literatür zu finden. Zum Beispiel; "Der weinende Granatapfel" hat in vielen Hinsichten Âhnlichkeiten mit dem "Heinrich von Ofterdingen" von Novalis. In "Heinrich von Ofterdingen" ist die Hauptfigur auch auf der Suche nach seinem Meister, urn seine Identitât; sein wahres leh zu finden. Er ist unter dem Einfluss seiner Trâume, die Wirklichkeit und Trâume wechseln sich gegenseitig ab. Ausserdem hat "Der weinende Granatapfel" Âhnlichkeiten mit dem Roman "Demian. Die Geschichte von Emil Sinclairs Jugend" von Hermann Hesse. In diesem Werk wird der Kampf von Emil Sinclair urn seine Identitât behandelt. Sein Freund Demian hilft Emil bei seiner Identitâ tssuche. Emil ist von Demian so sehr beeinflusst, dass er Demian sieht, wenn er in den Spiegel sieht. In dieser Hinsicht hat das Werk Paralellen mit dem Roman "Der weinende Granatapfel". Ferdinand Tauber, der auf der Suche nach seiner Identitaet ist, kann in einem Traum sein Gesicht vom Gesicht des Dichters nicht unterscheiden. Andererseits sind zwischen den Romanen "Das Leben ist eine Karawanserei" und "Blechtrommel" von Günter Grass manche Parallelen zu sehen. Literaturwissenschaftler Helmut Karasek erwahnt, dass Das Leben ist eine Karawanserei "an die "Blechtrommel" erinnert. Zwischen diesen Werken sind folgende Âhnlichkeiten zu zâhlen: In beiden Werken sind autobiographische Züge zu erkennen. Die Hauptfigur in "Das Leben ist eine Karawanserei" ist die Autorin selbst. In der "Blechtrommel" ist die Hauptfigur ein Zwerg, namens Oskar Matzerath. Oskar übt verschiedene Berufe aus und arbeitet als Steinmetz und Bildhauer, wie Günter Grass in seiner Jugend ausgeübt hat. In beiden Romanen werden die Geburtsorte (Malatya und Danzig) von Autoren geschildert, und manche Erlebnisse der Hauptfiguren als154 Ungeborene sind zu sehen. Emine Sevgi özdamar und Günter Grass stellen politische und zeitgeschichtliche Aspekte dar. Wahrend man in "Das Leben ist eine Karawanserei" verschiedene Abschcnitte der türkischen Geschichte schildert, werden in der "Biechtrommel" Kristallnacht, Atlantikwall, Eroberung Danzigs durch die Rote Armee und manche Zeitereignisse des zweiten Weltkrieges dargestellt. In beiden Werken sieht man Religionskritik, özdamar und Grass kritisieren ihre Religionen. In "Das Leben ist eine Karawanserei" zweifelt die Autorin manchmal an der Existenz vom Gott, und sie kritisiert die islamische Religion. In der "Biechtrommel" übt Grass seine Kritik am Katholizismus und Gott selbst. In den Werken nehmen die Kinderlieder einen anderen Platz für sich ein. Ausserdem gibt es in "Das Leben ist eine Karawanserei" zahlreiche Marchen und Geschichten, in der "Biechtrommel" ist Marchenformel verwendet. Günter Grass verbindet den formalen Marchenansatz "Es war einmal " mit den Zeitereignissen, mit den antimarchenhaften Realitaten der Zeit. Da das Geschehen in den beiden Werken in der Türkei spielt, werden die Probleme und Erlebnisse der türkischen Gastarbeiter in Deutschland nicht dargestellt. Alev Tekinay schildert die Probleme der Remigrantenkinder als ein Nebenthema. Emine Sevgi özdamar spricht von Deutschland fast nicht. Am Ende des Romans, vor ihrer Abreise nach Deutschland sieht man einige Sâtze über Deutschland.155 Wahrend Özdamars Roman auf eine kritische Weise geschrieben ist, ist Tekinays Roman gefühlsbetont und optimistisch geschrieben. Die beiden Werke stellen die Bilder aus den verschiedenen Stâdten der Türkei dar, und sie machen die türkische Mentalitât und die türkische Kultur den Europaern detailliert bekannt.Item Das Epische theater Brechts und Durrenmatts, verglichen an "Mutter Eourage und ihre Kinder" und "Der Besuch der alten Dame"(Uludağ Üniversitesi, 1994) Yıldız, İnci; Kelling, Dieter; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıDie Untersuchung hat ergeben, dab Friedrich Dürrenmatt in der epischen Darstellung "Der Besuch der alten Dame" (DURRENMATT 1956) wie Bertolt Brecht mit Verfremdungsmitteln arbeitet. Auch Dürrenmatt beabsichtigt, dab der Zuschauer das Stück in seiner Gesinnung weiterführt, denn Denken bereitet Vergnügen. Um dieses Ziel zu erreichen mu verfremdet werden. Das gelingt Dürrenmatt. Mit Verfremdungen distanziert er die Zuschauer und fUhrt ihr Denken so zu Ende. Dürrenmatt roacht in seinem Werk die Verfremdung mit Ubertreibungen, Grotesken, Widersprüchen, Gegensatzen, Vergleiche und mit kurzer und knapper Biidersprache, zu der auch spezielle Sprachsymbole dienen. Diese Symbole haben für Dürrenmatt eine sozial - kritische Bedeutung. Er deutet seine Kritik mit Verfremdungen an, in der er seine politische Konzeption mit entsprechenden Bildern verkleidet. Mit Hilfe der Verfremdungen weist er auf die Realitaten hin. Er gestaltet jede Szene mit haufig vorkommenden Gegensatzen und Vergleichen, die symbolhaften Wert haben und bearbeitet sie mosaikartig. DUrrenmatt vermeidet ideologische Begründungen. Probleme wie Nationalismus öder Rassismus bringt er knappen Symbolen zum Ausdruck und verstârkt seine Aussage mit ganz abgehacktem und kurzem Stil. Uber diese auberst verkürzte Sprachsymbole sollen sich die Zuschauer Gedanken machen. Dürrenmatt, der eigentlich ein Kritiker der deutschen entwicklungen ist, stellit dieproblematik mit slochen knappen symbolen dar und labt die zuschauer zusammenhange herstellen. So werden sie zum Nachdenken bewoben. Dürrenmatt macht aber in seiner neuen epischen Methode kein Dialektisches Theater, er klart keine dialektische Zusammenhange auf. Er möchte die Zuschauer zur Negation führen. Dürrenmatt sucht keine Lösung. Bertolt Brecht, der Vertreter des epischen Theaters, berichtet in seinem Stück “Mutter Courage und ihre Kinder” (BRECHT 1963), das einen dialektischen Charakter hat, von Taten und Zustanden mit sehr haufig vorkommenden Verfremdungsmittein um Distanz zu schaffen und die Aktivitat des Zuschauers zu wecken, damit sich die Zuschauer Gedanken machenund studieren. In diesem Werk wird schwerwiegend durch die Songs verfremdet, die eine moralische Wahreit beinhalten und eine wichtige Rolle haben, denn sie versetzen die Zuschauer in eine kritische Position, verursachen kritische Gedanken und verlangen das Denken anderer Lösungen der dargestellten Probleme. Durch die Songs gewinnt sein Werk auch Asthetik und Vergnügen. Auch die Einleitungstexte, die am Anfang jeder Dezene vorkommen und den Inhalt der folgenden Szene und die historischen Tatsachen geben, sind Verfremdungen. Dürrenmatt und Brecht stellen beide episches Thearter dar, um die Zuschauer zum Denken zu bringen, verwenden aber wesentlich unterschiedliche Verfremdungsmitteln. Beide kritisieren in ihren Werken die rassistischen und antisemitischen Auffassungen und sind gegen dide Judenfeindlichkeit. Beim Aufbau der Stücke unterscheiden sich Dürrenmatt und Brecht, denn Brecht hat eine ganz andere Methode als Dürrenmatt. Brecht hat eine dialektische Bauweise. Er baut sein Stück aus Fiktionen, aus irrationalen Effekte zusammen. Der Schlub ist bei Dürrenmatt geschlossen, bei Brecht aber beibt er offen.Item Erzöhltechnik in den werken von Peter Bichsel (untersucht anhand von vier ausgewahlten erzahlungen)(Bursa Uludağ Üniversitesi, 1999) Mecit, Hakan; Uysal, Hikmet; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıWir wollten in dieser Arbeit, einige Erzâhlungen aus Peter Bichsels Werken, Kin- dergeschichten und Eigentlich möchte Frau Blum den Milchmann kennenlernenl, nach der Erzâhltechnik analysieren. Im ersten Kapitel sollte gezeigt werden, was man in der Literatür unter Erzâhl technik versteht und wie ein literarischer Text nach seiner Erzâhltechnik analysiert wird, nach welchen Gesichtspunkten das geschiet. Im zweiten Kapitel wird versucht Bichsels Leben und seine Werke bekannt zu machen. Danach werden die ausgewahlten Werke vorgestellt. Nach der Vorstellung, kommt die eigentliche Absicht: Erzâhltechnik in den Werken von Peter Bichsel. Nach einer ausfîihrlichen Untersuchung der ausgewahlten Geschichten, werden die Ergebnisse mit Zitaten belegt. Als Resultat der Untersuchung kann man sagen, daB Bichsel sich als Erzâhlform die Er-Form gewahlt hat und selten in İch-Form eingreift. Als Erzâhlverhalten vorwiegend das neutrale Erzâhlverhalten, und als Erzâhlperspektive hat er meistens die Aufiensicht gewahlt. Die Darbietungsweisen sind uberwiegend wortliche Rede und neutrale Beschrei- bung, selten Gedankenbericht. Peter Bichsels Haltung zu seinen Geschichten ist hin und wieder kritisch und iro- nisch. Die Geschichten sind zwar fast ohne Handlung, doch ziehen sie den Leser an und lassen ihn dann mit den Gedanken zuriick, wie wurde die Geschichte wohl geendet haben oder: Es ware doch besser, wenn es so und so passierte. Die Absicht des Autors kann man nicht gleich feststellen, das lockt den Leser an. Es wurde darauf hingewiesen, daB und inwiefern Erzâhltechnik und Inhalt zusammenpasseaItem Feridun Zaimoğlu'nun "On İki Gram Mutluluk" (Zwölf Gramm Glück) ve Murathan Mungan'ın "Erkeklerin Öyküleri" adlı eserlerinde erkek imgesi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Tekin, Arzu; Uysal, Hikmet; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıFeridun Zaimoğlu’nun “On iki gram Mutluluk” adlı eseri iki bölüm halinde yazılmıştır. Birinci bölümünde Almanya’ya sonradan yerleşen ve bu dünyanın yaşam tarzını benimseyen erkeklerin hikâyelerine değinilir. Đkinci bölümde ise erkeklerin Avrupa’dan Anadolu’ya göç ederek karşılaştıkları sorunlar ile mücadele şekilleri anlatılmıştır. “Bu taraf” adlı birinci bölüm batıyı, “öbür dünya” adlı ikinci bölüm ise doğuyu, eski geleneksel ve dini kuralların insanlar üzerindeki etkili gücünü temsil eder. Fakat buna rağmen öykülerde batı, doğunun etkisi altında gösterilir. Murathan Mungan’ın “Erkeklerin Öyküleri” adlı eseri yabancı yazarların kaleminden oluşmuş öykülerin bir derlemesidir. Erkek bakış acısı ile ele alınan eser erkekleri yaşadıkları ve gördükleri olaylar karşısında hissettikleri duyguları ve bunları dış dünyaya nasıl yansıttıkları konu edilir. Eserde bulunan on yedi öykü kadın – erkek ilişkilerinde yaşanan olumlu ve olumsuz olaylar erkek bakış acısı ile okurlara yansıtılır. Bu çalışmada iki eserde de kadın – erkek ilişkisi, din, gelenek ve görenekler, kadının – erkek üzerindeki baskısı ve erkeğin – kadın üzerindeki baskısı konuları işlenmiş ve bunların farklılık ve benzerlikleri karşılaştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı, bu farklılık ve benzerlikleri ortaya çıkarmak ve yapılacak olan başka çalışmalara yardımcı olmaktır.Item Das frauenbild in den werken "Kadının Adı Yok", "Aslında Aşk da Yok" von Duygu Asena und in den werken "Die Liebhaberinnen" und "Die Klavierspielerin" von Elfriede Jelinek(Uludağ Üniversitesi, 1998) Akay, Dilek; Uysal, Hikmet; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıGeçmişten bugüne bazı toplumlarda kadınların ezilmesi, küçük görülmesi ve baskıya uğraması gibi olayların yaşandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu tür toplumlarda erkeklerin görevi çalışıp, evin geçimini sağlamak iken, kadının görevi ev işleri ve çocuk bakımı ile sınırlı tutulmuştur. Birçok faktörün yanında, erkeklerin evin geçimini sağlaması da kadınların küçük görülmesine bir sebep oluşturmuştur. Kadınlar "saçı uzun aklı kısa" veya "elinin hamuruyla erkek işine karışıyor" gibi sözlerle hor görülmüştür. Oysa ki kadınların ev içindeki görevleri de küçümsenemeyecek kadar anlamlı ve önemlidir. Ancak sanayileşme, şehirleşme ve modernleşmeyle birlikte kadının toplum ve aile içindeki konumu da değişmiştir. Kadın, iş hayatında ve sosyal yaşamda aktif bir şekilde yer almaya başlamış, böylelikle öz güven duygusunu tanımış, haklarının bilincine varmış ve haksızlıklara karşı savaşmaya başlamıştır. Bu aşamada birçok kadın dernekleri kurulmuş, çağdaş kadınlar, yaşanan haksızlıklar üzerine konuşmaya ve yazmaya başlamışlardır. Böylelikle bu konu üzerine yazılan eserlerden oluşan 'Kadın Edebiyatı' doğmuştur. Kadın edebiyatının kadın haklarının kazanılması ve korunmasında büyük katkılarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim böylelikle kadınlar seslerini topluma  duyura bilmişler ve bazı yanlışları ve tutarsızlıkları gün ışığına çıkartmışlardır. Bu çalışmada ele alınan dört eser de kadın edebiyatından seçilmiştir. Duygu Asena'nın "Kadının Adı Yok", "Aslında Aşk da Yok" ve Avusturya'lı yazar Elfriede Jelinek'in "Die Liebhaberinnen" ile "Die Klavierspielerin" adlı eserlerinde kadın imajı, alıntılarla adım adım incelenmiştir. Böylelikle Avusturya ve Türk toplumunda kadının konumunun, aralarındaki fark ve benzerliklerin, bu konuların yazarlar tarafından işleniş tarzının ortaya konması amaçlanmıştır. Her iki yazarın da ele aldığı konu, kadının toplum ve aile içinde ezilmesidir. Ancak doğal olarak sunuş şekillerinde ve ele aldıkları yaşantılarda bazı farklılıklar bulunmaktadır. Duygu Asena, konuyu, seçtiği kahramanının dilinden oldukça eleştirel bir97 biçimde sunmaktadır. Toplumda kadın haklarının çiğnenmesi konusunda erkekleri, yetiştirilme tarzlarını ve toplumu suçlamaktadır. Ancak zaman zaman erkeklere karşı çok katı bir tutum sergilediği görülmektedir. Hatta bazı durumlarda tek bir erkeğin kötü davranışının tüm erkeklere maledilerek genelleme yapıldığına rastlanmaktadır. Türk toplumunda bekaret ile namusun özdeşleştirilmesi, kız çocuklarının bu yüzden baskı altında tutulması, erkeklere birçok şey serbestken, kadınlara yasak olması, cinselliğin aile ve toplum içinde bir tabu olması ve bu konu hakkında konuşmanın ayıp olması, yazar tarafından katı bir şekilde eleştirilerek sunulmaktadır. Yazarın bu eleştirel tutumunun yadırganması, bahsedilen konuların yaşanmıyor ve yaşanmamış olmasını gerektirir. Oysa Türk toplumunda günümüzde bile bu tür baskılar yaşanmaktadır. Yazarın bu konulan eleştirel bir şekilde gözler önüne sermesi okuyucuların üzerinde daha derin bir etki yaratabilmektedir. Avusturya'lı Yazar Elfriede Jelinek'in "Die Liebhaberinnen" adlı eserinde de kadının aile ve toplumda ezilmesi konu edilmektedir. Kahramanların biri köyde, diğeri şehirde yaşamaktadır, böylelikle kadının hem köydeki, hem de şehirdeki konumu yansıtılabilmiştir ve eserde, her iki kahramanın yaşantıları birbirine paralel olarak sunulmuştur. Bu eserde sevgi ve evlilik kavranılan, kadınlan bulunduklan kötü konumdan kurtaracak bir araç olarak görülmektedir. Bu da yazar tarafından ironik ve eleştirel bir biçimde sunulmaktadır. Kadın sorunlan, Türkiye'deki ve D. Asena'nın eserlerindeki sorunlarla benzerlikler taşımaktadır. Kısacası kadının ikinci plana itilmesi, tacize ve şiddete maruz kalması, bekaretle namusun özdeşleşmesi gibi konular bu eserde de ağırlıklı olarak yer almaktadır. Yazarın diğer eseri "Die Klavierspielerin" 'de ise kadının ezilmesi başka bir açıdan ele alınmıştır. Eserde kadının erkek tarafından ezilmesi ve bastırılması değil, anne tarafından kızın kısıtlanması ve şiddete uğraması konu edilmektedir. Yazar, bu eserde annenin anormal davranışlannı, ve bunlann kızında sebep olduğu psikolojik rahatsızlıktan ele almaktadır. Zaman zaman yazann annenin kısıtlamalarını ve bencilliğini 98 eleştirel bir şekilde sunduğu görülmektedir. Bunun dışında olaylar genel olarak tarafsız bir şekilde sunulmaktadır. E. Jelinek'in teDie Klavierspielerin" adlı romanının dışında yukarıda incelenen diğer eserler, açık ve anlaşılır bir dile ve sürükleyici bir anlatıma sahiptir. Ancak "Die Klavierspielerin" adlı romanda okuyucunun dikkatini bozabilecek uzun tasvirlere rastlanmaktadır. Bu nedenle eser okuyucuya zaman zaman sıkıcı gelebilmektedir. Asena'nın eserlerinde sorunun çözümüne ilişkin mesajlarla karşılaşılırken, Jelinek'in romanlarında böyle bir yaklaşım görülmemektedir. İncelenen dört eserde de güncel ve argo konuşma kalıplan ve günlük hayatta kullanılan deyimlere rastlanmaktadır. Her ne kadar bazı eleştirmenler ve yazarlar tarafından bu türde eserler basit ve kötü olarak nitelendirilse de bu yargı, eserlerin kadın problemlerini açıkça dile getirmeleri ve bu problemleri gözler önüne sermeleri nedeniyle yanlıştır. Nitekim kadın problemlerinin yanı sıra, diğer toplumsal olayların da kaleme alınmasıyla ancak sorunlar gündeme getirilebilir. Bu nedenlerden dolayı Türk ve dünya edebiyatında bu tarz eserlerin devamının gelmesi gerektiği kanısındayım.Item Fremdkonfix(Uludağ Üniversitesi, 1994) Yetim, Munise; Kelling, Ingrid; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıÇalışmamda Almanca Dilbilimi alanında henüz çok az araştırmaya konu olan, kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen en az iki yabancı kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan bileşik sözcükleri inceledim. Alman dilinde bu sözcüklere "Fremdkonfix" denmektedir. Konunun temelinde yabancı sözcükler yattığından, ilk bölümde Alman Diline girmiş ve kendini kabul ettirmiş olan yabancı sözcükleri anlam, biçim ve gelişim bakımından inceledim. Yabancı sözcükler genelde biçim olarak ya da telaffuz ve vurgu açısından Almanca olanlardan ayrılabiliyorlar. Ne var ki Almanca ' nın her alanında istisnalara rastlandığı gibi, bu alanda da kurallara uymayan birçok uygulamaların var olduğunu bu inceleme sonucunda ortaya koydum. İkinci bölümde yine Fremdkonfix'le yakından bağlantılı olan sözcük türetimi konusunu araştırdım. Bu konunun değişik tanımlarını karşılaştırdıktan sonra sözcük türetiminin işlevlerini saptamaya çalıştım. Daha sonra sözcük türetiminin çeşitleri üzerinde durdum. Her Fremdkonfix ya aynı cinsten ya da başka bir kelimeyle yan yana geldiğinden, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, her Fremdkonfix bir bileşik kelimenin bir unsuru olduğundan kelime bileşimi konusuna da çalışmamda yer vermeyi gerekli gördüm. Bu bileşik kelimeleri, incelerken, Almanca ve yabancı bileşik kelimeler olmak üzere iki açıdan ele aldım ve bunun sonunda yabancı bileşik kelimelerde karşılaşılabilecek sorunları inceledim ve bu sorunların genel olarak bu tür kelimelerin analizinde ve sınıflandırılmasında çıkmakta olduğunu tespit ettim.46 Bir sonraki bölümde de Konfix konusunu araştırdım. Konfixvin tanımından sonra, henüz çok yeni bir konu olduğundan, konuya açıklık getirmeye çalıştım. Bunun ardından sözlükle çalışmaya başladım ve Fremdkonfixleri gruplara ayırdım. Birinci grupta, bileşik kelimelerde ilk unsur olarak yer alanları inceledim ve sadece Fremdkonfixlerden oluşan bileşik kelimeleri içeren ikinci bir taramadan sonra özel bazı durumları ele aldım. Son olarak sözcük türetimini dilbilgisi kurallarıyla karşılaştırılması açısından ele alıp, sözcük türetimi konusunun derse aktarılmasına yer verdim. Amacım, henüz çok yeni olan bu konunun tanıtılmasına ve bu alanda konuyu geliştirici araştırmaların yapılmasına katkıda bulunmaktır.Item Die Funktion des vielperspektivischen Erzahlens in Anna Seghers roman "Das Siebte Kreuz"(Uludağ Üniversitesi, 1996) Şahin, Nuray; Grimm, Antje; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıDas ” Siebte Kreuz " wird aus dem Bewusstsein der verschiedenen Eomangestalten dargestellt . ” Der Erzähler lenkt den Blick vom äusseren Geschehen weg auf das Innere einer beteiligten Person . Statt der Handlung selbst schildert er ihren Eindruck durch den Helden , und die Reflexionen , zu denen es anregt , die Assoziationen , die von ihm ausgelöst werden . ” ( Neuhaus , S.118 ) Ich interessiere mich für die Funktion dieses vielper - spektivischen Erzählens . In dieser vorliegenden Arbeit möchte ich gerne sehen , inwieweit diese Erzähltechnik die Beziehungen der Menschen untereinander zeigt , also deren Liebe , Hass , Freundschaft , Gleichgültigkeit und Solidarität . Von dieser Erzähltechnik erhoffe ich mir einen Einblick in die Gesellschaft des Dritten Reiches . Mein Ziel ist es , eine Antwort auf die Fragen zu finden , warum das deutsche Volk nichts gegen das Nazi - Regime unternommen hat und passiv blieb ; wie war das Verhalten der Nationalsozialisten zu ihren Gegnern oder Mitmenschen ; wie ist die Biographie des Helden dargestellt. Ein weiterer Punkt , der mich interessiert , ist das damalige aktuelle Bild der Wirklichkeit im DrittenItem Die funktion und die distribution des infinitivs im Deutschen und die schwierigkeiten bei der anwendung im Deutsch unterricht(Uludağ Üniversitesi, 2000) Ceylan, Yasemin Güleç; Tuncer, Zihni; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıYirminci yüzyılın son çeyreğinde uluslararası ilişkilerin hızla artması beraberinde dil eğitimine gösterilen ilginin artmasını beraberinde getirmiştir. Günümüzde artık bir yabancı dil bilmek bile çağdaş ihtiyaçları karşılamaya yeterli bulunmamakta ve ikinci bir yabancı dilin öğrenilmesi gerekliliğine inanılmaktadır. Bu sebeple Milli Eğitim Bakanlığı'nın Türkiye'nin ortaöğretim okullarında gerçekleştirmek istediği reform son derece olumlu bir adımdır. Bu reformla, İngilizce'nin yanısıra ikinci bir yabancı dilin (Almanca veya Fransızca) öğretilmesi hedeflenmektedir. Bu gelişme eğitim fakültelerindeki yabancı dil öğretimi bu yeni gelişmeye yönelik olarak yeni program ve yöntemsel stratejiler geliştirmek durumundadır. Bu yeni program ve stratejiler doğal olarak bir çok alanı olduğu gibi dilbilgisi öğretimini de etkileyecek, kuruma, öğretmelere ve öğrencilere yeni görevler getirecektir. Alman dili eğitimi anabilim dallarında yapılan araştırmalar bu alanda öğrenim gören üniversite öğrencilerinin fiillerin mastarlarının işlevleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıklarını ve kullanımda zorluklar çektikleri açıkça göstermektedir. Biçimsel olarak baktığımızda fazla karmaşık görünmeyen bu mastar halindeki fiiller ancak metin içersinde kullanıldıklarında değişiklikler göstermektedirler. Bu alanda öğrencilerin karşılaştıkları zorluklar hiç de küçümsenecek durumda değildir. Bu zorlukları daha somut olarak tespit edebilmek için doğal olarak dilbilgisi kitaplarının incelenmesi gerektiğine inandığımdan, tezimde ders kitapları ile bu dilbigisi 198 kitaplarını irdeleyerek bụ kitapların fiilin mastar l'Infinitiv') yapılarını nasıl ele aldıklarını ve aralarındaki farklılıkları ortaya koymayı gerekli gördüm. Hem ders kitaplarının hem de Almanca dilbilgisi kitaplarının bu konuyu nasıl ve ne derecede ele aldıklarına bakıldığında farklı yaklaşımlar göze çarpmaktadır. Ayrıca Almanca öğretmeni yetiştiren fakültelerin hazırlık sınıfı için hangi ders kitabının en uygun olduğunu tespit etmek istedim. Bu çalışmanın yan amaçlarından biri de Infinitiv örneği ile almanca öğretmenin dilbilgisi bilgilerine katkıda bulunmaktır. Ayrıca bir Almanca öğretmenin dilbilgisi açısından nasıl bir donanıma sahip olması gerektiği konusuna da katkıda bulunmuş olacaktır. Tüm bu sebepler bu alanda bir çalışma yapılması gerekliliğini ortaya koymuştur ve bu çalışmada Alman Dili'ndeki fiilin mastar halinin işlevleri ve yabancı dil öğretiminde ve öğreniminde karşılaşılan zorlukları ele alınmıştır. Bu çalışma, sonuç bölümü dahil 8 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde mastar (Infinitiv) sözcüğü etimolojik açıdan açıklanıp morfolojik birimlerine ayrılarak her bir birim incelenmiştir. 'Infinitiv' sözcüğü Latince'den gelen bir sözcüktür ve üç biçimbirimden oluşmaktadır: In-finit iv: Sözcüğün kökü 'finit' dir, ve fiilin belirlenmiş, yani çekimlenmiş halidir. 'In-' 'değil' veya olumsuzluk' anlamı veren Lantince kökenli bir önektir. O halde 'infinit' çekimlenmemiş fiil, yani fiilin mastar halindeki durumunu belirten bir sözcüktür. 'ivl ise sıfattan isim türeten bir ektir. Almanca'da bu örnekleri çoğaltırabiliriz: Infinitiv, Nominativ, Akkusativ, Konjunktiv, vd/vb. Burada dikkat çeken nokta ise bu 199 şekilde türetilen sözcüklerin büyük çoğunluğunun dilbilgisi alanında görülmesidir. Birinci bölümde ele alınan diğer konular ise şöyledir: Almanca dilbilgisinde fiilin çekimlenmemiş ve kategorisini belirtmeyen üç hali vardır: Infinity, Partizip I, Partizip II. 'Infinitiv' fiilin mastar halidir, Partizip I fiilin mastar haline lad' ekinin eklenmesiyle oluşur ve fiile bir sifat anlamı yükler. Partizip II bazı fiillerde 'ge-' ön eki ve i-(e)' + veya - en' son ekiyle oluşturulan, bazı fiillerde ise 'ge-' öneki olmaksızın 'at' veya 'en' sonekiyle oluşturulan halidir. Çalışmanın ikinci bölümü dört Almanca dilbilgisi kitabının, 'Infinitiv' konusunu nasıl işlediğini ve bu konuya ne kadar yer verdiğini ortaya koymaktadır. Bu dört Dilbilgisi kitabı Almanca'nın önde gelen dilbilimcilerinin hazırlamış olduklarıdır: Eisenberg, Engel, Erben, Helbig/Buscha. Ortaya çıkan netice ilginçtir. Her eserde konuya verilen ağırlik büyük farklılıkar göstermektedir. Konuyu en geniş ve sistematik biçimde Eisenberg ele almıştır. Erben, Engel ve Helbig/Buscha'nın eserlerinde 'Infinitiv' konusu tek bir başlık altında sunulmamaktadır. Ayrıca elde edilen diğer bir sonuç ise, 'Infinitiv'in nesne olarak ayrıntılı işlenirken özne olarak fonksiyonlarına çok az denecek kadar değinilmektedir. Bunun yanısıra bazı yazarlar 'Infinitiv'in statüsü kavramından bahsetmektedir, bazıları ise buna hiç yer vermemektedir. Üçüncü bölüm tamamen 'Infinitv'in fonksiyonlarını ve türlerini incelemeye ayrılmıştır. 'Infinitiv'in Almanca' da üç türü vardır. Birincisi, fiil yalnız mastar haliyle kullanılır (reiner Infinitiv). Burada, cümlede opsiyonel olarak çekimlenmiş bir fiil daha olabilir. Örneğin emir cümlelerinde çekimlenmiş başka bir fiile ihtiyaç yoktur. 200 ikinci olarak 'zu' ile birlikte kullanılır (Infinitiv mit 'zu'). Infinitiv'in bu kullanımı, daha yaygındır. Bir çok fiil, kullanımında 'zu'' yu gerektirmektedir. Ayrıca bazı fiiller 'zu' ile kullanıldığında bir passiv anlamı içerir, buna özellikle teknik dilde çok rastlanmaktadır. Ayrıca üçüncü olarak 'um ... zu', 'anstatt ... zu' veya Yohne ... zu' ile kullanıldığında bir yan cümleciği çağrıştırmaktadır, fakat yan cümlecik değildir. Yukarıda belirtilen üç yapı bir bağlaç gibi, bir cümle başlatıyor gibi görünse de, bu cümle asıl yan cümlenin ortaya koyduğu özelliklerin hepsini taşımamaktadır. Örneğin çekimlenmiş (finit) bir fiile bu konstrüksiyonlarda rastlanmamaktadır. Dördüncü bölümde ise üniversitelerimizin bölümlerinde okutulan üç Almanca ders kitabı incelenmiştir. İncelemedeki çıkış noktası ise bu ders kitaplarının Infinitiv konusunu nasıl ele aldıklarıdır. Yapılan inceleme sonucunda ise bu kitapların arasında önemli farklılıkların olduğu ortaya konmuştur. Ders kitapları içerisinde Infinitiv konusunu en ayrıntılı inceleyen „Moment mal"'dir. Ayrıca bu ders kitabının izlediği sıra Eisenberg'in izlediği sıra ile aynıdır. Bu nedenle hazırlık sınıflarınız için bu ders kitabının uygun olduğunu düşünüyorum. Ancak ders kitaplarında Infinitiv konusu tek bir ünite içerisinde değil tüm kitap içerisinde farklı ünitelerde ortaya konulmaktadır. Ders kitaplarını dilbilgisi kitapları ile karşılaştırdığımızda önemli farklılıklar göze çarpmaktadır. Gerek teminolojide gerek işleyiş tarzında farklılıklar vardır. Ancak ders ile dilbilgisi kitapları farklı amaçlarla hazırlanmışlardır, bunu da unutmamak gerekir. 201 Bu çalışma beşinci bölümde bu kopukluğun nasıl giderilebileceğine dair bir öneri sunmaktadır. Almanca öğretmeni olarak mezun bir öğrencimiz öğrenimi boyunca ders kitaplarından aldığı bilgilerle ilerideki meslek hayatında büyük zorluklar yaşayacaktır. Çünkü bir Almanca öğretmeni, dilbilgisi kitabındaki bilgilere sahip olmalıdır. Ayrıca dilbilgisi kitabının terminolojisine hakim olmalı ve bir dilbilgisi kitabına nasıl bakılması gerektigini bilmelidir. Bu nedenle önerimiz birinci yarıyılda dilbilgisi dersinde bütün dilbilgisi konularının özetini içeren bir programin izlenmesidir. Öğrenciye ders kitaplarının verdiği Infinitiv bilgisi kesinlikle yeterli değildir ve öğretmen tarafından bu bilgi tamamlanmalıdır. Bu ders kitapları kurs öğrencileri için uygundur, Almanca öğretmeni yetiştiren fakülteler için uygun değildirler. Almanca öğretmenin sadece iyi konuşuyor olması yeterli değil, iyi bir dilbilgisi temeline ve sistematik bilgiye de sahip olması gereklidir. Bu amaçla burada önerilen program öğrenciye kendi kendine nasıl bilgi bulabileceğini öğretiyor, çünkü çalışma hayatında ona gerekli olan nitelik budur. Öğrenciye her şey verilemez, önemli olan ona yolunu öğretmek, yolu öğrendikten sonra bir çok şeyi kendi başına yapabilir. Bu tür bir eksiği kapatmak için yüksek lisansta veya düzenli olmasa da seminerlerde bu tür bir dilbilgisi dersi projeler için nasıl bir program hazırlanabileceğine dair geliştirilebilir. 'Infinifiv' konusu dilbilgisi ders programına daha ayrıntılı bir şekilde işlenmek üzere yerleştirilmelidir. Ayrıca öğretmen yetiştiren kurumlar olarak eğitim fakültelerinde uygulama derslerinin artırılması olumlu bir katkıda bulunacaktır. Öğretmen adaylarımız eğitim boyunca 202 edindikleri teorik bilgileri hemen uygulama olanağına sahip oldukları sürece bilgileri kalıcı olacaktır. Gerek YÖK' ün önerdiği yeni programın uygulanması, gerekse diğer bilimsel çalışmalar zaman içerisinde bu noktaların daha da netleşmesini sağlayacaktır. Bu çalışma bu doğrultuda bir adım olarak kabul edilebilir.Item Hilde Domins Lyrik: Charakteristische form und gehaltsmerkmale(Uludağ Üniversitesi, 1997) Özmut, Orhan; Schatter, Antje Grimm; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıItem Metin Kaçan'ın 'Ağır Roman' ve Feridun Zaimoğlu 'Abschaum'(döküntü) adlı eserlerinin dil ve içerik açısından karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2006) Gürpınar, İlknur; Uysal, Hikmet; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıFeridun Zaimoğlu “Abschaum” romanında Almanya’da yaşayan Türklerin sorunlarına değiniyor. Özellikle Ertan Ongun adındaki ana karakteri ele alıyor ve tüm hikayeyi onun çevresinde geliştiriyor. Ertan bir Türk ve Almanya’da yaşıyor, o kendi kültürü ve yabancı bir kültür arasında duruyor. Kültür faktörünün onun üzerinde büyük etkisi var ama toplumun farklı faktörleri de Ongun’u etkiler. Türkiye’de yazan Metin Kaçan da “Ağır Roman” romanında Salih adındaki ana karakterden bahsediyor. Bu kişinin toplumla sorunları var ve topluma iyi uyum sağlayamıyor. “Ağır Roman” İstanbul’un Kolera adlı mahallesinde geçiyor. Burada İstanbul ve mahalle arasındaki büyük uzaklık ve bunu aşmak, Büyükşehir İstanbul’a ulaşmak için roman karakterlerinin yaptıkları anlatılıyor. Bu çalışmada iki eserin konu ve dil açısından farklılık ve benzerlikleri karşılaştırıldı. Bu çalışmanın amacı, bu farklılık ve benzerlikleri ortaya çıkarmak ve yapılacak olan başka çalışmalara yardımcı olmaktır.Item Mythologie and Deutsche volksmarchen im verglerch mit Turkischenn volks marchen(Uludağ Üniversitesi, 1994) Arslan, Neriman; Kelling, Ingrid; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıDie vorliegende Arbeit beabsichtigt, hauptsâchlich die psychologische Seite der Symbol und Bildgestaltung in den Mârchen zu untersuchen. Ich bin ausgegangen von Drewermann, der die psyehologisehe Seite der Volksmârchen untersucht hat. Die wichtigsten psychoanalytischen Forschungen der Volksmârchen in Deutschland sind von Drewermann vorgelegt, der den fundamenta- listischen Katholizismus des Vatikans kritisiert hat und zur Ergânzung seiner Forschungen die Grimmschen Volksmârchen umfassend untersucht hat. Die psychoanalytische Forschungen Drewermanns ermöglichen den tiefen Sinn des Mârchens aufzu- decken und unsere Gefühle auf aussergewöhnliche Weise anzuregen. Die Volksmârchen, deren Ursprung auf mündliche volkstümliche Tradition beruhen, werden von Grimm als abgesunkener Mythos gedeutet. Aber eine seharfe Abgrenzung İst nicht immer möglich, da in dieser Gattung auch andere Faktoren in unterschiedlichem Gewicht eine Rolle spielen. Das Mârchen ist eine phantasievoll gestaltete fiktive Geschichte, in der vielerlei Wunder möglich sind. Es hat auch Realitâtsgehalt, da es über menschliche Probleme etwas aussagt. Das am Anfang unsere pessimistisehen Gefühle anregende Mârchen endet auf optimistisehe Weise, weil das Gute siegt und das Böse unterliegt. Die Mârchen dienen dazu, den harten Realitâten des Lebens gegenüber, unsere Widerstandsfâhigkeit zu bekrâftigen. Darüber hinaus tragen sie dazu bei, dass wir unsere innere Kraft durch eine Phantasie- und Traumwelt bereichern. In dieser Hinsicht haben die Mârchen einen unschâtzbaren Wert, weil sie die Horizonte unseres geistigen und seelisehen Lebens ausdeh Nen. Als berühmteste deutsche Volksmârchen gelten die "Kinder- und Hausmârchen" der Brüder fflilhelm und Jacob Grimin. Es gibt in ihnen eine charakteristische Mârchenwelt. Die scharfe Gegen- stândlichkeiten wie Gut und Böse, Glück, und Unglück, Schönheit und Hâsslichkeit usw. sind kennzeichnend in diesem Mârchen. Die profane Welt, der der Held entfliehen muss, İst meistens ungerecht und sogar grausam, wâhrend im türkischen Mârchen der Held im Alltagsleben nicht unterdrückt und geguâlt wird. Es ist meist ein Königliches Schloss, in dem er im Wohlstand lebt. Die irrealen Welten in Grimmschen und türkischen Mârchen zeigen auch gegensâtzliche Eigenschaften. Der Wald, in dem der Held Zuflucht sucht, ist ein friedlicher Ort und er wird von ihm freudlich empfangen, wâhrend im türkischen Mârchen der Held in einer grausigen Dâmonenwelt auftritt. Die patriarchalische Gesellschaftsordnung im alttürkischen Alltagsleben spiegelt sich in den Mârchen wider. In Grimmschen Mârchen erden die patriar- chalischen Elemente durch die Jenaer Frühromantik, aber âuch durch die Spâtromantik erheblich zurückgenommen. Die Entfaltung der weiblichen Einfühlungskraft war erst in der Romantik möglich. Die Schriftstellerinnen wie B. Brentano, C. Schlegel hatten im literarischen Leben einen bedeutenden Platz. Die bekannten weiblichen Mârchenfiguren verdanken ihre Weltberühmt- heit dieser anerkannten_Position der Frauen in der Romantik. Das Mârchen viderspricht den Kausalgesetzen der Natur durch die Verwandlungen und Vermenschlichung der Tiere, Pflanzen und Gegenstânde, die auch symbolische Bedeutung haben. In vielen Grimmschen Mârchen erscheinen Gott, Engel und christliche Heilige als handelnde Personen auf der Erde, was in den türkischen Mârchen fehlt, da es in der islamischen Religion bekannterweise fremd ist.Item Die rolle der klassifizierung der wortarten in den lehrwerken für daf(Uludağ Üniversitesi, 2001) Yetim, Munise; Tapan, Nilüfer; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim DalıItem Son dönem Alman ve Türk edebiyatında kadının bireyselleşmesi sorunu(Uludağ Üniversitesi, 1998) Yıldız, İnci; Durak, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı; Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı